Slanders On Muslims In History


İngilizlerden Ayak Oyunları



Yüklə 1,95 Mb.
səhifə28/35
tarix06.05.2018
ölçüsü1,95 Mb.
#42528
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   35

İngilizlerden Ayak Oyunları

28 Aralık 1922'de Lozan Görüşmeleri'ni gerçekleştiren İsmet Paşa, Türkiye'ye bir telgraf çekti. Hissiyatına göre İngiltere, Musul'u kesinlikle terk etmeyi düşünmüyordu. Sadece Musul'un kuzeyinde bir hudut düzeltmesi yapabilecek, bu konu dostane biçimde tartışılacaktı.

Fakat kısa bir süre içinde İngiliz General Townshend, İsmet Paşa'ya şaşırtıcı bazı açıklamalarda bulundu. General'in ifadelerinde Musul konusundan vazgeçileceği ve yeni bir savaşa neden olunmayacağı, bir sene içinde İngiliz güçlerinin Musul'dan çıkacağı ve bunu müteakiben Arapların da Kral Faysal'a karşı ayaklanacağı ve Türklerin külfetsiz olarak Musul'a girecekleri konu edilmişti.359

Burada İngiliz derin devletinin bir kurnazlık peşinde olduğu son derece açıktı. Derin devlet elemanları, gergin ortamda gerçekleşen görüşmeler sırasında her türlü taktiği uygulamakta, Türk delegelerini şaşırtmak ve yanıltmak için tüm yolları denemekteydiler. Nitekim İsmet Paşa'nın bir başka telgrafı da, İngiltere'nin amacının Musul meselesini Lozan kapsamından çıkararak daha sonraya bırakmak ve iki devlet arasındaki bir mesele şekline dönüştürmek istediğini göstermişti.360

Yine de İsmet Paşa bu çelişkili durumu görünce temsilcilerin önerilerini inandırıcı bulmayıp ilk planda Fransız Hükümeti'nin desteğine başvurdu. Ancak Fransa, Musul sorununun Türklerle İngilizler arasında çözülmesi gerekliliğini vurguladı.

Bu sırada İngiltere Parlamentosu'nda bazı muhalif sesler de yükselmeye başlamıştı. Türklerin Musul konusunda ikna edilememesine her ne kadar Curzon tarafından İsmet Paşa'nın inatçılığı gerekçe olarak gösterilse de, mesele İngiliz Parlamentosu'nda Curzon'un başarısızlığı olarak nitelendirilmiş ve Curzon aleyhine bir kampanya başlatılmıştı. 8 Aralık 1922 tarihinde İngiltere'nin eski Başbakanı Bonar Law, Curzon'a gönderdiği mektupta bunu açıkça dile getirmekteydi:

Sana karşı burada büyük bir kampanya başlatıldı. Son olarak Gounaris'in sana 15 Şubat'ta yazmış olduğu mektup yayınlandı. Felaketle sonuçlanan Yunan hareketinin müsebbibinin Llyod George değil de senin olduğun iddiası, senin aleyhine bir silah olarak kullanılıyor. Bu mektuplardan kabinenin haberi olup olmadığına dair soru önergesi verildi. Ve ben evet dedim. Konu soruşturuldu ama herhangi bir sonuca ulaşılmadı. Sadece Foreign Office listesi değil, Horne ve Austen'in kendi haleflerine bıraktıkları listelerde senin adının geçmemesi bizim için çok önemli bir kanıttır. Dolayısıyla için rahat olsun bu meseleyle ilgili hiçbir şekilde seni suçlayamazlar.361

Görülebildiği gibi Curzon, İngiliz derin devleti tarafından ciddi şekilde baskı altında tutulmakta ve Musul meselesi konusunda taviz vermemesi istenmekteydi. İşte bu baskı neticesinde Curzon, İngiliz derin devletinin önemli bir kozu olan Musul'u Lozan'da vermemek için elinden geleni yapacaktır.

Musul konusunda Lord Curzon ile anlaşamayacağını anlayan İsmet Paşa, görüşmelerin kesilmesini tercih etmeyen İngiliz Başbakanı Bonar Low'a Türk ekonomi uzmanı Rüstem Bey ile eski ticaret ve demiryolları Bakanı Şeref Bey'i gönderdi, ancak bu durum Lord Curzon'u çok sinirlendirmişti. 11 Ocak 1923 tarihinde İngiliz diplomat Sir Eyre Crowe'a sert bir mektup göndererek, Türk temsilcileri ile yapılan bu görüşmeler son bulmazsa Musul konusundaki müzakerelerden çekileceğini bildirmişti.362

Daha sonra da Curzon, 17 Ocak 1923 tarihinde aynı sertlikte bir mektubu da, Kolonilerden Sorumlu Dışişleri Bakanı Walter Hulme Long'a gönderdi.363 Bu mektupta Curzon şöyle demekteydi:



Eski bir meslektaşınız ve arkadaşınız olarak size sorabilir miyim, nasıl oluyor da benim burada ilgilendiğim çok önemli bir takım meselelere burnunuzu sokuyorsunuz? Geçen gün sizin de tanıdığınız Rickett buradaydı. Benim arkamdan iş çevirerek ve İsmet Paşa'yı kandırarak Londra'ya üç temsilci göndermeye ikna etmiş ki, bu üç Türk'ün kimler olduğu konusunda bilgi sahibi olduğunuza eminim.364 Bu temsilciler, Londra'ya İngiliz işgalinde bulunan Musul'un Türklere teslim edilmesi karşılığında petrol tavizi verme teklifinde bulunmaya gelmişler. Bense Lozan'da buna son derece karşı olduğumu, Musul'u savunmak için her şeyi yapacağımı ortaya koydum ve izlediğim politikada ne bugün ne de gelecekte Türklerin o topraklarla ilgili herhangi bir hayale kapılmamaları hedefini güttüm. Rickett, Türkleri, sizin ve Bonar Law'ın üzerinde büyük etki sahibi olduğuna inandırmış ve Türkler Londra'ya gelirlerse bir şekilde Musul'u geri alacaklarını sanmışlar. Elbette bu olanların ne kadarından haberdar olduğunuzu bilemiyorum. Bildiğim tek şey kasıtlı olarak benim işimi zorlaştırmak ya da ülkenizin çıkarlarına zarar vermek istemeyeceğinizdir. Lütfen bu petrol macerasından uzak durunuz. Bu meselede sizin bilmediğiniz ama er ya da geç masum bir insanda leke bırakabilecek pek çok rezalet dönmektedir. Rickett kesinlikle güvenilmez bir adamdır. Bir taraftan Türklerle neler konuştuğunu diğer taraftan da Sir G. Armstrong ile görüştüğünü biliyorum.365

Lord Curzon'un kastettiği "pek çok rezalet", İngiliz derin devletinin kapalı kapılar ardında çevirdiği ayak oyunlarıydı.

Bu noktada başka önemli bir detay da, İngiliz Gizli Servisi'nin kanunsuz bir şekilde Türk telgraflarını ele geçirmesidir. İngilizler, İstanbul'a yerleştirdikleri özel yetiştirilmiş telsiz-telgraf sinyal çözme ekibi sayesinde Türk Hükümeti'nin Lozan'a çektiği telgrafları Türklerden önce yakalıyor, çözüyor ve Lozan'daki Türk heyetinin eline ulaşmadan önce Londra'ya ulaştırıyorlardı. Gereken emirler verildikten sonra Lozan'da müzakere masasına, Türklerin kozlarını bilerek oturuyorlardı. Lozan'daki İngiltere Başdelegesi Rumbold da bunu 18 Temmuz günü Foreign Office'teki arkadaşı Lancelot Oliphant'a keyifle açıklamıştı:

Gizli kaynaktan psikolojik anlarda elde ettiğimiz bilgiler bizim için değer biçilemez önemdeydi. Bu bilgiler sayesinde biz, briç oynarken rakibin elindeki kartları bilen bir kimsenin rahatlığı içindeydik.366

Lord Curzon ve yardımcısı Rumbold bu sayede Türklerin ne zaman esneklik gösterebileceklerini önceden biliyor, gelecekteki stratejilerini takip ediyor ve ona göre ısrarcı davranıyor ya da İsmet Paşa'ya baskı yapmanın faydası olmayacağı zamanları kestirebiliyorlardı. Bu dinlemeler elbette İngiliz derin devletinin Türk tarafına hangi konularda baskı yapabileceğini de ifşa etmiş oluyordu. İngiliz derin devleti, sinsi istihbarat politikasını, bir barış anlaşması masasında dahi uygulamaktan çekinmiyor ve Musul'u kazanma politikasını hile ile başarmaya çalışıyordu. Bu hırsın sebebi petrol ve ticaret yollarından daha öteydi. Musul, Türkiye üzerinde oynanacak oyunları içeren 100 yıl sürecek bir planın ilk adımıydı.



Milletler Cemiyeti = İngiltere

Musul üzerine yapılan görüşmeler, Lozan'ın en fazla vakit alan ve en hararetli geçen görüşmeleri olmuştur. İki taraf da konu hakkında taviz vermek istememiş, fakat İngiliz derin devletinin Musul meselesini çılgınca sahiplenmesi, kimi zaman ülkeleri tekrar savaş noktasına dahi getirmiştir. Lord Curzon, görüşmeyi çıkmaza sokma amaçlı manevralarda bulunmuş ve konunun Milletler Cemiyeti tarafından incelenerek karara varılmasını istemiştir. Türkiye o sırada Milletler Cemiyeti'ne üye dahi değildir ve buradaki ağırlığıyla İngiltere'nin istediği her türlü kararı çıkartabilecek bir lobiye sahip olduğunu bilmektedir.

Görüşmelerdeki çıkmazı aşmak amacıyla İsmet İnönü yeni bir çözüm yolu önerdi. Bölgede "plebisit", yani halk oylaması yapılarak Kürt halkının kendi iradesi öğrenilebilirdi. Sonucu gayet iyi bildiğinden bu öneriyi reddeden Lord Curzon'un gerekçesini tarihçi Sevtap Demirel şöyle anlatmıştır:

Lord Curzon diyor ki plebisit asla olamaz. Niye? Şimdi bu çok zahmetli bir iş. Eşekler bulacaksın, kağıtlar bulacaksın, eşeklere kağıtları yükleyeceksin, dağlara tırmandıracaksın, oradaki Kürtlere gideceksin, diyeceksin ki Türkiye'de mi kalmak istiyorsun? Irak'ta İngiliz mandası altında mı kalmak istiyorsun? "Bu Kürtler" şimdi bakın aynen belgedeki ifadeyi söylüyorum, "Bu Kürtler bu kağıtları yerler." Onun için sen bunu bırak, bu plebisiti filan unut diyor. Neden böyle yapıyor biliyor musunuz, bunun arkasındaki gerekçe ne? İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na ve dolayısıyla Lord Curzon'a çok düzenli bir şekilde o bölgeden istihbarat geliyor. Onlarca, yüzlerce istihbarat raporu okudum, bütün istihbarat raporları tek bir gerçeğin altını çiziyor: O günkü koşullarda Musul'da Kürtlere bir plebisit yapsa ve sorsa siz kime katılmak istiyorsunuz? Oradaki Kürtler yüzde 99 Türkiye'yi seçecekler. Bunlar İngiliz İstihbarat raporları, Biz Musul'u kaybedeceğiz diyor İngilizler, dolayısıyla hiçbir biçimde Türklerin burada halk oylaması yapmasına ve Kürtlere sormasına müsaade edemeyiz…367

Akademisyen tarihçi yazar İhsan Şerif Kaymaz ise, Curzon'un Kürtlere yönelik kendince aşağılayıcı bakış açısını şu sözlerle ifade etmiştir:



Curzon bunun Musul vilayetinin kiminle birleşeceği sorunu olmadığını, sınırın nereden geçeceğinin basit bir teknik konu olduğunu, bu yüzden de burada herhangi bir şekilde plebisit yapılmasının söz konusu olamayacağını, zaten burada plebisit yapılmasına nüfusun ve kültürün müsait olmadığını, bunların okuma yazma bilmeyen insanlar olup hayatları boyuna hiç seçim sandığı görmediklerini, hatta bir takım incitici, küçültücü ifadeler kullanarak söylüyor ve bunun birtakım karışıklıklara hatta kan dökülmesine neden olabileceğini söylüyor. O yüzden de bunun yerine Milletler Cemiyeti'ne başvurmak gerektiğini belirtiyor.368

Kürtlere yöneltilen bu çirkin yakıştırmalar, İngiliz derin devletinin Kürtlere yönelik bakış açısının o yıllarda da bugünkü gibi oldukça ürkütücü olduğunu belgelemektedir. Haddini bilmez bu sözlerden Kürt halkı elbette münezzehtir. Curzon'un burada sarf ettiği sözler, açıktır ki İngiliz derin devletinin bölge halkı üzerinde hiçbir etkisinin olamayacağını bilmesinden kaynaklanmaktadır. Muhtemel bir plebisiti önlemek için öne sürülen bu mantıksız ve seviyesiz izahlar, İngiliz derin devletinin, Musul Kürtlerini ve Araplarını, asla kazanamayacaklarını belgeler niteliktedir. İngiliz derin devleti, hileli siyaset ve şiddetle bölgeyi belki ele geçirmiştir; fakat bölge halkını hiçbir zaman kazanamamıştır.



Musul, İngiliz Mandasını Reddediyor

Musul halkı 700 yıldır Türklerin idaresinde olan, Arap'ıyla, Türk'üyle, Kürt'üyle Türk halkıdır. Onları Türk idaresinden ayırmak, bu insanları kendi anavatanlarından ayırmak demektir. Bunun gayet bilincinde olan İngiliz derin devleti, halkı "ikna" etmek için her zamanki sinsi politikasını uygulamıştır: Şiddet.

Ankara, Musul'da İngiltere'yi dengelemek için Amerikan Chester şirketine demiryolu yapımı ve maden arama konusunda geniş imtiyazlar veren bir antlaşma imzalamış, antlaşma TBMM'de de onaylanmış ve İngilizler buna çok öfkelenmişti. İngiliz derin devleti, Musul'da istediği hakimiyeti bir türlü kuramıyordu. Bunun üzerine bölgede, İngiliz mandasına ve İngilizlerin göreve getirdiği Irak Kralı Faysal'a karşı halkın gösterdiği tepki ve isyanlar, İngilizler tarafından şiddetle bastırıldı.369 İngiliz birlikleri, Türk taraftarı aşiretlere baskı yapıyor ve aşiret reislerini tutukluyordu. Özellikle Kerkük ve Süleymaniye'de halk, bu şiddet politikasına rağmen, İngiliz mandasını reddetmeyi sürdürmüştür.370

Musul'da İngiliz manda yönetimine karşı Kürtler yaygın bir ayaklanma başlattılar. İngiliz uçakları, Musul'daki Kürt isyanını vahşice bastırdı. İhsan Şerif Kaymaz, İngiliz belgelerine dayanarak yazdığı değerli kitabında bu katliamı şöyle anlatır:



Özetle, Churchill savunma bütçesinde tasarruf yapmak için kara kuvvetlerini azaltmış, Musul'da hava kuvvetlerini takviye etmiştir. İngilizler kara kuvveti olarak Irak ordusu ile Asuri milislerini kullanacaklardır. Amaç Musul'da Kürtlerin yapacağı en ufak bir hareketin bile en sert biçimde cezalandırılacağını göstermek, aşiretleri boyun eğmeye zorlamaktır. Yöntem amansız olduğu ölçüde başarılıydı. Öyle ki bir süre sonra, yaklaşan uçakların sesini duymaları bile aşiretleri "yola getirmeye" yetiyordu…

Kentler, kasabalar ve köyler aralıksız olarak havadan bombalanıyor, ardından Asuri milisleri kullanılarak yakılıp yıkılıyordu. Türklere destek oldukları varsayılan aşiretlerin hayvanları ve ekinleri yok ediliyordu. Köysancak, Raniye, Revanduz, Biraz, Kapra, Kale, Diza, Barzan, Derbet, Merga gibi kent ve kasabalar büyük ölçüde tahrip edildi… Barzan aşireti açlıktan ölümle teslim olmak arasında bırakıldı. Asıl vahşet teslim olunca başladı. Barzan kasabası ve köyleri Asuri milislerince tahrip edildi…371

4 Şubat 1923'te Lozan Görüşmeleri'ne ara verildi. Bundan sadece 2 gün önce Mustafa Kemal, İzmir'de yaptığı bir konuşmada "Musul'u ve Musul'un güneyindeki kıtayı bizim elimizden, ana yurdumuzdan zorla almak istiyorlar" ifadesini kullanmıştı.372

Musul'da uygulanan bu korkunç kıyım, İngiliz derin devletinin istediğinde, bir bölgeyi ele geçirebilmek için ne kadar canileşebileceğinin açık göstergesidir. Aslında bu strateji, Güney Afrika'da veya Hindistan'da uygulanan soykırım stratejilerinden farklı değildir. İngiliz derin devleti, kendince aşağı gördüğü ve değerli bir coğrafyada kullanabileceğini düşündüğü bir milleti, değerli Kürt milletini, çeşitli bahanelerle soykırıma uğratmıştır. Fakat söz konusu İngiliz derin devleti olduğundan, tarihin her aşamasında olduğu gibi, I. Dünya Savaşı'ndan sonra da bu hukuksuzluğa kimse dur diyememiş, kimse bu katliamlara "soykırım" adını verememiştir.

"Operation Kurdistan"

Tarihçi Sevtap Demirci, Kürt isyanının İngilizlerce vahşetle bastırılmasının, aynı zamanda Chester projesine ve plebisit isteğine bir tepki olduğu görüşündedir:



Arşivde, bilinmeyen, yazılıp çizilmeyen, benim de araştırma sırasında tesadüfen gördüğüm bir "O.K." ifadesi vardı. Nedir bu "O.K." diye baktım. "Okey" olamaz dedim çünkü dantel raporlar yazıyorlar, "okey" bile yazmış olsalar aralarına nokta konulmaz. Halbuki "O" nokta, "K" nokta. Çok küçücük bir yerde, günler aylar geçti, ama Dışişleri Bakanlığı belgelerinde değil, Sömürgeler Bakanlığı belgelerinde küçücük bir yerde yakaladım. Bu, "Operation Kurdistan"ın kısaltılmışı… İngiltere "Kürdistan Operasyonu"nu devreye sokmuştu. Nedir bu operasyon diyeceksiniz, hiçbir bilgi yok, belge yok, ama bu kadarcık bir ifade var.

Kürdistan Operasyonu kapsamında İngiltere, o bölgeyi çok yoğun bir hava bombardımanına tabi tuttu. Son derece gizli bir operasyon, hiç kimse bilmiyor. İngiliz Genelkurmayından bir kişi, Başbakanlıktan bir kişi… Hiç kimsenin haberi yok, Parlamentonun haberi yok, müttefiklerin haberi yok, hiç kimsenin haberi yok. Gece gündüz iki gün İngilizler Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi bombaladı. Lozan'da ikinci dönem görüşmeleri 23 Nisan 1923'te başlayacaktı. Operasyon 22 Nisan gece saat 12.00'de bitti. Ertesi sabah Lozan'da ikinci yarı görüşmeleri başladığında Türkiye'nin plebisit yapacak halkı kalmamıştı orada. Plebisit ihtimalini tamamen ortadan kaldırdı bu operasyon. Bana diyebilirsiniz ki kaç kişi öldü? Bilmiyorum, çok ciddi ölçüde sivil öldü. Yani İngiltere ne demek istedi? Siz ABD'ye böyle bir imtiyazı tanıyorsunuz, bu topraklarda kararları benim dahlim olmadan alamazsınız. Ve ikinci olarak da Türk yanlısı Kürt aşiretlerini, Türkiye'ye katılmak isteyen bölge halkını da bir şekilde enterne etmiş oldu ve ikinci yarı başladığında Türkiye'nin artık plebisit yapma imkanı ortadan kalkmıştı.373

İngiliz derin devleti, Musul üzerindeki hakimiyeti, ancak oradaki halkı tümüyle şehit ederek elde edebileceğini biliyordu. Bu yüzden, yüzyıllardır süregelen gelenek bozulmamış, İngiliz derin devleti, binlerce insanı, bir bölgenin yerel halkını vahşice katletmekten çekinmemişti. Burada söz konusu katliamların, petrol veya ticaret yollarından ziyade başka bir amaç için yapıldığı dikkat çekmektedir. "Kürdistan Operasyonu", İngiliz derin devletinin Musul ısrarının kalbindeki sebeptir; zaten bu yüzden, hiçbir resmi belgede yer almaksızın gizli kapaklı gerçekleştirilmiştir. İngiliz derin devleti, daha Lozan Görüşmeleri devam ederken, önceden planlanmış bir Kürdistan meselesini yeşertmeye başlamıştır. Bu meselenin kalbi, Türkiye'den koparılması şart olan Musul'dur. Kürtlerin İngiliz idaresine girmesi, yüz yıl sürecek suni bir Kürt meselesinin ilk adımı olacaktır. İngiliz derin devleti, Gladstone'un "Türkleri Orta Asya steplerine sürme" hayalinin, bu şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır. Bu hedef için bir halkı yok etmeyi bile umursamamaktadır.



Musul Konusunda Türkiye Geri Adım Atıyor

Bu noktaya kadar Musul konusunda kesin bir kararlılık gösteren Türk heyeti, artık yeni bir stratejiye geçmek mecburiyetindeydi. Çünkü İngiliz derin devleti, korkunç katliamlar gerçekleştirmekten çekinmiyor, Musul, Kerkük ve Süleymaniye'de "bizim halkımızı" göz göre göre katlediyordu. Burada tek çıkar yol, uzlaşma gibi gözüküyordu.

Türkiye'nin, Musul'da savaşı göze almayıp İngiltere'nin öngördüğü şartlarda uzlaşmaya razı olmasının önemli bir sebebi de, Irak'ta konuşlanmış İngiliz Hava Kuvvetleri'ne karşı Ankara'nın elinde hiçbir hava gücünün bulunmamasıdır. İngiltere, savaş sonrası tüm hava gücünü Irak'ta yerleştirme gibi bir strateji izlemiştir. Bu, Musul meselesinin İngiltere için hiçbir şekilde tavize açık bir mesele olmadığını da sergiler niteliktedir. Fakat Türk tarafının Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi art arda gelen 10 yıllık bir savaş sürecinden çıktığı burada unutulmamalıdır. Türkiye, o yıllarda, yıkılmış ve sömürülmüş Osmanlı'nın kalıntılarında varlık bulmaya çalışan, savaşlardan dolayı oldukça yorgun ve yoksul düşmüş bir devlettir. Kendini koruyacak hava gücü hiç olmadığı gibi, askeri gücü de oldukça kısıtlıdır.

Musul meselesinde atılan geri adımı değerlendirirken, Lozan Görüşmeleri sırasında İstanbul'un halen işgal altında tutulduğunu da unutmamak gerekmektedir. Bu şartlar altında Türk tarafının Lozan masasında baskı gücünün oldukça kısıtlandığı açıktır. Bu durum, Türk tarafını Musul meselesinde taviz vermeye zorlamıştır.

Mustafa Kemal, Lozan Görüşmeleri'nin kesintiye uğradığı zamana kadar tüm gücüyle Musul'un Türk toprağı olduğunu ve gerekirse askeri güç kullanarak böyle kalmasını sağlayacaklarını söylüyordu. Ancak daha sonra bu söyleminde önemli bir yön değişikliği olmuştur. Musul sorununun çözümü için Lozan'da ısrarcı olunmaması gerektiğini, çözümün ileriye bırakılabileceğini telaffuz etmeye başlamıştır. Mustafa Kemal'deki bu strateji değişikliğinin sebebini, 15 Mart 1923 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporunda buluyoruz. Raporda, 3–4 yıl içinde yalnız Musul değil, tüm Irak, Basra, Arabistan, Suriye ve belki de öteki İslam ülkelerinin Türk hegemonyasına girebilecekleri, bunun İSLAM BİRLİĞİ projesiyle yapılacağı ve bu projenin başarı ihtimalinin büyük olduğu ifade edilmiştir.374 Kuşkusuz ki İslam Birliği gerçekleşecek, tüm İslam ülkeleri bir araya gelecek, aradaki sınırlar kalkacak ve hatta bu birliğe Rusya, ABD, İsrail, Çin gibi diğer bütün dünya ülkeleri dahil olacaktır. Bu durum, Hz. Mehdi (as)'ın zuhuruyla gerçekleşecek ve bu, İngiliz derin devletinin sinsi entrikalarının, savaşların ve anlaşmazlıkların sona erdiği, tek bir damla dahi kanın akmadığı bir dönem olacaktır. Mustafa Kemal, kuşkusuz ki böyle bir dönemin mutlaka geleceğini bilmektedir. Bize ait olan topraklara er-geç tekrar kavuşacağımızın farkındadır. O gün gerçekleşmeyen bu hayalin, kısa bir zaman sonra Hz. Mehdi (as)'ın gelişiyle gerçekleşeceğinden emindir. İşte bu nedenle, mevcut durum nedeniyle şartları o zaman zorlamamış ve İslam Birliği hayalini kalbinde taşıyarak ümitvar olmuştur.

Lozan'da İmzalar Atılıyor

24 Temmuz'da imzalanan Lozan Antlaşması'nın 3. maddesinde "Türkiye ile Irak arasında sınır" düzenlendi. Musul'un adının geçmediği bu maddede, sınırın tespiti için Türkiye ve İngiltere'nin 9 ay süreyle görüşmeler yapacağı, çözüme ulaşamazlarsa, Musul meselesinin "Milletler Cemiyeti Meclisi'ne arz edileceği" hükmü vardır. Bununla birlikte Cemiyet'in hangi usulle, ne konuda karar vereceği maddede belirsizdir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, bu konunun Milletler Cemiyeti'ne gitmesi zaten İngiltere'nin lehine olacak bir durumdur. Türkiye, henüz üyesi olmadığı bir kurumda hak iddiasında bulunamayacaktır. O dönemde Milletler Cemiyeti'ni de kontrolü altına almış olan İngiliz derin devleti, tüm gücünü kullanarak Musul üzerinde haksız yere hak iddia edecektir.

Milletler Cemiyeti'ne gidildiğinde Türkiye, Cemiyet'ten "Musul halkının iradesinin" tespitini, İngiltere ise "Türk-Irak sınırının" tespitini isteyecektir. Madde metninde de Musul'un anılmayıp sadece "sınır"dan bahsedilmesi İngiltere'nin tezini güçlendirecektir.375

Lozan Sonrası Musul

Lozan sonrası Türk dış politikasına hakim olan gelişmeler, antlaşmanın askıda bıraktığı sorunlu konulardı. Bu anlamda 1923-1926 arası dış politikanın ilk gündem maddesini İngiltere ile Musul konusunda yaşanan anlaşmazlıklar oluşturmuştur.

İngiltere'nin başvurusu ile Musul sorunu Milletler Cemiyeti gündemine 6 Ağustos 1924'te taşındı. Milletler Cemiyeti, Musul meselesini, Lozan'ın imzalanmasından bir yıl sonra, 20 Eylül 1924'te görüşmeye başladı. Görüşmelerde Türk tarafı daha önceki görüşlerinde ısrar ederek Musul'da bir halk oylaması yapılmasını istediyse de İngiliz temsilciler bu talebi, daha önce Lozan'da da yaptığı gibi "bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı" gibi küstah bir gerekçeyle kabul etmedi.376 (Bölgedeki Kürt halkını tenzih ederiz.) Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir soruşturma komisyonu kurulmasını kararlaştırdı. Komisyon 28 Ekim 1924'te bir sınır tanımı yaparak "Brüksel Hattı" adıyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak sınırı tespit etti. Soruşturma Komisyonu hazırladığı raporu, 16 Temmuz I925'te Cemiyet Meclisi'ne sundu. Raporda yer alan temel görüşler ana hatlarıyla şöyleydi:

1- Brüksel Hattı'nın coğrafi sınır olarak tespit edilmesi,

2- Musul vilayetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan Kürtlerden meydana geldiği,

3- Kürtlerin, Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu,

4- 1928 yılında sona erecek olan Irak'taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması,

5- Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarının verilmesi kaydıyla Musul'un Irak yönetimine bırakılması,

6- Milletler Cemiyeti Meclisi'nin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sınır olarak kabul edilmesi,

7- Milletler Cemiyeti, Irak'taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtlere imtiyazlar tanımak suretiyle bölgenin Irak'a bırakılmasını uygun görmezse, o zaman Musul'un Türkiye'ye bırakılmasının uygun olacağı,

8- İngiltere'nin Hakkari üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.

Türkiye'nin bu rapora itiraz etmesi üzerine, Konsey, 19 Eylül 1925'te La Haye Adalet Divanı'ndan (Lahey Uluslararası Adalet Divanı) görüş istedi. Divan'ın verdiği karar, Milletler Cemiyeti Meclisi'nin işini kolaylaştırır nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye'nin karşı çıkmasına rağmen, 8 Aralık 1925'te Divan'ın kararını benimsediğini açıkladı. Hemen arkasından da 16 Aralık 1925'te Soruşturma Komisyonu Raporu'nu kabul ederek, Brüksel Hattı'nın güneyindeki toprakların Irak'a bırakılmasını kabul eden kararını aldı.



Bölgede İsyanlar, İngiliz Derin Devletinin Yönlendirmesiyle Başlatılmıştır

Nasturi Ayaklanması

Nasturilik ve Nasturiler üzerindeki misyonerlik faaliyetleri

Nasturilik Asya'nın çeşitli yerlerinde mensupları olan bir Hıristiyan mezhebidir. Türkiye'de 1915-24 yıllarına dek Nusaybin, Siirt ve Hakkari çevresinde önemli bir Nasturi nüfusu yaşamıştır.377 Bu nüfusun büyük çoğunluğu Hakkari'de yaşamış, burayı merkez olarak kabul etmiştir (Bugün Türkiye'de Nasturi bulunmamaktadır.)378

Nasturilerin Osmanlı topraklarındaki varlığının Batı'da öğrenilmesi ile yaşadıkları bölgeye bir misyoner akını başlamıştır. Osmanlı toprakları içinde böyle Hıristiyan bir azınlığın varlığı üzerinden pek çok ülke çıkar sağlamaya çalışmıştır. Ancak bunlar içinde en yoğun çaba gösteren ve dolayısıyla en etkili olan ülke İngiltere olmuştur.

İngiliz cemiyetlerinden "Royal Geographical Society" ve "Society for Promoting Christian Knowledge", bölgede misyonerlik faaliyeti yapmış olan başlıca kurumlardır. Burada şu hatırlatmayı yapalım: Daha önce de belirttiğimiz gibi, misyonerlik, kişinin kendi inandığı dini yayma ve tebliğ yapma amacıyla üstlendiği ulvi bir görevdir. Burada adı geçen misyonerler, söz konusu görevi yerine getirmek için değil, İngiliz derin devletinin kirli işlerini üstlenmek için misyoner kılığına girmiş ajanlardır. Nitekim bu kurumlar tarafından gönderilen sözde misyonerler, Türk toprakları üzerinde adeta bir istihbarat ajanı gibi çalışmışlardır. Bölgedeki sosyal yapıyı ve devlet otoritesini araştırmışlardır. Farklı etnik kökene sahip bu topluluğu devlete karşı ayaklandırmak için kullanabilecekleri yöntemlerin neler olduğunu tespit etmişlerdir.



Yüklə 1,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə