gayri-şahsi ve tektip bir hale bürünmüş, bir bütün olarak yaşam kişisel
ilişkilerden uzaklaşmış ve kişisel ilişkilere yataklık eden koşullar ya anlamlarını
yitirmiş ya da ortadan kaybolmuşlardı. Böyle bir ortamda ilk filozofların uçuk
görüşlerinin insanlar arasında taraf bulmasında ve yeni bir eğilim
başlatabilmesinde şaşılacak bir yan yoktur.
Bu sürece başka bir destek de, birtakım ayrıntılardan yoksun
kavramlardan oluşmuş cümlelerin kısa bir zaman sonra kanıtlama
adını alacak yeni tip bir hikâye oluşturmakta kullanılabileceğinin
keşfedilmesinden geldi; burada doğruluk kanıtlamanın iç yapısının bir
“gereği olarak” ortaya çıkıyor ve geleneksel otoritelerin onayına
ihtiyaç göstermiyordu. Keşif bilginin geleneklerden ayrılabileceği ve
“nesnel” kılınabileceği şeklinde yorumlandı. Kültürel çeşitlilik,
sunuşta da söylediğim gibi, merak ve öğrenme arzusundan başlayıp
korku ve tiksintiye kadar uzanan çok çeşitli tepkilere; ve bu tepkilere
denk düşen, her türlü yabancı ve farklıya düşman dogmatizm
biçimlerinden aynı ölçüde radikal görecilik ve fırsatçılık biçimlerine
kadar bir dizi öğretiye yol açar. Kanıtlama biçimlerinin (ya da daha
zayıf fakat aynı ölçüde “akılcı” muhakeme biçimlerinin) mevcudiyeti
bu karışıklığa bir son vermiş gibidir; öyle ya tüm yapılması gereken
kanıtlanmışın kabulü, geriye kalanın reddiydi -böylece doğruluk
kültürden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmış olacaktı.
Bu görüşün en önde gelen temsilcisi Parmenides’ti. Düşüncelerini
açıkladığı şiirinde birbirinden farklı iki usûfden, ya da onun deyişiyle
iki “yol”dan bahseder. Biri “defalarca yaşanmıştan doğan, alışkanlığa
dayalı” (ethos polypeiron: B7, 3), yani geleneksel bilgi ve bilgi
edinme biçimlerine dayalı, “ölümlülerin kanılarını” içeren yol; diğeri
“insanların ayak seslerinin duyulmadığı” (yani geleneklerden
bağımsız), “uygun ve zorunlu”ya giden yol. Parmenides’e göre ikinci
yol bir gelenek değil gelenekler üstü bir yoldur.
37
Birçok
bilimadamının da kendi faaliyetlerini aynı şekilde gördüğü anlaşılıyor.
37. Bu, Parmenides’in Düşünce ile Varlığı özdeşleştirmesinde (Diels-Kranz, Fragman B3)
açıkça görülür. Bu özdeşleştirme kadim Yunanistan’da bilinen bir şeydi ama Parmenides
onu ilk kez kültürel fırsatçılığa karşı bir argüman olarak kullandı.
Bu görüş açıkça yanlıştır.
Soyut nosyon ve ilkelerin pratik (ampirik) kavramlara oranla birbirine
daha kolay bağlanabileceğine katılabiliriz. Par- menides’in argümanları,
nokta, çizgi, bölümlere ayırma, parça ve bütün üzerine Zeno paradoksları;
ve Platon’un
Parmenides
di- yaloğunda geliştirdiği argümanlar somutun,
tikelin hususiyetlerine hiç bulaşmadan ne mükemmel hayal şatoları inşa
edilebileceğini göstermektedir. Basit fikirlerin basit yollarla birbirine
bağlantılandırılabileceği olgusu, her şeyin basit şeylerden oluştuğunun
gösterilmesi şartıyla -üzerinde anlaşmaya varılamayan nokta da zaten
budur!-, bağlantılandırma sonucunda ulaşılan önermelere özel bir otorite
kazandırabilir. İlk hekimlerden bazıları “Varlıkla uğraşmıyoruz sütle,
cerahatle, sidikle uğraşıyoruz!” diyordu, birazdan alıntı yapacağımız bir
eleştiride. Bu yüzden yeni girişimin otoritesi fikirlerde ve onların bağ-
lantılarında değil, su katılmamış yapıntıları analojilere tercih edenlerin,
Parmenides gibi kaba ampirik sorunlara özel bir ilgi duymayıp bu ilgi
eksikliğini onlar gerçek değildir diyerek nesnelleştiren lerin (objectivise)
(
Parmenides
B2, 6) kararlarında yatmaktadır:
kanıtlama usûllerinin keşfi ,
tüm kültürel çeşitliliği bir yana itip yerine tek bir doğru hikâye koymamıştır,
yalnızca o çeşitliliği arttırmıştır.
Tüm Batı düşünce tarihi bunu doğruluyor.
Tekrar kötü yola sapanlar arasında ilk sırada Parmenides’in takipçileri
vardır. Tereddütlü bir şekilde de olsa sağduyuya yeniden küçük dozlarda
yer açtılar. Atomcular, Empedokles ve Anak- sagoras Parmenides’in
Varlık fikrini kabul ediyor ama bir yandan da değişim fikrini de
alıkoymak istiyorlardı. Bu amaçla her biri birtakım Parmenidesçi
özellikler taşıyan (sonlu ya da sonsuz) bir dizi şey önerdiler: Leukippos ve
Demokritos’un atomları bölünemez ve daimi ama sayıca sonsuzdu;
Empedokles’in ele-
Bazı geleneklerin yalnızca daha İyi değil, aynı zamanda diğerlerinden bütünüyle farklı
ve bizi bilgiye götüren yegane gelenekler olduğu inancının modern bir biçimi p.C. van
der Waerden’de bulunabilir,
Science Awakening,
New, York 1963, s.89. Van der
Waerden Babii ve Mısır matematikçilerinin çemberin alanını nasıl farklı bir şekilde
hesapladıklarını aktardıktan sonra şu soruyu soruyor: "Bu hesaplamanın tam ve doğru
biçimleriyle yaklaşık ya da yanlış biçimlerini Thales acaba nasıl ayırmıştı? Açıkça onları
kanıtlayarak, onların mantıksal olarak bağlantılı bir sisteme oturup oturmadığına
bakarak!”
mentleri sayıca sonlu, daimi ve bölgelere ayrılabilir fakat daha öte
tözlere ayrılamaz şeylerdi (bu nedenle Empodekles’in dört elementi
Sıcak, Soğuk, Kuru ve Nemli, bildiğimiz herhangi bir tözden
farklıydı); Anaksagoras ise tüm tözleri daimi kabul ediyordu. (Felsefi)
teori şimdi deneyime birazcık daha yakındı -fakat dönemin bilimleri
ve sağduyusu ile arasındaki mesafe hâlâ çok büyüktü.
Ama bir başkaları tüm yaklaşımı reddetmekte tereddüt etmediler.
Örneğin Ancient Medicine'’in yazarı deneyimi normal, tabii bir şey
olarak görmeye devam ettiği gibi, Empedokles gibi onun yerine daha
soyut fikirler koymaya çalışanlarla da eğleniyordu. “Aklım almıyor”,
diye yazar 15. Bölüm’de,
techne'yi bir postülaya dayandırmak üzere eski yöntemi bırakıp
yeni görüşü benimseyenler [yani, teorik ilkeler getirenler]
hastalarını bu postüla doğrultusunda nasıl tedavi ediyorlar. Çünkü
onlar, sanıyorum, kendilerinden başka hiçbir biçim altında
bulunmayan mutlak bir soğuk, sıcak, kuru ve nemli
[Empedokles’in elementleri] keşfetmiş değiller. Eğer
yanılmıyorsam hepimizin kullandığı aynı yiyecek ve aynı
içecekleri kullanıyor ve bunlardan kimine sıcak, kimine soğuk,
kimine kuru, kimine nemli olma sıfatı veriyorlar; çünkü bir hastaya
sıcak bir şey al demek, hasta hemen “hangi sıcak bir şey” diye so-
racağı için, abes olacaktır. Dolayısıyla ya anlamsız şeyler
söylemeye devam etmek ya da bilinen maddelerden birine
müracaat etmek zorundadırlar.
Teorik spekülasyon ile hekimlerin şahsında temsil edilen ampirik tıp
bilgisi arasındaki fark daha açık ifade edilemezdi. Alıntıdaki filozof
dört soyut tözüyle Empedokles’tir. Konuyu daha doğrudan
tartışabilmek için Thales’i ele alalım. Rivayete göre Thales’in önerdiği
tek element vardı, su. Dolayısıyla Thalesçi bir doktor hastasına ya “su
al” ya da “su alma” diyebilecektir. Bu açıkça “anlamsızdır” -bkz.
yukardaki alıntı. Bir hekim somut şeyler söylemelidir, hastasına alması
ya da kaçınması gerekenin “ne tür sulu şeyler” olduğunu anlatmalıdır,
örneğin: “biraz süte batırılmış ekmek al” ya da “kesinlikle şarap içme,
içebildiğin kadar ılık elma suyu iç”, vb. “Hepimizin kullandığı aynı
yiyecek ve aynı içeceklere” müracaat etmeli, meslek deneyimi ve
geleneğin
Dostları ilə paylaş: |