Microsoft Word kip\307aklar



Yüklə 0,83 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/34
tarix19.07.2018
ölçüsü0,83 Mb.
#57002
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   34

Ona inandılar. Demek oluyor ki, millete inandılar. 

Han  Erke,  her  kişiyi,  kendisi  ve  akrabâları  için,  cenneti  ve  cehennemi  bizzat  kendi 

davranışlarıyla  Dünyâda  iken  hazırladığına  bilgece  inandırdı.  Kendi  musîbetlerinden  ve 

felâketlerinden  kimseyi  sorumlu  tutamayacağını,  o  öğretti.  Sâdece  kendisini.  Çünkü  Tanrı, 

sen ne kadar hak ediyorsan o kadarını tam olarak veriyor. 

İşte o, İlâhî Mahkeme; dünyâdaki en âdil mahkeme... Olan şu: Sonsuz Mâvi Gök’ün altında 

sâdece sen,  senin  hareketlerin ve  onları yargılayan Tanrı. Geriye kalan  her şey  o kadar  da 

mühim değil. Yeni dinin ana-fikri son derece basitti: İyilik yap, dünyâ sana daha iyi olsun. 

Bu  saf  hakîkati  kavrayan  insanlar,  onu  kabûl  ettiler.  Ki,  başka  hiçbir  millette  benzeri 

bilgelikler yoktu.  Türklerin  mânevî/rûhî  kültürüne  bu  çekici  geldi...  Her  şey  senin  ellerinde. 

Sâdece bunu hatırla. 

Türkler,  meselâ,  ruhların  ebedîliğine,  ölümden  sonra  kendilerinin  tamâmen  değişeceklerine 

inanmışlardı.  Herkes,  gelecek  hayatta  en  koyu  günahkârın  bile  bütün  günahlarını 

affettirebileceğini öğrenmişti. Şimdiki hayatta ona şans ve ümit verilmişti. Tengri’ye olan bu 

inanç, insanların ruhları güçlendirdi; fedâkârlığa dâvet etti. 

Han Erke, bıkıp usanmadan, “Kurtuluşun davranışlarda” olduğunu öğretti. 

Türklerin  Tengri  adına  yaptıkları  âyin/tören,  yabancıları  hayretler  içinde  bırakmıştı.  Bu, 

gerçekten  azametli  idi.  Tam  bir  tören  havasındaydı.  Gök  Tanrı’nın  adı  çabuk  unutulmadı. 

Törenin  ayırdedici  husûsiyetleri  vakurluk  ve  düzenlilikti.  Öyle  ihtişamları,  öyle  şatafatları, 

pagan dünyâ bile bilmiyordu. Onlardan haberdar değillerdi. 

Türkler,  putperestlere  başka  bir  gezegenden  gelmiş  yabancılar  gibi  gözüktüler.  Onların  her 

şeyi iyi ve saf idi; onun için, Altay’ı, Şark’ta “Cennet”, Yeryüzü Cenneti, kendilerini ise, Âriler 

olarak isimlendirdiler Bu ad (Hindistan’daki Şambxkala gibi) Türk milletinin ana-vatanının adı 

olarak binlerce yıldan fazla yaşadı; oradaki atlılar hakkında efsâneler düzdüler. 

Kuşan  şehirleri  Han  Erke  döneminde,  çanların  melodik  sesleri  altında  uyandılar:  Din 

adamları,  milleti  sabah  duâsına  çağırdılar...  O  heyecan  verici  dakîkalar  hakkında,  belki 

sâdece tahminde bulunulabilir. 

Ne yazık ki, onlar hakkında çok az şey biliniyor. Bu çanlar tam nasıldı? Onları çalanlar nasıl 

görünüyorlardı? Şimdi kimse bilmiyor. Fakat çanlar var idiler (bu, kazılardan biliniyor). Hattâ, 

bizzat “çan” kelimesi, mümkündür ki, tam bu uzak yıllarda ortaya çıktı. O, eski Türk dilinde 

Gök’e  çağrı  mânâsına  geliyordu.  Kelimesi  kelimesine:  “Gök’e  duâ  edin.”  Ve  insanlar  duâ 

ettiler. 

Onlar,  duâ  tören-âyinlerini  mâbetlerin  etrâfında  ulu  Gök  Tengri’nin  altında  kutladılar...  Bir 

zamanlar Altay’da, kutsal dağların etrâfında tıpkı böyle duâ ederlerdi. Mâbetleri, kalıntılardan 

anlaşıldığına göre, ufak yapmışlardı. Önceleri, bu mâbetler kutsal dağları hatırlatma vazîfesi 

gördüler; sonra mîmarlık nesnesi oldular. 

Mâbetin  iç  hollerine  girmek  yasaktı.  Sâdece  din  adamları,  onlar  da  çok  kısa  bir  süre  için, 

girerlerdi. Fakat, onlar bile orada nefes alma hakkına sâhip değillerdi.... Kutsal yerdi! 

Diğer milletlerin âdetleri başka türlüydü. Orada inananlar mâbetlere giriyorlardı. Mümkündür 

ki, Türkler bu geleneği sonradan benimsediler (bunun veya diğer kültürlerin gelenekleri nasıl 

geliştiklerini,  bâzılarının  yerlerini  niçin  başkalarına  bıraktıklarını  bugünün  ilmi  fazla 

aydınlatamıyor.) 




Duâdan  önce  semâvî  buhur/günlük  yakmak  âdettendi.  Buhuru  taslar  (buhurdan)  içinde 

yakıyorlardı.  Eski  bir  Altay  efsânesine  göre,  pis/kötü  güçler,  tütsü  kokusuna 

dayanamıyorlardı.  (Tören/âyin,  eski  Türk  dilinde  “savuşturmak/vazgeçirmek”,  “ürkütüp 

kaçırmak” mânâsına gelen “kadıt” kelimesiyle adlandırılıyordu.) 

Tanrı’ya,  alçak  bir  sesle  şarkılar  söyleyerek  duâ  edilirdi.  Koro,  Gök  Tanrı’yı  ululayan  ilâhî 

melodileri  belîğ  bir  şekilde  terennüm  ederdi.  Bu  şarkı-duâlar  “ırmaz”  olarak  isimlendirildi. 

(Kelimesi kelimesine “bizim şarkılarımız”.) 

Her  yerde  Türklerin  mânevî/rûhî  kültüründe  Tengri’nin  eşkenar  (dört  kolu  aynı  uzunlukta) 

haçı vardı. Ona Şark’ta “vadjra” dediler... 

Han  Erke,  inançların  yayılmaları  için  güç  kullanmaktan  kaçınmadı.  Şark  kavimlerinin 

anılarında kalan hâdiseler... Büyük hâdiseler. Tengri’-nin haçları, o zamânın “Kuşan” hanlığı 

döneminin  Türk  şehirlerinin  ve  mâbetlerinin  yıkıntıları,  arkeologların  gözlerinden  kaçmadı, 

bunlar biliniyor. 

O  sırada  Tengri’ye  inanmayan  insanların  ruhlarını  kaplayan  inanılmaz  kargaşa  hakkında 

sâdece tahmin yürütmek mümkündür. Onlar, haddinden fazla baskılar altında olduklarından 

“şaşırdılar”. Kendi zaaflarına mağlûp olarak, ıstırap çektiler. 

Tabiî,  ülkedeki  demirin,  mükemmel  bir  ordunun  ve  refahın  -Tanrı  için  yapılan  törenler  gibi 

tam olmasa da-, Türk kültürünün mümtaz yüceliğine inandırdığını unutmamak gerekir. İşte 

Altay’ın, sonra da Kuşan hanlığının, Şark’ın mânevî/rûhî merkezi oluşunun sebebi. Türklere, 

onların  ana-vatanına,  cennete  gelir  gibi  geldiler...  (Söz  açılmışken,  çok  eski  zamanlara  âit 

coğrafya haritalarında, Altay’ın gerçekten Yeryüzü Cenneti olarak isimlendirildiği biliniyordu.) 

Buraya  diğer  kavimlerin  elçileri  geldiler;  onların  kültürünü  öğrendiler.  Kuşan  hanlığındaki 

yabancılar için Kandahar sanat mektebi ve mânevî/rûhî eğitim merkezleri açtılar. Anlaşılan, 

bu merkezlerin benzerleri Altay’da da vardı. 

Altay’da,  zamânında  Mûsâ’nın  arkasından  buraya  gelen  Yahûdî  Yeşua  tahsil  görmüştü.  Bu 

konudan Kur’ân’da dolaylı olarak söz ediliyor. Bu Yeşua, sonra Roma İmparatorluğu’na, Gök 

Tanrı’nın  atlıları  ile  ilgili  haber  götürdü.  Onun  sözü,  Hristiyanların  en  birinci  kitâbı  olan 

Apokalipsis’te  yazılıdır.  Bundan  dolayı,  onu  İsus  Hristo  (Îsâ)  olarak  adlandırdılar...  Veya, 

“Tanrı’nın Yakını”, yâni “Tanrı’yı gören kişi”! 

... Kuşan hanlığının hükümdarlarının sık gelen ve istenen misâfirleri, Hindistan’ın ve Tibet’in 

din adamları oldular. Olmamaları da mümkün değildi; çünki Han Erke, Keşmir’i kutsal şehre, 

hac mahalline dönüştürmüştü.. 

Altay’lı hacıların Keşmir’de kendi mâbetleri vardı; orada Türk dili hiç susmadı. Anlaşılan, bu, 

hâlâ meşhûr olan Altın Tapınak idi. 

Han  Erke,  gücünü  ve  zamânını  hayırlı  işlere  verdi;  bu,  bütün  Türk  dünyâsına  cömertçe 

ürünler getirdi. Buda’nın taraftarları IV. Konsül’lerini Keşmir’de topladılar. Buraya Şark’ın çok 

meşhur  Budistleri  toplandı.  Onlar,  Tengri  adını  ve  onun  öğretisini  burada  tanıdılar,  ki  bu 

öğretiler, Budizm’in yeni muhtevâsını (mahayana) doldurdular. 

Yeni  tören/âyinlerin  metni,  bakır  levhalar  üzerine  yazıldı;  bunlar  çok  geçmeden,  Çin’de, 

Tibet’te,  Moğolistan’da  Budizm’in  kutsal  metinleri  oldular  (ve  hâlâ  duruyorlar)...  Bu 

levhalarla,  daha  doğrusu,  IV.  Konsül’le,  Budizm  dîninin,  daha  sonra  “lamaizm”  adını  alan 

yeni bir kolu doğdu. 

Şark’ın  büyük  eğitimcisi  Han  Erke,  bilgeliğiyle,  kendisine  müttefikler  buldu.  O,  Budistlerce 

kutsal  şahsiyetlerden  sayılıyor;  adını  duâlarda  zikrediyorlar;  sâdece  Türkler,  kendi  meşhur 




Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə