Tahta kutunun yanına yürüyen Sophie, "Robert," dedi. "Bu nedir' Langdon'ın kapaktan
çıkarttığı gül kabartmasını tutuyordu.
"Kapaktaki oymalı yazının üstünde duruyordu. Alttaki metnin bu kilit taşını açmak için
ipucu vereceğini sanıyorum."
Sophie ile Teabing henüz cevap veremeden, bir kilometrelik gar yolunun aşağısında
aniden sirenler ve mavi polis ışıkları belirmişti
Teabing kaşlarını çattı. "Dostlarım, sanırım bir karar vermemiz gerekiyor. Ve bunu çabuk
yapsak iyi olacak."
66
Collet ile ajanları, ellerinde silahlarıyla Sir Leigh Teabing'in ön kapısından içeri daldılar.
Dağılarak, birinci kattaki tüm odaları aramaya başladılar. Kabul salonunun zemininde bir
kurşun deliği, biraz kan, kancalı tuhaf bir kemer ve kısmen kullanılmış yapışkanlı bant rulosu
buldular. Birinci kat tamamen boş gibi görünüyordu.
Collet, adamlarını ikiye bölüp bodrum katıyla, evin arka tarafını arayacağı sırada, üst
kattan sesler geldiğini duydu.
"Yukardalar!"
Geniş merdivenlerden koşarak yukarı çıkan Collet ve adamları, karanlık yatak odalarıyla
koridorlardan geçerek sesin geldiği yere yaklaşırken, kocaman evi oda oda aradılar. Sesler,
uzun bir koridorun sonundaki odadan geliyor gibiydi. Çıkış yollarını kapatan ajanlar,
koridorda ağır adımlarla ilerlediler.
Son odaya geldiklerinde, Collet kapının ardına kadar açık olduğunu gördü. Sesler aniden
kesilmiş, yerini makine sesini andıran bir gürültü almıştı.
Collet kolunu yana kaldırarak işaret verdi. Usulca kapının önüne gelerek ışık düğmesini
açtı. Dönerek odaya girmiş, adamları arkasından içeri dalmış ve Collet bağırarak silahını...
hiçbir şeye doğrultmuştu. Boş bir misafir odası. El değmemiş,
Gürültülü araba motoru sesleri, yatağın yanındaki duvara monte edilmiş siyah bir
elektronik panelden geliyordu. Collet, evin diğer yerlerinde de bunlardan görmüştü. Bir çeşit
dahili haberleşme sistemiydi. Hemen yanına gitti. Panelin üstünde yaklaşık bir düzine düğme
vardı:
SALON... MUTFAK...ÇAMAŞIRHANE...KİLER
Peki araba sesi hangi cehennemden geldi?
YATAK ODASI... CAMEKÂNLI ODA... AMBAR
KÜTÜPHANE
Ambar! Collet saniyeler içinde aşağı inmiş ve yolun üstündeki adamlarından birini yanına
alarak arka kapıya koşmuştu. Adamlar arka taraftaki çimenleri geçerek, soluk soluğa
yıpranmış gri ambarın önüne vardılar. Collet daha içeri girmeden, uzaklaşan bir arabanın
motor sesini duyabiliyordu. Silahını çekerek, içeri girdi ve ışıkları açtı.
Ambarın sağ tarafı, basit bir atölyeden oluşuyordu -çim biçme makineleri, otomobil
gereçleri, bahçe malzemeleri. Yakındaki duvarda benzer bir haberleşme paneli vardı.
Düğmelerden biri aşağı inmiş, içerideki sesleri gönderiyordu.
MİSAFİR ODASI II.
Collet öfkeyle gerisin geriye döndü. Haberleşme sistemiyle bizi yanılttılar! Ambarın diğer
tarafına baktığında, at ahırlarını gördü. At yoktu. Ev sahibinin başka türden beygir gücünü
tercih ettiği belli oluyordu; ahırla etkileyici bir araba parkına dönüştürülmüştü. Harika bir
koleksiyondu.. siyah bir Ferrari, yepyeni bir Rolls-Royce, antika bir spor Aston Marti bir
Porsche 356.
Son ahır boştu.
Derhal oraya koşan Collet, yerdeki yağ lekelerini gördü. Arazinin dışına çıkamazlar.
Garaj yolu ve kapı, bu gibi durumları önlemek iç devriye arabası tarafından kapatılmıştı.
"Efendim?" Ajan ahırların bittiği yeri gösteriyordu.
Ambarın arka kapısı sonuna kadar açılmıştı. Ambarın arkasında karanlık, çamurlu ve
engebeli arazi görülüyordu. Kapıya koşan Collet karanlıkta bir şeyler görmeye çalıştı.
Görebildiği tek şey, uzaktaki ormanın zayıf gölgesiydi. Araba farları yoktu. Bu ağaçlıklı
vadide düzinelerce yangın yolu ve av patikası olmalıydı ama Collet onların ormana
ulaşamayacağından emindi. "Birkaç adam al ve o bölgeye yayılın. Yakınlarda bir yerde
çakılıp kalmışlardır. Bu spor arabalar engebeli arazide fazla gidemez.”
“Şey, efendim?" Ajan, pek çok anahtarın asılı durduğu kancalı paneli eriyordu.
Anahtarların üstünde tanıdık marka isimleri yazıyordu.
DAlMLER..ROLLS-ROYCE...ASTONMARTIN... PORSCHE...
Son anahtar kancası boştu.
Collet anahtarın üstündeki marka adını okuduğunda, başının dertte olduğunu anlamıştı.
67
Java Black Pearl modeli, dört çekerli Range Rover'ın düz vitesi dayanıklı polipropilen
farları, bir sürü arka far ayarı ve sağ tarafta direksiyonu vardı.
Langdon aracı kullanmadığına memnundu.
Teabing'in uşağı Rémy, efendisinden aldığı emirler üzerine, Château Villette'nin
arkasındaki ay ışığının aydınlattığı arazide, aracı oldukça etkileyici bir ustalıkla idare
ediyordu. Farlarını açmadan bir tepeciğin üstünden geçmişti ve şimdi araziden uzaklaşarak
uzun bir yokuştan aşağı iniyordu. Uzaklardaki orman siluetine doğru gidiyor gibiydi.
Kilit taşına iyice sarılan Langdon yolcu koltuğunda arkasını dönerek, Sophie ile Teabing'e
göz attı,
Sophie kaygılı bir sesle, "Başın nasıl Robert?" diye sordu.
Langdon acıyla gülümsemeye çalıştı. "Daha iyi, teşekkürler." Ağrıdan ölüyordu.
Sophie'nin yanında oturan Teabing, omzunun üstünden koltuğun arasındaki bagaj
bölmesinde bağlı yatan keşişe baktı. Kucağında keşişin tabancasıyla oturan Teabing, eski bir
fotoğrafta avının başında poz veren safariye çıkmış bir İngiliz’e benziyordu.
Yıllardır ilk kez eğleniyormuş gibi sırıtan Teabing, "Bu gece çıkıp gelmene çok sevindim
Robert," dedi.
"Seni bu işe karıştırdığım için üzgünüm Leigh."
"Oh, lütfen, hayatım boyunca bu işe karışmak için bekledim." Teabing Langdon’ın
arkasındaki ön camdan uzun çitlerin gölgesine baktı. omzuna hafifçe dokundu. "Unutma fren
ışığı istemiyorum. Çok ihtiyaç duyarsan el frenini kullan. Ormanın içine kadar girmek
istiyorum. Evden bizi görecekleri şekilde bir riske girmemize gerek yok."
Rémy yokuş aşağı inerken, Range Rover'ı çitlerin arasındaki bir boşluktan geçirmişti.
Araç yalpalayarak üzerinde çimenlerin bittiği patikaya vardığında, önlerindeki ağaçlar ay
ışığını kesti.
Önlerindeki herhangi bir şeyi seçmeye çalışan Langdon, hiçbir şey göremiyorum, diye
düşündü. Etraf simsiyahtı. Aracın sol tarafına ağaç dallan sürttüğünde Rémy diğer tarafa
doğru manevra yaptı. Direksiyonu olabildiğince düz tutarak otuz metre kadar ilerledi.
Teabing, "Harika iş çıkarıyorsun Rémy," dedi. "Yeterince uzaklaştık sanırım. Robert
şuradaki havalandırmanın altındaki küçük mavi düğmeye basabilir misin? Görebiliyor
musun?"
Langdon düğmeyi bularak bastı.
Yolun üstüne yayılan zayıf san ışık demeti, patikanın her iki tarafındaki çalılıkları görünür
kılmıştı. Langdon sis farlarını yaktıklarını fark etti. Yolu görebilecekleri kadar ışık sağlamakla
birlikte, ormanın yeterince içine girdikleri için bu farlarla uzaktan görünmeyeceklerdi.
Teabing mutlu bir edayla, "Ee, Rémy," dedi. "Farları açtık. Artık hayatımız sana emanet."
Sophie, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.
Teabing, "Bu yol, ormanda yaklaşık üç kilometre kadar devam eder," dedi. "Arazinin
ortasından geçer ve kuzeye doğru kavis çizer. Suya saplanmaz veya yolu kapayan ağaç
kütüklerine çarpmazsak, beşinci otoyola sağ salim çıkarız."
Sağ salim. Langdon başka şeyler düşünmeye çalıştı. Gözlerini, kilit tahta kutusunun içinde
güvenle durduğu kucağına çevirdi. Kapaktaki gül kabartması yerine takılmıştı. Zihni
karmakarışık olduğu halde, Langdon kabartmayı yeniden çıkartıp, altındaki oyma yazıyı
incelemek için sabırsızlanıyordu. Teabing, elini omzuna koyduğunda kapaktaki kakmayı
kaldırmak üzereydi.
Teabing, "Sabırlı ol Robert," dedi. "Zıplayıp duruyoruz ve üstelik ışık yok. Dua edelim de
bir şeyleri kırmayalım. Aydınlıktayken o lisanı tanımadıysan, karanlıkta daha iyisini
Dostları ilə paylaş: |