Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə20/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33

Odetta gülümsedi.

"Her şey tıpkı bir düş gibiydi, Eddie" dedi.

"Tuğla başına kazayla mı düştü, yoksa onu sana birisi mi fırlattı?"

"Kimse bir sonuca varamadı. Annemin bana on altı yaşıma girdiğimde anlattığına göre polis tuğlanın gelebileceğini düşündükleri yeri saptamış çünkü orada başka eksik ve gevşemiş tuğlalar daha varmış. Olayda dört katlı bir apartmanın dışarı çıkık penceresi sorumlu bulunmuş. Kuşkusuz, o binada özellikle geceleri kalan pek çok insan varmış."

Eddie, "Elbette öyledir" dedi.

"O sırada binadan ayrılan olmamış ve olay bir kaza gibi benimsenmiş. Annem de öyle düşündüğünü bana söylemişti ama onun yalan söylediğini biliyordum. Bu konuda babamın ne düşündüğünü söylemeye zahmet bile etmedi. Sanırım kaza anında ikisi de kendilerine bir bakıp arabasına almayan taksi sürücüsünü düşünüyor ve o sırada yanımdaki binada yukarı katta birisinin bizlere bakıp olayı görerek tuğlayı pis zencilere fırlattığını sanıyorlarmış."

Genç adam konuşmadı. Odetta biraz durup ekledi, "Senin ıstakoza benzer yaratıkların şimdi sudan çıkacaklar mı?"

"Hayır" diyen Eddie ekledi, "Karanlık çökmeden sudan çıkmazlar. Şu halde sen, hep koma haline benzer olan anlarının, başına yediğin o tuğladan geldiğini düşünüyorsun? Yalnızca bu kez bir golf sopası ya da başka bir şeyle kafana vurmuş olabilirler, değil mi?"

"Evet."


"Seni düşündüren başka ne var?"

Odetta'nın yüzü ve sesi yeterince sakindi. Oysa, kafasının içi yaşamında Oxford kentine kadar uzanan çirkin çilelerin hayalleriyle doluydu. O şarkı nasıldı: İki kişi ay ışığında öldürüldü Birisi bunu hemen araştırsa iyi olurdu. Belki de şarkının sözleri aynen böyle değildi. Sonuç olarak buna benzer bir şey olmalıydı.

Genç kadın, "Neredeyse çıldırabilirim" dedi.
7
Bunun üzerine Eddie'nin ilk aklına gelen, Eğer sen de çıldırabileceğini düşünüyorsan aklını kaçırmışsın, Odetta; şeklinde oldu.

Oysa kısa bir gözlem ve düşünme böyle bir şeyin olanaksızlığını kanıtlayacaktı.

Genç adam bunları yapmak yerine dizlerini karnına doğru çekerek kollarını göğsünde kavuşturup elleriyle tutarak kadının tekerlekli sandalyesinin yanında kumun üzerinde oturmuş durumda kaldı.

"Sen gerçekten bir eroin düşkünü müsün?"

"Öyleyim" diyen genç adam sözünü sürdürdü, "Bu olay alkolik olmaya ya da 'basing' yapmaya benziyor. Kolayca atlatılacak bir şey değil. Ben de hep atlatacaksın dediklerini duydum ve kafamda, 'Evet, evet. Tamam, tamam' dedim. Bilirsin. Şimdi anladığım bir şey var: Uyuşturucuyu şimdi de istiyorum ve sanırım bir parçam her zaman uyuşturucu isteyecek. Oysa, olayın üzerimdeki fiziksel etkisi geçti."

Odetta, 'Basing' yapmak nedir acaba?" diye sordu.

"Senin zamanında henüz bulunmamış olan bir uyuşturucu alma yöntemi. Kokainle yapılana benzer ama TNT'yi atom bombasına çeviren şey gibidir."

"Sen hiç 'basing' yaptın mı?"

"Tanrı'm, hayır! Benim amacım her zaman eroindi. Sana söylemiştim."

Odetta, "Sen uyuşturucu düşkününe hiç de benzemiyorsun" dedi.

Gerçekten Eddie oldukça yakışıklı ve derlitopluydu... Kuşkusuz bedeninden ve giysilerinden çevreye yayılan ağırlaşmış koku bir yana bırakılırsa... (Genç adam burada bir parça yıkanabilirdi ve bunu yapıyordu. Giysilerini de yıkayabilirdi, bunu da yapıyordu. Ancak, sabun olmadığı için bunlar gerçek yıkanma ya da yıkama sayılmazlardı.) Roland yaşamına girdiğinde Eddie'nin saçı kısaydı. (Gümrükten kolayca geçebilecek için en iyi şekil buydu. Oysa olay, amma sonuca varmıştı.) Ve şimdi de Eddie'nin saçları saygın bir uzunluktaydı. Genç adam her sabah Roland'ın keskin bıçağının ağzını kullanarak traş oluyordu. Başlangıçta bunu yaparken çekinmiş ama giderek kendine güveni artmıştı. Henry Vietnam'a gitmeden önce ve oradayken, Eddie çok genç olduğundan ağabeyi gibi pek az traş olurdu. Oysa Henry askerlikte çok değişmişti. Askerlikten önce anneleri üç dört günde bir ağabeyine, "Yüzündeki uzamış sakalı bir traş etsen ne iyi olurdu" derdi. Geriye döndüğünde Henry bu konularda manyaklaşmıştı. (Günde iki kez; sabah akşam traş oluyor, yüzüne pudralar ve traş sonrası kolonyaları sürüyor, her gün üç, dört kez dişlerini fırçalıyor ve giysilerini her zaman askılara asıyordu.) Sonunda bu konuda kardeşi Eddie'yi de fanatikleştirmiş; o da kendisi gibi sık sık traş olmaya başlamıştı. Henry'nin öğrettiği pek çok şey gibi (kendi kendini iğneyle doyurma olayını da içermek üzere) bunlar da iliklerine kadar işlemişti sanki....

Genç adam "Aşırı traşlıyım galiba?" diyerek yanıtladı.

Kadın kısaca, "Çok da beyazsın" dedi ve sonra denize doğru dönüp sabit bakışlarla bakarak sessiz kaldı Eddie de konuşmadı. Bu eğer bir geri gelişse iyiydi. Ama, Eddie olayın ne olduğunu bilemiyordu.

Sonunda Odetta, "Üzgünüm, bağışla!" diyerek özür diledi, "Bu pek acımasız, haksız ve benim konuşmalarıma hiç benzemeyen bir söyleyiş şekli oldu."

"Bana göre hava hoş!"

"Öyle olmamalı. Sözün, beyaz tenli birinin kara olanı zenci demesi gibi bir şey oldu. Ancak senin hiçbir zaman et açık renkli tenli bir kişiye göre esmer ya da zenci sayılmayacağını söylemek istemiştim."

"Kendini çok dürüst düşünen biri gibi görmekten hoşlanıyorsun."

"Kendimizde görmek istediklerimizle gerçekten ne olduğumuz pek seyrek olarak birbiriyle çakışır. Ama, evet. Ben kendimi dürüst düşünen biri olarak görmekten hoşlanırım. Bu yüzden özürlerimi kabul et, Eddie."

"Olur. Bir tek koşulla ederim."

"Neymiş o?" diyen kadın şimdi hafifçe gülümsüyordu. Bu iyiydi. Genç adam, onu gülümsetebildiği için sevinmişti.

"Bana dürüstçe bir şans tanı. Koşulum bu."

"Neye dürüstçe şans tanıyayım?" diyen kadın biraz eğlenirmiş gibiydi. Eddie bir şeyler düşünüp başkasının sesiyle konuşmuş ve bir başkasından güç almış olabilirdi. Ama, kadın için farklıydı. Odetta'ya göre her şey yolundaydı.

"Her zaman bir üçüncü seçenek vardır. Gerçekte olan da bu. Demek istiyorum ki.." diyen Eddie duralayıp boğazım temizledi." Felsefe pisliğinde ya da sen bilirsin metomorfoz olayında veya ona ne ad verirsen ver, o konuda ben pek iyi değilim."

"Metafiziği mi kast ediyorsun?"

"Olabilir. Bilmiyorum. Sanırım öyledir. Ama sen, çevrendekilerle ilgili olarak duyularının söylediklerine inanmadan yaşamım sürdüremezsin. Ya bu olanlar düş olarak çıkmazsa?.."

"Ben bir düş olduğunu söylemedim ki..."

"Her ne dediysen, sonunda iş oraya geliyor, öyle değil mi? Sahte bir gerçeklik."

Eğer kadının sesinde biraz önce hafif bir alçakgönüllülük varsa o da şimdi gitmişti. "Felsefe ve metafizik senin torbandaki uyuşturucu değiller, Eddie. Ancak, sanırım sen okulda pek iyi bir tartışmacı idin?"

"Okuldayken kesinlikle münazaralara ve tartışmalara katılmazdım. Onlar, ibneler (!), kulamparalar (!) ile çirkin kızlar için Satranç klüpleri gibi... Pekiyi sen bana torbandaki uyuşturucu demekle neyi kastediyorsun? Buradaki torba nedir?"

"Senin hoşlandığın şey demek istemiştim. Sen de ibneler (!) kulamparalar (!) diyerek ne anlatmak istiyorsun? Pasif ya da aktif homolar kimlerdir?"

Genç adam bir süre Odetta'ya bakmadı. Sonra omuzlarını silkerek konuştu, "Pasif homoseksüeller... Neyse boş ver! Böyle konuşursak bütün gün argo sözler kullanmış oluruz. Bu da bizi bir yerlere ulaştırmaz. Benim sana söylemeye çalıştığım, bütün bunlar düş iseler, onlar seninki değil benim düşlerimdir. Sen, benim hayal gücümün bir uydurması olabilirsin."

Kadının gülümseyişi hafifledi, "Sana... Hiç kimse sana vurmadı ki" dedi.

"Kimse sana da vurmadı."

Şimdi Odetta'nın gülümseyişi tümüyle solmuştu. Belirgin bir kesinlikle "Anımsayabildiğim kadarıyla kimse..." dedi.

"Ben de öyle" diyen Eddie ekledi, "Bana Oxford kentinde o adamların pek sert olduğunu söyledin. İyi. Tanrı'nın cezası gümrük görevlileri de aradıkları uyuşturucuyu sende bulamazlarsa pek keyifli kişi olmuyorlar. Onlardan biri silahının kabzasıyla kafama vurabilirdi. Ve şu anda Bellevue hastahanesinde yatıyor, o herifler raporunu yazar ve beni sorgularken ben de seninle Roland'ı düşlüyor olabilirdim. Ben de bir zamanlar pek sertken zorla onlara boyun eğebilirdim."

"Bunlar aynı şey değil."

"Neden? Sen toplumsal yönden etkin olan ve bacakları kesik kara tenli bir bayan, ben de Co-Op toplumundan bir uyuşturucu düşkünü olduğum için mi?" diye soran genç adam hoş bir espri yapmış olmayı umut ediyordu. Oysa kadın ona öfkelenmeye başlamıştı.

"Bana kara tenli demeyi bırakmanı isterdim!" dedi.

Eddie içini çektikten sonra konuştu, "Ama, buna alışmam epey zaman alacak."

"Sen de her şeye karşın, gene de tartışma kulübünde yer almalıydın."

"Siktir et (!) o saçmalıkları!" diyen genç adam Odetta bakışlarını kendisine çevirince bir kez daha o gözlerin daha iri ve farklı renkte olduklarını sezinledi. Birbirlerine şimdi farklı adalardan bakıyor gibiydiler. Neyse, boş ver! diye düşünen Eddie'nin son söylediği sözler kadının dikkatini çekmişti. Odetta'ya, "Seninle tartışmayı istemem. Senin dalmış olduğu bir uykudan gerçekle uyanmanı isterim, hepsi o kadar," dedi.

"Bu durum sürdüğü sırada hiç değilse senin ileri sürdüğün üçüncü seçeneğe göre hareket edebilirim... Bir şey daha var. Bu da senin başına gelenlerle benim başıma gelenin arasındaki temel farkı oluşturuyor. Bu fark da öyle temelden ve öyle büyük ki...Sen farkı göremezsin."

"Şu halde o farkı bana göster."

"Senin bilincinde süreksizlik bulunmuyor. Oysa benimkinde büyük bir kesinti var."

"Anlamıyorum."

"Demek istiyorum ki, sen yaptıklarının hesabını her zaman verebilirsin" diyen Odetta sözlerini şöyle sürdürdü, "Senin öykün bir noktada, o uçakta başladı. Orada...Roland'ın baskınına uğradın."

Kadın belirgin bir hoşnutsuzlukla başını yana eğip çevredeki tepelerin eteklerine baktı.

"Uyuşturucu maddelerin saklanması, gümrük görevlilerinin seni tutuklamaları ve gerisi... inanılmaz bir öykü. Ancak öykünde eksik halkalar bulunmuyor...

"Bana gelince, Oxford kentinden geri gelmiştim. Şoförüm Andrew ile buluştum ve o beni oturduğum eve götürdü. Evde banyo yaptım ve uyumak istedim. Başım çok fena ağrıyordu. Böyle kötü baş ağrılarım için en iyi ilaç uykudur. Ama gece yarısına doğru uyumadan önce haberleri izlemek istedim. Arkadaşlarımdan kimi serbest bırakılmıştı ama çoğu şimdi de tutukluydu. Onların sonu ne olacaktı? Bunu öğrenmek istiyordum...

"Kurulandım ve sabahlığımı giyerek oturma odasına geçip televizyonu açtım. Spiker, Sovyetler Birliği lideri Kruschev'in Vietnam'daki Amerikan danışmanlarıyla yaptığı konuşmayı veriyordu.

Spiker, "Bu konuda görüntülü haberimizi sunuyoruz..." dedi ve ansızın gözden kayboldu. Aynı anda ben bu deniz kıyısına doğru tekerlekli sandalyemle kayıp geliyordum. Sen de şimdi gözden kaybolan bir tür büyülü kapının girişinde beni gördüğünü söyledin. Ben, biraz önce Macy adlı büyük mağazadaymışım ve bir şeyler çalıyormuşum. Bütün bunlar pek akıl almaz şeyler. İnanılır şeyler olsa bile, takılardan daha iyi çalınacak şeyler bulabilirdim. Ben hiçbir zaman takı kullanmam ki."

Eddie incelikle, "Ellerine baksan iyi olur, Odetta" dedi.

Kadın uzun uzun sol elindeki pembe renkli, elmas taklidi pek iri ve kaba camdan yapılmış "pırlanta" yüzüğe ve sağ elinin üçüncü parmağında bulunan ve taklit takıdan başka bir şey olmayan çok büyük ve kaba bir panzehirtaşını taşıyan yüzüğe baktı.

İnanmış bir sesle, "Bu olaylardan hiçbiri gerçek olamaz" dedi.

"Bozuk bir plak gibi konuşuyorsun, Odetta" diyen Eddie ilk kez gerçekten kızmış gibiydi. "Ne zaman birisi çıkıp da senin öykünde bir delik açsa, geriye çekilip, 'Bunlar gerçek olamaz' pisliğine sığınıyorsun. Aklının başına gelmesi gerekiyor, 'Detta."

Kadın tiz bir sesle haykırdı, "Beni öyle çağırma! O addan nefret ediyorum!"

"Üzgünüm. Tanrı'm! Bilmiyordum."

"O anda geceden gündüze, soyunmuş olmaktan giyinmişliğe ve oturma odamdan terkedilmiş plaja geçmiştim. Ve bütün bunlar o koca göbekli zenci polis elindeki sopayla kafama vurduğunda gerçekleşti. Hepsi o kadar!"

"Ama, senin belleğin Oxford kentinde kesilmiyor" derken Eddie pek yumuşak bir sesle konuşmuştu.

"Ne? Nee?" diyen kadın bir kez daha kendinden emin değil gibiydi. Ya da belki gerçeği görüyor ama görmeyi istemiyordu. Yüzüklerde olduğu gibi...

"Eğer sana Oxford'da vurdularsa neden belleğin orada durmadı?"

"Böyle şeylerde her zaman mantıklı yön bulunamaz" diyen Odetta yeniden şakaklarını oğuşturmaya başlamıştı. "Ve şimdi her şey senin için aynı, Eddie. Hiç bir şey fark etmiyor. Bense konuşmamızı burada kesmeyi istiyorum. Baş ağrılarım geriye geldiler. Hem de çok kötü şekilde" dedi.

"Senin mantıklı ya da mantıksız neye inanmak istediğini bilemiyorum. Ben seni Macy'de gördüm, Odetta. Orada durmuş bir şeyler çalıyordun. Böyle şeyler yapmadığını üstelik takı da kullanmadığını söylüyorsun. Bu sözleri benimle konuşurken birkaç kez ellerine baktığın halde bile söyledin. O şeyler şu anda elindeler. Ama ben senin dikkatini onlar üzerine çekene ve onları sana gösterene değin, sen onları görmemiştin."

"Artık konuşmak istemiyorum!" diyen kadın yüksek sesle konuşarak ekledi, "Başım çok ağrıyor!"

"Tamam. Ancak, sen zamanın izini nerede yitirdiğini biliyorsun. Oxford kentinde, öyle mi?"

Kadın pek durgun bir sesle, "Beni rahat bırak!" dedi.

Eddie uzaktan Silahşor’un biri göğsüne bağlanmış diğeri de omuzuna asılı iki dolu su tulumuyla yaklaştığını gördü. Roland pek yorulmuş gibi görünüyordu.

Kadına doğru dönen Eddie şöyle konuştu, "Sana yardım edebilmeyi çok isterdim. Ama bunun için önce sana göre ben de gerçek olmalıyım."

Genç adam bir dakika daha Odetta'nın yanında durdu. Ama kadın ona bakmıyor, ilgilenmiyordu. Başını öne eğmiş kararlı bir biçimde şakaklarını oğuşturmaktaydı.

Eddie ayağa kalkıp Roland'a doğru yürüdü.


8
Su tulumlarını Roland'dan alıp, "Yorulmuşa benziyorsun" dedi.

"Evet, yoruldum. Yeniden hastalanıyorum galiba?"

Eddie, Silahşor’un kızarmış yanaklarına, terlemiş alnına ve çatlamış dudaklarına bakıp başını öne eğerek konuştu, "Bunun olmasını beklemiyordum ama pek fazla da şaşırmadım, adamım. Hastalığı tam olarak atlatmamıştın. Balazar denilen o uğursuz herifte yeterli Keflex bulunmuyordu."

"Senin dediklerini anlayamıyorum."

"Penisilin türü ilacı yeterince uzun süre almazsan bedenindeki enfeksiyonu yok edemez, onu yalnızca yeraltına gömersin. Birkaç gün geçince mikrop gene ortaya çıkar. Şu halde daha çok ilaca gereksiniyoruz. Ama hiç değilse şu anda geçecek bir Kapı var. Bu arada sen iyice dinlenmelisin."

Eddie bir yandan Odetta'nın kesik bacaklarını düşünerek su bulmak üzere daha çok yollan aşacaklarını düşünüyordu. Roland da yeniden hastalanmak üzere kötü zamanı seçmişti...

"Sana Odetta hakkında bir şeyler söylemek istiyorum" dedi.

"Kadının adı Odetta mı?"

"Evet."

Silahşor, "Pek de güzel bir adı varmış" diye konuştu.



"Ben de öyle düşündüm. Oysa, güzel olmayan kadının burası hakkında duyumsadıkları. Kadın kendisinin burada bulunmadığını düşünüyor."

"Biliyorum. Benden de fazla hoşlanmıyor, değil mi?"

Eddie, Evet diye düşündü. Ama bu, onun duyumsattığı ve kimlerinin gulyabanisi olarak seni düşünmekten alıkoymuyor Genç adamın düşündüklerini söyleyemedi. Yalnızca başını öne eğerek Roland'ı onayladı.

"Nedenleri hemen hemen aynı" diyen Silahşor ekledi, "Kapı'dan geçirip buraya getirdiğim kadın o değil. Hiç değil."

Eddie, Silahşor’a dik dik baktı ve ansızın heyecanlanarak başını öne eğdi. Aynada gördüğü kadının yüzünün yansımasını... daha sonra köpek gibi hırlayan suratı anımsadı. Roland haklıydı. Tanrı'm, elbette ki haklıydı! O kadın, Odetta olamazdı.

Sonra, kadının pençeye benzer elleriyle önüne gelen şeyi tırmalamaya çalışışını ve el çantasına taklit takılan dolduruşunu, bu arada sanki mağaza görevlileri tarafından yakalanmak istermiş gibi davranışını düşündü.

Taklit takılar şimdi de kadının parmaklarındaydı.

Onlar aynı yüzüklerdi.

Ancak bu ellerin aynı eller olması gerekmiyordu diye yabanılca düşündü. Oysa, böyle düşünmesi yalnızca birkaç saniye sürdü. Odetta'nın ellerini dikkatle incelemişti. Onlar aynı ince parmaklı, duyarlı ellerdi.

"Evet. Bu aynı kadın değil" diyen Silahşor mavi gözleriyle dikkatle bakarak Eddie'yi inceledi.

"Elleri.."

"Dinle" diyerek genç adamın sözlerini kesen Roland konuşmasını söyle sürdürdü. "Ve beni dikkatle dinle. Yaşamlarımız buna bağlı. Özellikle benim yaşamım... Çünkü yeniden hastalanıyorum ve sen de kadına aşık oluyorsun."

Eddie bir şey demedi.

"O, aynı bedende yaşayan iki kadın. Ben aklına girdiğimde birinci kadındı, buraya geldiğimizde ikinci kadın oldu."

Ve şimdi Eddie bir şey diyemiyordu.

"Bir şey daha, tuhaf bir şey daha vardı. Ancak ben anlayamadım ya da anladım ve o an aklımdan kayıp gitti. Bu da önemliymiş gibi görünüyor."

Roland, Eddie'yi atlayıp deniz kıyısına, orada tek başına tekerlekli sandalyesinde oturan kadına baktı. Sonra bakışlarım genç adama çevirdi.

"Bu olayın pek küçük bir bölümünü ya da böyle bir şeyin nasıl olabileceğini güçlükle anlayabiliyorum. Ancak, gene de sen nöbet tutmalısın; bunu anlıyorsun, değil mi?"

"Evet" diyen Eddie yalnızca akciğerleriyle havada esen pek hafif yeli duyumsar gibi oldu. Genç adam hiç değilse koyu bir sinema meraklısı anlayışıyla Roland'ın söylediklerini sezinleyebiliyor ama anladığım belirtme yürekliliğini kendisinde henüz bulamıyordu. Roland bir tekme atmış da tüm soluğunu söküp ciğerlerinden kovmuş gibi duyumsadı kendisini...

"İyi. Senin dünyanda kafasına girdiğim kadın ve yeniden hastalanmakta olan benim için, geceleyin denizden çıkacak yaratıklara karşı nöbet tutmak üzere bu gece hiç uyumamalısın."

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DETTA ÖTEKİ TARAFTA
1
Silahşor, Sen nöbet tutmalısın demiş ve Eddie bunu kabul etmişti. Oysa Roland anlattıklarını genç adamın tam olarak anlayamadığını, Eddie'nin aklının gerisiyle kurtuluşları için neyin gerekli olduğunu içeren mesajları alamadığını biliyordu.

Roland durumu görmüştü.

Onun bunu görmüş olması Eddie için de iyiydi..

Gece yarısı, Detta'nın gözleri iri iri açıldılar. Kadının bakışları yıldızların ışığı ve belirgin bir bilgi birikimiyle doluydu.

Kadın her şeyi anımsıyordu: Onlarla savaşımını, onların kendisini sandalyeye bağlayışını, kendisine Cadı Zenci, Cadı Zenci diyerek sataşmalarını hep anımsıyordu.

Dalgaların arasından canavar yaratıkların çıkışını ve adamlardan birinin (yaşlı olanının) bu yaratığı tabancasıyla öldürüşünü anımsıyordu. Genç olanı ateş yakmış, denizden çıkan hayvanın etini pişirmiş ve dumanları üstünde eti sırıtarak kendisine ikram etmişti. Kendisi adamın yüzüne tükürmüş ve adamın suratı, kızgın bir beyaz adam görünüşüne girmişti. Genç adam bir tokat atıp, Pekiyi. Tamam. Sonunda sen bana geleceksin, Cadı Zenci. Görelim bakalım o zaman ne olacak? demişti. Sonra onunla Gerçek Kötü Adam gülmüşler, korkunç yaratığı biftekler şeklinde parçalayıp ateşte ağır ağır pişirmiş, gerçek Kötü Adam'ın kendisini getirdiği tuhaf yerde, kumların üzerine kurulup afiyetle yemişlerdi.

Ateşin üzerinde yavaş yavaş pişen etin kokusu kışkırtıcıydı ama kadın imrendiğini hiç belli etmemişti. Adamlardan genci elindeki pişmiş et parçasını kadını yüzüne doğru yaklaştırıp sallamış ve şarkı söyler gibi mırıldanmıştı: Onu ısır, Cadı Zenci. Haydi onu ısır! Kadın orada kendi içine gömülüp bir heykel gibi hareketsiz kalmayı yeğlemişti.

Sonra, kadın uykuya dalmıştı. Şimdi uyanıktı. Adamlar onu tekerlekli sandalyeye bağladıkları ipleri çözmüşlerdi. Şu anda sandalyede oturmuyor, gelgit hattının uzağında, altında ve üstünde birer battaniye konulmuş durumda yerde yatıyordu. Epey uzağında gelgit hattı çevresinde korkunç canavar yaratıklar soru sorarak dolanıyorlardı.

Kadın sol tarafına baktı ve kimseyi göremedi.

Sağına döndü ve battaniyelerine sarınmış iki insanı farketti. Genç olanı yakınındaydı. Yaşlı ve Gerçek Kötü olan Adam ise, belindeki tabancalıkları taşıyan kemerini çıkarmış, kadından daha uzak bir yere uzanmıştı.

Silahlar şimdi de tabancalıktaydı.

Detta, Büyük hata işledin, Mafia üyesi diye düşündü. Ve sağına dönüp yuvarlandı. Bedeninin dönüşüyle çakıltaşı ve kumlar üzerinde çıkardığı ses rüzgâr, dalgalar ve uzakta soru soran yaratıkların çıkardığı gürültüler arasında kayboluyordu. Kadın da canavar yaratıklar gibi kumun üzerinde sürünürken gözleri parlamaktaydı..

Silahşor’un kemerine kadar varıp tabancalıktaki silahlardan pirini çekti.

Tabanca ağır, kabzası ele pek uygun ve kadının elinde bağımsız bir ölüm aracı gibiydi. Silahın ağır oluşu kadını rahatsız etmiyordu. Çünkü Detta Walker'ın kolları güçlüydü.

Kadın yerde biraz daha süründü.

Adamlardan genç olanı şimdi horuldayan bir kaya parçası gibi hareketsizdi. Ama, Gerçek Kötü Adam uykusunda kımıldandı. Ve Detta yüzüne dövme yapıyorlarmış gibi adam hareketsizleşinceye değin olduğu yerde dondu, kaldı.

O adam, sinsi bir orospu çocuğu (!). Sen, onu kontrol et, Detta. Onu kontrol et ve uyuduğundan emin ol diye düşündü.

Silahın yıpranmış fişek yatağının gevşek durumda olduğunu gördü. Orayı tutup ileriye doğru itmeye çalıştı, başaramadı. Geriye çekti ve fişek yatağı Çat sesi çıkararak açıldı.

Tabanca doluydu! Lanet olası ölüm aracı doluydu. Önce şu genç horozun işini bitireceksin. O anda. Gerçekten Kötü Adam uyanacak. Ona öyle soğuk sırıtarak gülümseyeceksin ki, nerede olduğunu anlayacak. Sonra, onun ölüm fermanını da okuyacaksın, diye düşündü.

Fişek yatağını zorlayıp yerine oturttu.

Horozu çekmeye başladı... ve bekledi.

Rüzgâr bir an hızlanıp gürültüyle esince horozu çekip silahı ateşe hazır duruma getirdi.

Daha sonra kararlı tavırla Roland'ın tabancasını Eddie'nin şakağına doğru çevirdi.
2
Silahşor kadının bütün bu yaptıklarını yarı açık gözlerle izliyordu. Hastalığının ateşi yeniden başlamıştı. Ama, ateşi henüz kendinden emin olmasını önleyecek kadar kötü değildi.... bu yüzden parmağı bedeninin tetiğinde olmak üzere (Roland'ın bedeni elinde silah olmasa bile patlamaya hazır bir tabanca gibiydi) bekledi.

Kadın tetiği çekti

Boş bir klik sesi çıktı.

Elbette bu ses çıkacaktı.

Silahşor ve Eddie dolu su tulumlarıyla birlikte yanına vardıklarında Odetta Holmes tekerlekli sandalyesinde bir tarafa kaykılmış durumda derin bir uykuya dalmış bulunuyordu. İki adam ellerindeki olanaklarla kumun üzerinde onun için iyi bir yatak hazırlayıp kadını sarsmadan sandalyesinden alarak yatağa taşımışlardı. Eddie, kadın uyanır diyor ama Roland daha iyisini biliyordu.

Detta için sabah yemesini sağlamak üzere pişmiş ıstakoz etinden bir parçayı kenara ayırıp konuşmaya başlamışlardı. Eddie kadına ilişkin bir şey söylemiş ve bu bilgi Roland üzerinde bir şimşek gibi çakmıştı sanki. Silahşor’un her şeyi anlamasına bu kadarı yeterli olmuştu.

O anda sezinlediklerini genç adama söyleyebilirdi ama söylemedi. Şimdi kendisinin, Eddie'nin Cort'u olması gerektiğini anlıyordu: Cort'un öğrencilerinden biri beklenmeyen bir ateşle yaralanıp kanlar akıtmaya başlayınca Cort'un tepkisi her zaman aynı olurdu: Bir çocuk çivi çakarken çekicin ne olduğunu parmağı ezilene değin anlayamaz. Ayağa kalk ve sızlanmayı bırak, sürfe! Sen, babanın yüzünü unutuyorsun!

Demek ki, kendisi ona nöbet tutmasını söylediği halde Eddie uykuya dalmıştı. Roland arada kendisinin de uykuya dalmış olduğundan emindi. (Oysa, kadın sinsi bir varlık diyerek uzun süre uyanık beklemişti.)

Daha önce tabancaları boşaltmış, içlerine kullanılmış fişekleri doldurmuş ve sonra kemerdeki tabancalıklara silahları yerleştirip hepsini birden Eddie'nin yanına koymuştu.

Daha sonra beklemişti.

Bir saat, iki saat, üç saat boyunca hep beklemişti.

Dördüncü saatin yarısına daha gelmeden; yorgun ve ateşli bedeni pineklemeye başlarken Silahşor kadının uyandığını görmekten daha çok duyumsar gibi oldu ve kendisi de tümüyle uyanık duruma geldi.

Kadının yerde yuvarlanarak ilerlediğini gördü. Kara tenli kadının elleri gene pençe haline dönüşmüştü. Tırnaklarını kuma gömüyor ve bedenini şimdi de silahları taşıyan kemerin bulunduğu yere doğru çekiyordu. Sonunda oraya varıp silahlardan birini tabancalıktan alan kadın Eddie'yi yaklaştı. Ve bir an duralarken kafasının dikildiği, burun deliklerinin şişip daraldığı, havayı koklamaktan çok tadar gibi soluduğu görüldü.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə