Selçuk iletiŞİM



Yüklə 2,6 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə110/120
tarix15.10.2018
ölçüsü2,6 Mb.
#74209
1   ...   106   107   108   109   110   111   112   113   ...   120

Yabancılaşmış Karakterler ve Politik Eleştiri:… (220-235)
225
leri bu görüşü desteklemektedir. Bu özellikler
kapitalist işletmelerde dahi ekonominin şekil-
lendirdiği toplumsal alanın her aşaması için
geçerlidir. Weber’e göre görev, onu üstelenen
kişinin tek ya da en azından asıl işidir. Bu gö-
revde geçen çalışma süresine ve bu sürede
gösterilen sistemin genel ahlakı ile örtüşen
(sorumluluk ahlaki ya da rasyonel ahlak) başa-
rıya bağlı bir terfi sistemi vardır ki tüm bunlar
üstlerin yargısına bağlı gerçekleşir. Memurun,
yürütme araçlarına sahip olması ve görevi ile
ilgili herhangi bir kalıcı mülkiyet hakkı iddia
etmesi mümkün değildir. Görevin yapılışı katı
ve sistematik bir disipline tabidir ki burada
yukarıda da bahsedilen kişisel vicdanı içeren
bir ahlaki değerlendirmeye izin verilmemekte
(Weber 2006: 50), böyle bir girişim her kim
olursa olsun sistemin dışına itilerek cezalandı-
rılmaktadır.  Ancak işte tam da bu noktada,
bireyler, kendi zenginlikleri ve mutlulukları
adına üreten bir makine haline gelerek tüm
yetkelerini akılcılaştırılmış-bürokratik devlete
ya da kapitalist sistemin öngördüğü makine-
leşmiş bürokratik düzeneğe teslim etmekte ve
dolayısıyla kendilerinden vazgeçmektedir.
Marx, Weber’in nesnel bir gözlem yaparak
açıklamaya çalıştığı rasyonelleştirilmiş ve
insanı demir kafese gönüllü ya da değil hapse-
den bu toplum düzenini, profesyonelleşmiş
ilişkiler yumağını da dikkate alarak dönüştürü-
lebilir bir yabancılaştırma süreci ile tarif et-
mekte ve eleştirmektedir (Löwitt 1999: 131).
Sistemin vaatleri adına her türlü kişisel yetke-
sinden vazgeçerek ve tüm yetkelerini devrede-
rek sorumluluk ahlakı çerçevesinde eyleyen
birey, kendisine vaat edilenlerin gerçekleşme-
diğini ya da vaat edilenleri elde edemediğini
gördüğü an, kendisine, diğerlerine ve dünyaya
karşı yabancılaşabilmektedir. Başka bir deyişle,
davranışlarının gerekçelerini destekleyen tüm
bu dışsal motivelerin ortadan kalkması, doğal
olandan zaten kopmuş olan bireyi, taşlaşmış
sistem ve ilişkilerinden de koparabilmektedir.
Daha somut bir şekilde söylenecek olursa,
‘Madam Bovary’ (Gustove Flubert-1857),
özendiği burjuva yaşantısının içinde hiçbir
zaman yer edinemeyeceğini anladığı an, içine
düştüğü çıkmazdan intihar ederek kurtulmayı
seçmiştir. Şüphesiz bu roman, dönemin rol
modeli Napolyon gibi bir yükselişin sıradan bir
insan için çok da mümkün olmadığını gösteren
önemli bir örnektir. Ya da sorumluluk ahlakı
gereği sürekli ödüllendirileceğini düşünerek
eyleyen sıradan insan, eylemlerinin sonuçlarına
katlanacak ruhsal dayanıklılığa sahip midir,
sorusunu cevaplandırma girişimi olarak
Raskalnikov örneği yakından incelenmelidir.
‘Suç ve Ceza’(Fydor M. Dostoyevski-1866),
Napolyon gibi bir yükseliş mümkün müdür
yerine, bu yükselişte öldürmek de dahil insan
neleri göze alabilir sorusuna bir cevap bulma
girişimidir (Lukacs 2001: 214) ve bu girişim
aynı zamanda kendinden neredeyse bir asır
sonra gerçekleştirilecek soykırıma bir açıklama
niteliğindedir. Başka bir deyişle, sorumluluk
ahlakı çerçevesinde ve her biri kendi üstünden
gelen emri yerine getirdiğini düşünerek eyle-
yen memurların, milyonlarca insanı nasıl öl-
dürdüğünün bir açıklaması gibidir. İnsanı bü-
yük bir açmaz içine sokan ve yine insan eliyle
yaratılan bu sistem, kendi ahlakına bağlı dav-
ranmayan herkesi sistem dışına itebilmektedir.
Öyle ki bunu kendi temsili en küçük modern
örgütlenme biçimi olarak tarif edilebilecek;
ancak aslında geleneksel ilişkilerin dolayısıyla
duygusallığın hâkim olması gerektiği düşünü-
len aile içinde bile yapabilmektedir (4). Örne-
ğin Gregor Samsa da (Franz Kafka- Değişim-
1912) bürokratik çarkın bahsedilen memurla-
rından biridir. Kendini araçsallaştıran kapitalist
toplum düzeni ve çıkar ilişkileri içinde yaşadığı
açmazlar sonucu bir böceğe dönüşürken ya da
dönüştüğünü hissederken (yabancılaşırken),
artık işe yaramaz hale geldiği için ailesi tara-
fından ölüme terk edilmektedir. Sistem, kendi-
ne uyum sağlayabilen birbirinin yerini hemen
doldurabilen yenileri ile işlerliğini devam et-
tirmektedir. Kundela’ya göre, Gregor Sam-
sa’nın bir böcek olarak uyandığında bile tek
düşündüğü şey, bir memur olarak sadece bü-
rokratik düzenin ona öngördüğü görevini yeri-
ne getirmektir ve o, bunu yapamadığı için suç-
luluk hissetmektedir. Tüm diğer Kafka karak-
terleri de araçsallaşmış birer bürokratik me-
murdan başka bir şey değildir. Bu Weberyan
bürokratik dünya, inisiyatife, yaratıcılığa ve
hareket özgürlüğüne (kişisel vicdana) yer ver-
memekte; sadece emirlerin, kuralların ve itaatin
etkinliği ile mekanikleşmiş bir şekilde işlemek-
tedir. Bu dünya, büyük idari yapının küçük bir
parçasından başka bir şey olmayan memurların,
kendi parçası olduğu alan dışında etkinliğinin
olmadığı, kendi hedefleri yerine bütünün belir-
siz hedefi uğruna çalıştığı ve yaptıklarının
anlamına vakıf olmadığı (Kundela 2005: 127);


Selçuk İletişim, 5, 3, 2008
226
kısaca, insanın yabancılaştığı ve dolayısıyla
üreten bir makine haline geldiği bir dünyadır.
Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere, ‘birey’, 18.
yüzyıl siyasi ya da ekonomik söylemin aksine
özgür değildir. Weberyan bakış açısıyla değer-
lendirildiğinde ya ‘sorumluluk ahlakı’ (rasyo-
nel ahlak) ya da kişisel vicdanı; yani ‘mutlak
değerler ahlakı’ çerçevesinde eyleyecektir.
Birincisinde, terfi ve yükselme gibi vaatler
(zenginlik) söz konusu iken; ikincisinde, üretim
araçlarının sahipleri dahi sistem dışına atılarak
akıl dışı ilan edilebilmektedir ki bu da varolan
sisteme ‘tutunamama’ ile ilgili bir yabancılaş-
ma biçimidir. Ayrıca birinci tercih sonunda
elde edilmesi beklenen terfi ve yükselme, üstle-
rin ya da sistemin inisiyatifine bağlı olduğu
için gerçekleşmeyebilir ya da gerçekleşmemek-
tedir. Gerçekleşse bile insan, terfi edebilmek
adına insanlık onuruna yakışmayan bir yaşam
biçimi içine itilebilir ya da itilmektedir. Marx
bunu, yani araçsallaşmış ve dolayısıyla yaban-
cılaşmış insanların içine düştüğü bu durumu,
ekonomi ve ahlakın birbirinden ayrılması ya da
kopması olarak nitelendirmektedir. Sonuçta, bu
tür bir yabancılaşma; yani edilgenleşme ve
bürokratik kapitalist düzenin araçsal bir memu-
ru  haline  gelme,  bir  değerler  sapmasına  yol
açabilmektedir. İnsanlar için ekonominin ge-
reklilikleri ya da sistem adına üstlenilen sorum-
luluklar ve dolayısıyla kazanç ve iş
öncellenerek hayatın en önemli hedefi haline
getirilirken; derin bilgelikler, erdem ya da daha
geniş bir ifade ile insan onuruna yakışır zihin-
sel ya da emeğe bağlı üretkenlikler ve ahlaki
değerler geri plana itilmektedir (aktaran
Fromm 2004: 91). Dolayısıyla insan, doğal bir
varlık değil, bir otomat olarak emeğini kendi
yarattığı taşlaşmış bir mekaniğin emrine ver-
mekte; beklentilerini elde edebilmek adına da
yine sistemin çıkarına olan ilişkiler silsilesi
içinde eylemekte; ancak üretkenliğinin karşılı-
ğını hiçbir zaman elde edememektedir. Sadece
bir kısır döngü içinde üzerine düşen görevi
hiçbir vicdani kaygı duymadan yerine getir-
mektedir ve tek derdi, yaratılan sahte ihtiyaçla-
rın -ki bunların hepsi bir bağımlılık yapmakta-
dır- giderilmesidir. İşte bu tür bir yabancılaş-
ma, üretim ilişkilerindeki çıkışı olmayan bu
bağımlılık ilişkisinin meydana getirdiği eko-
nomik, toplumsal ve felsefi bir gerçekliğe işa-
ret etmektedir.
Ayrıntılı bir şekilde tanımlamak gerekirse
yabancılaşma, ilk olarak insanın emeğinin
karşılığında ürettiklerini dahi satın alamaz hale
gelmesidir.  Kapitalist toplumlarda, emeğin
ürettiği şeyler, insan iradesine ve insan istemi-
ne bağlı olmayan nesnelere dönüşmektedir.
Çünkü emeğin karşılığı elde edilen kazanç,
sermaye artırımı gereği olabildiğince düşürü-
lürken (kapitalizm başkasının artı değerinin
diğerlerince ele geçirilmesidir), ihtiyaçlar yine
tüketim endeksli sermaye artımı gereğince ki
bu da artı değer aşırımıdır, her geçen gün artı-
rılmakta ve insan bu ihtiyaçların bağımlısı
haline getirilmektedir. Bu, emeğin cisimleşme-
si ya da nesneleşmesidir ve bu nesneler adeta
insandan bağımsız birer güç haline gelmekte-
dir. Dolayısıyla Marx’a göre insan, kendi eme-
ğini doğal bir güç olarak algılamaktan vazgeç-
mektedir. Böyle bir durumda ise işine nefretle
gitmekte, kendini kötü hissetmekte, fiziksel ve
zihinsel enerjisini kaybetmekte ve adeta kötü-
rümleşmektedir. Yani, kendi emeğinin kendisi-
ne ait olmadığını hissetmektedir. İnsanın kendi
emeğinin ürünü, kendisinden üstün bir güç
haline gelirken, bu aynı zamanda dış dünya ile
girilen bir ilişki olduğu için yaşadığı dünya da
kendisine yabancı ve düşman gibi gelmektedir
(aktaran Fromm 2004: 83-84). İnsan isteklerine
cevap vermeyen dünyayı karşısında konum-
lanmış farklı bir nesne olarak görürken (Camus
2006: 31); bu insanın biyolojik bir tür olarak
kendi bedenine de yabancılaşmasına neden
olmaktadır. Çünkü kendi emeği yoluyla dönüş-
türdüğü ve aynı zamanda fiziksel açıdan üreye-
rek kendini içine bıraktığı dünya, artık karşı-
sındadır. İnsan, onları ele geçirmek ya da onla-
ra hükmetmek için uğraştıkça ürettikleri kendi-
ne hükmetmekte, dünyadan ya da ürettiklerin-
den uzaklaştıkça, kendi biyolojik varlığından
da uzaklaşmaktadır. Sonuç olarak kendi varlı-
ğını, onlara ulaşmak için kullanılması gereken
fiziksel bir araç olarak algılamaktadır. Biyolo-
jik varlığını araçsallaştıran insan Marx’a göre
pek tabi ki diğerlerini de birer otomat olarak
algılamakta ve kendi türüne de yabancılaşmak-
tadır (aktaran Fromm 2004: 86-90). Bu durum,
ihtiyaçlarını gidermek ve ürettiklerini ele ge-
çirmek için araçsallaşan insanın bencil bir
varlık olarak yaşamasına; dolayısıyla değerler
sapmasına yol açmaktadır (Fromm 2004: 90).
Son olarak, insan sadece kendi ürettiği nesneler
dünyasına değil, aynı zamanda yine kendi
ürettiği toplumsal ve siyasi sistemlere de ya-


Yüklə 2,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   106   107   108   109   110   111   112   113   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə