Deryâ-yı Ebrâr'a ve Kâtibî'nin Şütür ü Hocre kasidesine nazire yazan Sabâyî de, bu işi yapmadan önce "şuarâ-yı Acem kelimâtını” tetebbu' etmiştir.9
Kadı Remzî Çelebi için, bütün zamanını "mütâlaa-i kütüb”e harcamakta, özellikle de “kasâyid-i Arabîye tetebbu'" etmektedir.10
Ezberleme
Ezberleme, en yaygın öğrenme yollarından biridir. Cem Behar, meşke verilen önemde, dinî ilimlerin öğreniminde kullanılan hıfz (ezber) yönteminin güçlü bir etkisi bulunduğuna, bu durumun şiir için de geçerli olduğuna işaret eder.11
Bu konuda eskilerin anlattığı şöyle bir hikâye vardır: Şiir yazmaya heves eden bir genç, üstat şaire gelerek, iyi şiir yazabilmek için ne yapması gerektiğini sorar. O da, büyük şairlerden on bin beyit ezberlemesi gerektiğini söyler.12
Eski Arap edebiyatında da, şiir söyleyen bir şairin yanında sürekli râviler bulunurdu. Bu râviler, söylenen şiirleri ezberleyerek başka insanlara okurlardı. Râviler yeni râvileri yetiştirdiği gibi, başka şairlerin yanında bulunarak da kendi şiir dağarcıklarını genişletirlerdi. Nesilden nesile aktarılan bu şiir birikimi ile üstat saydığı şairden aldığı şiir terbiyesini birleştiren râvi, kendisi şiir söylemeye başlardı. Böylece, belli şairlerin izinden yürüyerek onu ekolleştiren yeni şairler çıkardı.13
Uygulamaya Yönelik Çalışmalar
Mümâreset, Çalışmak ve Alışmak, Kûşiş, Âzmâyiş, Verziş
Osmanlı şairleri, teorik ve uygulamalı bir çalışma sürecini içeren şiir eğitiminde çağlarının yöntem ve anlayışlarına uygun faaliyetler gerçekleştirmişlerdir.14
Teorik çalışmaları tamamlayan şair adayı, kûşiş, mümâreset, âzmâyiş, verziş gibi terimlerle anlatılan uygulamalı çalışmalara geçer. Sürekli ve sıkı çalışma, alışma, alıştırma anlamlarına gelen bu terimler, özellikle belli bir eser veya şiir üzerinde pratik yaparak el yatkınlığı, alışkanlık, deneyim ve beceri kazanmayı anlatır.15
Mümâreset, şiir söyleme alışkanlığı, el yatkınlığı, meleke kazanmak demektir. Kişi, ham söyleyişten olgun ve yetkin söyleyişe ancak mümâreset ile erişebilir.
Âşık Çelebi'nin, Beyânî hakkında söylediği, "Ammâ henüz mîve-i sühanı mihr-i mümâresetle puhte olmadan ve ham edâlardan halâs bulmadan rûzgâr ana ham didi... "16 sözlerinden, şairin henüz bu yetkinliğe erişemeden öldüğü anlaşılmaktadır. Latifî'ye göre, Şâhidî, "Fenn-i şi'rde ol kadar müdâvemet, istî'mâl ve mümâreset itmemişdür..."17
Sehî'nin, Ali hakkında, "Üslûb-ı ma'ânî-i eş'âr ve tarîka-i vâdî-i güftârda mümâreset ve kudret bulmuş kimesnedür..."18 demesi, onun kusursuz şiir söyleme melekesini kazandığını gösterir. Adnî'nin, "Şiir ve inşâda çok mahâreti ve ziyâde mümâreseti var..."dır.19 Ulûmî de, "Şiire hayli mümâreset itmiş..."20 bir şairdir. Latîfî, Sebzî-i Hâfız'ın, şiir fennine mümâreseti ve nazm-ı kelâma kudreti olduğunu belirtir.21
Latifî, Rahîkî'nin, "Fenn-i şi'rde çendan çalışmamış ve efkâr ve ma'ânîye iştigal gösterip alışmamış..."olduğunu söylerken, mümâreset kelimesinin Türkçe karşılığını kullanır gibidir.22
Riyâzî’nin aktardığına göre, Hayâlî “Eğer Hâletî fenn-i şi‘rde bir mikdâr mümâreset ideydi nice benüm gibi şâ‘iri nat’-ı belâgatda mansûbe-i şâ‘irî ile mât ider idi." dermiş.23
Şiir eğitiminin başlangıç dönemiyle ilgili olan kûşiş, "çalışma, çabalama" anlamındadır. Bir başka terim olan âzmâyiş ise, kalem tecrübesi/denemesi demektir. Âşık Çelebi'nin, Vahdî hakkında söylediği, "Nesrde kûşişi ve şiirde âzmâyişi vardur..."24 sözü, onun nesir ve şiirde bazı denemelerde bulunduğunu gösterir. "Kûşiş etmek", teoriden pratiğe geçişi anlatırsa da,25 sonrasında süre giden uygulamaları da içine alır. Âşık Çelebi, Ümîdî-i Sânî hakkında, "Şiire ki kûşiş itmişdür, sanâyi'-i bedî’iyeden ekser tevriye üslûbuna verziş itmişdür...";26 Sirâcî hakkında, "...Şi’rün envâ'ına, ilm-i kâfiye ve arûz ve gayre kûşiş itmişdür..."27 derken, yapılanın başlangıç çalışmaları, ilk yazılı denemeler olduğunu düşündürmektedir.
Âyişe Hatun’un, her türlü nazım şekliyle şiir yazmaya çalışması, her birinde kalem tecrübeleri yapması, süre giden bir faaliyeti anlatır: "...Aksâm-ı şi'rin her nev'ine kûşiş ve her birinde tab'ın âzmâyiş itmişdür. Gazeli ve muammâsı ve kasîde ve mesnevîsi vardur..."28 Muhyî ise, "çelebilikleri zamanında şi’r dirler ve mu’attal oldukları zamanda mümâreset dahi iderlerdi...".29
Âşık Çelebi'nin, Zînetî hakkında söylediği, "Tab'ın muttasıl âzmâyiş ve cevap dimek için muttasıl ekâbir kasâidin kûşiş üzre idi..."30 ve Safî hakkında "Şi’re kûşiş ve Ahmed Paşa gazellerine nazîre dimekle tab'ın âzmâyiş iderimiş..."31 sözleri, âzmâyiş, cevap demek, nazire demek ve kûşiş üzre olmak gibi, şiir eğitiminin önemli faaliyetlerine işaret eder. Latîfî de, Zeynep Hatun'un bir şiirine "azmâyiş-i tab' için" nazire yazdığını belirtir.32
Bir Üstattan Ta’lim
Osmanlı toplum hayatında usta-çırak ilişkisi, her alanda yaygın bir öğrenme yöntemidir. Aynı yöntem şairler için de geçerlidir. Âşık Paşa’nın şu beyti, hayatın her alanında var olan bir uygulamaya da işaret eder:
Her ne san’at kim cihanda işlenür
Anı halk üstâd elinden öğrenür33
Bir fütüvvetnâmede geçen şu söz de aynı hususa işaret etmektedir:
“Okumakla yazmakla olmaz tâ üstâddan görmeyince.”34
Tezkirelerde yer alan bazı bilgilerden, üstat şairlerin yakın hizmetinde ve çevresinde toplanan genç şairleri ve onların üstatlarıyla olan ilişkilerini öğrenebilmekteyiz.
Söz gelişi, Sehî, Sun’î, Tâli’î ve Şevkî gibi şairlerin bizzat Necati Bey tarafından yetiştirildikleri bilinmektedir.35
Genç şairlere hocalık yapanların en meşhurlarından biri de Zâtî’dir. Onun Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânı, birçok şairin uğrak yeridir. Burası, Haluk İpekten’in ifadesiyle, “yarım asra yakın bir zaman adeta mektep vazifesi görmüştür.”36 Genç şairler, yazdıkları şiirleri burada Zâtî’ye okumuşlar, onun öğütlerinden yararlanmışlardır. Bunlar arasında meşhur Bâkî’den başka, Kara Fazlî, Kudsî, Selîsî Ahmet Çelebi, Selîkî gibi şairler de bulunmaktadır.
Rivayete göre, Bâkî’nin Zâtî’ye gösterdiği ilk şiir şudur:
Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer
Gûyiyâ mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer
Ger ölürsem hasret-i kaddiyle ol servün beni
Bir yire defn eylenüz kim sâye-i ar‘ar düşer
Tan mı gam öldürse meydân-ı melâmetde beni
Bu neberd-i aşkdur anca dilâverler düşer
Anun içün varmazam ben kûyuna giryân olup
Hâk-i râhun korkaram cânâ gözümden ter düşer
Ârız u ruhsârunı vasf itse Bâkî her kaçan
Şi’ri ey gül-çihre anun böyle rengîn-ter düşer
Zâtî, bu şiiri Bâkî'nin yazmış olabileceğine inanmadığından, ona başkalarının şiirine el uzatmanın doğru bir davranış olmadığını yolunda nasihatte bulunmuş; o da, utana sıkıla şiiri kendinin yazdığını söyleyince inanmamış, kendi Divan’ından imtihan etmiştir. Öyle ki Zâtî’nin kulağı iyi işitmediğinden, Bâkî, şiirlerin önemli yerlerini parmağı ile göstermek zorunda kalmıştır.
Zâtî, Bâkî’nin aşağıdaki gazelini gördüğü zaman onun şairliğine kanaat getirmiş, hatta “Bâkî gibi bir şairin şiirini almak ayıp değildir” diyerek bir beytini tazmin etmiştir.37
Gülşen istersen işte meyhâne
Gül-i handân gerekse peymâne
Tâlib-i şem’-i vasl olınca kişi
Oda yanmakdan ana pervâ ne
Kîşden çok çıkardun ey kaşı ya
Ok gibi bâri atma yâbâne
Hâk-i râh olduğum görüp ayağın
Yirlere basmaz oldı cânâne
Süm-i esbine ruh süren o şehün
Arsa-i dehrde oldı ferzâne
Sûz-ı aşkunla bir şeb âh idicek
Korkaram oda yanar kâşâne
Bâkiyâ tarz-ı şi’r böyle gerek
Hem zarîfâne hem levendâne
Latifî’nin bildirdiğine göre İsa Hoca diye tanınan Filibeli Fânî’nin de çevresinde yetiştirdiği şair öğrencileri bulunmaktadır: “Merhûmun nazma kâdir ve üslûb-ı şi’rde mâhir şâkirdleri var idi. Bunlara şi’r-gûyluk bâbında bir nice nev’ nush u pend-i bî-gezend itmiş idi.”38
Kâtip Fazlî'nin şiirde kendini yetiştirmek için izlediği yol konumuz açısından önemlidir:
"Sarf ve nahv okudukdan sonra Üskübî Riyâzî merhum yanında olup vâfir Fürs okudı; ba'dehû şi're heves idüp Zâtî'ye mürâcâ'at itmeği hasr-ı evkât idüp sâyir işgâli kodı... Muttasıl şi’re çalışur ve dürişür ve şi’r dir şi’r işidürdi. Bu esnâda bahr-ı recezde Hümâ ve Hümâyûn nâm bir kitap didi... İnşâya şi're muhkem kûşiş idüp nefîs nâmeler, eyü kasîdeler dir oldı. Hâsılı çok meleke tahsîl itdi, şi’r ve inşâ fennin tekmîl eyledi..."39
Belirli bir hocanın gözetiminde olmasa bile, birtakım şiir ve sohbet meclislerine devam ederek edebiyat kültürü öğrenmek mümkün olmaktadır. Latîfî'nin, ümmi şairlerden Hufî hakkında söyledikleri bu bakımdan önemlidir: "Fezâyil-i müktesebeden bî-behre ve ümmîlikle pür-şöhre idi. Ammâ zâtında kâbiliyet ve tab'ında selâkat olmagın cemi'-i elfâzla ibârâtı fasîh idi. Terakkiyü'l-ukalâ bimücâleseti'l-ezkiyâ (Aklı başında kimselerin yükselmesi, yüksek zeka ve kültür sahibi kimselerle bir arada bulunmakla mümkün olur) mazmûnunca müdâm müsâhabeti kamillerle ve münâsebeti fâzıllarla idüp huzi'l-'ilme min efvâhi'r-rical (İlmi, ileri gelen kimselerin ağızlarından alınız) mefhûmunca efvâh ve elsineden ol kadar lûgat ve ibârât ve mesâyil-i akliyât ve nakliyât-ı hâtır-nişân ve iz'ân idinmişdi ki kitap ve deftersüz müftî ve müderris olmışdı."40
Dostları ilə paylaş: |