24
Asker 241). Ancak bu durum pek kolay olmamıştır. Nitekim İslam’ı toplumsal dü-
zenle doğrudan ilişkili addeden kimilerince İslam’ın bu yelpazeden çıkarılması im-
kansız idi. Atatürk’ün bu karşı duruşunu sorgulayan Mardin, her şeye karşın bu id-
dianın sürdürülmesini Batılı anlamda okullaşmaya ve Batılı fikirlerin Atatürk’ü de-
rinden etkilemesi ile açıklar (Mardin 192). Nitekim Cumhuriyet döneminin önemli
düşünürlerinden ve yönetici olmayan seçkinlerinden olan Tekin Alp, kurucu ideolo-
jinin dini niteliklerini belirlemede önemli bir şahıs olmuştur. Yine Atatürk üzerinde
etkisi bulunan Ziya Gökalp’in İslamlaşmak ritüelini terk ederek Türkçü ideolojiyi
tamamen Batılılık ile hasretmek düşüncesinde olmuştur (Özden 53).
Laiklik, halk-seçkin arasındaki soğuklu artıran ve amaçlı bir uğraş olmuştur.
Kemalist aydınlar halk ile aralarındaki bu kopukluk ve soğukluğu din ve laiklikle
ilgili konuda da sürdürmüştür. Laiklik, Aydınlar için halktan ayrılmanın bir aracı
haline gelmiştir (Tunçay 214). 1923’ten itibaren seçkinler öncülüğünde gerçekleş-
tirilmeye çalışılan “din değiştirme” operasyonu merkezi devlet geleneği sayesinde
görünürde bir başarı kazanır. İnsel, resmi ve halk dini olarak ikiye ayırdığı din de-
ğiştirme konusunda ilkinin dönüşümünün devlet gücüyle sağlanması nedeniyle bir
zorluk olmadığını buna mukabil halk dininin devlet uyumlu hale gelmesinde önemli
bir engel oluşturduğunu ifade eder. Hatta bu halk dininin devletin, toplumsal dönü-
şümü sağlama konusunda yerleştirmeyi amaçladığı kuralların saptırabileceği kuşku-
suna sahip olduğunu belirtir (İnsel 42-43). Laiklik, Türk modernleşmesinin en önem-
li dayanaklarından biri olmuştur. Cumhuriyet rejiminin içindeki siyasal iktidarın ko-
num ve eylemlerine meşruluk zemini oluştur (Merter 659). 1937 yılında yapılan
değişiklik ile Türkiye bir dünya devleti olduğunu anayasal bir zemine oturtmuştur.
Bu düzenleme ilmiye sınıfının tekelini devlet üzerinden alırken, devlet işlerinin yü-
rümesi için şer’i makamların izin ve onayına gerek kalmamıştır (Tunaya, Türk
Siyasal Hayatında 142).
Batı’da laiklik anlamında modernleşme Kilise ve ruhban sınıfına karşı bir
mücadele şeklinde gerçekleşirken, Türkiye’de bu iki kurum benzeri bir yapılanma
söz konusu olmadığı için farklı bir mücadele olmuştur. Buna göre amaç toplumun
hemen her katmanına işlemiş derin ve kapsamlı bir İslam etkisini azaltmak olmuştur.
Bu noktada görev alan seçkinler dini toplumsal hayattan uzaklaştırma çabalarına gir-
mişlerdir (Vatandaş 1686-1687). Modernleşme sürecinde azınlık konumuna düşen
ulema ve ilmiye sınıfına düşen rol İslam ile toplumsal değişimi uyumlu hale getir-
mektir. Bu vesileyle din modernleşmenin temel araçlarından biri haline getirilmiştir
(Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Asker 218). Dini sınıf ve ulemanın modernleşme
karşısındaki etkinliğini kırmak için bir dizi çalışma yapıldı. Çok kadınla evlilik ya-
saklandı, kadınlara boşanma hakkı tanındı, sarık ve fes giyimi yasaklandı, alkollü
içecek satışı serbest bırakıldı, Atatürk heykel ve resimlerinin asılması sağlandı ve
nihayet1932’de il kez Türkçe Kuran okunmasıyla yapılan devrimin kararlılığı mu-
hafazakâr bilinçaltına işlendi (Shaw 457). Laik modernleşme kapsamında Latin harf-
lerinin kabul edilmesi aydın ve bürokratlar üzerinde Batılı anlamda gelişmeler ortaya
çıkarmıştır. Bu grup Arap ve İslam dünyası ile bağları koparmaya başlamış, yeni
yazma ve okuma diline paralel olarak saf ve orijinal bir Türkçe kullanma eğilimine
sahip olmuşlar, Batı dillerini öğrenmişler ve radikal değişiklikler yapmışlardır. Bu
25
noktada sosyal yaşamın laik çizgileri özellikle kadınlar üzerinde sosyal ve fiziki
özelliklerinde örtünme ve cinsel fark göz etmeme gibi değişimler ortaya çıkmıştır
(Göle 1604). İslam dininde reform ve modernleştirme amacına yönelik olarak1928
yılında bir komisyon kurulmuştur. Komisyonda ilahiyatçılar ile beraber psikoloji ve
mantık hocalarının da katılımı sağlanmıştır. Rapora göre din bir toplumsal kurumdur
ve toplumlar gibi modernleştirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Buna göre camilerin
düzeninden, ibadetin ilham verici bir teşvik ile modernleştirilmesine kadar birçok
adımın atılmasına yönelik tavsiyeler yer almıştır. Bu tavsiyelerden sadece ezanın
Türkçeleştirilmesi uygulama şansı bulmuştur. Arapça ve Farsçanın kaldırılması ile
Fakülteye olan ilgi ve alaka azalmış ve nihayet 1933’te kaldırılmıştır (Lewis409-
410). Osmanlı Devletinde din önemli bir olgu olarak yer almıştır. Hükümeti zor
kullanarak ele geçirme durumu ancak din ile ilgili işler bozulmadığı ölçüde uygun
bulunmuştur (Oğuzoğlu43).
Modern Türkiye’nin modernitesi modernleşmeyi içselleştirmek yerine yaşam
tarzı olarak değerlendirmiştir. Karpat’ın deyimiyle moderniteyi yeni bir din olarak
öne çıkaran bakış açısı toplumdan inancını terk yönünde bir talepte bulunmazken,
laikliği bu konuda önemli bir araç olarak gördü (Osmanlı’dan Günümüze Asker241).
Atatürkçü ideolojinin seküler uygulamaları zamanla dinsizlik propagandasının en
önemli malzemesi haline gelmiştir (Heper 135). Kemalistler çoğunlukla dinin ken-
disi ile mücadele etmediklerini savunarak, esas mücadeleyi batıl inanç ve medrese
skolastiğinin gerici görüşleri ile mücadele ettiklerini belirtmişlerdir (Tunaya, Türk
Siyasal Hayatında 122).
Din ve bilim çatışması dönemin modernleşmeci yaklaşımının temel sorunu
olmuştur. Bu anlamda öncelik dinin yerini bilimin alması ve bilimsel bilgi birikimi
ile halkın tanıştırılması gerektiğini savunuyorlardı. Bu anlayışa göre Batı tarzı bir
ilerleme ancak toplumun sekülerleşmesi ile mümkün olacaktır (Söğütlü 54). Türk
Devrim mücadelesinin temel fikri cehalet, yobazlık ve mazide sığınak arayarak ye-
nilikleri önleme girişimleri ile mücadele etmek ve Garb’ı Şark’ı olmayan müspet
ilme ulaşmaktır (Tunaya, Türk Siyasal Hayatında 133). Atatürk, Kemalist ilkelerin
önce seçkinlerce benimsenmesi için uğraşmış ve Kemalizmi kendi kişiliğinden uzak-
laştırmayı amaçlamıştır. Bunu gerçekleştirme amacıyla Çankaya sofrasını bir okul
gibi kullanmıştır (Heper, 1986: 239). Cumhuriyet döneminin resmi ideolojisini be-
nimseyen kuşaklar yerel, dinsel ve etnik sınıfları tam anlamıyla reddettiler. Bu
durum sert ve kasvetli merkezi yeniden çevrenin karşısına çıkarmaya yetti. Böylece
uzun yıllar sürecek yeni bir merkez-çevre kopukluğu ortaya çıkarmış oldu (Mardin,
1986: 125).
Seçkinler, halk kültürünün en sağlam şekilde muhafaza edilen ve Mardin tara-
fından halk islam’ı olarak nitelendirilen din olgusunu kendileri dine yakın kişilikler
olsa bile küçümsemişlerdir. Cumhuriyet seçkinleri İslam’ın kişisel niteliklerini
başka bir yapıya devredebileceklerini düşünmüşlerdir (Mardin, 1993: 147). Türkö-
ne’de benzer şekilde Cumhuriyet ideolojisinin dini tekeline alarak devlet idaresi
altında bir resmi İslam oluştururken halkın bu dönemde halk İslamı’nın daha da içine
kapandığını ifade eder (Türköne, 1995: 33).