Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə21/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   43

Yarım somun ekmek hiç ekmek olmamasından iyiydi. Annesi hep öyle derdi.

Bobby, "Bu da Gerber Bebeği içindi," dedi. Harry yine patikada yamyassı yatıyor ve hıçkırıyordu. Burnundan yemyeşil sümükler akmaktaydı. Uyuşmuş poposunu bir eliyle ovuşturuyordu.

Bobby'nin elleri beysbol sopasını daha bir sıkı kavradı. Onu kaldırıp son bir kez daha indirmek, ama Harry'nin baldırına ya da sırtına değil, başına indirmek istiyordu. Onun kafasının çatırdadığını duymak istiyordu. Bu dünya onsuz çok daha iyi bir yer olmaz mıydı? Pis İrlanda köpeği. Aşağılık küçük...

Broad Sokağı Tepesi'nin yolunu yarıladığında Sigsby ikizleriyle karşılaştığında ıslık çalıyordu.

Liz Garfield bundan sonraki yıllarda polisleri kapısında görmeye alışacaktı, ilk kapıyı çalan, parktaki satıcıdan çocuklara arada bir fıstık satın alan mahallenin polisi Raymer oldu. Altı ağustos akşamı Broad Sokağı 149 numaranın zemin kat dairesinin kapı zilini çaldığı zaman hiç de mutlu değildi. Yastıksız bir iskemleye bir haftadan uzun süre oturamayacak olan Harry Doolin ile annesi Mary Doolin de onunla beraberdi, Harry kapının önündeki basamakları tıpkı ihtiyar bir adam gibi ellerini sırtının altına dayayarak tırmandı.

Liz kapıyı açtığı sırada Bobby de yanındaydı. Mary Doolin parmağıyla çocuğu işaret ederek, "İşte o," diye bağırdı, "işte Harry'mi döven çocuk. Tutuklayın onu! Görevinizi yapın!"

Liz, "Bu da ne demek, George?" diye sordu.

Polis memuru Raymer bir an yanıt vermedi. Önce (1.62 m. boyundaki ve 47 kilo ağırlığındaki) Bobby'ye, sonra da (1.85 m. boyundaki ve 90 kiloya yakın) Harry'ye baktı. Nemli gibi duran iri gözlerinde kuşku okunuyordu.

Harry Doolin budalanın biri olsa da bu bakıştan bir anlam çıkaramayacak kadar da budala değildi. "Beni pusuya düşürdü. Bana arkamdan saldırdı."

Raymer, kırmızı boğumlu çatlak ellerini üniforma pantolonunun parlamış dizlerine dayayarak Bobby'ye doğru eğildi. "Harry Doolin işinden evine dönerken parkta onu dövdüğünü iddia ediyor. Bir yere saklandığını, sonra arkasına dönmesine bile vakit bırakmadan beysbol sopasıyla ona saldırdığını söylüyor. Buna ne diyeceksin? Doğruyu söylüyor mu?"

Hiç de aptal olmayan Bobby, bu sahneyi önceden hayalinde canlandırmıştı. Parkta Harry'ye borçların ödendiğini, Harry, Bobby'nin onu dövdüğüne dair gevezelik ederse Bobby'nin de aynını yapıp Harry ile arkadaşlarının Carol'un canını yaktığını açıklayacağını, bunun ise çok daha kötü olacağını söylemediğine pişmandı. Sorun, Harry'nin arkadaşlarının olayı yalanlayacak olmalarıydı; Carol'un sözüne karşı Harry'nin, Richie'in ve Willie'nin sözü olacaktı bu. Bobby bu nedenle bir şey demeden uzaklaşmış, yarısı kadar küçük bir çocuk tarafından dövülmesinden duyacağı utancın etkisiyle Harry'nin çenesini tutacağını ümit etmişti. Ama çenesini tutmamıştı işte. Bayan Doolin'in zayıf yüzüne, sıkılmış boyasız dudaklarına ve öfkeli gözlerine bakan Bobby bunun nedenini anladı. Kadın oğlunu zorla konuşturmuştu. Bol bol dırdır ederek onu konuşmaya zorlamıştı.

Bobby, Raymer'e. "Ona dokunmadım bile," dedi ve böyle derken Raymer'in gözlerinin içine baktı.

Mary Doolin şaşırmış bir halde gürültüyle soluğunu salıverdi. Yalan söylemek karakterinin bir parçası haline gelmiş on altı yaşındaki Harry bile şaşırmış göründü.

Bayan Doolin, "Şu yüzsüze de bakın!" diye bağırdı. "Bırakın da onunla ben konuşayım, memur bey! Göreceksiniz, ona nasıl gerçeği söyleteceğim!"

Böyle diyerek ileriye doğru bir hamle yapmıştı. Raymer, kalkmadan ve bakışını Bobby'den ayırmadan kadını bir eliyle geri itti.

"Bana bak, oğlum, eğer doğru değilse Harry Doolin gibi koca bir hantal senin gibi karides boyunda biri hakkında niçin yalan söylesin?"

Bayan Doolin, "Oğluma sakın koca hantal deme!" diye cıyakladı. "Bu serseri onu neredeyse öldürüyordu. Bu yetmedi mi?"

Bobby'nin annesi, "Kes sesini," dedi. Polis memuru Raymer'e ne olduğunu sorduğundan beri ilk kez konuşmuştu ve sesi son derece sakindi. "Bırak da soruyu yanıtlasın."

Bobby, Raymer'e, "Geçen kıştan beri bana diş biliyor," dedi. "O ve St. Gabe'den birkaç kazık beni yokuş aşağı kovaladılar. Harry'nin buzun üstünde ayağı kaydı ve düşerek sırılsıklam oldu. Bu yüzden canıma okuyacağını söyledi. Herhalde benden öç almak için bu yolu seçti."

Harry, "Seni yalancı!" diye uludu. "Seni kovalayan ben değildim, Billy Donahue'ydu!" Çocuk birden durup etrafına bakındı. Pot kırdığının farkına vardığı yüzünden okunuyordu.

Bobby, "Onu döven ben değilim," dedi. Raymer'in gözlerinin içine baka baka sakin bir sesle konuşuyordu. "Onun gibi iriyarı birini dövmeye kalkışsam pestilimi çıkarırdı."

Mary Doolin, "Yalancılar cehenneme gider!" diye bağırdı.

Raymer, "Bugün öğleden sonra üç buçuk sularında neredeydin Bobby?" diye sordu. "Soruma cevap verebilir misin?"

Bobby, "Buradaydım," dedi.

"Bayan Garfield?"

Kadın, "Evet," dedi. "Bütün öğleden sonra burada benim yanımdaydı. Ben mutfağın fayanslarını yıkadım, Bobby de süpürgelikleri temizledi. Taşınmak üzereyiz, ama daireyi arkamızda pırıl pırıl bırakmak istiyorum. Bobby tabii biraz yakındı -erkek çocuklar kendilerinden bir iş istenince hep öyle yaparlar- ama kendisinden bekleneni yaptı. Sonra da buzlu çay içtik."

Bayan Doolin, "Yalancı!" diye bağırdı. Harry ise donakalmıştı. "İğrenç yalancı!" Kadın yine ileri atıldı. Liz Garfield'in gırtlağını sıkacakmış gibi ellerini uzatmıştı. Polis memuru Raymer bir kez daha suratına bakmadan onu geri itti. Bu sefer daha sertçe.

Liz'e, "Oğlunun yanında olduğuna yemin edebilir misin?" diye sordu.

"Yemin ediyorum."

"Bobby ona dokunmadığına yemin edebilir misin?"

"Yemin ediyorum."

"Şerefin üzerine de yemin edebilir misin?"

"Şerefim üzerine yemin ediyorum."

Harry, "Senin canına okuyacağım, Garfield," dedi. "Seninle işim bitince sen..."

Raymer öyle hızlı döndü ki, annesi onu dirseğinden yakalamamış olsa Harry basamaklardan aşağı yuvarlanır, bu arada eski yaralarının üzerine yenileri açılırdı.

Raymer, "Pis ağzını kapa," dedi, Bayan Doolin konuşmaya yeltenince de Raymer işaret parmağını onun üzerine çevirdi. "Sen de kapat çeneni, Mary Doolin. Birine karşı dayak suçlamasında bulunmak istiyorsan, kocandan işe başlasan iyi edersin. Hem o zaman daha çok tanığın olur."

Kadın ona öfke ve aynı zamanda da utançla baktı.

Raymer, birdenbire ağırlaşmış gibi işaret parmağını indirdi. Bakışını kapının önündeki Harry ile Mary'den binanın holündeki Bobby ile Liz'e çevirdi. Sonra doğrularak üniformasının kasketini çıkardı, terli kafasını kaşıdı ve kasketi yine başına geçirdi. "Burada birileri kuyruklu bir yalan söylüyor," diye homurdandı.

"O..."

"Sen..." Harry ile Bobby aynı anda konuştular, fakat polis memuru Raymer ikisini de dinlemek niyetinde değildi.



Raymer, "Kesin sesinizi!" diye öyle yüksek bir sesle gürledi ki karşı kaldırımda yürümekte olan yaşlı bir çift dönüp dönüp onlara baktı. polis memuru, "Bu dava kapanmıştır," dedi. "Ama ikinizin arasında..." parmağını oğlanlara çevirdi. "Ya da sizlerin arasında..." Bu kez anneleri işaret etti. "Patırtı çıkarsa, birilerinin fena halde canı yanacak. Aklınız varsa beni dinlersiniz. Harry, Bobby'nin elini sıkar ve aranızdaki düşmanlığın artık sona erdiğini söyler misin? Hayır mı?... Tahmin etmiştim. Şu dünya çok acıklı bir yer. Haydi gelin, Doolin'ler, sizi evinize bırakacağım."

Bobby ile annesi üçünün merdiveni inmesini seyrettiler. Harry'nin topallaması, denizcilerin iki yana sendelemelerine benzeyecek derecede abartılmıştı. Bayan Doolin birden onun ensesine şamarı indirdi. "Bırak numarayı, küçük sersem!" dedi. Bundan sonra Harry'nin yürümesi biraz düzeldi, ama yine sancakla iskele arasında salınır gibi ilerliyordu. Çocuğun hâlâ topalladığını gören Bobby bu kadarının gerçek olduğuna karar verdi. Harry'nin poposuna inen o son sopa darbesi bir büyük şilemdi• anlaşılan.

Dairelerine döndüklerinde aynı sakin sesle konuşan Liz, "O, Carol'un canını yakan çocuklardan biri miydi?" diye sordu.

"Evet."


"Biz taşınana kadar onun yolunun üstüne çıkmamayı becerebilir misin?"

"Sanırım."

Liz, "Güzel," dedi, sonra da oğlunu öptü. Bobby'yi nadiren öpüyordu, ama bir öptü mü harika oluyordu.
Taşınmalarından bir hafta önce ev karton kutularla dolmaya başlamış ve pek çıplak bir görünüm almıştı. Bobby o sıralarda bir parkta Carol Gerber'i yakaladı. Küçük kız her nasılsa yalnız başına dolaşıyordu. Bobby defalarca onu kız arkadaşlarıyla yürürken görmüştü. Ancak onun istediği bu değildi. Carol en sonunda yalnızdı. Omzunun üzerinden ona bakıp kızın gözlerindeki korkuyu görünce, Carol'u kendisinden kaçtığını anladı.

Carol, "Bobby, nasılsın?" diye sordu.

Bobby, "Bilmiyorum," dedi. "Herhalde iyiyimdir. Seni epeydir buralarda görmedim."

"Bizim eve gelmedin."

Çocuk, "Hayır," dedi. "Ben..." Başladığı cümleyi nasıl bitirecekti şimdi? "Çok işim vardı," diye geveledi.

"Öyle mi?" Bobby, kızın kendisine soğuk davranmasına katlanabilirdi, onu mahveden Carol'un gizlemeye çalıştığı korkuydu. Bobby onu ısırabilecek bir köpekmiş gibi. Bobby kendini dört ayak üstünde, "Vuuf-vuuf- vuuf!" diye bağırırken gözlerinin önünde canlandırdı.

"Buradan taşınıyoruz," dedi.

"Sully söyledi. Ama nereye gideceğinizi bilmiyordu. Galiba onunla eskisi gibi sıkı fıkı değilsiniz."

Bobby, "Hayır, değiliz," dedi. "Eskiden başkaydı." Birden elini arka cebine attı ve okul defterinden koparılmış katlı bir kâğıdı çıkardı. Carol ona kuşkuyla baktıktan sonra almaya hazırlandı, ama sonra elini çekti.

Bobby, "Bu sadece adresim," dedi. "Massachusetts'e gidiyoruz. Danvers adındaki bir kente."

Bobby hâlâ kâğıt parçasını Carol'a uzatıyor, ama kız onu almıyor, çocuğun da içinden ağlamak geliyordu. Carol'la dönme dolabın tepesinde olduğu günü ve bunun nasıl dünyanın tepesinde olmak gibi bir şey olduğunu hatırlıyordu. Bir havlunun kanat gibi açılmasını, minik cilalı parmakları olan ayakların bir eksen etrafındaymış gibi dönmesini ve parfüm kokusunu da hatırlıyordu. Freddy Cannon öbür odadaki radyoda, "Kız ça-ça-ça dansı ediyor," diye şarkı söylüyordu, dans eden kız ise Carol'du, Carol, Carol."

"Belki bana yazarsın diye düşündüm," dedi. "Yeni bir kentte herhalde buraları özleyeceğim."

Carol sonunda kâğıdı aldı ve üstünde yazılı olanlara bakmadan şortunun cebine tıktı. Bobby eve dönünce onu herhalde atacaktır, diye düşündü, ama artık umurunda değildi. Carol hiç değilse kâğıdı almıştı.

Sıkıntıyla bulunduğu yerden uzaklaşmak istediği zamanlar -ki bunu istemesi için etrafta alçak adamların bulunmasının gerekmediğini keşfetmişti- bu kadarı ona yetecekti.

"Sully senin çok değiştiğini söylüyor."

Bobby yanıt vermedi.

"Pek çok kimse öyle söylüyor."

Bobby yine yanıt vermedi.

"Harry Doolin'i sahiden patakladın mı?" Kız, Bobby'nin bileğini soğuk eliyle yakalamıştı. "Doğru mu?"

Bobby başının hareketiyle yavaşça doğruladı.

Carol bunun üzerine kollarını çocuğun boynuna doladı ve onu dudaklarından o kadar sertçe öptü ki, dişleri birbirine çarptı. Ağızları şapırtıyı andıran bir sesle birbirinden ayrıldı. Bobby üç yıl süreyle başka bir kızı dudaklarından öpmeyecekti... Hayatı boyunca da hiçbir kız onu bu şekilde öpmeyecekti.

Küçük kız alçak, fakat kuvvetli bir sesle, "İyi!" dedi. Çıkardığı ses hemen hemen bir homurtuyu andırıyordu. "İyi." Sonra, Broad Sokağı'na doğru koşmaya başladı. Yazın kararttığı ve kaldırım oyunlarının kapanmış yaralarını taşıyan bacakları adeta ışıldıyordu. Bobby onun arkasından, "Carol!" diye seslendi. "Carol, bekle!"

Carol koştu.

"Carol, seni seviyorum!"

Küçük kız bu sözler üzerine durdu... Ya da belki Commonwealth Caddesi'ne varmıştı ve trafiğe dikkat etmek zorundaydı. Şu ya da bu nedenle başı eğik bir şekilde durdu, sonra arkasına baktı. Gözleri iri iri açılmış, dudakları aralanmıştı.

"Carol!"


Küçük kız, "Eve gitmeliyim, salatayı ben yapmak zorundayım," dedi ve kaçtı. Bir daha arkasına bakmadan karşı kaldırıma koştu ve Bobby'nin hayatından çıktı. Bu belki de en iyisiydi.
Bobby ile annesi Danvers'e taşındılar. Bobby, Danvers'de ortaokula başladı, birkaç arkadaş ve daha çok düşman edindi. Dövüştü, onun arkasından da okuldan kaçmalar başladı. Bayan Rivers çocuğun ilk karnesinin yorum bölümüne şunları yazdı: "Robert son derece zeki bir çocuk. Ama aynı zamanda olağanüstü sorunlu. Onun hakkında konuşmak için bana gelir misiniz, Bayan Garfield?"

Bayan Garfield bu davete gitti. Yardım etmek için elinden geleni yaptı, ama sözünü açamayacağı çok şey vardı: Providence, kayıp evcil hayvan posteri, yeni bir işe ortak olmak ve yeni bir hayata başlamak için kullandığı parayı nereden bulduğu. İki kadın, Bobby'nin büyüme süreci sancıları çektiği, eski kentini ve eski arkadaşlarını özlediği sonucuna vardılar. Ergeç bu tür sorunlarını aşacaktı. Bu zekâyla ve bunca potansiyelle bunu yapmayacağı düşünülemezdi.

Liz emlakçilik bürosu temsilciliği işinde çok başarılı oldu. Bobby'nin İngilizce dersindeki notu tatmin ediciydi, (Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar'ını Golding'in Sineklerin Tanrısı'yla kıyasladığı kompozisyon ödevinden pekiyi almıştı.) ama öbür derslerinde başarısızdı. Sigara içmeye başladı.

Carol ona arada bir yazıyordu; bunlar, okulla arkadaşlarından ve Rionda'yla New York'a yaptığı bir hafta sonu yolculuğundan söz ettiği tereddüt dolu ve biraz da deneme niteliğinde notlardı. 1961 martında gelene (Mektupları daima tırtıklı kenarlı kâğıtlara yazılı ve oyuncak ayı çıkartmalarıyla süslü oluyordu.) bir de not eklenmişti: "Sanırım, annemle babam boşanacaklar. Babam yeni bir yolculuğa çıkacak, annem ise hiç durmadan ağlıyor." Bunun dışında küçük kız genelde daha neşeli konulara değiniyordu: Değnek fırlatmayı öğreniyordu, doğum gününde ona yeni buz patenleri armağan edilmişti, hâlâ Fabian'ın çok şeker olduğunu düşünüyor, ama Yvonne'la Tina ona katılmıyordu, bir twist partisine gitmiş ve bütün danslara kalkmıştı.

Küçük kızın her mektubunu zarfından çıkarırken Bobby bu son. Bir daha ondan haber almayacağım. Çocuklar söz verseler dahi uzun süre mektup yazmazlar. O kadar çok yeni şey olup bitiyor ki. Zaman da öyle çabuk geçiyor ki. Fazla çabuk. Carol da beni unutacak, diye düşünüyordu.

Ne var ki Bobby ona bu konuda yardımcı olmayacaktı. Carol'un mektubunu aldıktan sonra oturup ona bir cevap yazıyordu. Annesinin yirmi beş bin dolara sattığı Brookline'daki evi, böylece bir tek satışla eski işindeki altı aylığı kadar çok para kazandığını anlattı. İngilizce kompozisyonunda aldığı pekiyiyi anlatmayı da ihmal etmedi. Carol'a ona satranç oynamayı öğreten arkadaşı Morrie'yi anlattı. Morrie'yle kendisinin bazen cam kırma seferlerine çıktıklarından söz etmemişti. Bisikletleriyle (Bobby sonunda bir bisiklet satın alabilecek kadar çok para biriktirmişti.) Plymouth Sokağı'ndaki harap eski apartmanların yanından ellerinden geldiği kadar hızlı geçerken sepetlerindeki taşları fırlatıyorlardı. Tabii ki Danvers Ortakolu'nun müdür yardımcısına kıçımı öp dediğini, Bay Hurley'nin de onu tokatlayıp dayanılmaz derecede küstah bir çocuk olduğunu söyleyerek tepki verdiğini de atlamıştı. Dükkânlardan öte beri aşırmaya başladığını ve dört beş kere sarhoş olduğunu (bir keresinde Morrie'yle beraber, diğerlerinde yalnızdı), bazen tren raylarının üstünde yürüdüğünü ve Güney Kıyı Şeridi Ekspresi'nin altında kalmanın, bu işi bitirmenin en kestirme yolu olup olmadığını merak ettiğini de Carol'a açmadı. Diesel yakıtı kokan bir nefes, yüzünüzün üstüne düşen bir gölge, sonra da güle güle. Ama belki bu iş o kadar da çabuk olmazdı.

Carol'a yazdığı her mektup aynı şekilde son buluyordu:

Seni çok fazla özleyen

Arkadaşın

Billy


Hiçbir mektup alamadığı haftalar gelip geçiyor, ama sonunda bir gün oyuncak ayı çıkartmalarıyla dolu ve tırtıklı kenarlı kâğıda yazılmış bir mektup daha geliyor; paten kaymakla değnek fırıldatmaktan ya da yeni ayakkabılardan ve kesirlere nasıl aklının ermediğinden söz ediyordu. Her mektup, ölümü artık kaçınılmaz gözüken sevilen birinin zorlukla alınan son soluğu gibiydi. Bir soluk daha.

Sully-John bile ona birkaç mektup yazdı. Bu mektuplar 1961 başlarında son buldu, ama Bobby, Sully'nin bir deneme yapmış olmasına şaşırmış ve çok da duygulanmıştı. Bobby, S-J'nin iri, çocuksu el yazısı ve feci yazım yanlışlarının arasında, spor yapmayı ve en havalı kız öğrencilerle yatmayı aynı isteklilikle becerecek iyi kalpli bir gencin, noktalama işaretlerinin arasında kaybolmasına karşın rakip futbol takımı oyuncularının savunma hatlarını aynı kolaylıkla yaracak bir öğrencinin vücut bulduğunu görür gibiydi. Bobby hatta yetmişli ve seksenli yıllarda Sully'yi, tıpkı bir taksinin gelmesini bekler gibi bekleyen adamı, yani sonunda kendi firmasına sahip olacak bir otomobil satıcısını bile görür gibiydi. Kemerinin üzerinden aşağı sarkan kocaman bir göbeği, bürosunun duvarlarında bir sürü plaketi olacak, gençlere antrenörlük yapacak, bütün eğitici konuşmalarına, "Beni dinleyin, çocuklar," diye başlayacak, kiliseye devam edecek, şehir meclisinde bulunacaktı. Bobby bunun güzel bir hayat olacağını düşünüyordu; iki ucu sivri değnek yerine çiftlikle tavşanlar. Ne çare ki değneğin Sully'yi beklediği anlaşılacaktı; Don Ha eyaletinde ihtiyar mamasan'a, hiçbir zaman tamamen gitmeyecek olanla birlikte bekliyordu.

Polis onu marketten altışar şişelik iki bira kolisi (Narragansett) ve üç karton sigarayla (tabii ki Chesterfield) çıkarken yakaladığı sırada Bobby on dört yaşındaydı. Bu Lanetliler Köyü'nün sarışın polisiydi.

Bobby polise kapıyı zorlamadığını, arka kapının açık olduğunu, kendisinin ise sadece içeri yürüdüğünü anlattı. Fakat polis cep fenerini kapıya çevirince, kilidin tahtanın içinden oyulup çıkarılmış olduğunu ve yamuk bir şekilde sarktığını gördü. Polis, "Bu ne oluyor?" diye sorunca Bobby omuzlarını silkti. Polis arabada Bobby'nin ön koltukta, yanında oturmasına izin verdi, ama Bobby'nin istemesine rağmen ona bir izmarit dahi vermedi. Arabada otururken bir form doldurmaya başlamıştı. Yanındaki asık suratlı, sıska oğlana adını sordu. Bobby, "Ralph," dedi. Ralph Garfield. Ama şimdilerde annesiyle oturduğu evin önünde -iki katlı bir evdi, Liz'in işleri iyi gidiyordu- durduklarında Bobby polise yalan söylediğini itiraf etti.

"Gerçek adım Jack," dedi.

Lanetliler Köyü'nün sarışın polisi, "Sahi mi?" diye karşılık verdi.

Bobby, "Evet," diyerek başıyla doğruladı. "Jack Merridew Garfield, işte o benim."
Carol Gerber'in mektupları 1963'de kesildi. Bu, Bobby'nin ilk kez okuldan kovulduğu yıl, aynı zamanda Bedford'daki Massachusetts Gençler İslahhanesi'ne yaptığı ilk ziyaretin yılıydı. Bu ziyaretin nedeni, Bobby'nin üstünde, arkadaşlarının neşe değnekleri diye adlandırdıkları beş esrarlı sigaranın bulunmasıydı. Bobby doksan güne mahkûm edildi, ancak son otuz günü iyi hal nedeniyle affedildi. Bobby bir sürü kitap okumuştu. Öbür çocukların bazıları ona bu yüzden Profesör adını takmışlardı. Bobby için bunun bir sakıncası yoktu.

Bobby, Tahtakurulu Islahhane'den çıkacağı sırada Danvers'in Genç Suçlular Sorumlusu Grandelle gelip onu bir daha doğru yoldan ayrılmaması için uyardı. Bobby artık dersini aldığını söyledi ve bu sözünden bir süre dönmedi. Derken 1964 sonbaharında bir çocuğu o kadar kötü dövdü ki, çocuk hastaneye yatmak zorunda kaldı ve bir süre tümüyle iyileşememesinden korkuldu. Çocuk Bobby'ye gitarını vermek istememişti, Bobby bunun üzerine çocuğu dövmüş ve gitarı almıştı. Bobby odasında gitar çalarken (Pek de iyi çalmıyordu.) tutuklanmıştı. Liz'e Silverstone markalı gitarı bir rehineciden satın aldığını söylemişti.

Görevli Grandelle, Bobby'yi kaldırımın kenarında park edilmiş polis arabasına götürürken Liz kapı aralığında ağlıyordu. "Eğer bu işlere bir son vermezsen, seni reddederim! Doğru söylüyorum!" diye bağırdı.

Çocuk arabanın arka koltuğuna geçerken, "Şimdiden reddet, anne. Şimdiden reddet ki, benimle daha fazla zaman kaybetmeyesin," diye karşılık verdi.

Polis arabası kent merkezine doğru yol alırken Görevli Grandelle, "Senin artık doğru yoldan ayrılmayacağını sanıyordum, Bobby," dedi.

"Ben de öyle sanıyordum," dedi Bobby. Tahtakurulu yerde bu kez altı ay kaldı.

Islahhaneden çıkınca tren biletini sattı ve otostopla evine yollandı. Evine girdiğinde annesi onu karşılamaya çıkmadı. Işıkları karartılmış odasından, "Sana bir mektup geldi," dedi. "Masanın üstünde duruyor."

Zarfı görür görmez Bobby'nin kalp atışları hızlandı. Kalplerle oyuncak ayılar kaybolmuştu -Carol artık bu gibi şeylere rağbet etmeyecek kadar büyümüştü- ama Bobby, Carol'un el yazısını görür görmez tanıdı. Zarfı alıp yırttı. İçinden bir tek tırtıklı kenarlı kâğıtla daha küçük başka zarf çıktı. Bobby, Carol'un yazdığı pusulayı -ondan alacağı sonuncu pusulayı- çabuk çabuk okudu.


Sevgili Bobby,

Nasılsın? Ben iyiyim. Eski bir arkadaşından, hani şu benim kolumu yerine oturtandan sana bir şey geldi. Herhalde senin nerede olduğunu bilmediği için mektup bana geldi. Zarfın içine bir pusula koydu ve benden sana iletmemi istedi. Ben de yaptım. Annene benden selam söyle.

Carol.

Değnek çevirme serüvenlerinden hiçbir haber yoktu. Carol'un matematikle nasıl başa çıktığına dair de hiçbir haber yoktu. Erkek arkadaşlarıyla ilgili herhangi bir haber de olmamakla beraber, Bobby birkaç arkadaş edinmiş olacağını tahmin ediyordu.



Kapalı zarfı titreyen, aynı zamanda uyuşmuş eline aldı. Üst yüzünde yumuşak kalemle yazılmış tek bir kelime vardı: adı. Yazı Ted'in yazısıydı. Bobby bunu hemen anlamıştı. Gözlerinin yaşlarla dolduğundan habersiz, birinci sınıf çocuklarının Sevgililer Günü'nde sevgi mesajlarını yolladıkları küçük zarflardan büyük olmayan Ted'in zarfını yırttı.

Zarfı yırtınca ilk önce bilip bileceği o en tatlı koku Bobby'nin burnuna doldu. Bu koku çocuğa küçükken annesine sarılışını, annesinin parfümünün, deodorantının ve saçlarına sürdüğü spreyin kokusunu hatırlatmıştı. Ona Commonwealth Parkı'nın yazın nasıl koktuğunu, Harwich Kütüphanesi'ndeki kitapların baharlı kokularını düşündürmüştü. Gözlerindeki yaşlar taştı ve yanaklarından aşağı akmaya başladı. Kendini yaşlı hissetmeye alışmıştı. Kendini tekrar genç hissetmesi -kendini tekrar genç hissedebileceğini bilmek- onun için sağını, solunu şaşırtan bir şok oldu.

Zarfın içinde ne mektup vardı, ne not, ne de herhangi bir yazı. Bobby zarfı yana yatırınca masasının üstüne hayatında gördüğü en yoğun, en koyu kırmızı renkte gül petalleri döküldü.

Kalbin kanı, diye düşündü ve nedenini anlayamadığı bir heyecanla. Yıllardan beri ilk kez, insanın aklını nasıl buradan ve şimdiden uzaklaştırabileceğini, askıya alabileceğini hatırladı. Bunu daha düşünürken ferahladığını hissetti. Gül petalleri masasının delik deşik yüzeyin üstünde yakut gibi, dünyanın gizli kalbinden dökülen gizli bir ışık ışıldıyordu.

Bobby, yalnız bir tek dünya yok, diye düşündü. Bir tek dünya yok. Bundan başka dünyalar var, milyonlarca dünya var ve hepsi de Kule'nin mihverinin üstünde dönüyorlar.

Çocuk hemen arkasından, onların elinden yine kaçtı. O yine özdür, diye düşündü. Petaller hiçbir şüpheye yer bırakmıyordu, insanın ihtiyaç duyabileceği bütün evet'ler; bütün yapabilirsinler, bütün doğru olanlardı.

Bobby, şimdi gidiyorlar, şimdi yavaşlıyorlar, diye düşündü ve bu sözleri daha önce duyduğunu anladı. Yalnızca nerede duyduğunu veya onları niçin şimdi hatırladığını bilemiyordu. Umursamıyordu da.

Ted özgürdü. Bu dünyada ya da bu zamanda değil. Bu kez başka bir yöne doğru koşmuştu. Ama bir dünyada özgürdü.

Bobby her biri ipek kâğıt paralan hatırlatan petalleri avucuna aldı. Onları birer kan yığını gibi avuçladı, sonra yüzüne yaklaştırdı. Tatlı kokularının içinde boğulabilirdi. Ted onların içindeydi, acayip kamburca yürüyüşü, bir bebeğinki kadar ince ak saçları ve sağ elinin ilk iki parmağındaki sarı nikotin lekeleriyle onların içindeydi. Saplı alışveriş torbalarıyla Ted.

Harry Doolin'i Carol'un canını yaktığı için cezalandırdığı gündeki gibi Ted'in sesini duydu. O sırada belki çoğunlukla hayal ürünüydü. Ama Bobby bu kez sesin gerçek olduğunu, gül petallerinin içine gömülüp onun için bırakıldığına inanıyordu.

"Kendine hâkim ol, Bobby. Yetti yetti demektir. Onun için kendine hâkim ol."

Bobby gül petallerini yüzüne bastırarak uzunca bir süre masasının başında oturdu. Sonunda bir tanesini bile kaybetmemeye özen göstererek onları tekrar küçük zarfın içine yerleştirdi ve zarfın yırtılan kapağını üstüne katladı.


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə