Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə117/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   113   114   115   116   117   118   119   120   ...   135

söyleyebiliriz. Ve aslına bakılırsa, destanın arkaplam baz alındığında,
yukarıda Akhilleus’un konuşmasından aktardığımız kısa bölüm, “belli
bir   noktaya   varmak   için   hızlının   da   yavaşın   da   eşit   zamana   ihtiyacı
vardır”, cümlesi kadar saçma durur. Ama Ak- hilleus her şeye rağmen,
söylediklerini   dışlar   görünen   aynı   dil   içinde   düşüncesini
açıklayabilmektedir. Bu mümkün mü?
Evet, çünkü, tıpkı Evans-Pritchard gibi Akhilleus da kavramları, ona
eşlik   eden  
sözcükleri
  alıkoyarak   değiştirebiliyor.   Hâlâ   Yunanca
konuşmaya devam ederek kavramları değiştirebiliyor çünkü kavramlar
muğlaktır,   elastiktir,   yeniden   yorumlanmaya,   bir   alandan   diğerine
yaygınlaştırılmaya, kısıtlanmaya  açıktır;  algı psikolojisinden bir terim
kullanacak   olursak,   algılar   gibi   kavramlar   da   figür-zemin  (figure-
ground) bağıntılarına boyun eğerler.
Örneğin şerefin  bireysel  ve kolektif öğeleri arasında  Agamemnon
”un  davranışının   yol  açtığı  gerilim   en   azından  iki  şekilde  görülebilir
-onu giderecek ağırlıkta girdilere ihtiyaç duyan bir durum olarak ya da
asli ve görece ikincil öğeler arasında bir çatışma olarak. Gelenek birinci
görüşü kabul etmektedir, daha doğrusu bilinçli kabul diye bir şey söz
konusu değildir, insanlar öyle 
davranmaktadırlar, o kadar.
 “Vaadedilen
armağanlarla  Yunanlılar   seni  bir   ölümsüz   gibi  şereflendirecek!”  (602
vd.). Akhilleus, öfkesinin etkisiyle, gerilimi öyle arttırır ki geçici bir hu-
zursuzluk   kozmik   bir   çatlağa   dönüşür   (figür-zemin   bağıntıları   güçlü
duyguların etkisi altında sık sık değişirler; Rohrschach testinin ilkesidir
bu).
Ortaya çıkardığı yeni anlam (şeref ve şerefin tezahürü arasında bir
ayrım   olduğu   şeklindeki)   konuşmasını   anlamsız   bir   konuşma   haline
getirmez,   çünkü   dilde   yapmaya   çalıştığı   türden   başka   benzetmeler
vardır. İlahi bilgi ve insani bilgi, ilahi güç ve insani güç, insanın niyet
ettiği   ve   konuştuğu   (Akhilleus’un   kullandığı   bir   örnek:   312   vd.),
bunların hepsi de biribiriyle, tıpkı Akhilleus’un karşı karşıya koyduğu
kişisel   şeref   ile   onun   kolektif   tezahürü   gibi,   bir   karşıtlık   ilişkisi
içindedir.   Bu   benzerlikler   rehberliğinde   Akhilleus’un   dinleyicileri
gerilimi   ikinci   şekilde   görmeye   itilirler   ve   Akhilleus’un   yaptığı   gibi,
şerefin   ve   kadim   ahlâkın   yeni   bir   yönünü   keşfederler.   Bu   yeni   yön
kadim nosyon kadar iyi ta-


mmlanmamıştır   -kavramdan   çok   bir   önsezidir-   fakat   önsezi   yeni
konuşma   tarzları   ve   bir   yerden   sonra   da   temiz,   yeni   kavramlar
üretecektir  (bazı Sokrates öncesi filozoflar bu gelişme  çizgisinin son
halkasını temsil ederler). Teorik geleneklerde önseziler dışlanmıştır, o
yüzden   bu   gelenekler   ya   kavramsal   değişikliklere   engeli   olur   ya   da
böyle   bir   değişiklik   meydana   geldiğinde   nedenini   açıklayamaz.   Bu
açıdan anlamın ölçüsü olarak değişmez geleneksel kavramları alırsak
Akhilleus’un saçmaladığını söylemek zorunda kalırız (krş. A. Parry’nin
“The Language of Achilles” içindeki değerlendirmesi, 
Transactions and
Proceedings of the  American  Philosophical Association,
 
Cilt 87, 1956 ve
benim  
Against   Method’da,
 
sunduğum   görüşler,   s.267).   Fakat   anlamın
katı ve belirgin bir ölçütü yoktur ve anlamdaki değişiklikler dinleyiciler
açısından,   örneğin   Akhilleus’un   demek   istediklerini   kavramalarına
engel olacak kadar uzak, yabancı şeyler de değildir. Bir dili konuşmak
ya da bir durumu açıklamak her şeyden önce, aynı anda hem belirli
kuralları   izlemek   hem   de   onları   değiştirmek   demektir;   neredeyse
ayrılmaz bir şekilde birbirine örülmüş mantıksal ve retorik bir hamleler
ağı.
Bu   son   ifadeden,   bir   dili   konuşmanın   birtakım   “gürültüler   çı-
karmaktan”  (Putnam,  122) ibaret olduğu bir noktaya kadar inen çeşitli
aşamalar barındırdığı sonucu da çıkar. Putnam açısından bu, Kuhn’a ve
bana   mal   ettiği   görüşlerin   bir   eleştirisi   demektir   (krş.   yukarıda   2.
başlıktaki (B) itirazı). Benim açımdan ise Put- nam’m, sorgusuz sualsiz
teorik   geleneklerden   yana   olması   nedeniyle,   dilin   birçok   kullanım
biçiminden   habersiz   olduğunun   bir   işaretidir.   Küçük   çocuklar   uygun
koşullar   altında   tekrarİana   tekrarlana   zamanla   bir   anlam   kazanacak
gürültülere  kulak vererek  dili öğrenirler.  Otobiyografisinde babasının
mantıksal   konularla   ilgili   açıklamalarından   bahsederken   Mili   şöyle
yazar (Max Lemer, der., 
Essential Works of John Stuart Mill,
 
New York
1965,   s.21):  “Açıklamaları   o   zamanlar   konuyu   kafamda   açığa
kavuşturmama   yetmiyordu;   ama   bu   yüzden   yararsız   olduklarını
söyleyemem; bunlar zamanla yapacağım gözlemlen» ve billurlaştırma
girişimlerimin omurgası olarak işlev gördüler; genel olarak işaret ettiği
noktaların   anlam   ve   önemini  
neden  
sonra,
 
dikkatimi   çeken   belli   özel
durumlarla karşı karşıya kal-


dığımda   anladım.”   Aziz  Augustine  rahiplere   imanm   şartlarını  (the
formulae   of   the   faith)  ezberletmelerini   tavsiye   eder   ve   onsların
anlamının zengin, olaylarla  dolu, dindar bir hayat içerisinde kullanıla
kullanıla   ortaya   çıkacağını   söyler.   Teorik   fizikçiler   sık   sık   henüz
kendilerine bir anlam ifade etmeyen  formüllerle oynar dururlar, ta ki
şanslı   bir   bileşim   her   şeyi   yerli   yerine   oturtuncaya   kadar   (kuantum
teorisinde hâlâ böyle bir şanslı bileşim bekliyoruz). Ve Akhilleus sözü
geçen konuşma şekliyle, sonuçta yeni ve daha soyut bir şeref, erdem ve
varlık   kavramının   doğuşuna   imkan   veren   yeni   konuşma   alışkanlıkları
yaratır. O açıdan sadece birer gürültü olarak sözcükleri kullanmak, bir
dili konuşmanın en ileri aşamaları içinde bile önemli bir işlev taşır (krş.
Against Method,
 s.270).
Galile, açıklayıcı konuşmanın karmaşık yapısından haberdar olan ve
onun   öğelerini   muhteşem   bir   ustalıkla   kullanan   bir   bi-   limadamıdır.
Akhilleus   gibi   eski   ve   bildik   sözcüklere   yeni   anlamlar   verir;   yine
Akhilleus   gibi   vardığı   sonuçları   herkes   tarafından   paylaşılan   ve
anlaşılabilecek   bir   çerçeve   içinde   sunar   (ana   kinematik   ve   dinamik
nosyonlarındaki   yaptığı   değişikliklerden   söz   ediyorum),   fakat
Akhilleus’tan farklı olarak, ne yaptığının farkındadır ve argümanlarının
geçerliliğini   güvenceye   almak   için,   ihtiyaç   duyduğu   bu   kavramsal
değişiklikleri gizlemeye çalışır.  
Against  Method
'un 6. ve 7. Bölümleri
onun   bu   sanatından   çeşitli   örnekler   aktarır.   Yukarda   söylenenlerle
birlikte ele alındıklarında bu örnekler, tutarsızlığa düşmeden Gaiile’nin
nosyonları bizimkilerle “kıyaslanamaz” demenin, bunu dedikten “sonra
konuşmaya   devam   etme[nin]   ve   kalkıp   uzun   uzadıya   onları
tanımlama[nm]” nasıl mümkün olduğunu göstermektedir.
6. Bu   Örnekler   Putnam’m   görelilik-klasik   mekanik   ilişkisi   hak-
kındaki   bilmecesini   de   çözecektir.   Eğer   I   doğru   ise,   der  Putnam,  o
zaman ister görelilik isterse klasik mekanik kapsamında yapılmış olsun,
bir testte kullanılan  cümlelerin  anlamı  “Newtoncu  teori ile Einsteincı
teori   arasında   yapılacak   bir   seçimden   bağımsız   olamaz”.   Dahası,   “o
zaman  Newtoncu  teorideki...   herhangi   bir   sözcük   ile   genel   görelilik
teorisindeki . . . herhangi bir sözcük” arasında anlamsal eşitlikler bulmak
da imkansızdır (s. 116). Buradan


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   113   114   115   116   117   118   119   120   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə