görünmeyecek biçimde park edilmişti. Kiralık araba plakası vardı. Collet kaportayı tuttu. Isı
hâlâ hissediliyordu. Hatta sıcaktı.
Collet, "Langdon bununla gelmiş olmalı," dedi. "Araba kiralama şirketini arayın. Çalınmış
mı öğrenin."
“Peki efendim."
Parmaklıkların bulunduğu taraftan bir başka ajan, Collet'ye seslendi. “Teğmenim, şuna bir
bakar mısınız?" Collet'ye bir çift gece görüş gözlüğü uzattı "Garaj yolunun bitimindeki
koruluğa bakın."
Collet gözlüğü tepeye doğru kaldırdı ve görüş ayarlarıyla oynadı. Yeşilimsi şekiller
yavaşça belirginleşmeye başlamıştı. Garaj yolundaki virajdan başlayarak, yukarı doğru takip
etti ve korunun olduğu yerde durdu. Bakakalmıştı. Orada, ağaçların arasında zırhlı bir kamyon
duruyordu. Collet'nin o gece Zürih Emanet Bankası'ndan ayrılmasına izin verdiği kamyonun
aynıydı. Bunun bir çeşit garip rastlantı olmasını diliyor, ama olmadığını biliyordu.
Ajan, "Her şey ortada," dedi. "Langdon ile Neveu bankadan bu kamyonla kaçmışlar."
Collet'nin sesi kesilmişti. Barikatta durdurduğu zırhlı kamyonun şoförünü düşündü. Rolex.
Gitmek için sabırsızlanması. Yük kasasını kontrol etmedim.
Collet bankadan birinin Langdon ile Sophie'nin bulunduğu yer hakkında yalan söyleyip,
kaçmalarına yardımcı olduğunu fark etmişti. Ama kim? Ve neden? Belki de Fache, bu yüzden
Collet'nin henüz harekete geçmesini istemiyordu. Belki de Fache bu akşamki olaya Langdon
ile Sophie'den daha fazla kişinin karıştığını düşünüyordu. Peki Langdon ve Sophie zırhlı
kamyonla geldiyse, siyah Audi'yle kim geldi?
Yüzlerce kilometre güneyde, kiralık bir Beechcraft Baron 58 Tiren Denizi üstünden
kuzeye doğru uçuyordu. Gökyüzü sakin olduğu halde, her an midesinin bulanabileceğini
hisseden Piskopos Aringarosa, elinde koltuğun arkasındaki torbayla hazır bekliyordu. Paris'le
yaptığı görüşmenin beklediği telefonla ilgisi yoktu.
Küçük kabinde tek başına oturan Aringarosa, parmağındaki altın yüzüğü döndürdü ve
duyduğu korku ve ümitsizlik hislerini bastırmaya çalıştı. Paris’te her şey ters gitti. Gözlerini
kapayan Aringarosa, Bezu Fache’nin durumu düzeltebilmesi için bir dua okudu.
64
Divanda oturan Teabing, kucağındaki tahta kutuyu bebek beşiği gibi tutarken, kapaktaki
özenle işlenmiş gül kabartmasına hayranlıkla bakıyordu. Bu gece hayatımın en tuhaf ve en
sihirli gecesi oldu.
Teabing'in başında, Langdon ile yan yana duran Sophie, "Kapağı açın," diye fısıldadı.
Teabing gülümsedi. Bana acele ettirme. Kilit taşını arayarak geçirdiği yıllardan sonra, bu
anın her salisesinin tadını çıkartmak istiyordu. Avucunu tahta kapağın üstünde gezdirirken,
kabartmalı çiçeğin dokusunu hissediyordu.
"Gül," diye fısıldadı. Gül, Magdalalıdır, Kutsal Kâse'dir. Gül, yolu gösteren pusuladır.
Teabing kendini sersemlemiş gibi hissediyordu. Kilit taşını aradığı yıllar boyunca, Fransa'daki
tüm kiliselerin ve katedrallerin gizli geçitlerine, gül pencerelerin altındaki yüzlerce kemere
bakmıştı. La clef de voûte... Gül işaretinin altındaki taş anahtar.
Teabing yavaşça kapağın kilidini açarak, kaldırdı.
Bakışları sonunda kutunun içindekiyle karşılaştığı anda, bunun kilit taşı olabileceğini
anlamıştı. Birbiriyle bağlantılı döner harflerle bezenmiş taş bir silindire bakıyordu. Gördüğü
nesne ona şaşırtıcı derecede tanıdık geliyordu.
Sophie, "Da Vinci'nin günlüklerine bakarak tasarlandı," dedi. " Büyükbabamın hobisi
bunları yapmaktı."
Elbette, diye düşündü Teabing. Eskizlerini ve taslaklarını görmüştü. Kutsal Kâse'ye
götüren anahtar bu taşın altında yatıyor. Teabing nazikçe tuttuğu ağır kripteksi kutudan
kaldırdı. Silindirin nasıl açılacağına dair ufak fikri olmamasına rağmen, kendi kaderinin
içinde durduğunu hissediyordu. Ümitsizliğe kapıldığı anlarda Teabing hayatını adadığı bu
arayışın ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceğini sorgulamıştı. Artık bu şüpheler sona ermişti
Eski kelimeleri duyabiliyordu... Kâse efsanesinin doğuşunu:
Vous ne trouvez pas le Saint-Graal, c'est le Saint-Graal qui voııs trouve.
Kâse'yi sen bulamazsan, Kâse seni bulur.
Ve bu gece inanılmaz bir şekilde, Kutsal Kâse'yi bulmak için gerekli olan anahtar, ön
kapısından içeri girmişti.
Sophie ile Teabing kripteks ile oturup, sirkeden, harflerden ve şifrenin ne olabileceğinden
bahsederlerken, Langdon gül ağacı kutuya daha iyi bakabilmek için, odanın arka tarafındaki
aydınlık bir masaya götürdü. Teabing'in az önce söylediği sözler, Langdon'ın zihninde
tekrarlıyordu.
Kâse'nin anahtarı gül işaretinin altında gizli.
Langdon kutuyu ışığa tutarak, gül kabartmasını inceledi. Ahşap işleri ve kabartmalı
mobilyalar sanattaki uzmanlık alanına girmese de, Madrid yakınlarındaki İspanyol
manastırının mozaik kaplı ünlü tavanının, yapımından üç yüzyıl sonra dökülerek, keşişler
tarafından alttaki sıvaya yazılan kutsal metinleri açığa çıkarttığını hatırlıyordu.
Langdon güle bir kez daha baktı.
Gülün altında.
Sub Rosa.
Sır.
Koridorda duyduğu bir çarpma sesi Langdon'ın arkasını dönmesine neden oldu,
Teabing'in uşağı geçmiş olmalıydı. Langdon yeniden kutuya döndü. Gülü çıkarıp
çıkaramayacağını düşünürken parmaklarını kabartmanın kenarlarında gezdiriyordu, ama
işçilik mükemmeldi. Gül işlemekle, üzerine yerleştirildiği içi oyulmuş katman arasına keskin
bir bıçak sokabileceğini düşündü.
Kutuyu açarak, kapağın içini inceledi. Girinti çıkıntısı yoktu. Kutunun pozisyonunu
değiştirdiğinde ışık, kapağın altında ve tam ortasında küçük deliğe benzeyen bir şeyi
aydınlatmıştı. Langdon kapağı kapatarak, kabartmalı sembolü üst tarafından inceledi. Delik
yoktu.
İçinden geçmiyor.
Kutuyu masanın üstünde bırakarak, gözleriyle odayı aradı ve tutturulmuş bir kâğıt destesi
gördü. Atası alarak kutunun yanına gitti. Kapağı açıp, deliği yeniden inceledi. Atası
düzleştirip bir ucunu dikkatle delikten içeri soktu. Nazikçe itti. Fazla kuvvet harcamasına
gerek kalmamıştı. Masanın üstüne düşen bir şeyin sesini duymuştu. Bakmak için kapağı
kapattı. Yapboz parçalarına benzeyen küçük bir tahta parçasıydı. Tahta gül kapaktan çıkarak,
masanın üstüne düşmüştü.
Sesi soluğu kesilen Langdon, kapakta gülün çıktığı noktaya bakıyordu. Oraya, kusursuz
bir el tarafından, daha önce hiç görmediği bir dilde dört satırlık bir metin kazınmıştı.
Sami dili karakterlerine benziyor, diye düşündü Langdon ama lisanı tanıyamadım.
Arkasında hissettiği ani bir hareket dikkatini çekmişti. Başına yediği apansız bir darbe onu
dizlerinin üstüne yuvarlamıştı.
Yere düşerken, silah tutan, soluk bir hayaletin etrafında dolaştığını gördüğünü sandı.
Ardından her taraf simsiyah oldu.
Dostları ilə paylaş: |