162
Arapça’yı tam olarak bilen bir kimse yoktur
776
. Dolayısıyla onun bakışına göre, başta
Kur’an olmak üzere dinî nassları anlama ve değerlendirmede Arap dili ve Hz.
Peygamberin sünneti adeta hakem konumundadır. Ancak Şâfiî’nin bu yaklaşımı
hayli tartışmaya açıktır. Zira bunların da her türlü sorunu tartışmasız çözebilme
gücüne sahip olduklarını söylemek zordur. Zira dilin farklı anlaşılmalara müsait
olması ve de hadîslerin/sünnetin kahir ekseriyetinin manen rivâyet edilmiş olması
bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ş
âfiî’nin Arap diline bu kadar vurgu yapması ve bu arada Arap dilinin
üstünlüğü tezine yer vermesi gerçekten üzerinde durulması gereken bir husustur. O,
dillerin bir kısmının diğerlerine tabi olması ve kendisine tâbi olunan dilin, tâbi olan
dilden üstün olması gerektiğini ileri sürmekte ve Arapların dilinin üstünlüğünü şu
ş
ekilde ifade etmektedir: “ nsanların lisan bakımından üstün olmaya en layık
olanları, Peygamber’in dilini konuşanlardır. Allah bilir ya, Peygamber’in dilini
konuşanların bir harfle bile olsa, onun dilinden başka bir dili konuşanlara tâbi olması
câiz değildir. Aksine bütün diller, Peygamber’in diline tâbidir”
777
. Şâfiî’nin bu
yaklaşımı da tartışmaya açıktır. Zira diller bir araç konumunda olup, birinin diğerine
üstünlüğü mevzu bahis olamaz. Nitekim Kur’an’da, insanların dil ve renk
bakımından gösterdikleri farklılık, Cenab-ı Hakk’ın varlık delillerinden, âyetlerinden
birisi olarak değerlendirilmektedir
778
. Kur’an-ı Kerim, bu farklılığa işaret etmenin
dışında, dil ve renkler arasında hiçbir fazilet tesbitine gitmemektedir. lâhî tâlimatın
beşeriyete intikalinde bir beşer olan peygamberin
779
, beşerî bir vasıta olan lisanı
kullanmak zorunda olduğu açıktır. Peygamberlerin mensubu oldukları sülale ve
kavimler, Allah katında nasıl doğuştan elde edilmiş bir fazilete sahib değilseler,
776
Şâfiî, Risâle, 25 (no. 138). Şâfiî, yaşadığı dönemde dil meselelerinde başvurulacak yegâne kişi
olarak da nitelendirilmektedir. Hûlî, Emin, Yenilikçi Yaklaşımlar, s. 143 (Suyûtî, Buğyetu’l-
Vu‘ât,
s. 174’den naklen). Nitekim Ahmed b. Hanbel de Şâfiî’nin, dil, ihtilâfu’n-nâs, maânî ve
fıkıh olmak üzere dört hususta feylesof olduğunu ve dildeki sözününün delil teşkil ettiğini
belirtmektedir. Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, II. 41-42. Ahmed Emîn de Şâfiî’nin dil ve edebiyat
alanında geniş bir kültüre sahip olduğunu, dil ve beyan üzerindeki üstünlüğü üzerine tarihçilerin
görüş birliği içinde olduklarını ifade etmektedir. Emîn, Duha’l- slâm, II. 221.
777
Şâfiî, Risâle, 27-28 (no. 152-153). G. Arslan’ın “Şâfiî, Arapça’yı geniş ve zengin bir dil olarak
görse de, diğer dillerle fazilet yarışına sokmaz”(Bkz. Arslan, Şâfiî’nin Kur’an Okumaları, s.
197) şeklindeki değerlendirmesi Şâfiî’nin bu sözleri düşünüldüğü takdirde bize göre gerçeği
yansıtmamaktadır.
778
30. Rûm, 22.
779
17. srâ, 94, 95.
163
konuştukları dillerinin de peşinen bir üstünlükleri yoktur. Peygamberlerin görevi,
aldıkları vahiyleri, önce içinde bulundukları kavme, onların konuştukları dille
ulaştırmaktır
780
. Yine semavî kitablarda kullanılan dillerin, öteki diller üzerindeki
üstünlüklerine dair Kur’an’da bir beyana rastlanmamaktadır. Belirtilen tek husus,
Kur’an dilinin açık, fasih bir Arapça olduğunu bildirmekten ibarettir
781
. Şu halde
Kur’an- Kerim’in Arapça oluşu, Arapça’nın bizatihi faziletinden değil, slam’ın ilk
muhataplarınca anlaşılmasını temin zaruretindendir
782
. Nitekim mam Gazâlî de bu
konudaki ifratla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “..Edebiyatçı da
bunlardan biri; kafasını çalıştırsa bilir ki, Arap lisanı, Türk lisanı gibidir. Ömrünü
Arap lisanı öğrenmek yolunda hebâ eden kimse, Türk ve Hind dillerinde hebâ
edenden farksızdır. Arap dilinin ötekilerden farkı, Şerî’at’ın bu dille gelmiş
olmasından ibarettir”
783
.
Ş
âfiî’nin dil anlayışının bir başka yönü de Kur’an’ın dili konusundaki
tutumudur. Zira ona göre, Kur’an’da Arapça’dan başka kelime bulunmamaktadır
784
.
Nitekim Allah’ın kitabı ile ilgili bilinmesi gerekenlere değinirken, en başta ‘Allah’ın
Kitabının tamamının Arapça olarak nazil olduğunu bilmeyi’ saymaktadır
785
. Halbuki
bu bilinmeyen bir husus değildir. Dolayısıyla Şâfiî’nin bu görüşleri onun nassların
dilinin Arapça oluşundan hareketle anlam ve yorumda Arap dilinin özelliklerine
dayanma tezi ile yakından ilgilidir. Oysa Kur’an’da Arapça dışında kelimenin
bulunup bulunmamasının aslında pratikte bir değeri yoktur. Gazâlî de, Kur’an’da
Arapça’dan başka kelime bulunmadığı şeklindeki görüşlere itibar etmemektedir. Zira
ona göre, Kur’an’da aslı Arapça olmamakla beraber Arapların kullanageldikleri ve
dillerine girmiş olan iki-üç yabancı kelimenin bulunması, Kur’an’ı Arapça olmaktan
ve ona Arapça denilmekten çıkarmayacağı gibi, Araplar aleyhine bir hüccet de
olmaz
786
.
780
14. brâhîm, 4.
781
26. Şuarâ, 193-195, 16. Nahl, 103, 39. Zumer, 28.
782
Hatiboğlu, Mehmed Said, Hilafetin Kureyşliliği, Kitâbiyât yay., Ankara, 2005, s. 27-28.
783
Hatiboğlu, Hilafetin Kureyşliliği, s. 29. (Gazâlî, hyâ, III. 353’den naklen).
784
Şâfiî, Risâle, 25 (no. 134), 27 (no. 149).
785
Şâfiî, Risâle, 23. (no. 127).
786
Gazâlî, el-Mustasfâ, s. 84-85.
Dostları ilə paylaş: |