Silas'ın cevap vermeye hiç niyeti yoktu. Kilit taşı Kutsal Kâse'ye götüren bağdı, Kutsal
Kâse ise yazgıyı korumanın anahtarı.
Ben Tanrı'nın işini yapıyorum. Tarîk tehlikede.
Şimdi Range Rover'da bağlarıyla mücadeleden Silas, Öğretmen'le piskoposun ümitlerini
boşa çıkarmış olmaktan korkuyordu. Onlarla temas kurmasının ve korkunç gelişmeleri
anlatmasının imkânı yoktu. Kilit taşı beni tutsak alan kişilerde! Kâseye bizden önce
ulaşacaklar! Silas karanlıkta dua etti. Hissettiği acının yakarışlarını arttırmasına izin verdi.
Bir mucize Tanrım. Bir mucizeye ihtiyacım var. Silas saatler sonra bir mucizeye tanık
olacağını bilmiyordu.
"Robert?" Sophie hâlâ onu seyrediyordu. "Yüzünde komik bir ifade belirdi."
Dönüp ona bakan Langdon, çenesini sıkmış olduğunu ve kalbinin hızla çarptığını fark etti.
Aklına inanılmaz bir fikir gelmişti. Açıklaması gerçekten bu kadar basit olabilir mi? "Cep
telefonunu kullanmam gerek Sophie"
"Şimdi mi?"
"Sanırım bir şey buldum."
"Ne?"
"Sana birazdan anlatacağım. Telefonuna ihtiyacım var."
Sophie endişeli görünüyordu. "Fache görüşmeleri dinliyor olabilir. Her ihtimale karşı bir
dakikadan kısa tut." Ona telefonu verdi.
"Amerika'yı nasıl arayacağım?"
"Ödemeli araman gerekecek. Benim hattım denizaşırı aramalara kapalı."
Langdon sonraki altmış saniyenin gece boyunca aklını meşgul eden soruyu
cevaplayabileceğinin bilinciyle sıfırı tuşladı.
68
Telefon çaldığında New York'ta editörü Jonas Faukman yatağına henüz girmişti. Ahizeyi
kaldırırken, aramak için biraz geç, diye mırıldandı.
Bir santral memuru, ona, "Robert Langdon'dan gelen ödemeli aramayı kabul ediyor
musunuz?" diye sordu.
Şaşıran Jonas ışığı açtı. "Ha... elbette, tamam."
Hatta klik sesi duyuldu. "Jonas?"
"Robert? Gece yarısı beni uyandırıp, bir de bana mı ödetiyorsun?"
Langdon, "Jonas, beni affet," dedi. "Çok kısa keseceğim. Gerçekten öğrenmem gerekiyor.
Sana verdiğim müsvedde. Sende..."
"Robert, üzgünüm, redaksiyon yapılmış halini sana bu hafta göndereceğimi söylemiştim
ama işim başımdan aşkın. Gelecek pazartesi. Söz veriyorum."
"Ben redaksiyonu sormuyorum. Bana söylemeden kopyalarını tanıtım için göndermiş
olabilir misin?"
Faukman tereddüt etti. Langdon’ın son çalışmasında -tanrıçalara tapınma tarihi hakkında
bir araştırma- Magdalalı Meryem hakkında bazılarını hayrete düşürecek pek çok bölüm vardı.
İçerik bolca kaynağa dayandırıldığı ve diğerleri tarafından desteklendiği halde, Faukman en
azından ciddi tarihçilerden ve sanat duayenlerinden onay almadan Langdon'ın kitabını
basmaya niyetli değildi. Jonas sanat dünyasından on büyük isim seçmiş ve her birine kapak
için kısa bir onay yazısı yazmalarını rica ettiği mektupla birlikte Langdon'ın çalışmasının tüm
bölümlerini göndermişti. Faukman tecrübelerinden öğrendiği kadarıyla, kitapta isimlerinin
görünce hepsi bu fırsata balıklama atlayacaktı.
Langdon, "Jonas?" diye yeniden sordu. "Müsveddeyi gönderdin öyle değil mi?"
Langdon'ın bundan memnun olmadığını sezinleyen Faukman kaşlarını çattı. "Müsveddeler
temizdi Robert, ayrıca harika övgülerle sana sürpriz yapmak istedim."
Sessizlik. "Paris Louvre müze müdürüne de gönderdin mi?"
"Ne zannediyordun? Çalışmanda onun Louvre'daki koleksiyonundan sıkça bahsetmişsin,
kaynakçanda onun kitapları var ve bu adam yurt dışı satışlarında oldukça etkili. Sauniére
büyük bir danışmandı."
Hattın diğer ucundaki sessizlik uzun sürdü. "Ne zaman gönderdin?"
"Bir ay kadar önce. Ayrıca yakında Paris'e gideceğinden bahsettim ve ikinizin
buluşmasını önerdim. Görüşmek için seni aradı mı?" Gözlerini ovuşturan Faukman durdu.
"Bekle biraz, senin bu hafta Paris'te olman gerekmiyor muydu?"
"Paris'teyim."
Faukman yatağında doğruldu. "Beni Paris'ten mi ödemeli arıyorsun?"
“Telif hakkımdan kesersin Jonas. Sauniére sonra sana geri döndü mü? Çalışmayı
beğenmiş mi?"
"Bilmiyorum. Henüz beni aramadı."
"Şey, sen uykuna devam et. Şimdi kapatmam gerek ama bu çok şeyi açıkladı.
Teşekkürler."
"Robert..."
Ama Langdon telefonu kapatmıştı.
İnanamayan bir edayla kafasını sallayan Faukman telefonu yerine koydu. Yazarlar, diye
düşündü. Akıllıları bile kaçık.
Leigh Teabing, Range Rover'da nahoş bir kahkaha attı. "Robert gizli bir cemiyeti araştıran
bir araştırma yazıyorsun ve editörün kopyasını bu gizli cemiyete gönderiyor, öyle mi?"
Langdon koltuğuna gömüldü. "Öyle görünüyor."
"Kötü bir tesadüf dostum."
Langdon bunun tesadüfle alakası olmadığını biliyordu. Jacques Sauniére'den tanrıça tarihi
hakkındaki bir çalışmayı onaylamasını istemek, golf hakkında yazılmış bir kitabı Tiger
Woods'a sormak gibiydi. Ayrıca tanrıça tapınmasıyla ilgili herhangi bir kitapta Sion
Tarikatı'ndan bahsedileceği neredeyse garanti gibiydi.
Hâlâ kıkırdamakta olan Teabing, "İşte bir milyon dolarlık soru," dedi. “Tarikat hakkındaki
görüşlerin olumlu muydu, olumsuz mu?"
Langdon, Teabing'in asıl sormak istediğini anlayabiliyordu. Pek çok tarihçi, tarikatın
Sangreal Belgeleri'ni neden hâlâ gizli tuttuğunu sorguluyordu. Bazıları bilginin dünyayla
çoktan paylaşıldığına inanıyordu. "Ben tarikatın tutumu hakkında yorum yapmadım."
"Yani görmezden geldin."
Langdon omuzlarını silkti. Teabing'in belgelerin halka açıklanması gerektiğine inandığı
belli oluyordu. "Ben kardeşlik tarihini yazdım ve onları tanrıçaya tapman modern bir cemiyet,
Kâse koruyucuları ve eski belgelerin bekçileri diye anlattım."
Sophie, ona baktı. "Kilit taşından bahsettin mi?"
Langdon yüzünü buruşturdu. Bahsetmişti. Pek çok kez. "Ben bahsedilen kilit taşından,
tarikatın Sangreal Belgeleri'ni korumak için yapacaklarına bir örnek olarak bahsettim."
Sophie şaşırmış görünüyordu. "Sanırım P. S. Robert Langdon'ı bul, böylece açıklanmış
oluyor."
Langdon, Sauniére'in ilgisini asıl çekenin araştırmada yazan başka bir şey olduğunu
hissediyordu ama bu konuyu Sophie'yle yalnız kaldığında tartışabilirdi.
Sophie, "Demek," dedi. "Yüzbaşı Fache'ye yalan söyledin."
Langdon, "Ne?" diye sordu.
"Ona büyükbabamla hiç karşılaşmadığını söylemiştin."
"Karşılaşmadım. Çalışmamı editörüm göndermiş."
"Düşün Robert. Yüzbaşı Fache, editörünün gönderdiği zarfı bulma onu senin gönderdiğin
sonucuna varmıştır." Durdu. "Ya da daha . elden verdiğini ve yalan söylediğini düşünmüştür."
Le Bourget Havaalanı'na vardıklarında Rémy Range Rover'ı pistin sonundaki küçük bir
hangara doğru sürdü. Onlar yaklaşırken haki renkli pantolon giyen dağınık saçlı bir adam
hangardan dışarı koşturarak el salladı ve oluklu dev metal kapıyı açarak, içerideki beyaz jet
uçağını gözler önüne serdi.
Langdon parıldayan uçak gövdesine baktı. "Elizabeth bu mu?"
Teabing sırıttı. "Kör olası Manş'ı bile geçer."
Farlar yüzünden gözlerini kırpıştıran hakili adam onlara yaklaştı. İngiliz aksanıyla,
"Neredeyse hazır efendim," diye seslendi. "Gecikme için özür dilerim ama beni hazırlıksız
yakaladınız ve..." Arabadakiler inmeye başlayınca lafı kısa kesti. Sophie ile Langdon'a
baktıktan sonra Teabing’e döndü.
Teabing, "Ortaklarımla Londra'da acil bir işimiz var. Kaybedecek vaktimiz yok. Lütfen
hemen kalkışa hazırlan." Teabing konuşurken silahı arabadan alıp, Langdon'a uzattı.
Tabancayı gören pilotun gözleri yuvalarından fırladı. Teabing'in yanına giderek.
"Efendim, affedin ama diplomatik uçuş iznime göre sadece sizi ve uşağınızı götürebilirim,
misafirlerinizi alamam," dedi.
Teabing sıcak bir tebessümle, "Richard," dedi. "İki bin sterlin ve bu dolu tabanca
misafirlerimi götürebileceğini söylüyor." Range Rover'ı gösterdi. "Ve arkadaki talihsiz herifi."
Dostları ilə paylaş: |