Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə119/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   135

türel ya da daha başka bir temas  kurmaksızm  yan  yana yaşamaktan
memnunsalar, bu onların bileceği bir iştir ve ne idüğü belirsiz birtakım
‘'düşünürler”in onların bu tutumlarını nasıl gördüğünün önemi yoktur.
Eğer   Amerikalılar   “eşya,   imaj,   fikir   ve   gelenek   enflasyonundan"
hoşlanıyor,   dört   gözle   yeni   ve   geliştirilmiş   saç   spreyleri,   araba
modelleri ve dizi filmler bekliyorlar ve tek ve nihai değer Ölçüsü olarak
parayı alıyorlarsa, gayri-memnun bir entelektüel şüphesiz bir vaiz gibi
yalvarıp yakararak, ricalarda bulunarak onlarla boğuşabilir, ama tutup
daha güçlü ikna araçları kullanmaya kalkıyorsa bir tiran haline gelmiş
demektir.  
The   Crisis   of   the   European  Sciences  and   Transcendental
Phenomenology  
(1936)   isimli   dikkate   değer   incelemesinde,   “Biz
filozoflar”, diye yaizıyordu  Edmund Husserl,  “
insanlık partizanlarıyız
[vurgular   onun].   Bir   filozof   olarak   kendi   gerçek   varlığımıza,   kendi
derin, özel uğraşımıza karşı taşıdığımız son derece kişisel sorumluluk,
aynı zamanda kendi içinde, insanlığın gerçek varlığına karşı sorumluluk
duymak   gibi   de   bir   boyut   taşır.”   Siz   burdaki   düşünceyi
onaylayabilirsiniz. Ama bence felaket bir cahillik (Husserl, Nu- erler’in
“gerçek varlığı” hakkında ne bilebilir?), hastanelik bir kibir (“insanlığın
gerçek varlığı”ndan bahsedebilmek için tek başına tüm ırklar, kültürler,
uygarlıklar hakkında yeterli bilgi sahibi bir kimse var mı?) ve şüphesiz
ondan farklı düşünen ve yaşayan herkese karşı büyücek bir küçümseme
kokuyor.
Bir   toplumdaki   çeşitli   grupların   ya   da   ulusların   birbiriyle   sık   sık
yakın ilişkiler kurdukları doğrudur, ama bunu yapmakla onların “ortak
bir üstsöylem” ya da ortak bir kültürel bağ yarattıklarını ya da kabul
ettiklerini söylemek doğru değildir. Bağlantılar geçici,  
ad  hoc
  ve son
derece   yüzeysel   olabilir:   Güney   Afrikalı   Beyaz   liderler,   Siyah
Müslümanlar ve Avrupalı teröristlerin hepsi de dolar hastasıdır -fakat
onları birleştiren başka çok az şey bulabilirsiniz.
A, B, C, vs. gibi kültürler arasındaki çok daha yakın bir ilişkinin
bile “tutarlı bir yapı” tarafından “düzene sokulması”na ihtiyaç yoktur;
hepi topu ihtiyaç duyulan, A’nın B ile B’nin C ile, C’nin D ile, vb.
karşılıklı   etkileşim   içine   girmesidir,;   tabii,   karşılıklı   etkileşim   tarzı
çiftten çifte, hattâ aynı çift içinde dönemden döneme değişebilir. İlk
Enternasyonalizm’de Akkadca’mn kul-


lanılması   bu   açıdan   isabetli   bir   örnektir.   Akkadca’nın   kullanımı,   adı
geçen   uygarlığın   zorunlu   bir   ön   varsayımı   değil,   onun   birçok
özelliğinden sadece birisiydi; Akkadca, yaptıklarını yazıya döken özel
gruplarca   kullanılagelmiş   ve   bu   yüzden   de   onlardan   binyıllar   sonra
faaliyet   gösteren   birtakım   çalakalem   yazarların,   yani   bizim
akademisyenlerin   dikkatini   çekmiştir.   Fakat   her   alışveriş   Akkadca
değildi: dar bir bölgenin lehçe ve dilleriyle yapılan yerel temaslar vardı,
hattâ   bunların   alanı   tek   başına   katılımcıların   merak   ve   ihtiyaçlarının
itkisiyle genişlemişti de. Ayrıca bir kültür yazılı tezahürlerinden ya da
sanatçı   ve   düşünürlerinin   ürünlerinden   ibaret   görülmemelidir:   yazılı
Hammurabi kanunlarının hukuki pratik üzerinde çok az bir etkisi vardı;
Lineer   B’nin   ilk   kullanımları   ta-   mamiyle   ticariydi   fakat   Yunan
eğitimine   bakarsanız   bu   eğitim   iş   ve   ticaret   düşüncesi   üzerine   değil
Homeros, yani sözlü şiir üzerine inşa edilmişti (Platon’nun da arasında
bulunduğu bazı daha geç şairler, eserlerinin yazılı olarak dağıtılmasını
hiçbir   zaman   bütünüyle   içlerine   sindirememişlerdir   -krş.   Platon,
Phaedrus
 274d vd., ve Yedinci Mektup, özellikle 241b vd.). Bugün tüm
üniversite ve araştırma merkezlerimiz etrafında yüzen, yayımlanan pek
çok Marksist kitap ve Marksist düşünce var -bu, “bizim kültürümüzü”
Marksizme mi boyayıveriyor? Sanmıyorum, dizi filmlerimizde ve dini
yayın   yapan   kanallarımızda   Marksizmin   izini   bile   bulamazsınız.  
Bir
kültür   entelektüellerden   oluşmaz.
  Şüphesiz, kültür eşittir edebiyat artı
sanat artı bilim gibi bir kayıt getirmek mümkün -fakat o zaman edebiyat
ve diğer kalemlerin bir kültürdeki yeri ve etkileri sorusunu araştırmayla
değil tepeden inme karara bağlıyorsunuzdur.
Kültürler arası temas ve bağlantıların zaıiıan zaman çok güçlendiğini
ve sizin aklınızdan geçirdiğiniz anlamda kültürel birliklere çıktığını da
kabul   ediyorum   -fakat   bunun   nasıl   meydana   geldiğine   daha   dikkatli
bakın:   çoğu   zaman   birlik   güç   kullanarak   kabul   ettirilmiştir   ve   ilgili
insanların   eylem   ve   arzularıyla   gerçekleştiği   durumlar   nadirdir.
Bilimadamı,  sanatçı ve alelâde  entelektüellerin  bu tür gelişmelere bir
itirazı yok gibi görünüyor, hattâ bunları teşvik ediyor bile olabilirler -işte
bundan dolayıdır ki idari makamlara sızmaya çalışıyorlar, işte bundan
dolayıdır   ki   imalatları   kamu   denetimine   tabi   tutulduğunda   böyle   ne
yapacaklarını


şaşırıyorlar, işte bundan dolayıdır ki onların ideolojisini ve iktidar
arzularını   paylaşan   ve   onlara   kendi   iktidar   oyunlarıyla   arka   çıkan
kültürel “Liderler”e hayranlık duyuyorlar. Sizin yeni bir “üst- sÖylem”e
duyduğunuz hasrette yeni bir Bizans oyununun ya da yeni bir Amerika
yerlilerinin   “eğitilmesi”   fikrinin   pis   kokusunu   alıyorum.   Ben   kendi
hesabıma geçici bağlantıların tesadüfi, kendiliğinden kaynaşmalarından
doğan ve bu bağlantılar cazibesini yitirdiği anda bozulabilen birliklere
dayalı bir yaşam biçiminden yanayım.
Söylemek istediğim ikinci nokta şu. Bana öyle geliyor ki siz bugünkü
“dünya   kültürü”nün   ahvali   konusunda   bir   karara   varmakta   güçlük
çekiyorsunuz.   Yazdığınız  
Sunuş   Notunda
  ortada   birleştirici   bir   bağın
görülmediği bir “kültürel kaos”tan bahsediyor, mektubunuzda ise, sizin
nefret ettiğiniz bir bağ da (para) olsa, birtakım bağlar olabilir demeye
getiriyorsunuz.   Mektupta   söylediklerinize   katılıyorum:   anan   bir
tektipleşme var, sadece şu bizim “birinci” dünyada (küstah bir sonradan
görmeyi  “birinci” dünya diye adlandırmak  ne müthiş bir düzenbazlık)
değil, tüm diğer yörelerde de; mevcut bütün farklılık ve çoğulluklar, bu
tek-   tipleşmeyle   karşılaştınldığında,   yok   olup   gidiyor.   Bu   yok   olanlar
küçük, eğlencelik şaşkınlıklardır, o kadar; General Motors,  Proctor  and
Gamble ya da Pentagon’un keyfini kaçırmaz. Yine de bir yolunu bulup,
mektubunuzda bile “kültürümüzün özünü istila etmiş” kaostan bir kere
daha söz ediyorsunuz. Bu hoş ve felsefi bir soyutlama gibi duruyor fakat
meseleyi ne ölçüde incelediğinizi merak ediyorum. Melodramlann ya da
Reverend  Fal
-  
well
’in   ya   da  
Super   Bowl’
  un   müşterileriyle   modern
sanatın ya da felsefedeki akılcılık/akıldışıcılık  konusunun müşterilerini
karşılaştırdınız   mı   hiç?   Elinizde   bunlarla   ilgili   rakamlar   var   mı?   Bu
müşteriler  onlara nasıl bir bağlılık  duyuyorlar,  bağlılığın  gücü? Bizim
gibiler dışındaki insanların hayatları üzerinde etkileri?
Araştırdığınızı   sanmıyorum.   Ben   de   bilmiyorum   ama   en   basit   bir
hesap bile muhtemelen sizin haklı olmadığınızı gösteriyor: bugün ABD
ve Kanada’da ders veren ortalama 10.000 felsefeci var. Bunların çoğu
itaatkâr statüko hizmetkârlarıdır, fakat kor-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə