TÜRK
İ
YE'DE ÇA
Ğ
DA
Ş
LA
Ş
MA
tışmalarıyla ilgili olduğuna şüphe yoktur. Osmanlı tarihçisi Peçevî'nin doğum yeri
olan Pecs (Peçuy) şehrinin başlıca kilisesi 1570'te Unitarius akidesini kabul et-
mişti. Bu şehir aynı zamanda önemli bir basım merkezi olmuştu. Bir yüzyıl sonra
o zamanın en tanınmış harf dökümcüsü ve basımcısı olan Misztotfalu'lu Miklos
Kiss, Kolozsvâr şehrinde 1689'da, o zamanın en önemli Unitarius basımevini
kurmuştu. Orada İbranî, Ermeni ve Gürcü harfleri döken bu adam, bastığı kutsal
kitap metni dolayısıyla Kalvinistlerin hücumuna uğramıştı. Halasi-Kun'un işaret
ettiği gibi, İbrahim Müteferrika aynı şehirde ilahiyat öğrencisi olduğuna göre,
Kiss'i şahsen de tanımış olması muhtemeldir (Kiss 1702'de ölmüştür).
27
Şu halde İbrahim daha Türk olmazdan önce, basım zanaatını değilse bile ba-
sımevini yakından bilen bir kişi idi ve İstanbul'da basımevinin açılmasında kendi-
sine yardımcı olan Sadrazam İbrahim Paşa ile Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efen-
di'ye basımevi açılması fikrini getiren o olmuştur. Mehmet Efendi Paris'e elçi ola-
rak gittiğinde orada kendisini tanıyan Duc de St. Simon'a, yakında basımevinin
açılacağını söylemişti.
Yirmi Sekiz Çelebi 1720'de Fransa ile bir ittifak antlaşması olanağı aramak
üzere Paris'e gönderilmişti. Bu görevine ilâve olarak Fransız uygarlığını tanıması,
bunların uygulanabilecek olanları üzerine bilgi getirmesi istenmişti. Çelebi'nin ba-
sılmış olan Sefaretnâme'sinde, o zamanki Avrupa'nın en ileri ülkesi olan Fran-
sa'daki gelişmeleri derin bir görüşle inceleyen bir özellik bulunmamakla birlikte, o
zaman için yeni sayılabilecek bir bakış kendini gösterir.
28
Çelebi Mehmet gördüklerini âdeta yeni bir dünya keşfetmiş gibi takdir ve
hayranlıkla anlatır. Yeni teknikleri, bilim kurumlarını, askerî okulları, hastaneleri,
rasathaneyi, teşrihhaneleri (anatomi laboratuarlarını), limanları, karantina yön-
temini, hayvanat bahçelerini, park, tiyatro ve opera gibi hiç bilinmeyen eğlence
yerlerini anlatır. Bunlardan olumsuzca söz etmek yerine, acayip bulduklarını bile
olumlu bir dille kaydeder. Örneğin, bir beyzadenin bile avamdan bir kadına saygı
ile davrandığını söyler.
işte, o zamanın yüksek kişilerinden biri olan ve Memoires adlı eseriyle ün
kazanan Duc de St. Simon, onun kitap basma sanatı ile ilgilendiğini, bunlar üzeri-
ne zaten bilgisi bulunduğunun belli olduğunu, basımevi açılacağını kendisine
söylediğini bildirir.
29
Çelebi Mehmet ve oğlu Sait, Paris'ten döndükten sonra 1726'da basımevinin
hazırlıklarına başlanmıştı. Basımevi ortaklaşa İbrahim Müteferrika ile Sait Meh-
met adına açılacaktı. O zaman 49 yaşlarında bulunan İbrahim'in daha 1719'dan
beri bazı denemeler yaptığı, belki de Yahudi harf dökümcüleri, basımcı ve dizgici-
lerle temas kurduğu sanılıyor.
30
56
İ
LK A
Ş
AMA
İbrahim, bir yandan da basım sanatının gerekliliğini ve değerini anlatan bir
muhtıra hazırlıyordu. Vesiletü't-tıbaa adını taşıyan bu rapor sadrazama,
şeyhülislâma ve ulemâya sunuldu, İbrahim burada basım sanatının İslâm
ülkesinde uygulanmamış olmasının zararlarını, ileride sağlayacağı yararlan,
Müslümanların Avrupalılara kıyasla geri kalmalarının nedenlerinden birinin basım
sanatının yokluğu yüzünden cahilleşme olduğunu açık ve güçlü bir dille anlatır.
31
Basımevinin açılması için şeyhülislâmın fetva vermesi, padişahın
ferman
çıkarması gerekiyordu. Basımevi işi, zaten padişahın ve sadrazamın desteklediği
bir iş olduğu için fetva da ferman da kolayca çıktı.
32
Kitap basmanın şeriata aykin olduğu iddiasıyla ulemânın basımevi açılması-
na karşı geldikleri yollu çok yaygın bir inanç vardır. Örneğin bir Avrupalı yazar
bir Türk tarih dergisinde şunları yazmıştır: "Bu memlekette tarîk-i ilmiyye ricali
zî-nüfus olmağla bu ihtira-ı cedîde bir dürlü cevaz vermediler. Matbaanın Müslü-
manlar arasında istimal olunmamasını sadrazama alettekrar arzettiler ve lüzu-
mundan fazla kitapların meydan-ı tedavüle vazedilmesi ile asayiş-i umumî ve
muamelât-ı diniyyeye ihtira-ı mezkûrun tehlikeli olacağını zikretmişlerdir."
33
Gerçekte ise ulemâdan böyle bir direnme geldiğini gösteren hiçbir delil yoktur.
Şeyhülislâm Abdullah Efendi fetvayı hemen vermiş, ulemâdan on bir kişi ilk kita-
bın başına konan "takriz"ler yazmışlardır. Bunlarda kitap basmanın şeriata aykı-
rılığından hiç söz edilmemektedir. Matbaa açıldıktan sonra da Şeyhülislâm Abdul-
lah Efendi, İbrahim Müteferrika'ya basılmasını gerekli saydığı iki kitabı da salık
vermiştir. Matbaanın düzeltme işlerine bakmak üzere ve ihtimal ki Arapça'dan
yapılan çevirileri kontrol etmek üzere, ulemâdan üçü kadı, biri Mevlevi şeyhi olan
dört kişi memur edilmiştir.
34
Basımevi açıldıktan ve işe başladıktan sonra da ulemâ
ocağından bir karşı koyma gelmediği gibi, kısa süre sonra çıkan Patrona
ayaklanmasında da kitap basmaya karşı bir istek ileri sürülmemiş, onu kapatma
gibi bir olay da hiçbir yerde kaydedilmemiştir. Fetvada ve fermanda sadece
"ulûm-ı âliye" yani din bilimleri dışındaki bilimler, fen ya da müspet bilimler üze-
rine yazılmış olan kitapların basılacağından söz edilir (Buradaki "âlî" sözcüğü
Arapça'dan gelir ve yine o dilden gelen başka bir "-âlî" sözcüğünün aynı değil,
anlamca tersi olan bir sözcüktür. Arapça'daki "ayn" harfi ile "elif harfi arasında-
ki ses farkı, Türk ağzında belli olmadığından Latin harfleriyle yazılınca anlamca
birbirinin tersi olan bu iki sözcük aynı biçimde yazılıyor).
Şu halde basımevinin açılması olayı, din tartışmaları gibi bir sorun ile ilgili bir
olay değildi. Onun için de
Kur'an, hadis, tefsir, kelâm ve fıkıh ile ilgili eserlerin
basılmasına lüzum görülmediği için, yalnız hattatlardan (elle kitap yazan esnaf-
tan) geldiği anlaşılan bir karşı koyma da büyük bir soruna dönüşmemiştir. Hat-
57