34
sonucunda ulusal sınırların aşılmasının nitelediği, postmodern, çokuluslu kapitalizm
dönemi.”
71
Kapitalizmin zaaflarını gören ve nihayetinde yerini bırakacağı bir ideal toplumun
varlığına inanan Marx’ın ekonomik temelde değerlendirdiği modern toplumu,
metalaşmanın ve dolayısıyla yabancılaşmanın yaşandığı bir toplum olarak gördüğünü
söyleyebiliriz. Bununla birlikte “Modern kapitalist toplumun ekonomik örgütlenişi,
araçsal aklın bu nihaî gerçekleşmesini ve Aydınlanma’nın kendini yok edişinin zeminini
sağlar. Kapitalizmde bütün üretim piyasa içindir; mallar insan ihtiyaçlarını ve arzularını
karşılamak için değil, kar elde etmek için, daha fazla sermaye edinmek için üretilir.”
72
Marx, İnsana, bu çatışmadan kurtulmak ve eşitlikçi bir topluma kavuşmak için
gelecekte sağlanacağını düşündüğü sosyalist/komünist toplumu hedef gösterir.
Modern toplumu ekonomik bakımdan ele aldığımızda modernitenin yarattığı
bireyin, akılsallığını(araçsal), hukuksal ilişkisini ve iş bölümüyle toplumsal alanda
bireysel bağımlılıklarını görürüz. Ross, bu modern toplumu ticarî ya da piyasa toplumu
olarak nitelendirir ve bu toplumun karakteristiği olarak üç noktaya değinir: “1) Bir
toplumsal işbölümü. 2) Özel mülkiyet ve sözleşmeye dair bir yasal çerçeve. 3) Özçıkara
dayalı davranışa yönelik bireysel bir eğilim”dir.
73
Ross’a göre; modern toplumdaki bu
üç noktanın merkezi konumları, bireysel ve toplumsal hayatın belirleyicisi ve
açıklayıcısıdır.
Bütün toplumlar, değer ve ahlâk oluşturmayı hedefler. Ancak modern toplumun
yukarıdaki merkezi özelliklerinde ahlâka yer kalmadığını görebiliriz. Dışlanan ahlâk
klâsik dine yaslanan ahlâk ve temel insani değerlere yaslanan ahlaktır. Aydınlanmanın
doğuşunda rasyonel ve evrensel bir ahlâk inşa etme girişimleri modernitenin günümüze
yakınlaştıkça araçsal aklın ilkeleri/kuralları şekline dönüşmüştür. Yani modern toplum
geleneksel ahlâkı dışarıda bırakırken, kendi kurallarını gündeme getirmiştir. Bu konuda
Ross’un düşüncesi modernitenin bağrında yeni bir değerin-ahlâkî- filizlenemediğidir:
“modern dünyanın belli evrensel ahlâk ilkelerine ve değerlerine inanılması için gereken
zemini yıktığı değil, kendi ilkelerine ve değerlerine inanılması için iyi bir neden
sunmadığını savunuyorum. Modernlik, insanın bir eylem nedeni olması konusunda
71
Steven Connor,
Post-modernist Kültür
, (Çev.: Doğan Şahiner), YKY, İstanbul 2001, s. 68.
72
Adorno,
Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi,
ss. 9-41.
73
Ross, s.16-17.
35
başat bir anlayışı devreye soktu; bu anlayışın sonucu, ahlâkın buyruklarının, bu
buyrukların seslendikleri insanların güdülenimleri üzerinde çok az etkisi olduğudur.
Modernlik, ahlâkî bilgi imkânını dışlayan bir bilgi anlayışı inşa etti.”
74
Aydınlanmanın
politik hedefini oluşturan mutluluk, mutluluk ahlâkına yaslanarak öte dünyaya
bırakılmadan, bu dünyada sağlanması gereken bir ahlâk anlayışını doğurmuştur.
Sonuçta mutluluk, modern dönemde, özgür bireyin devlet-toplum bağlamında
oluşturduğu bir şeydir. Dinsel cennet vaatleri yerine politik anlamda devletler ya da
toplumlar, bireyi ufukta mutlu olma zamanının geleceğine dair beklentiye sokmuştur.
Fransız Devrimiyle Aydınlanmanın mirasından çıkan ilk şeylerden biri olan ulus
devlet modeli(ulus devlet modeli totaliter faşist yönetimlerle zirveye ulaştığını
söyleyebiliriz.) modern toplumun siyasal yapısının çıkış noktasıdır. Ulus Devlet modeli
on dokuzuncu yüzyılın başlarından yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemi
etkilemiş olup, günümüzde de farklılaşarak devam eden bir siyasal mirastır. Bu mirasta
sekülerleşen
75
bir iktidar ve yargıyı görürüz. Artık gökten gelmiş kutsal bir emir ile
kullar üzerinde iktidar sağlanamıyor, bunun yerine halktan alınmış güçle oluşturulan bir
iktidar söz konusudur. Tabi bu yeni iktidarın yargısı rasyonel ve eşitlikçi bir temele
yaslanarak oluşturulan, dünyanın kutsalı ve efendisi olan insanın(devletin) hukuk
metinlerini doğurmuştur. Bu durumda kilisenin kurumsal gücü ve dinsel yargısı berhava
oldu. Modern devlet bürokratik yapısıyla kendi iktidar kollarını oluşturmuş ve bireyi bu
kollar arasında sıkıştırmıştır.
Modern toplumun insanı, geçmişiyle bağları kopmuş, değerlerden arınmış(ya da
araçsal aklın değerleriyle donanmış) bir birey olarak gündelik hayatın telâşında tek
başınadır ve yalnızdır artık. Bu durumu en iyi açıklayan söz Lefebvre’nin ünlü sözüdür:
“İnsan ya gündelik olacak ya da artık var olmayacaktır.”
76
Modern gündelik yaşam,
teknolojik (makineleşmiş) ve bürokratik sitemin içinde insanın bireysel varoluşunu
yitirdiği bir rutinliğe yol açmıştır. Bu, gündelik olanın içine sıkışmak ve hayatı yirmi
74
Ross, s. 9-10.
75
Ernest Gellner, modernlikle birlikte Batı’da iki sekülerizm çağının yaşanmaya başlandığından söz eder:
Birinci sekülerizm çağı, dinin dünya hayatından uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır ki, bu, modernliği,
deyim yerindeyse “modern çağı” iyi özetleyen bir tanımlamadır. İkinci sekülerizm çağı, bu kez, dünyevî
olan’ın dinselleştirilmesi, dolayısıyla din-dışı kutsallıkların üretilmesi süresidir ve postmodern durumu
çok iyi açıklar. Modernliğin büyük anlatılar üzerinden insanı, aklı ve güç üreten araçları
mutlaklaştırmasından yakınan postmodern düşünürlerin, önerdikleri şey, şüphenin, dolayısıyla
izafîleşmenin mutlaklaştırılmasından öteye gidememiştir. Bkz. Kaplan, s.163.
76
Lefebvre’den Akt. Hüseyin Köse,
Dostları ilə paylaş: