iyi bir başlangıç noktası gibi görünüyor. Tartışmayı, muhakemeyi ve bu
ikisi üzerine kurulu bir toplumsal yeniden yapılanmayı teşvik eder,
güçlendirir. Hitap alanı sınırlı özgül bir siyasi görüştür ve “ilkel”
toplumlarm görece daha sezgisel usûllerinden mutlaka daha iyi filan da
değildir. Bununla birlikte herkesi katılmaya davet ettiği için dünyada
olmanın birçok şekli olduğunun keşfine, insanların kendilerine hitap eden
tarz ve usûlleri kullanma hakkı olduğu ve onlar yardımıyla daha mutlu ve
daha doyurucu bir hayat yaşıyor olabilecekleri düşüncesine açılan bir
kapı olabilir.
34
F. DOĞRULUK VE GERÇEKLİK: TARİHSEL BAKIŞ
Yukardaki kesimlerde kültürler arası etkileşimin doğası net-
leştirilmeden bırakıldı. Örneğin Rl’de söz edilen incelemeler ve muhtemel
kazanımlar konusunda hiçbir sınırlama getirilmedi. Kesim D’de bunun
demokratik yaklaşımın özsel bir parçası olduğu gösterildi: eğer bir kabile,
kültür ya da uygarlığın üyeleri alışverişten yarar sağladıkları ve o sayede
hayatlarının iyileştiği izlenimindeyseler sorun çözülmüş demektir;
kültürel alışveriş ona katılanlann bileceği bir iştir, dışardakilerin değil
(alışverişin onlara karşı bir savaş hazırlığı olması durumu hariç).
Birçok entelektüel buna katılmadığı gibi kendi kafalarına göre
alışverişte bulunan insanlara olağanüstü bir avantaj gibi görünen kimi
şeylerin gerçekte vahim hatalar olabileceği konusunda da bizi uyarırlar.
34. Günümüz liberallerinden bazıları yabancı kültürlere var olma hakkı tanırlar, ama uluslarası
ticarete dahil olmaları, kendilerini Batılı doktorların sağaltıcı ellerine bırakmaları ve Batılı
misyonerlerin (bilim ya da diğer dinlerin misyonerleri) çocuklarına bilim ve Hıristiyanlığın
harikalarını öğretmelerine izin vermeleri şartıyla. Fakat üyelerin biribirinden öğreneceği ve
böylece durmaksızın yeni bilgi ve farkındalık düzeylerine ulaşacağı barışçıl Ulusların Ortak-
zenginiiği düşüncesi (örneğin) Pigmelerin paylaştığı bir düşünce değildir, Pigmeler daha
çok kendi hallerine bırakılmayı tercih ederler (C.M. Turnball, “The Lessons of the Pygmies",
Scientific American
208 (1), 1963,). Karl Popper gibi akılcıların
(The Open Society and Its
Enemies,
Cilt 1, New York 1963, s.118) bu konuda baskı uygulanmasına diyeceği bir şey
yoktur: bu gibileri olgun insanlığa katmak “bir tür emperyalizm" ile yapılmak zorunda
olabilir. Bilim ve akılcılığın başarılarının böyle bir işlemi mazur gösterecek kadar göz
kamaştırıcı olduğunu da sanmıyorum.
Bu haliyle uyarının pek bir anlamı yoktur. Belli bir hata nos-
yonuna ve hatanın bulunması ve telafisine yönelik belli usûllere
sahip olmayan bir toplum yoktur. Fakat uyarı sahibi entelektüeller
hatayı özel bir tarzda tanımladıkları için burada durum biraz fark-
lıdır. Bu baylar hatayı meydana geldiği yaşam biçimine (onun
standart ve usûllerine) göre değil de toplumdan bağımsız bir “ger-
çeklik”, “akılcılık” ya da “doğruluk”a kıyasla tariflerler. Bu öl-
çütleri kullanarak tüm kültürleri yanılsama ve önyargı üzerine ku-
rulu şeyler olarak mahkum etmişlerdir. Göreciliğin felsefi biçimleri
(pratik görecilik biçimlerinden farklı olarak) bu tür hamleleri ya
göreci doğruluk, gerçeklik ve akılcılık analizleri vererek ya da
alternatif nosyonlar icad ederek göğüslemeye çalışır. Tahmin
edileceği gibi bunlar oldukça karmaşık şeylerdir. Yukarda Kesim
D’de bu sorunla ilgili bazı eski yaklaşımları tartışmıştım. Şimdi ek
olarak birtakım tarihsel yorum ve düşünceler vermek istiyorum.
Manevi liderlerin (peygamberler, bilimadamları, filozoflar,
alelade entelektüeller) kendilerine mal edip dönüştürdüğü diğer
birçok nosyon gibi doğruluk, gerçeklik ve akılcılık idelerinin de
kusursuz bir pratik anlamı vardır.
Örneğin doğruyu söylemek genellikle belirli bir durumda olup
biteni anlatmak anlamına gelir; “onu olduğu gibi anlatmak” de-
mektir (krş. Kesim D). Anlatması istenen kişi gerekli bilgiye sahip
olmayabilir -o zaman cevabı “bilmiyorum” ya da “tam olarak
söyleyemem” olacaktır. Fakat tanığın cevap verebileceği ve bil-
miyorum demesi halinde haklı olarak yalancılıkla suçlanabileceği
durumlar da vardır. Tersinden, durumların kendileri de tartışmalı
olabilir: teşhis edilen şahıs asıl kişi değil onun bir ikizi olabilir,
tanık gerçek bir kişiyi değil aynadaki bir görüntüyü görmüş olabilir
ve buna benzer. Ancak “doğruyu söyle” talebinin, tıpkı dahiyane
bir sihirbazın yaratabileceği tüm yanılsamalara rağmen gerçek
şeylerden bahsetmenin bir anlamı olduğu gibi, yine de bir anlamı
olacaktır.
Örneğin şu anda oturduğum oda gerçek; fakat dün, düşümde, bir
serçeye binmiş bir fil gördüğüm oda gerçek değildi demenin bir
anlamı vardır. Kuşkusuz düş bir hiç demek değildir, düşü gören kişi
ve başkaları üzerinde önemli sonuçlar doğurabilir (kral-
lar düşlerine bakarak savaş ve barış, ölüm ve kalım kararlan ver-
mişlerdir). Fakat düşte görülen bir olayın gözlerimizi açtığımız dünya
üzerindeki etkileri gözlemsel bir olaydan farklıdır ve bazı kültürler bu
farkı birinci tip olayın “gerçek” olmadığını söyleyerek ifade ederler.
Bu tür aynmlar yapmanın altında yatan gerçeklik nosyonu basit bir
tanımla açıklanamaz. Gökkuşağı tamıtamma gerçek bir şey gibi
görünür. Onu görebilirsiniz, renklerini kağıda dökebilir, fotoğrafım
çekebilirsiniz. Ama altından geçemezsiniz. Bu onun masa gibi bir şey
olmadığım gösterir. Bulut gibi bir şey de değildir; bulut, gözlemcinin
hareketine paralel olarak konum değiştirmez. Ancak gökkuşağına, su
damlacıklanndan kınlan ve yansıyan ışınlann neden olduğunun
keşfedilmesiyle bulutlar/ gökkuşağı ayrımı yeniden gündeme gelir;
ayrım gökkuşağının söz konusu özgüllüklerini dikkate alan ve böylece
ona bulutların gerçeklik düzeyini en azından kısmen iade eden bir
açıklama eşliğinde yeni bir yapı kazanır. Gerçek/gerçek-olmayan gibi
büyük alt bölmeler dünyamızın karmaşıklığını kucaklayamayacak ba-
sitlikte ayrımlardır. Farklı tipte birçok olay vardır ve bir olaya
“gerçeklik” yüklemenin en iyi yolu ona mutlak bir “gerçeklik” değil
belli bir tip vermektir. Öyleyse bize gereken, tipler ve onların
ilişkileridir; “gerçeklik”i bütünüyle bir yana bırakabiliriz.
Sağduyu dünyasındaki görüşler (kabile sağduyusu; modem dillerde
ortak nosyonların kullanımı) tam da bu şekilde inşa edilmişlerdir.
Bünyelerinde ruhlar, düşler, savaşlar, fikirler, tannlar, gökkuşakları,
ağnlar, mineraller, gezegenler, hayvanlar, festivaller, kader, hastalık,
boşanma, gökyüzü, ölüm, korku, vs gibi şeyler bulunan, incelikli bir
şekilde eklemlenmiş çeşitli ontolojiler barındırırlar. Burada her
kendilik (entity) karmaşık ve karakteristik bir davranış sergiler; belli
bir modele uymakla birlikte durmaksızın yeni ve şaşırtıcı veçheler
ortaya koyan, dolayısıyla bir formüle sığdtrılamayacak bir davranıştır
bu; her kendilik o çeşitli ve zengin evreni oluşturan diğer kendilik ve
süreçleri etkiler ve onlar tarafından etkilenir. Böyle bir evrende sorun
neyin “gerçek”, neyin “gerçek” olmadığı değildir: hattâ bu tür sorular
sahici bir soru bile sayılmazlar. Ne oldu, hangi bağlamda oldu, olay
kimi nasıl yanılttı ya da yanıltmış olabilir, sorun budur.
Dostları ilə paylaş: |