uzağa düşebilir: basit ve uyumlu bir bakış açısının doğru yorumu, ona ilk
ve yüzeysel bir bakışla getirilen bir yorumdan ciddi farklılıklar
gösterebilir.
Galile sorunun farkındaydı -yoksa şu “tayin edici kanıt”ına, gelgit
teorisine böylesine bir önem atfeder miydi? Ayrıca, hayatı boyunca
çalışarak bulduğu
mekaniğin esasları
da Kopernik’in tasvir ettiği
gezegenler sistemine bir dinamik teorisi kazandırmak için oldukça yetersiz
kalıyordu. Bu esaslar çemberlere arka çıkabilirdi fakat, bu sistemde doğru
öndeyilerde bulunmak için hâlâ ihtiyaç duyulan çevremerkezli çemberleri
anlamsız hale getiriyor ve Galile’nin zaten kabul etmediği Kepler
yasalarına da uygulanamıyordu. Kabul edilebilir bir çözüm daha sonra
Newton’la gelecektir; fakat Newton bile gezegenler sistemini bir düzen
içinde tutmak için ilahi müdahalelere ihtiyaç duymuştu. Dahası Galile’nin
hareketlerin göreliliği konusundaki yaklaşımı tutarsızdı. Kimi durumlarda
tüm
hareketlerin göreli olduğunu öne sürüyor, kimi durumlarda da sabit
bir referans sistemi varsayan impetus kavramını kabul ediyordu.
Galile’nin
temel fiziği
daha da kötüydü. Aristoteles genel bir değişim,
hareket ve kontinyum teorisi bırakmıştı. Bu teori yer değiştirme, niteliksel
değişim, oluş ve bozuluşu konu ediniyordu ve düşen bir taş hakkında
olduğu kadar bir öğretmenden dikkatli bir öğrenciye bilgi aktarımı
konusuna da bir açıklama getiriyordu. Yer değiştirme teorisi çok
karmaşıktı, bir nesnenin hem hareket halinde olup hem de net bir konuma
sahip olamayacağı gibi içe- rimler taşıyordu. Galile çalışmalarını yer
değiştirme ile sınırlamıştı ve bu konuda bile Aristoteles’in daha önceden
geliştirmiş olduklarından kat kat basit terimler kullanıyordu (Aristoteles,
hareketi bölünmez bir bütün olarak gören kuantum teorisine doğru bir
adım atmıştı, oysa Galile bu başarılı noktadan uzaklaşacaktır).
6
Sonuç
olarak, biyologlar, fizyologlar (Harveyl), yeni elektrik biliminin kurucuları
ve bakteriyologlar oldukça geç bir döneme, 18. yüzyıl, hattâ bir ölçüde 20.
yüzyıl içlerine kadar Aristotelesçi düşüncelerden yararlanmaya devam
ettiler (Pri- gogine’nin Aristoteles hakkında söyleyecek çok güzel şeyleri
6. Bu noktanın ayrıntılı bir tartışması için bkz. yukarda VIII. Bölüm.
var). Newton’un, elyazmalarından fark edileceği gibi, Aristoteles’in
hareket, üzerine görüşlerini çok ciddiye aldığı muhakkaktı. Einstein,
“önemsiz sonuçların doğrulanması”na burun -kıvırışıyla ve bir
kargaşadan geleceğe açılan pencereyi sezme konusundaki o esrarengiz
yeteneğiyle, Kopernik’in yanında yer alabilirdi fakat diğer birçok fizikçi
pes ederdi. O yüzden, Bellarmino’nun yargısı bütünüyle makul bir
görüştür.
Böylece iki eski geleneğin Galile döneminde aldığı biçimle ilgili kısa
değerlendirmemin sonuna gelmiş oluyorum. Bilimin toplumdaki rolüyle
ilişkili geleneklerdi bunlar.
Birinci gelenek toplumun kendisini bilimadamlarının sunduğu
biçimiyle bilgiye uyarlaması gerektiğini söylüyordu. Galile’nin
savunduğu ve daha geçenlerde bilimadamları tarafından Viyana
Kardinali König’in daha yakın işbirliği teklifi üzerine, Kilise ile
“görüşmeler”e bir baz teşkil etmesi niyetiyle ifade ettikleri bu gö-_
rüştür.
7
İşbirliği, diyordu fizikçilerin temsilcisi
[bilimsel] kavramların [bilimadamlarının] verdiği anlamlardan farklı
bir şekilde yorumlanmaması ve kullanılmaması ve Kilise’nin ilkelerinin
Doğa Bilimleri’nin bulgularıyla tutarlı hale getirilmesi,
demektir.
Bellarmino’nun yaklaşımıdır bu, aradaki fark, 19. yüzyıl Ka-
tolikliğinin daha kapsayıcı ve daha insancıl bakış açısının yerini özel ve
bayağı dar bir alandan elde edilmiş uzman bilgisinin almış olmasıdır.
İkinci geleneğe göre, bilimsel bilgi aşırı uzmanlaşmıştır ve toplum
tarafından öyle gürültüsüz patırtısız devralmamayacak kadar dar ufuklu
bir dünya görüşüne dayanır. Gözden geçirilmelidir, insani ilgi ve
kaygıları ve onlardan sökün eden değerleri de içine alan daha engin bir
bakış açısına göre tartıya vurulmalıdır, bilimin gerçeklik üzerindeki
iddiaları bu değerlere ters düşmeyecek şekilde düzeltilmelidir. Örneğin:
acı, arkadaşlık, dostluk duygusu, korku, mutluluk ve -ister laik anlamda
isterse
7.
Physikalische Blâtter,
cilt 26, sayı 5,1970, s.217 vd.
aşkın bir varlık nezdinde- kurtuluş umudu insan hayatında önemli bir rol
oynar. Bunlar temel gerçekliklerdir. O yüzden, birtakım temel parçacık
fizikçilerinin her şeyin en küçük kurucu birimlerini buldukları iddiası
reddedilmeli ve yerine daha “araçsak*”, yani şöyle diyecek bir anlayış
konmalıdır: bu bilimadamla- rımn teorileri gerçeklik hakkında değildir,
onların çabalarından bağımsız olarak belirlenen bir gerçeklik üzerinde
öndeyilerde bulunma hakkındadır.
Galile döneminde ikinci geleneği, Platoncu bir versiyon üzerinden
Kilise savunuyordu: engin bilgi uzman bilgisiydi fakat bariz bir şekilde
insani bir belgeyle, Kutsal Kitap'la birleştirilmek kaydıyla; bu, soyut bir
akılcılığın ilkeleri karşısında muazzam avantajları olan bir görüştü ve hâlâ
da öyledir. Bu tür bir bilgide içkin soylu duyguların her zaman galebe
çalmadığı ve kimi Kilise talimatlarının bir iktidar uygulamasından ibaret
olduğu söylenebilir, doğrudur. Fakat örnek Kilise temsilcileri hep farklı
düşünmüşlerdir ve günümüzde modem bilimsel nesnelciliğin totaliter ve
insanlıktan-çıkarıcı eğilimlerine karşı durmaya, onları doğrudan insan
hayatlarından alınma ve bu anlamda “öznel” öğelerle yumuşatmaya
çalışan girişimlerin saygıdeğer atalarıdırlar.
Ayrıca şu da kabul edilmelidir ki -yukarda teslim ettiğim gibi-
epistemolojik kuralların ihlali bugün nadiren polisiye bir vakadır. Ancak
bir yasa var ve hâlâ zorla araya giriyor, özgür ve bağımsız araştırma
düşüncesi bir kuruntudan ibaret, ve önümüzdeki problem açısından, yani
bilimsel bilgi-iddialarınm yorumu açısından bir polis müdahalesinin olup
olmadığı hiçbir önem taşımıyor. Dahası, yukarıda gördük ki (bkz. Dipnot
6’yı takip eden kısa alıntı) modem çağın o liberal iklimi bile
bilimadamlarının, Bellarmino’nun işin doğası gereği sahip olduğu fakat
çok daha büyük bir bilgelik ve nezaketle kullandığı otoriteye eş bir otorite
talep etmelerini engelleyemiyor. Kilise’nin bugün, bilim kurtlarından
yükselen evrensel homurtudan korkarak, biraz usûl adap öğretmeye
çalışacağı yerde, onlara eşlik etmeyi yeğlemesi üzücüdür.
8
8.1982’de Christian Thomas ve ben Federal Institute of Technology’de (Zürih), bilimlerin
gelişmesinin büyük dinleri ve diğer geleneksel düşünce biçimlerini nasıl etkilediğini
tartışmak amacıyla bir seminer düzenledik. Bizi şaşman şey Katolik ve Protestan
teologların meseleyi nasıl korku dolu bir çekingenlikle ele
Dostları ilə paylaş: |