için okuyamadığını sanmıştı. Ama daha yakından inceledikten sonra, tek bir İtalyanca
kelimeyi, hatta harfi bile tanıyamadığını fark etmişti.
Sergi tezgâhının başında duran bayan doçent, "Bunu deneyin efendim," diye fısıldamıştı.
Tezgâhın üstünde zincirle asılı duran el aynasını göstermişti. Langdon aynayı eline alıp,
aynadaki metni incelemeye koyulmuştu.
Her şey bir anda anlaşılır olmuştu.
Langdon, büyük düşünürün fikirlerini okumaya öylesine heveslenmişti ki, onun sayısız
sanatsal yeteneğinden biri olan tersten yazma üslubunu unutmuştu. Böylece yazdıklarını
kendisinden başka kimse anlayamıyordu. Tarihçiler hâlâ Da Vinci'nin eğlence olsun diye mi
yoksa omzundan yazdıklarını okuyup fikirlerini çalmaya çalışanları uzak tutmak için mi böyle
yazdığı konusunda tartışıyorlardı ama gerçek olan bir şey vardı. Da Vinci canının istediğini
yapmıştı.
Robert'ın kendisini anladığını fark eden Sophie tebessüm etti. "İlk birkaç kelimeyi
okuyabiliyorum," dedi. İngilizce." Teabing heyecanlanmıştı. "Neler oluyor?" Langdon,
"Tersten yazılmış," dedi. "Bir aynaya ihtiyacımız var." Sophie, "Hayır yok," dedi. "Bu ağacın
yeterince ince olduğunu zannediyorum." Gül ağacı kutuyu duvardaki ışığa tutarak, kapağın
altını inlemeye başladı. Büyükbabası aslında tersten yazamıyordu, bu yüzden önce normal
yazıp, sonra kâğıdı ters çevirerek yazıların üstünden geçmek gibi bir hileye başvuruyordu.
Sophie, büyükbabasının metni bir tahtanın üstüne yakarak düzden yazdıktan sonra tahtanın
arkası kâğıt inceliğine gelene kadar zımparaladığını tahmin ediyordu. Böylece tahtaya
yakılarak kazınan yazı tersten bakıldığında okunur olacaktı. Ardından tahta parçasını ters
çevirip yerine yerleştirmiş olmalıydı.
Sophie kapağı ışığa iyice yaklaştırdığında haklı olduğunu gördü. Işık ince tahtadan
süzülmüş ve kapağın arkasındaki yazı meydana çıkmıştı.
Yazı okunuyordu.
Başını utançla sallayan Teabing, "İngilizce," dedi. "Anadilim."
Uçağın arkasında oturan Rémy Legaludec, ön tarafta konuşulanları duymak için kendini
zorluyor ama motor sesinden duyamıyordu. Rémy gecenin akış şeklinden hoşlanmamıştı.
Hem de hiç. Ayaklarının dibinde bağlı bir şekilde uzanan keşişe baktı. Adam hiç
kıpırdamadan duruyordu bir çeşit kabullenme haline geçmiş ya da sanki kurtuluş için sessiz
bir dua okuyor gibiydi.
72
Langdon yerden en az bin altı yüz elli metre yükseklikte, dikkatini Sauniére'in kapağın
arkasından ışıldayan ayna etkili şiirine verirken, gerçek dünyayla bağlarını koparttığını
hissediyordu.
Hemen bir kâğıt parçası bulan Sophie, yazıyı aynen aktardı. Bitirdiğinde, üçü de sırayla
metni okudular. Bir çeşit arkeolojik bilmeceye benziyordu... kripteksin nasıl açılacağını vaat
eden bir bilmece. Langdon mısırı yavaşça okudu.
Eski hikmet sözü çözer bunu... ve toplar size savruk bir soyu... tapınakçı kilit lahde tapar...
gerçek neyse atbash ışık tutar.
Langdon mısraların hangi eski şifreyi anlatmaya çalıştığını düşünme başlamadan önce,
çok daha belirgin bir tını sezinlemişti. Bir kısa bir uzun beş heceli ölçü.
Langdon, Vatikan Gizli Arşivleri'nde geçirdiği geçen yıl da dahil olmak üzere
Avrupa'daki gizli cemiyetleri araştırdığı yıllar süresince hece ölçüsüyle oldukça sık
karşılaşmıştı. Bir kısa bir uzun beş heceli ölçü, eski Yunan yazar Archilochus'tan,
Shakespeare'e, Milton'a, Chaucer'den Voltaire'e kadar, tüm dünyada yüzyıllarca tercih edilen
bir şiir ölçüsü olmuştu. Bu kişiler sosyal yapıtlarını, çoğu çağdaşlarının mistik özellere sahip
olduğunu düşündüğü bir ölçüyle yazacak kadar cesurdular. Bir hece bir uzun beş heceli
ölçünün kökleri paganlara dayanıyordu.
Bir kısa bir uzun hece ölçüsü. Zıt vurgulu iki hece. Vurgulu ve vurgusuz. Yin yang.
Dengeli bir çift. Beşli dizgi içinde. Beş heceli mısra. Venüs'ün ve kutsal dişinin beş köşeli
yıldızına ithaf en beş sayısı.
Langdon'a dönen Teabing, "Beş heceli mısra!" deyiverdi. "Ayrıca mısralar İngilizce! La
Lingua pura!”
Langdon başını evet anlamında salladı. Kiliseyle geçinemeyen pek çok Avrupalı gizli
cemiyet gibi tarikat da, yüzyıllar boyunca İngilizcenin tek saf Avrupa dili olduğunu kabul
etmişti. Latin Vatikan dili, kökenli Fransızca, İspanyolca ve İtalyancadan farklı olarak
İngilizce, Roma'nın propaganda makinesinden ayrı tutulmuş ve böylece kardeşliğin
öğrenmesini gerektirecek kutsal ve gizli bir dil haline gelmişti.
Teabing, "Bu şiir," diye methetmeye başladı. "Sadece Kâse'den değil, aynı zamanda
Tapınak Şövalyeleri'nden ve Magdalalı Meryem'in dağılan ailesinden bahsediyor! Daha başka
ne isteyebilirdik?"
Yeniden şiire bakan Sophie, "Şifre," dedi. "Eski bir hikmet sözüne ihtiyacımız olduğu
belli."
Gözlerini kırpıştıran Teabing, "Abrakadabra olabilir mi?" diye dalga geçti.
Beş harfli bir kelime, diye düşünen Langdon hikmet sözü olarak nitelendirilebilecek eski
kelimeleri aklından geçiriyordu... mistik tilavetlerden bölümler, astrolojik kehanetler, gizli
cemiyet talimatları. Wicca sihirleri, Mısır büyü kelimeleri, pagan mantraları. Liste dipsiz bir
kuyuydu.
Sophie, "Şifrenin," dedi. "Tapınakçılarla bir ilgisi var gibi görünüyor. Metni yüksek sesle
okudu. "Tapınakçı kilit lahde tapar."
Langdon, "Leigh," dedi. "Tapınakçı uzmanı sensin. Fikrin var mı?”
Teabing uzun süre sessiz kaldıktan sonra içini çekti. "Şey, kilit lahit bildiğimiz mezar
taşlarından olmalı. Şiir, Tapınakçılar'ın kutsal saydığı Magdalalı Meryem'in mezarından
bahsediyor olabilir. Ama bize fazla yardımcı olmuyor çünkü mezarın yerini bilmiyoruz."
Sophie, "Son mısra," dedi. "Gerçeğe atbash ışık tutacak diyor. Bu kelimeyi duymuştum.
Albash."
Langdon, "Hiç şaşırmadım," diye cevap verdi. "Kriptoloji 101 dersinde duymuş olmalısın.
Atbash Şifresi, insanlığın bildiği en eski şifredir."
Elbette, diye düşündü Sophie. Ünlü İbrani şifreleme yöntemi.
Atbash Şifresi gerçekten Sophie'nin kriptoloji eğitiminin bir parçası olmuştu. MÖ 500
tarihine kadar giden şifreleme yöntemi, artık sınıflarda yer değiştirmeli temel döngü düzenine
örnek olarak kullanılıyordu. Musevi kriptogramının sık rastlanan bir biçimi olan Atbash
Şifresi, yirmi iki harfli İbrani alfabesine dayanan basit bir yer değiştirme şifresiydi. İlk harf
son harfle, ikinci harf sondan ikinci harfle yer değiştiriyor ve böylece sürüp gidiyordu.
Teabing, "Atbash son derece uygun," dedi. "Atbash ile şifrelenen metinlere Kabala'da, Lut
Gölü Yazmaları ve hatta Eski Ahit'te bile rastlandı. Musevi alimlerle mistikler, Atbash'ı
kullanarak hâlâ gizli anlamlar çıkarıyorlar. Elbette tarikat da öğretilerinin bir parçası olarak
Atbash Şifresi'ni kullanacaktı."
Langdon, "Tek sorun," dedi. "Elimizde şifreyi uygulayabileceğimiz hiçbir şey yok."
Teabing içini çekti. "Mezar taşının üstünde şifreli bir kelime olmalı. Tapınakçılar'ın kutsal
saydığı bu mezar taşını bulmalıyız."
Sophie, Langdon'ın yüzündeki tatsız ifadeden, Tapınakçılar'ın mezar taşını bulmanın
yabana atılacak bir iş olmadığını anlamıştı.
Anahtar Atbash, diye düşündü Sophie. Ama kapımız yok.
Üç dakika sonra Teabing hüsranla derin bir nefes alarak başını salladı. “Dostlarım, ne
yapacağımı şaşırdım. Rémy ile misafirimizi kontrol edip, bir şeyler atıştırırken bunu
düşünmeme müsaade edin." Ayağa kalkıp uçağın arkasına doğru ilerledi.
Arkasından ona bakan Sophie kendini yorgun hissediyordu.
Pencerenin dışındaki şafak öncesi karanlık mükemmeldi. Sophie reye ineceğini bilmeden
kendini uzay boşluğuna fırlatılmış gibi hissen yordu. Büyükbabasının hazırladığı bilmecelerle
büyümüş olduğundan önlerinde duran bu şiirin, henüz fark edemedikleri bir bilgi içerdiğini
hissedebiliyordu.
Orada daha fazlası var, dedi kendi kendine. Ustalıkla gizlenmiş... ama yine de var.
Dostları ilə paylaş: |