apeiron
’un değişimlerine dayandıracaktır. Düşlere, tanrılara, önsezilere bu
dünyada yer yoktu artık -evsiz barksız kalmışlardı.
Peki, ne olacaktı bunların hali? Cevap Parmenides’ten geldi; iki tür
şey ve süreç arasında keskin bir ayrım yapıyordu: gerçek şeyler ve alelâde
görüntüler. Gerçeklik, gerek gelenekten gerekse sıradan gözlemden farklı,
yepyeni usûllerle oluşturuluyordu. Görüntüler ise yanılgı içindeki zihne
atfedilmişti (böylece, “gerçek dünya”da bir yer verilmesi mümkün
olmayan tüm şeylerin toplandığı bir kap olarak zihin idesi kısmen belirmiş
oluyordu). O nedenle diyeceğim o ki, kimi görüngüleri gerçek diye
kabullenmek, kimilerini ise yanıltıcı diye reddetmek, belli bir geleneği
diğerine tercih etmek anlamına geliyordu. Bu daha sonra, Bilinirciler ve
Doğalcılar arasında maddenin gerçekliği üzerine yürütülen tartışmada çok
açık bir şekilde görülecektir; hattâ bugün bile bazı bi- limadamları nihai
gerçekliğin (temel parçacıklar ve alanları) keşfedilmiş olduğunu iddia eder
ve bir diğerleri -büyük ölçekli yasalara ayrı bir önem atfederek- yüksek
enerji fiziğini biraz pahalı ve karışık bir pul kolleksiyonculuğu olarak
değerlendirirken tanık olduğumuz şey yine aynı olgudur. Aristoteles, Par-
menidesçi-olmayan şey ve süreçlerin gerçekliğini, bunların site yaşamı
için vazgeçilmez olduklarını hatırlatarak savunurken durumu hayranlık
verici bir basitlikte tarif eder:
Tümel olarak tüm iyilere yüklenebilir ya da ayrı ve bağımsız bir varoluşa
muktedir tek bir İyilik olmuş olsa bile, açıkça görülüyor ki bu, insanın
başarabileceği ya da ulaşabileceği bir şey olamazdı;
oysa bizim aradığımız
ulaşılabilir bir şey
(Nicomachean Ethics,
1096b32 vd., vurgular benim).
Aristoteles, ruh üzerine kitabında, farklı amaçlar güden maddeci,
psikolojik ve sosyolojik ruh açıklamalarının hepsinin de kendi
açılarından doğru, olduklarını da vurgular. Bu anlamda gerçekliği insani
uğraş ve kaygılarla ölçen kilisenin, sadece doğru yolda olduğunu değil,
aynı zamanda, olgular ve değerler arasına keskin bir ayrım çizgisi çeken
ve olgulara, dolayısıyla da gerçekliğe ulaşmanın yegâne yolunun peşinen
bilimci değerlerin kabulünden geçtiğine inanan birtakım modern
bilimadamı ve fel-
seferilerden ciddi ölçüde daha akılcı bir tutum içinde olduğunu da
söylemeliyiz.
Galile döneminde insani ilgi ve kaygıların tartışılmasında baş-
vurulabilecek önemli kaynaklardan biri Kutsal Kitap’tı -ve bugün de bu
konumunu sürdürüyor. Kutsal Kitap’m en ön saftaki koruyucusu ve
yorumcusu olan Kilise, onu aynı zamanda gerçekliğin bir sınır koşulu da
yapmıştır.
2
Katolikliğe karşı çıkan Newton bile bu sınır koşulunu çok
ciddiye alıyordu. Newton’a göre araştırma iki kaynak kullanmalıdır:
Tanrının Eseri, muhteşem Evren, ve Tanrının Sözü, Kutsal Kitap. 19.
yüzyılda epeyce bir süre bilimadamları çeşitli bilimsel iddiaları
desteklemek (afet- çilik) için hâlâ Kutsal Kitap’tan ayrıntılara (tufan
hikayesi gibi) başvuruyorlardı.
Kilise, Kutsal Kitap’ı hakikat ve gerçekliğin sınır koşulu olarak
kullandığı gibi, çeşitli idari tedbirlerle bunu dayatmaya da çalışıyordu.
Bellarmino bu konuda çok nettir:
Bildiğiniz gibi Trent Meclisi, Kutsal Metinlerin Papalarımızın ortak
kanaatlerine aykın düşecek şekilde yorumlanmasını yasaklar.
İşte günümüzdeki bir okura ve özellikle de bilimde aranan birtakım
soyut vasıflardan haberdar fakat bilimi de hiçbir zaman yakından
görmemiş liberal epistemolojiciye muhtemelen pes dedirten nokta
burasıdır. Ona göre bilimin idari teşkilatla bir alıp vereceği yoktur ve
gönlü doğal olarak, bu tür saçmalıkları çekmek zorunda kalmış zavallı
Galile’den yanadır. Fakat çağdaşımız bir Galile’nin daha kolay bir
hayatı olacağı hiç de kesin değildir.
Örneğin böyle bir Galile’nin, oluşturduğu gönüllü kontrol gruplarım
alternatif eczacılık yöntemleriyle tedaviye girişerek, modem bilimsel
ilaç üretiminin etkinlik gücünü test etmeye kalkıştığını düşünelim. Tıpkı
esas Galile gibi, ABD’nin birçok eyaletinde başı polisle derde girecektir.
Ya da Evrim ve Yaratılış’ı insanoğlunun kökeni üzerine eşit güçte iki
açıklama olarak kabul
2.
Burada Galile’nin hasımları Ballermino’nun sonraki mektubunda bahsettiği
“Papalarımızın ortak kanaatlerinin ötesine geçmiş olabilirler. Bu “ortak kanaatler”
Kutsal Kitap'ı astronomik meselelerde değil ahlâki meselelerde bir rehber olarak
görüyordu.
edip, hiç hak geçirmeden her ikisini de öğrencilerine öğretmeye kalkıştığını
düşünelim. Karşısına bu kez de başka bir hukuki kısıtlama çıkacaktır; Devlet
ve Kilise’nin ayrılmış olması nedeniyle, bilgi-iddialarınm aktarılmasına
getirilmiş güçlü hukuki ve idari sınırlara toslayacaktır. Bu sınırlar Evrim’in bir
olgu ya da olgularla çalışan bir teori olarak, Yaratılış’ı ise en kabadayısından
bir inanç olarak öğretilebileceğini söylemektedir. (Bu, temel olguların
belirlenmesi işini felsefe ve teolojiye veren, bilime ise en iyi durumda araçsal
bir rol yükleyen Bellarmino’nun baş aşağı çevrilmesidir -yukarda yaptığımız,
“gerçeklik”in değer-yüklü bir terim olduğu ve gerçeklik meselelerinin insani
ilgi ve kaygılarla yakından bağlantılı olduğu tespitimizin başka bir
doğrulanması daha).
Modern Galile’miz bir fikrin kabul ve finanse edilmesi için argümanların
ancak nadiren yeterli olduğunu da görecektir. Fikir, onu bünyesine katmaya
aday kurumun ideolojisine uygun düşmeli ve orada yürürlükte olan araştırma
tarzlarına uyum sağlamalıdır. Ve bu Galile önerilerini açıklayabileceği ve
kendi düşünce tarzına uygun bir eğitim verebileceği tek bir allahm kulu bile
bulamayacaktır -çünkü ortalıkta, çoğu kez kendi cehaletlerini her şeyin ölçüsü
olarak gören yeteneksiz insanların istif olduğu birtakım ne idüğü belirsiz
kurullar vardır.
3
Bu koşullar altında aklı başında bir insanın başarılı olması
mümkün mü? Çok zor. Galile felsefe, astronomi, matematik ve en iyi ifadeyle
mühendislik olarak karakterize edilebilecek, daha bir sürü konuyu tek ve yeni
bir bakış açısı altında -Kutsal Kitap’a karşı yeni bir tutumu da peşinden
getiren bir bakış açısıdır bu- toplamaya çalışıyordu. Ona matematikten
uzaklaşmaması söylenmişti. Beslenme ya da eczacılık konularına bir yenilik
getirmeye çalışan modem bir kimyacı ya da fizikçi de aynı tür kısıtlamalarla
karşılaşır. Ulaştığı so-
3. Kararlı-hal (Steady-State) teorisinin tarihi üzerine görüşleri açıklarken Fred Hoyle şöyle
yazar (Y. Terzian ve E.M. Biison, der. Cosmology and Astrophysics, Ithaca ve Londra 1982,
s.21): “Dergiler, onlara yalnızca üstünkörü bir bilirkişilik hizmeti veren gözlemcilerin
makalelerini kabul ediyordu, oysa bizim (Bondi, Gold ve Hoyle) makalelerimiz her zaman
anlaşılması güç, zorlu bîr bölüm ^arındırıyordu, öyle ki işlerini baykuşlar gibi gece
karanlığında yürüten, gizemli ve isimsiz bir bilirkişiler sınıfı oluşturmuş bu kalın kafalara
matematik, fizik, olgu ve mantıkla ilgili çeşitli noktaları açıklamaktan bitap düşüyordunuz."
Dostları ilə paylaş: |