Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə110/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   106   107   108   109   110   111   112   113   ...   135

den   o   modelin   gerçekliğin   sadık   bir   sureti   olduğunu   iddia   ederlerse
başlarına iş alırlar. Ya da daha genel bir deyişle, modelin işliyor olması
tek başına, gerçekliğin onun gibi yapılanmış olduğunu göstermez.
Bu incelikli düşünce bilimsel pratiğin en temel bileşenlerinden biridir.
Yaklaşıklaştırma   bilimde   adi   vukuattandır.   Yaklaşıklaştırma   yapılır,
çünkü   sınırlı   bir   alanda   hesaplamaları   kolaylaştırmaktadır.   Fakat
yaklaşıklaştırmaların   simetri-özellikleri   sık   sık   onlara   temellik   eden
teorilerin   simetri-özellikleriyle   farklılık   gösterir.   Dolayısıyla   teorinin
gerçekliğe   tekabül   ettiğini   varsaydığımızda,   yaklaşıklaştırmaların   aynı
anlamda gerçekliğe tekabül ettiğinden söz edemeyiz. Öte yandan teoriler
çoğu kez kademe kademe daha doyurucu ama nasıl bir şey olacağı da tam
olarak   bilinmeyen   bir   perspektife   doğru   geliştirilir.   Başarılı   olabilirler
l'akat tam da üre- tiliş amaçlarının kendisi bizi onlardan gerçekçi sonuçlar
çıkartmaktan   meneder.   Eski   kuantum   teorisi   buna   bir   örnektir,   New-
ton’un çekim teorisi de, en azından Newton’un gözünde. Hattâ şaşırtıcı bir
öndeyi   gücü   olan,   formel   olarak   kusursuz   bir   teori   bile   gerçekliğin
dolaysız   bir   ifadesi   olarak   alındığında   bizi   yalancı   çıkarabilir.
Schrödingerin dalga mekaniği bu noktayı çok iyi örnekler. Zarif, tutarlı,
kullanımı kolay ve harikulade başarılı bir teoriydi bu. Schrödinger temel
parçacıkların dalga oldukları sonucuna varmıştı. Fakat Bohr ve okulu, söz
konusu görüngüyü daha geniş bir alanda inceleyerek bu yorumun birtakım
önemli olgularla çeliştiğini gösterdiler (ayrıca iki formel engel daha vardı,
şu   dalga   paketinin   indirgenmesi   denilen   şey   ve   teoride   Lorentz   sabiti
olmaması   olgusu).   İsteyen   modern   fiziğin   en   iyi   teorilerine,   en   son
biçimleriyle   genel   görelilik   teorisi   ve   genel   kuantum   mekaniğine   de
bakabilir. Bu ikisinin tek bir tutarlı bütün haline getirilmesinin imkansız
olduğu kanıtlandığından beri tanık olduğumuz şey, biri bir şey söylerken
diğerinin aksini iddia ettiğidir. Böyle bir durumda tutup ikisinden birinin
gerçekliğin doğru tasviri olduğunu söylemek  mümkün mü? Hayır.  Her
ikisinin   de   yararlı   yaklaşıklaştırma!ar   olduklarım   söyleyebiliriz   ama
yaklâşıklaştırmada bulunduklan gerçekliğin neye benzediği konusunda en
küçük bir fikrimiz yoktur.
Tüm bu örneklerde gördüğümüz durum, tutarlılığı ve kısmi ba-


şarısı   gerek   kurucusu   gerekse  Rheticus  ve   Mastlin   gibi   yazarlar   ta-
rafından yine güçlü bir gerçekliğe tekabüliyet göstergesi olarak alınmış
Kopernikçi teoriye de doğrudan uygulanabilir. Çünkü Ko- pernikçi teori
o dönemde var olan yegâne kozmolojik dünya görüşü olmamak bir yana,
bu tür görüşler arasında en genel olanı bile değildi. Dolayısıyla iç yapısı
tutarlı   ve   başarılı   bir   teori   olması   tek   başına   onun   gerçekliğe   uygun
olduğu anlamına gelmiyordu. Böyle bir uygunluğu kanıtlamak için daha
geniş bir alana taşınmak şarttı.
Modern bilimde sözünü ettiğimiz geniş alan olarak çoğu kez temel
parçacık fiziğinin seçildiğini görürürüz. Bu alanda çalışan bilimadamları
kimyacı, biyolojici, reolojici ve benzeri diğer bi- limadamlarının birtakım
ilginç   düzenlilikler   keşfetmiş   olabileceklerini   kabul   fakat   bunların
gerçeğin   temel   özellikleri   olduğunu   reddederler.   Kimi   modern
biyolojiciler   yaşam   süreçleri   üzerine   tek   gerçek   bilgi   kaynağının
moleküler biyoloji olduğunu iddia ederek, aynı şekilde botaniğe ve kuş-
hareketleri-gözlemcili-   ğine   yan   gözle   bakarlar.  Einstein  20.   yüzyıl
başında,   bilimi   içinde   bulunduğu   güçlüklerden   çıkarabilecek   bir   yol
ararken termodinamiğe güveniyordu. Tüm bu örneklerde modeller temel
-alman- bilimle karşılaştırılmış ve gerçeklikle ilgili içerimleri buna göre
değerlendirilmiştir. Peki bu gerçekliği belirleyen daha geniş alan Kiliseye
göre neydi?
Bellarmino bu geniş alanın iki bileşenden oluştuğunu söylüyordu, biri
bilimsel   -felsefe   ve   teoloji;   diğeri   dinsel   ve   bu   anlamda   normatif
-“mukaddes imanımız”.
İlk bileşen işlevsel açıdan olmasa da içerik açısından modern gerçeklik
ölçütlerinden   (moleküler   biyoloji,   temel   parçacık   fiziği,   kozmoloji)
farklıydı. Felsefe esas olarak, bünyesinde genel değişim ve hareket teorisi,
(matematiksel   ve   fiziksel)   kontinyum   teorisi   (elinizdeki   kitabın   VIII.
Bölüm’ünde İncelenmektedir), elementler teorisi gibi teorilerle dünyanın
yapısı üzerine çeşitli düşünceleri bir araya toplamış Aristoteles’in eserleri
demekti.   Teoloji   felsefeyle   aynı   konu   üzerinde   çalışıyordu   ama   onu
(dünyayı) kendi-başına-var olabilen bir sistem olarak değil, bir yaratım
olarak görüyordu. Bir bilimdi ve hâlâ da öyledir; hattâ öylesine katı bir
bilimdir ki teolojik ders kitaplarında fizik kitaplarında pek


rastlayamayacağımız uzunlukta yöntemsel bölümlerle karşılaşırız.
İkinci   bileşen   bilimsel   vargıların   yanlış   yorumlanması   halinde
insanlara   zarar   verebileceğini   söyler   ve   yine   günümüz   açısından   da
geçerli bir şeydir bu. Modern bilim partizanları bilimsel vargıların ya da
büyük bilimsel çatışmaların yanlış aktarılmaması gerektiği, bunun bizi
akıldışı bir tutuma sürükleyebileceği, “mukaddes imanımız”a, yani akla
imanımıza   halel   getirebileceği   konusunda   bizi   sık   sık   uyarırlar.
İndirgemecilik karşıtları ise, aksine, bilimsel vargıları doğa, kültür ve
bireysel insan varlıklarının bütünlüğüne, yekpâreliğine olan “mukaddes
imanlarına” ters düşmeyecek şekilde yorumlamaya çalışırlar. Bellarmino
versiyonu   ile   modern   versiyon   arasındaki   fark   iki   noktada   toplanır.
Modern versiyonların çoğu (akla, insanların bütünlüğüne vs.) imanlarını
ilahi   bir   yaratıcıya   bağlamaktan   vazgeçmişlerdir   ve   İkincisi,   eski
uyarıların   sırtını   dayadığı   kurumsal   mekanizma   bugünkü   anti-
indirgemecilik   ya   da   akılcılığın   sırtını   dayadığı   mekanizmaya   oranla
daha güçlüdür. Fakat bu ikinci fark Kilise’ye değil tüm bir çağa işaret
ediyor. Ve unutmayalım ki, bugün birçok modem akılcı, Aklın gücünü,
onu destekleyen kurumların gücünü arttırarak arttırma peşindeler.
Bellarmino   tarafından   ifade   edilen   ikinci   bileşen,   ayrıca,   olgu   ve
gerçeklik meselelerinin değer meselelerine bağlı olduğunu ima eder. Bir
pozitivist için bu tuhaf hattâ tiksindirici bir düşüncedir, çünkü pozitivist
kendi   normatif   önyargılarından   habersizdir.   Gerçeklik   kavramının
tarihinde kısa bir gezinti bu önyargıların neler olduğunu ortaya koyar.
Homeros’ta düşler, tanrıların  eylemleri ya da illüzyonlar gibi tüm
olaylar “eşit ölçüde gerçek” (tırnak içine alıyorum çünkü burada geçen
gerçeklik   nosyonu   daha   baştan   bazı   şeylerin   diğerleri   kadar   gerçek
olmayabileceğini varsayıyor) kabul edilir. İnsanın dışındaki gerçeklik ile
kendi içinde algılayan ve tahrif eden eyleyicinin vardığı sonuç arasında
hiçbir   ayrım   yapılmaz.   Durumu   biraz   daha   basitleştirerek,   böyle   bir
ayrım yapılmaz çünkü “zihin” diye bir şey yoktur, diyebiliriz: dünyanın
tüm diğer kısımlarından ayrı bir yere konmuş birtakım olayları içinde
barındıran ve dünyayı tahrif etmeye muktedir bir “özne”, özel bir bölge
yoktur. Anaksimandros daha sonra tüm kozmik süreçleri tek bir tözün,


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   106   107   108   109   110   111   112   113   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə