söyleyebiliriz. Ve aslına bakılırsa, destanın arkaplam baz alındığında,
yukarıda Akhilleus’un konuşmasından aktardığımız kısa bölüm, “belli
bir noktaya varmak için hızlının da yavaşın da eşit zamana ihtiyacı
vardır”, cümlesi kadar saçma durur. Ama Ak- hilleus her şeye rağmen,
söylediklerini dışlar görünen aynı dil içinde düşüncesini
açıklayabilmektedir. Bu mümkün mü?
Evet, çünkü, tıpkı Evans-Pritchard gibi Akhilleus da kavramları, ona
eşlik eden
sözcükleri
alıkoyarak değiştirebiliyor. Hâlâ Yunanca
konuşmaya devam ederek kavramları değiştirebiliyor çünkü kavramlar
muğlaktır, elastiktir, yeniden yorumlanmaya, bir alandan diğerine
yaygınlaştırılmaya, kısıtlanmaya açıktır; algı psikolojisinden bir terim
kullanacak olursak, algılar gibi kavramlar da figür-zemin (figure-
ground) bağıntılarına boyun eğerler.
Örneğin şerefin bireysel ve kolektif öğeleri arasında Agamemnon
”un davranışının yol açtığı gerilim en azından iki şekilde görülebilir
-onu giderecek ağırlıkta girdilere ihtiyaç duyan bir durum olarak ya da
asli ve görece ikincil öğeler arasında bir çatışma olarak. Gelenek birinci
görüşü kabul etmektedir, daha doğrusu bilinçli kabul diye bir şey söz
konusu değildir, insanlar öyle
davranmaktadırlar, o kadar.
“Vaadedilen
armağanlarla Yunanlılar seni bir ölümsüz gibi şereflendirecek!” (602
vd.). Akhilleus, öfkesinin etkisiyle, gerilimi öyle arttırır ki geçici bir hu-
zursuzluk kozmik bir çatlağa dönüşür (figür-zemin bağıntıları güçlü
duyguların etkisi altında sık sık değişirler; Rohrschach testinin ilkesidir
bu).
Ortaya çıkardığı yeni anlam (şeref ve şerefin tezahürü arasında bir
ayrım olduğu şeklindeki) konuşmasını anlamsız bir konuşma haline
getirmez, çünkü dilde yapmaya çalıştığı türden başka benzetmeler
vardır. İlahi bilgi ve insani bilgi, ilahi güç ve insani güç, insanın niyet
ettiği ve konuştuğu (Akhilleus’un kullandığı bir örnek: 312 vd.),
bunların hepsi de biribiriyle, tıpkı Akhilleus’un karşı karşıya koyduğu
kişisel şeref ile onun kolektif tezahürü gibi, bir karşıtlık ilişkisi
içindedir. Bu benzerlikler rehberliğinde Akhilleus’un dinleyicileri
gerilimi ikinci şekilde görmeye itilirler ve Akhilleus’un yaptığı gibi,
şerefin ve kadim ahlâkın yeni bir yönünü keşfederler. Bu yeni yön
kadim nosyon kadar iyi ta-
mmlanmamıştır -kavramdan çok bir önsezidir- fakat önsezi yeni
konuşma tarzları ve bir yerden sonra da temiz, yeni kavramlar
üretecektir (bazı Sokrates öncesi filozoflar bu gelişme çizgisinin son
halkasını temsil ederler). Teorik geleneklerde önseziler dışlanmıştır, o
yüzden bu gelenekler ya kavramsal değişikliklere engeli olur ya da
böyle bir değişiklik meydana geldiğinde nedenini açıklayamaz. Bu
açıdan anlamın ölçüsü olarak değişmez geleneksel kavramları alırsak
Akhilleus’un saçmaladığını söylemek zorunda kalırız (krş. A. Parry’nin
“The Language of Achilles” içindeki değerlendirmesi,
Transactions and
Proceedings of the American Philosophical Association,
Cilt 87, 1956 ve
benim
Against Method’da,
sunduğum görüşler, s.267). Fakat anlamın
katı ve belirgin bir ölçütü yoktur ve anlamdaki değişiklikler dinleyiciler
açısından, örneğin Akhilleus’un demek istediklerini kavramalarına
engel olacak kadar uzak, yabancı şeyler de değildir. Bir dili konuşmak
ya da bir durumu açıklamak her şeyden önce, aynı anda hem belirli
kuralları izlemek hem de onları değiştirmek demektir; neredeyse
ayrılmaz bir şekilde birbirine örülmüş mantıksal ve retorik bir hamleler
ağı.
Bu son ifadeden, bir dili konuşmanın birtakım “gürültüler çı-
karmaktan” (Putnam, 122) ibaret olduğu bir noktaya kadar inen çeşitli
aşamalar barındırdığı sonucu da çıkar. Putnam açısından bu, Kuhn’a ve
bana mal ettiği görüşlerin bir eleştirisi demektir (krş. yukarıda 2.
başlıktaki (B) itirazı). Benim açımdan ise Put- nam’m, sorgusuz sualsiz
teorik geleneklerden yana olması nedeniyle, dilin birçok kullanım
biçiminden habersiz olduğunun bir işaretidir. Küçük çocuklar uygun
koşullar altında tekrarİana tekrarlana zamanla bir anlam kazanacak
gürültülere kulak vererek dili öğrenirler. Otobiyografisinde babasının
mantıksal konularla ilgili açıklamalarından bahsederken Mili şöyle
yazar (Max Lemer, der.,
Essential Works of John Stuart Mill,
New York
1965, s.21): “Açıklamaları o zamanlar konuyu kafamda açığa
kavuşturmama yetmiyordu; ama bu yüzden yararsız olduklarını
söyleyemem; bunlar zamanla yapacağım gözlemlen» ve billurlaştırma
girişimlerimin omurgası olarak işlev gördüler; genel olarak işaret ettiği
noktaların anlam ve önemini
neden
sonra,
dikkatimi çeken belli özel
durumlarla karşı karşıya kal-
dığımda anladım.” Aziz Augustine rahiplere imanm şartlarını (the
formulae of the faith) ezberletmelerini tavsiye eder ve onsların
anlamının zengin, olaylarla dolu, dindar bir hayat içerisinde kullanıla
kullanıla ortaya çıkacağını söyler. Teorik fizikçiler sık sık henüz
kendilerine bir anlam ifade etmeyen formüllerle oynar dururlar, ta ki
şanslı bir bileşim her şeyi yerli yerine oturtuncaya kadar (kuantum
teorisinde hâlâ böyle bir şanslı bileşim bekliyoruz). Ve Akhilleus sözü
geçen konuşma şekliyle, sonuçta yeni ve daha soyut bir şeref, erdem ve
varlık kavramının doğuşuna imkan veren yeni konuşma alışkanlıkları
yaratır. O açıdan sadece birer gürültü olarak sözcükleri kullanmak, bir
dili konuşmanın en ileri aşamaları içinde bile önemli bir işlev taşır (krş.
Against Method,
s.270).
Galile, açıklayıcı konuşmanın karmaşık yapısından haberdar olan ve
onun öğelerini muhteşem bir ustalıkla kullanan bir bi- limadamıdır.
Akhilleus gibi eski ve bildik sözcüklere yeni anlamlar verir; yine
Akhilleus gibi vardığı sonuçları herkes tarafından paylaşılan ve
anlaşılabilecek bir çerçeve içinde sunar (ana kinematik ve dinamik
nosyonlarındaki yaptığı değişikliklerden söz ediyorum), fakat
Akhilleus’tan farklı olarak, ne yaptığının farkındadır ve argümanlarının
geçerliliğini güvenceye almak için, ihtiyaç duyduğu bu kavramsal
değişiklikleri gizlemeye çalışır.
Against Method
'un 6. ve 7. Bölümleri
onun bu sanatından çeşitli örnekler aktarır. Yukarda söylenenlerle
birlikte ele alındıklarında bu örnekler, tutarsızlığa düşmeden Gaiile’nin
nosyonları bizimkilerle “kıyaslanamaz” demenin, bunu dedikten “sonra
konuşmaya devam etme[nin] ve kalkıp uzun uzadıya onları
tanımlama[nm]” nasıl mümkün olduğunu göstermektedir.
6. Bu Örnekler Putnam’m görelilik-klasik mekanik ilişkisi hak-
kındaki bilmecesini de çözecektir. Eğer I doğru ise, der Putnam, o
zaman ister görelilik isterse klasik mekanik kapsamında yapılmış olsun,
bir testte kullanılan cümlelerin anlamı “Newtoncu teori ile Einsteincı
teori arasında yapılacak bir seçimden bağımsız olamaz”. Dahası, “o
zaman Newtoncu teorideki... herhangi bir sözcük ile genel görelilik
teorisindeki . . . herhangi bir sözcük” arasında anlamsal eşitlikler bulmak
da imkansızdır (s. 116). Buradan
Dostları ilə paylaş: |