Microsoft Word kip\307aklar



Yüklə 0,83 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/34
tarix19.07.2018
ölçüsü0,83 Mb.
#57002
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   34

Bu yıkıcı seferlerden üç yüz yıl sonra, yâni I. yüzyılda, târih sahnesinde Altay’lı yeni zümreler 

göründü.  Bunların  bayraklarında  haç  vardı;  yeni  bir  inanç  taşıyorlardı.  Onların  gelişi,  Türk 

târihinde yeni bir İran sayfası olacaktır. 

Aci-Dahaka’nın (daha doğrusu, onun propagandacılarının) başarısızlığı, Türkleri durdurmadı. 

Altay,  İran’a  atlılarını  gönderdi.  Ve  Türk  ordusu,  bu  defa  kendisini  tam  olarak  gösterdi. 

Toprak yüzünden Baktria’yı mahveden savaş, kısa süreli ve kat’î oldu. 

Böylece,  burada  Kuşan  hanlığı  ortaya  çıktı.  Bilinmezliğin  yoğun  sisleri  içinde  kaybolmuş  bir 

devlet. Şimdi, Kuşan târihinin her kavimle alâkası olduğu kabûl edilmiş durumda: Greklerle, 

İranlılarla; fakat sâdece Türklerle değil. 

Taşkent,  tamâmiyle  buradaki  ilk  Türk  şehri  idi.  O,  eski  Baktria  şehirleriyle,  Marakand  ve 

diğerleriyle,  yanyana  gelişti.  Nitekim,  demir  mâdenlerinin  çıkış  yeri,  Marakand’dan  uzakta 

değildi; dolayısıyla öncelikle Altaylıları cezbetti. 

Bu Baktria şehrine Türkler yeni bir isim, Semerkand (her hâlde Sümerkand’dan geliyor) adını 

verdiler.  Yakındaki  bölgeye  de  Demir  kapı  dediler.  Demir  mâdeni  o  sırada  sâdece  Türkleri 

ilgilendiriyordu. 

Kuşan  hanlığı,  fevkalâde  kudretiyle  temâyüz  etmişti.  Bugünkü  Merkezî  Asya,  Afganistan, 

Pakistan,  Hindistan’ın  bir  kısmı,  İran,  hattâ  Çin  toprakları  bu  devlete  tâbi  idi.  Ne  yazık  ki, 

ünlü  Kuşan  hakkında  bugün  bilinen  gerçekler  çok  az.  Hanlığın  hükümdarlarının  adları  hâlâ 

yaşasa bile, yine de sır olarak duruyorlar. Fakat Türklerinkinde değil Hindlilerin, İranlıların ve 

Çinlilerinde  dillerinde  muhâfaza  olunuyorlar.  Meselâ,  hanlığın  kurucuları  “Guvişka”  ismiyle 

biliniyorlar. Sikkeleri üzerinde “Goverka” yazılıdır. Gerçekte, hanlığın adı nasıl söyleniyordu, 

Türkçe mi? Bilinmiyor. 

Arkeologlar,  o  zamanlardan  kalma  pek  çok  eser  buldular.  Bâzılarının  üzeri  yazılı...  Bunlar, 

okunaklı  Türk  runik  yazıları.  Demek  oluyor  ki,  hakîkaten  daha  mîlattan  önce,  Türkler  bu 

gurbet  ellerde  yerleşmeye  başlamışlardı...  Buradan  ve  yazılardan,  “gurbetteki  taş  şehir”, 

Taşkent  çıkıyor...  Onları  sâdece  görmek  istemek  gerekiyor:  Demir  ve  runik  yazılı  eserler, 

burada aynı zamanda ortaya çıkmışlardır. 

Daşt-Navur  (yine  Daşt!)  kasabasında,  bugünkü  Afganistan  topraklarında,  Fransız 

arkeologlar, benzer runik yazılı kayaların yanı başında, o zamanlardan kalma başka bir Türk 

şehrinin  izlerini  buldular.  Ve,  yine  bir  Türk  şehri  olan,  Taşkent  yakınındaki  Kara  Tepe’de. 

Buradaki tapınağın yıkıntıları arasında küpler  bulundu. Yine yazılı... İşte  bunlar atalarımızın 

mesajları!  Ne  var  ki,  politikacıların  emrine  göre  hareket  eden  ilim  adamları,  bunları 

“görmezden gelmek” için ellerinden geleni yapıyorlar. 

Tabiî  ki,  o  devirlerle  ilgili  olarak,  diğer  gözle  görülür  işâretler  üzerinde  hüküm  vermek 

mümkün.  Meselâ,  burada  yaşayan  Türklerin  kendileri  üzerinde.  Özbekler,  Altay’dan 

gelenlerin doğrudan halefleridirler. Özbekistan devleti, Taşkent başkenti ile Türk dünyâsının 

gurûrudur.  Onlar,  ülkelerinin  şöhretini  kendileri  sağladılar!..  Daha  inandırıcı  ne  var?  Daha 

elle tutulur olan ne? Gâlibâ, bir millet hakkında daha açığını söyleyemezsin. 

Özbeklerin  kardeşleri,  eskisi  gibi,  “Kuşan  hanlığı  zamanları”ndan  beri  Afganistan’da  ve 

Pakistan’da  yaşıyorlar.  Onları,  “Puştun”  diye  adlandırıyorlar.  Bunlar  da  büyük  bir  millet. 

Gerçekten, yüzyılların ardından, ana dillerini kaybettiler: Dilleri şimdi  başka lehçelerle  hızla 

kirlenmiş durumda. Fakat Puştunlar hâlâ atalarının dış görünüşlerini ve âdetlerini muhâfaza 

ediyorlar... Kendi târihlerini ise unuttular. Fakat, Eski Altay’la ilgili geçmişlerini unutsalar da, 

Türk dünyâsının bir parçası olarak kaldılar. 

Türkmenler  hakkında  aynı  şeyi  söyleyemezsin;  burada  her  şey  başka  türlü.  Onlar,  her 



bakımdan,  gerçek  Tûrânîdirler;  fakat  kendilerini  Türk  olarak  isimlendiriyorlar.  Onlara  İranî 

kültürün  değerleri  daha  yakındır.  Mümkündür  ki,  Türk  dünyâsında  onlar,  yabancı  bir  dili 

benimsemiş misâfirlerdir... Türklerin davranış kâideleri, onlara açıkça yabancıdır. 

Ayrıca  belirtelim  ki,  Kırgızları,  Pamir  dağlarında  yaşamış,  tartışma  götürmez  Türkler  olarak 

değerlendiriyorlar.  Onlar,  Çin  kültüründen  çok  şey  aldılar;  fakat  bunun  yanında,  Türklerin 

davranış kâidelerini bütünüyle muhâfaza ettiler. 

Kültür  karışımı,  milletlerin  târihlerinde  ilgi  çekici  bir  fenomen.  O,  her  zaman  oldu.  Kuşan 

hanlığında, Altay kültürü, yerlilerde, Tûrânî kavimlerde olan her iyi şeyi benimsedi; onlara da 

kendi  iyilerini  verdi...  İlim  adamları,  hanlığın  topraklarını,  içinde  Şark  milletlerinin 

kültürlerinin  eridiği  “kazan”  olarak  tavsif  ediyorlar...  Türkler,  İranlılar,  Hindliler  yüzyıllarca 

yanyana yaşadılar; hayatlarında çok şey birbirine karıştı. 

Tabiî,  buradaki,  Merkezî  Asya’daki  Türk  milletinin  yeni  bir  çehresi  oluşabildi.  Asırlar 

hükümlerini  icrâ  ettiler.  Buradaki  Türkler,  Altaylı  akrabâlarından  çoktan  beri  farklıdırlar. 

Onlarınki, aslında yeni Türk kültürü! Onun için, onları Türkler-Oğuzlar olarak isimlendirdiler. 

(“Oğuz”, “bilge”, “çok tecrübeli” demektir). 

Halkların büyük “kazanı”, dünyâya, Şark’ı, Türk dünyâsını ve bütün insanlığı üne kavuşturan 

büyük  âlimler,  şâirler,  ilâhiyatçılar,  doktorlar  verdi...  Öz  toprağı,  burada  bilgeler  çıkardı. 

Onlar, insanlığın kültür ufkunda en büyük yıldızlar gibidirler. 

Kuşan hanlığının çiçekli şehirleri, zarif heykelleri olan saraylar, mâbetlerin görkemli mîmârîsi, 

misâfirleri hayretler içinde bırakmıştı. Ve tabiî, cennet bahçelerinde, kuşların cıvıltısı altında 

şiirler okuyan şâirler. 

Milletlerin  iyi  komşuluğu,  târifsiz  bir  hâdise.  O,  belli  etmeden  çok  şeyi  değiştirdi.  Hattâ 

insanların  dış  görünüşlerini  bile.  Türkler-Oğuzlar,  meselâ,  kendi  kitleleri  içinde  kahverengi 

gözlü,  koyu  saçlı  oldular...  Fakat  karakterleri,  Altaylı  akrabâlarınınki  gibi  kaldı;  çok  sıcak, 

infilâk edici. 

Ve aynı zamanda çok sağduyulu bir millet. 

ÜNLÜ HAN ERKE

 

Dünya,  Kuşan  hanlığının  azametini  I.  yüzyılda  öğrendi;  ünlü  hükümdar  Kanişka,  Türkleri 



meşhûr  etti.  Bereket  versin  ki,  onun  gerçek  adı,  bugüne  kadar  muhâfaza  olunmuştur 

(sikkeler üzerinde “Kanerka olarak yazılıdır). 

Filozof,  şâir,  parlak  bir  komutan  ve  yönetici  olan  Han  Erke,  Türk  kültürünü  kimsenin 

yapamadığı  kadar  yükseltti.  Onu,  Şark’ta  zirveye  çıkardı.  Onun  huzûrunda,  “Türk”  sözünü, 

sesleri titreyerek telaffuz ediyorlardı. O kadar kutsal bir sözdü. 

Han Erke, 78 yılında Kuşan hanlığı tahtına oturdu; onu 23 yıl yönetti. Bilge hanın en birinci 

silâhı,  ne  taş,  ne  ok,  ne  örme  demir  zırhtı;  sâdece  söz  idi.  Dünyânın  en  kudretli  sözü: 

“Tanrı”. Kendisine ve bütün Türk dünyâsına zaferler kazandıran asıl oydu. 

Han Erke, Şark’a Tengri inancını hediye etti. 

Törenleri ve duâları çok güzel bilmesi ve kendi öğretisi ona yardım etti. Onun dili, güzeli ve 

doğruyu  seslendirirdi;  saatlerce  onu  dinlerlerdi.  Hükümdar,  çok  geniş  bilgili  bir  kişiydi. 

Yabancılar-Türkler  için  değerli  olan  şeyin  altın,  dalkavukluk,  diğer  insanlar  üzerinde 

hâkimiyet  kurma  olmadığını,  Şark’ın  insanları  hanın  konuşmalarıyla,  mâkul  politikasıyla 

öğrendiler. Onlar için değerli olan hareketler ve asâlet idi. Hükümdar, milletin yüzü, zâtı idi. 




Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə