Muhammed COŞKUN
330
IV.
Yapısalcı Metin Analizinin Tefsir Açısından Uygulanabilirliği
Kur’ân tefsiri söz konusu olduğunda yağısalcı yaklaşımın en belirleyici özelliği,
Kur’ân metninin iç bütünlüğünü ön plana çıkarmak ve oradan çıkarılabilecek her türlü
anlamı bu iç bütünlük muvacehesinde kritik etmektir. Diğer taraftan metnin yapısal
özelliklerini ve ikili karşıtlık sistemlerini tespit etmek de, yapısalcı tefsir yaklaşımının
önemli özelliklerinden sayılabilir. Bunlar Ferâhî ve Câbirî tefsirlerinde dikkat çeken
hususlar olarak, tefsirde yapısalcı yaklaşımın parametreleri olarak kabul edilebilir.
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân adlı tefsirinde öncelikle her bir sûrenin ana konusunu
(amûd) tespit etmenin ve bu konunun sûrede hangi süreçler içerisinde işlenmiş
olduğunun tasvirini yapmaya koyulmaktadır.
11
Yine Ferâhî her bir sûrenin kendi
içinde yapısal bir bütünlük (nizam) arz ettiğini ifade etmekte, bunun en önemli
göstergesinin de, surelerin ebatlarının birbirinden farklı olması olduğunu
söylemektedir.
12
Ona göre özellikle kısa surelerde işlenen konuların, anlatılan
manaların birbiriyle neredeyse aynı olmasına karşılık dil ve üslup yapısının farklı
olması, bu sûrelerin her birinin farklı birer yapıya sahip olmalarından
kaynaklanmaktadır. Ancak dikkatlice incelendiğinde, kısa surelerdeki bu özelliğin
uzun sûreler için de geçerli olduğu görülecektir.
13
Benzer şekilde Câbirî de her bir
Kur’ân sûresinin önce bir mukaddime bölümü ile başladığını, bu mukaddimede
sûrede anlatılacak ana konunun ve temel fikirlerin sadece başlıklar halinde, kısaca
arz edildiğini, daha sonra bu bölümün ardından sûrenin uzunluğuna bağlı olarak
sayıları değişen ara bölümler vasıtasıyla, mukaddimede ortaya konulan konu
başlıklarının detaylıca ele alındığını, zaman zaman bu konuların kıssalar, darb-ı
meseller, ahiret ve gabya dair anlatımlar, terğib ve terhib (teşvik ve sakındırma)
ifadeleri gibi değişik anlatım biçimleri ile donatıldığını ve nihayet konunun bu
şekilde tafsilatlı anlatımı sona erdikten sonra bir sonuç bölümünün geldiğini ve bu
bölümde, mukaddimede kısa başlıklar halinde ifade edilip ara bölümlerde
tafsilatlandırılan meselelerin birer üst ilkeye, ahlâkî/itikâdî/toplumsal/siyasî birer
kaideye bağlanarak çözümlendiğini ifade etmektedir.
14
Câbirî bu yapısalcı analizi bir tefsir enstrümanı olarak kullandığı gibi, Kur’ân
metninin tahrif edilmemiş olduğunu delillendirme enstrümanı olarak da kullanır. Ona
11
bk. Abdülhamid el-Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’an ve te’vilu’l-furkāni bi’l-furkān, New Delhi,
2008, s.25.
12
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân, s. 46.
13
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân, s. 46-47.
14
Bk. Câbirî, Fehmu’l-Kur’ân, III, 264.
Tefsirde Yapısalcılık: İmkânı ve Sorunları
331
göre surelerin her birinin kendi içindeki bu yapısal insicamı, onların insan
müdahalesinden korunmuş olduğunu gösterir. Zira her surenin mukaddime
bölümünde ortaya konulan konu başlıkları, aynı sıra ve eşit oranda tafsilatlandırma
uyarınca, ara bölümlerde işlenmekte ve sonuç bölümünde yine aynı konular birer üst
ilkeye bağlanmaktadır. Eğer bu sistemin içinden herhangi bir âyetin çıkarılmış
olduğu ya da sisteme dışarıdan bir ifadenin (âyetin ya da kelimenin) ithal edilmiş
olduğu düşünülecek olursa, o zaman bu müdahaleyi yapan insanın da, en az
Kur’ân’ın sahibi kadar mükemmel bir sistem kurmuş olması beklenmelidir. Zira
Kur’ân’ın kendi içindeki bu sistematik yapısı öylesine mükemmel ve kusursuzdur ki,
bu sistemin bir insan tarafından inşa edilmesini düşünmek neredeyse imkânsızdır.
Dolayısıyla burada makul olan düşünce, Kur’ân metninin hiçbir insan müdahalesine
maruz kalmamış olduğunu, her bir sûrenin tam da Hz. Peygamber’in tevcihatı
doğrultusunda (ilahî emir uyarınca) tevkîfî olarak teşekkül etmiş olduğunu kabul
etmek olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisine bir âyet ya da âyet grubu nazil
olduğu zaman, vahiy kâtiplerine, “bu âyetleri falanca sûrenin falanca yerine yazın”
şeklinde talimatlar verdiği bilinmektedir. Bu da, her bir âyetin ancak sistem içindeki
yerinde olduğu zaman “anlamını ifade edeceği” manasına gelmektedir. Dolayısıyla
eğer Kur’ân’ın herhangi bir âyeti çıkarılmış veya ona bir şeyler ilave edilmiş olsaydı,
geri kalan kısımlarının da anlamı bozulurdu.
Diğer taraftan Câbirî, Kur’ân sûrelerinin bu şekilde sıkı bir iç ilişkiler sistemine
sahip olmasının tefsir/anlama faaliyeti açısından da önem arz ettiğini düşünmektedir.
Zira bu sistem gereği her bir âyetin anlamı diğer bir âyet veya âyetlerle olan ilişkisi
çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Bu durum, yapısalcı teorideki gösterge kavramının
tefsire taşınmış olduğunu göstermektedir. Hatırlanacağı üzere yapısalcı teori
öncesinde dilsel ifadelerin anlamları, dil dışındaki dünyaya (harici varlığa ya da zihni
varlığa) doğrudan gönderme yapıyor olarak telakki edilmiş ve her bir göstergenin
müstakil olarak bir dış varlığı göstermek, onunla ilişkili olmak suretiyle anlam
kazandığı düşünülmüştü. Oysa yapısalcı teoride dış dünyanın ve zihinsel varlığın
anlam üretiminde (ya da anlama eyleminin gerçekleşme süreçlerinde) herhangi bir
etkiye sahip olmadığı, bunun yerine dilsel (ya da görsel, işitsel vb.) göstergelerin
ancak diğer göstergelerle olan ilişkileri, onlara benzerlikleri ya da farklılıkları
üzerinden anlam kazandığı düşünülmektedir. Örneğin “sel” sesini duyduğumda ya da
“sel” yazısını okuduğumda, zihnimde “hızlıca akan ve felakete yol açan su
taşkını”nın canlanması için, bu “sel” sesinin ya da yazısının (göstereninin) dildeki
benzerleri olan “sil”, “sal”, “sol” gibi gösterenlerden farklılığını idrak etmem
gerekmektedir. Böylece “sel” göstereninin anlamı tamam olabilmesi ya da benim onu