Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə19/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   43

Bobby saklandığı yerden cenazecinin saatini göremiyor, böylece ne kadar zaman geçtiğini anlayamıyordu. Sokak aralığının bira ve çöp kokularının ötesinde bir yaz gecesindeki sokak hayatı operası sürüyordu. İnsanlar birbirine bağırıyor, bazen gülüyor, bazen kızıyor kimi zaman İngilizce, kimi zaman da bambaşka dillerde konuşuyorlardı. Bir dizi patlama olunca çocuk irkildi. Önce silahların patladığını sanmıştı. Ama sonra gürültüyü kestane fişeklerinin çıkardığını anladı. Arabalar hızla geçiyordu. Birçoğu parlak renklere boyanmıştı, krom aksamı da göz kamaştırıyordu. Bir ara birileri yumruklaşıyormuş gibi bir gürültü oldu. Etraflarında toplaşan kalabalık saldırganları yüksek sesle cesaretlendiriyordu. Hem sarhoş, hem de kederliymiş gibi izlenim bırakan bir kadın 'Delikanlıların Olduğu Yerde' adlı şarkıyı güzel, fakat geveler gibi bir sesle söyleyerek geçti. Bir ara yaklaşan bir polis arabasının sirenleri duyuldu, ama sonra yine uzaklaştı.

Bobby uyur uyanık halde bir tür hayale daldı. O ve Ted bir yerlerdeki, belki de Florida'daki bir çiftlikte yaşıyorlardı. Uzun saatler çalışıyorlardı. Ted zaten artık sigarayı bıraktığından ve eski soluğuna biraz kavuştuğundan yaşlı bir adama göre çok sıkı çalışabiliyordu. Bobby başka bir adla -Ralph Sullivan adıyla- okula gidiyor, geceleri de evin kapısının önünde oturarak Ted'in pişirdiği yemekleri yiyip buzlu çay içiyorlardı. Bobby ona gazeteden bölümler okuyor, yattıkları zaman da derin bir uykuya dalıp kötü düşler görmüyorlardı. Cumaları markete gittiklerinde Bobby ilan panosunda kayıp evcil hayvan veya sahibinden satılık başka asılan ilanlar olup olmadığını kontrol ediyordu. Fakat öyle bir şeyi asla bulamıyordu. Alçak adamlar Ted'in izini kaybetmişlerdi. Ted artık kimsenin köpeği değildi ve çiftliklerinde güvendeydiler. Baba-oğul ya da dede-torun değillerdi, sadece arkadaştılar.

Işıklar aralığı aydınlattı. Bunun her oluşunda Bobby karton kutu yığınının yanından dışarıya göz atıyordu. Bu kez az daha yapamayacaktı -gözlerini kapayıp çiftliği düşünmek istiyordu- fakat bakmaya kendini zorladı ve Köşebaşı Cebi'nin önünde duran damalı bir taksinin sarı kuyruğunu gördü.

Bobby bir adrenalin akımına uğramış, kafasının içinde varlıklarından habersiz olduğu ışıklar yakılmıştı. Kutu yığınının etrafını döndü ve kutuların en tepedeki ikisini devirdi. Ayağı boş bir çöp tenekesine çarptı ve onu da duvara doğru savurdu. Bu arada tıslayan kürklü bir şeye az daha basıyordu, yine o kedi. Bobby hayvanı ayağıyla itti ve aralıktan dışarı koştu. Köşebaşı Cebi'ne doğru dönerken vıcık vıcık bir çamura basarak kaydı ve bir dizini yere çarptı. Cenazecinin saati soluk mavi dairesinin içinde 9:45'i gösteriyordu. Taksi Köşebaşı Cebi'nin önündeki kaldırımın kenarında oyalanıyordu. Ted Brautigan GİRİN. İÇERSİ SERİN işaretinin altında duruyor, şoföre taksi ücretini ödüyordu. Şoförün açık penceresine eğilmiş Ted, Boris Karloff'a her zamankinden fazla benziyordu.

Taksinin karşısında Alanna'nın pantolonu kadar kırmızı dev bir Oldsmobile cenazecinin önünde park edilmişti. Bobby daha önce burada olmadığından emindi. Şekli pek katı gözükmüyordu. Araca bakmak insanın gözlerinde ve beyninde bir sulanma oluyormuş hissi uyandırıyordu.

Bobby, "Ted!" diye bağırmak istediyse de ağzından hışırtılı bir fısıltıdan başka hiçbir şey çıkmadı, Bobby niçin onların varlığını hissetmiyor? Nasıl oluyor da bilmiyor, diye düşündü.

Nedeni, alçak adamların her nasılsa onu bloke etmeleriydi herhalde. Belki de Köşebaşı Cebi'ndeki adamlar -İhtiyar Gee'yle ötekiler- bu bloku oluşturuyordu. Alçak adamlar belki de onları Ted'in genellikle hissettiği uyarı sinyallerini emen insan kılığında süngerlere dönüştürmüştü.

Sokağa daha fazla ışık saçıldı. Ted doğrulduğu, damalı taksi de hareket ettiği sırada mor DeSoto büyük bir hızla köşeyi döndü. Taksi onunla çarpışmamak için direksiyonu sola kıvırmak zorunda kaldı. DeSoto sokak ışığının altında krom ve camla süslü dev bir kan pıhtısına benziyordu. Farları suyun altında görülen ışıklar gibi hareket edip ışıldıyordu, sonra göz kırptılar. Far değil, gözdüler.

Ted! Bobby'nin ağzından yine o kuru fısıltı çıktı. Bobby bu arada bir türlü ayağa kalkamıyor görünüyordu. Kalkmak istediğinden de emin değildi. Ağır bir grip kadar zihin karıştıran ve kuvvetten düşüren müthiş bir korku içini kaplamıştı. William Penn Grill'nin dışında ışık pıhtısı DeSoto'nun yanından geçmek yeterince kötüydü; ama yaklaşan farların ışığına yakalanmak kat kat beterdi. Bin değil, milyon kere beterdi.

Pantolonunu yırttığının ve bir dizini kanattığının farkındaydı, birinin üst kat penceresinden Little Richard'ın sesinin geldiğini duyuyordu cenazecinin saatinin etrafındaki mavi halkayı da tıpkı retinaya resmedilmiş uyarı sonrası bir flaş imajı gibi hâlâ görebiliyordu. Ama bunların hiçbiri gerçek gibi gelmiyordu insana. Narrangasett Caddesi birden kötü süslenmiş bir sahne arka planına benzemişti. Arkasında bilinmeyen bir gerçek vardı, gerçek ise karanlıktı.

DeSoto'nun panjuru kımıldıyor, sanki hırlıyordu. Juan, "O arabalar gerçek arabalar değil. Onlar başka şeyler," demişti.

Bunlar gerçekten de başka şeylerdi.

"Ted..." Çocuğun sesi bu kez biraz daha kuvvetli çıkmıştı. Ted sesi duydu. Gözleri irileşerek Bobby'nin bulunduğu yöne doğru döndü. Derken DeSoto arkasında kaldırımın üstüne sıçradı. Farlarının düzensiz ışığı Ted'i kaldırıma mıhlamış, gölgesini tıpkı Spicer'in küçük park alanındaki ışığın Bobby ile Sigsby kızlarının gölgelerine yaptığı gibi uzatmıştı.

Ted, DeSoto'ya doğru hızla döndü ve gözlerini sert ışıktan korumak için bir elini kaldırdı. Bu arada yoğun bir ışık sokağı taradı. Şimdi antrepo bölgesinden bir Cadillac geliyordu. En az bir mil uzunluğunda gözüken sümük yeşili bir Cadillac'tı. Yüzgeç gibi çıkıntıları kapana benziyordu, yanları da bir akciğermişcesine oynuyordu. Bobby'nin hemen arkasında kaldırıma çıktı ve sırtına yirmi beş, otuz santim kala durdu. Çocuk solumayı andırır bir ses duydu. Cadillac'ın motorunun soluduğunu anlamıştı.

Arabaların her üçünün de kapıları açılıyordu. Adamlar –daha doğrusu ilk bakışta adama benzeyen şeyler- inmekteydiler. Bobby az sonra sekiz adam saydı ve saymaktan vazgeçti. Hepsi hardal rengi -toz bezi denilen türden- uzun paltolar giymişlerdi. Her birinin yakasında ise Bobby'nin düşünden hatırladığı o dik dik bakan kırmızı göz yer alıyordu. Kırmızı gözlerin rozetler olduğunu tahmin etti.

Bunları takan yaratıklar kimdi? Polis mi? Hayır. Filmlerdeki gibi bir kanun adamı müfrezesi mi? Bu gerçeğe biraz daha yakındı. Yasal yetkili olmadan adaleti yerine getirmeyi üstlenenler mi? Gerçeğe daha da yakın, ama tam değil. Onlar...

Onlar regülatör, yani kanunu ellerine alıp kanunların dışına çıkanlardan. Tıpkı S-J ile benim bir yıl önce Empire'da gördüğümüz, başrollerini John Wayne'le Karen Steele'in oynadıkları filmdeki gibi. Evet aynen böyle. Filmdeki regülatörlerin bir grup kötü adam oldukları ortaya çıkıyordu, ama önceleri onların hayalet, canavar ya da öyle bir şey oldukları sanılıyordu. Ancak, Bobby bu regülatörlerin canavar olduklarını düşünüyordu.

Bir tanesi Bobby'yi koltukaltından yakaladı. Çocuk bir çığlık attı; bu dokunuş hayatı boyunca yaşadığı en korkunç şeydi. Annesi tarafından duvarın üstüne savruluşu bunun yanında hafif kalırdı. Alçak adam tarafından kavranmak, birdenbire parmakları uzayan bir sıcak su şişesi tarafından kavranmak gibi bir şeydi. Farklı olan bunların dokunuşunun değişkenliğiydi. Koltukaltında parmak izlenimi yapıyordu, sonra pençeye dönüşüyordu. Parmaklar... Pençeler. Parmaklar... pençeler. Bu tarifsiz dokunuş etine işliyor, hem yukarı, hem de aşağı kayıyordu. Çocuk, bu Jack'in değneği. Her iki ucu yontulmuş olan, diye delice düşündü.

Bobby ötekiler tarafından etrafı çevrilmiş olan Ted'e doğru çekildi. Yürüyemeyecek kadar halsizleşmiş bacaklarının üstünde sürüklendi. Ted'i uyarabileceğini sanmıştı ha. Güya Narragansett Caddesi'nde birlikte kaçacaklar, belki arada Carol'un sek sek oynarken yaptığı gibi sayacaklardı. Ne kadar komik, değil mi?

İnanılır gibi değil, ama Ted korkmuş görünmüyordu. Alçak adamların oluşturduğu yarım dairenin içindeydi. Yüzündeki tek duygu ifadesi Bobby hesabına duyduğu endişeydi. Bobby'yi kavramış olan şey; bir eliyle, kâh iğrenç şekilde zonklayan lastik parmaklarla, kâh pençeleriyle tutan yaratık onu birden salıverdi. Bobby sarhoş gibi sendeledi. Ötekilerden biri havlarcasına tiz bir çığlık attı ve çocuğu arkadakilerin ortasına itti. Bobby uçar gibi fırlayınca Ted onu yakaladı

Bobby korkuyla hıçkırarak yüzünü Ted'in gömleğine yapıştırdı. Ted'in sigarasının ve tıraş sabununun rahatlık verici kokusunu duyabiliyordu, ama bunlar, alçak adamlardan gelen kokuşmuş et kokusu arabalardan yayılan yanık viski gibi daha kesif bir kokuyu bastırmaya yetmiyordu.

Bobby başını kaldırıp Ted'e baktı. "Annemdi," dedi. "Onlara söyleyen annemdi."

Ted, "Sen ne düşünürsen düşün, bu onun suçu değil," diye karşılık verdi. "Sadece fazla uzun zaman kaldım."

Alçak adamlardan biri, "Bari güzel bir tatil miydi, Ted?" diye sordu. Sesi iğrenç bir vızıltıyı andırıyordu. Ses telleri böcekler; irili ufaklı çekirgelerle yüklüydü sanki. Bobby'nin telefonda konuştuğu, Ted'in köpekleri olduğunu söyleyen yaratık olabilirdi bu. Aslında belki de hepsinin sesi birbirine benziyordu. Telefondaki, "Sen de bizim köpeğimiz olmak istemiyorsan, bizden uzak dur," demişti. Oysa Bobby ne olursa olsun buraya gelmişti. Şimdi ise... şimdi ise...

Ted, "Fena değildi," diye karşılık verdi.

Bir başkası, "Umarım, en azından bir kadınla ilişkin olmuştur, çünkü başka fırsatın olmayacak," dedi.

Bobby etrafına bakındı. Alçak adamlar omuz omuza durarak onları kuşatıyor, ikisini ter ve kokmuş et kokularının içinde hapsediyor, sarı paltolarıyla sokağı görmelerini engelliyorlardı. Esmer tenliydiler. Çukura kaçmış gözleri ve kiraz yemişlermiş gibi kıpkırmızı duran dudaklarına rağmen gerçekte göründükleri gibi değillerdi. Kesinlikle göründükleri gibi değillerdi. Bir kere yüzleri yüzlerinin içinde kalmıyordu; yanakları, çeneleri ve saçları çizgilerinin dışına taşmak ister gibi kımıldıyorlardı. (Bobby gördüklerini ancak bu şekilde yorumlayabiliyordu.) Ama dudakları hâlâ kırmızı, dudakları daima kırmızı, diye düşündü. Tıpkı gözlerinin daima kara, gerçekte göz değil mağara oluşları gibi. Çocuk, o kadar da uzun boylular ki, diye karar verdi. O kadar uzun boylu ve zayıflar ki. Beyinlerinde bizim düşüncelerimiz gibi düşünceler, kalplerinde bizim duygularımız gibi duygular yok. O sırada sokağın karşı tarafından pis bir homurtu kulağa geldi. Bobby o yöne bakınca Oldsmobile'in lastiklerinden birinin siyahımsı gri renkli bir dokunaca dönüştüğünü gördü. Uzanıp boş bir sigara paketini yakaladı ve kendine çekti Dokunaç bir saniye sonra tekrar lastiğe dönüştü, ama sigara paketi yarı yarıya yutulmuş bir cisim gibi dışarı taşıyordu.

Alçak adamlardan biri Ted'e, "Geri dönmeye hazır mısın?" diye sordu. Ted'in üzerine eğilirken sarı paltosunun katları sertçe hışırdıyor, yakasındaki kırmızı göz dik dik bakıyordu. "Geri dönüp görevlerini yapmaya hazır mısın?"

Ted, "Ben geleceğim, ama çocuk burada kalacak," diye karşılık verdi.

Şimdi daha çok el Bobby'nin üstüne yerleşti ve canlı dal gibi bir şey ensesini okşadı. Böylece o vızıltı tekrar başladı. Hem bir alarm, hem de hastalık gibi bir şeydi bu. Bobby'nin kafasının içine yükseldi ve orada bir kovan gibi vızıldamayı sürdürdü. Bu çılgınca uğultunun içinde hızlı hızlı çalan bir çan sesi, sonra da birçok çanın sesini duydu. Sıcak, sert rüzgârlarla dolu simsiyah, korkunç bir gecenin içindeki bir çanlar dünyasıydı. Alçak adamların nereden geldiklerini sezdiğini anlamaya başlıyordu. Connecticut'la annesinden trilyonlarca mil uzaktaki yabancı bir yerdi orası. Bilinmeyen takımyıldızların altında köyler yanıyor, insanlar haykırıyordu. Ah, ensesindeki o dokunuş... O korkunç dokunuş yok muydu...

Bobby inleyerek yüzünü yine Ted'in göğsüne yapıştırdı.

Tarifsiz bir ses, "Seninle olmak istiyor," dedi. "Galiba onu da götüreceğiz, Ted. Kırıcı olarak doğal bir yeteneği yok, ama... Biliyorsun her şey Kral'a hizmet için." Tarife gelmez parmaklar yine okşadılar.

Ted kuru bir sesle düzeltti. "Her şey Işın'a hizmet eder." Öğretmen sesiyle konuşmuştu.

Alçak adam, "Uzun bir süre için değil," diyerek güldü. Bu ses Bobby'nin bağırsaklarının bağını çözmüştü.

Başka bir ses, "Onu götürün," dedi. Bu seste bir komut havası vardı. Bütün sesler birbirine aşağı yukarı benziyordu, ama bu telefonla konuştuğuydu. Bobby emindi.

Ted, "Hayır!" dedi. Bobby'yi sırtından tutan ellerinin baskısı arttı. O burada kalacak!"

Yönetici konumundaki alçak adam, "Sen kimsin ki bize emir veriyorsun?" diye sordu. "O kısacık özgür yaşamında ne kadar gururlu olmuşsun, Ted! Ne kadar da mağrur! Ama yakında yıllarını geçirdiğin aynı odada öbürleriyle beraber olacaksın ve ben çocuk gelecek dersem, çocuk gelecektir."

"Onu götürürseniz, ihtiyacınız olanları benden almaya devam etmek zorunda kalacaksınız." Ted'in sesi sakin, fakat çok güçlüydü. Bobby ona kuvveti elverdiği kadar sıkı sarıldı ve gözlerini kapadı. Alçak adamlara bakmak, onları bir daha görmek istemiyordu. En kötü yanları ise dokunuşlarının bir anlamda Ted'inki gibi olmasıydı, bir pencere açıyordu. Ama kim bunun gibi bir pencereden bakmak isterdi ki? Uzun boylu ve kırmızı dudaklı makas biçimlileri kim gerçekte oldukları gibi görmek isterdi? O Kırmızı Göz'ün sahibini kim görmek isterdi?

"Sen bir Kırıcı'sın, Ted. Yapın bu, bunun için yaratıldın. Ve biz sana kır dersek kıracaksın, hepsi bu."

"Beni zorlayabilirsiniz, bunu yapamayacağınızı düşünecek kadar budala değilim... Ama çocuğu burada bırakırsanız, bendekini size özgür irademle veririm. Benim hayal edebileceğinizden çok daha fazla verecek şeyim var."

Yönetici konumundaki adam, "Çocuğu istiyorum," dediyse de şimdi düşünceli bir izlenim bırakıyordu. Hatta kuşkulu görünüyordu. "Onu Kral'a verecek güzel bir şey olarak istiyorum," diye ekledi.

Ted, "Eğer planlarına sekte vuracaksa Kızıl Kral'ın anlamsız bir güzel için size teşekkür edeceğini sanmam," dedi. "Bir silahşor var..."

"Silahşoru boş ver!"

Ted, "Ama o ve arkadaşları Uç Dünya'nın sınır kesimine ulaştılar," dedi. Şimdi kuşkulu gözüken oydu. "Eğer sizi istediğinizi almak zorunda bırakmak yerine, size kendim verirsem, işleri elli yıl veya daha fazla hızlandırabilirim. Dediğiniz gibi ben bir Kırıcı'yım, benim yapım bu ve bunun için yaratıldım. Bizim gibiler pek fazla değil. Bizim gibilerin hepsine ve öncelikle bana ihtiyacınız var. Çünkü ben hepsinin en iyisiyim!"

"Kendini çok beğeniyorsun.... Ayrıca, Kral için önemini fazla abartıyorsun."

"Acaba? Işınlar kırılana kadar Kara Kule duracaktır... herhalde bunu size hatırlatmama gerek yok. Bir tek çocuk riski göze almaya değer mi?"

Ted'in neden söz ettiği hakkında Bobby'nin hiçbir fikri yoktu ve umurunda da değildi. Bütün bildiği, Bridgeport'taki bir bilardo salonunun dışındaki kaldırımda hayatına yön tayin edildiğiydi. Alçak adamların paltolarının hışırtısını duyabiliyor, kokularını alıyordu. Ted ona tekrar dokunduğundan şimdi daha net olarak hissedebiliyordu. Gözlerinin arkasındaki o korkunç kaşıntı da tekrar başlamıştı. Bu, kafasının içindeki vızıltıyla garip bir şekilde uyum sağlıyordu. Siyah benekler de görüş alanından geçmekteydi; birdenbire ne anlama geldiklerini ve ne için var olduklarını anladı. Clifford Simak'ın kitabı Güneşin Etrafındaki Çember'de bir topaç sizi başka dünyalara götürüyordu; yükselen helezonları izliyordunuz. Bobby aslında bu işi yapanın kara benekler olduğundan şüpheleniyordu. Kara benekler. Onlar canlıydı...

Ve karınları da açtı.

Alçak adamların lideri sonunda, "Kararı çocuk versin," dedi. Canlı dal parmağı yine Bobby'nin ensesini okşuyordu. "Seni o kadar seviyor ki, Teddy. Sen onun Ka'sısın, değil mi? Bu, kader arkadaşı demek, Bobby-O. Sigara dumanı kokan Teddy senin için bu, değil mi? Kader arkadaşı?"

Bobby bir şey demedi, sadece zonklayan soğuk yüzünü Ted'in gömleğine yapıştırdı. Buraya geldiğine şimdi çok pişmandı; alçak adamlarla ilgili gerçeği bilmiş olsa evde kalır, yatağının altına gizlenirdi, ama evet, Ted'in te-ka'sı olduğunu kabul ediyordu. Kaderin ne anlama geldiğini bilmiyordu, o sadece bir çocuktu, ama Ted de arkadaşıydı. Bobby mutsuzluk içinde, bizim gibi herifler, diye düşündü. Bizim gibi herifler. Alçak adam, "Şimdi bizi gördüğüne göre ne düşünüyorsun?" diye sordu. "Yaşlı dostun Ted'in yanında olmak için bizimle gelmek ister misin? Belki onu bazı hafta sonları görürsün. Sevgili ihtiyar te-ta'nla edebi tartışmalar yapacağını düşün. Neler yiyip içtiğimizi öğrenirsin." Korkunç parmaklar yine okşamaya girişmişti. Bobby'nin başının içindeki vızıltı yine başlamıştı. Şişman olan kara benekler şimdi parmaklara benziyorlardı; işaretle çağıran parmaklara. Alçak adam,

"Onları sıcak yeriz, Bobby," diye fısıldadı. "Aynı zamanda sıcak ve tatlı. Sıcak... ve tatlı. Sıcak... ve tatlı."

Ted, "Kes şunu," diye sesini yükseltti.

Mırıltılı ses Ted'i umursamadan, "Ya da annenle kalmayı mı yeğlersin?" diye sordu. "Olamaz. Senin gibi prensip sahibi bir çocuk öyle bir seçim yapamaz. Arkadaşlık ve edebiyat gibi zevkleri öğrenen bir çocuk bunu yapamaz. Mutlaka şu hırıltılı ihtiyar ka-mai'la geleceksi değil mi? Kararını ver, Bobby. Hemen kararını ver, ama vereceğin kararın değişmeyeceğini bil. Sonsuza dek."

McQuown'un uzun beyaz parmaklarının altındaki pembe sırtlı kartlar Bobby'nin gözlerinin önünde canlandı: Bobby, başaramadım diye düşündü. Sınavı veremiyorum.

Perişan halde, "Bırakın gideyim, bayım," dedi. "N'olur beni yanınızda götürmeyin."

"Te-ka'n senin olağanüstü ve canlandırıcı arkadaşlığından mahrum gidecek olsa bile mi?" Ses gülümsüyordu, ama Bobby şen görünüşün altındaki şeytani küçümsemeyi hissedebiliyordu. Ürperdi. Bu ürpertisinde her şeye rağmen serbest bırakılacağı için ferahlama, ne yaptığını bildiği; süründüğünün, küçüldüğünün, kaçtığının bilincinde olduğu için de utanç vardı. Sevdiği filmlerle romanlardaki iyi kahramanların asla yapmadıkları şeylerdi bunlar. Gelgelelim, filmler ve kitaplardaki kahramanlar, sarı paltolu alçak adamlar gibi şeylerle karşılaşmıyor veya kara lekelerin dehşetini yaşamıyordu. Ve Bobby'nin burada, Köşebaşı Cebi'nin dışında gördükleri en kötüleri değildi. Ya arta kalanları da görseydi? Ya kara benekler onu, sarı paltolu adamları gerçekte oldukları gibi göreceği bir dünyaya çekseydi? Ya bu dünyada aldıkları şekillerin içindeki şekilleri görseydi?

"Evet," diyerek ağlamaya başladı.

"Evet ne?"

"Bensiz gidecek olsa bile."

"Yaaa. Sen de annenin yanına dönecek olsan bile mi?"

"Evet."


"O şirret anneni şimdi belki biraz daha iyi anlıyorsun, değil mi?"

Bobby üçüncü kez, "Evet," dedi. Artık iniltiden farksız bir sesle konuşuyordu. "Sanırım, evet."

Ted, "Bu kadar yeter," diye bağırdı.

Ama ses durmuyordu. Henüz değil. "Nasıl bir korkak olunacağını öğrendin, değil mi, Bobby?"

Çocuk, yüzü hâlâ Ted'in gömleğine yapışık olduğu halde, "Evet!" diye bağırdı. "Bir bebeğim, zavallı bir bebeğim. Evet evet evet! Umumda değil! Sadece bırakın, evime döneyim!" Hıçkırır gibi uzun bir soluk aldı ve bunu bir çığlık eşliğinde salıverdi. "Annemi istiyorum!" Sudaki, havadaki canavarı gören korku içindeki bir küçüğün çığlığıydı bu.

Alçak adam, "Pekâlâ," dedi. "Madem ki öyle düşünüyorsun. Yeter ki Teddy özgür kararıyla çalışmaya gideceğini önceki gibi küreğine bağlanmaya ihtiyacı olmadığını doğrulasın."

"Söz veriyorum." Ted, Bobby'yi salıverdi. Bobby aynı konumda kalmıştı. Panik halinde Ted'e sarılıyor, yüzünü içine sokarcasına adamın göğsüne yapıştırıyordu. Ted sonunda onu yavaşça itti.

"Bilardo salonuna gir, Bobby," dedi. "Files'a seni arabasıyla evine götürmesini söyle. Bunu yaparsa dostlarımın onu rahat bırakacaklarını anlat."

"Üzgünüm, Ted. Seninle gelmek istiyordum. Seninle gelmeye kararlıydım. Ama yapamayacağım. Çok üzgünüm."

"Kendini o kadar katı yargılama." Ama Ted üzüntülüydü. Bu geceden itibaren Bobby'nin sadece üzgün olabileceğini biliyordu sanki.

Sarı paltoluların ikisi Ted'i kollarından kavradılar. Ted, Bobby'nin arkasında duran adama -o dehşet verici değneğe benzer parmakla çocuğun ensesini okşayana- baktı. "Bunu yapmalarına gerek yok, Cam. Yürüyeceğim."

Cam, "Bırakın onu," dedi. Ted'i tutan alçak adamlar kollarını salıverdiler. Sonra Cam'ın parmağı son bir kere Bobby'nin ensesine dokundu. Çocuk boğuk bir çığlık salıverdi. Yine bunu yaparsa, çıldıracağım. Elimde değil. Bağırmaya başlayacağım ve asla susamayacağım. Kafam patlasa bile bağırmayı sürdüreceğim, diye düşündü. "İçeri gir, küçük çocuk. Fikrimi değiştirip seni götürmemden önce yap bunu."

Bobby Köşebaşı Cebi'ne doğru sendeledi. Kapı açık duruyordu, ama önünde kimse yoktu. Bobby tek basamağı çıktı, sonra dönüp arkasına baktı. Alçak adamların üçü Ted'i aralarına almışlardı, ama adam kan pıhtısı DeSoto'ya doğru kendi başına yürüyordu.

"Ted!"


Ted dönüp gülümsedi ve çocuğa elini sallamaya niyetlendi. Birden adı Cam olan öne atılıp onu yakaladı ve otomobilin içine itti. Cam, De Soto'nun arka kapısını çarparken Bobby bir an boyu sarı bir naylonun içinde duran inanılmayacak kadar uzun ve inanılmayacak zayıf birini gördü. Yeni yağmış kar kadar beyaz tenli ve taze akmış kan kadar kırmızı dudaklı bir yaratıktı bu. Göz çukurlarının derininde, Ted'inkiler gibi genişleyen ve daralan gözbebeklerinde vahşi görünümlü ışık noktaları ve dans eden karanlık lekeler vardı. Kırmızı dudaklar gerilerek değme sokak kedilerini utandıracak iğne gibi dişleri meydana çıkardı Siyah bir dil bu dişlerin arasından uzanarak müstehcen bir veda işareti yaptı. Sarı paltolu yaratık bundan sonra mor DeSoto'nun etrafını koşarak döndü. Sıska bacakları, sıska dizleri birbirine çarpıyordu. Böylece direksiyona geçti. Sokağın karşı tarafında da Oldsmobile harekete geçti. Motorunun homurtusu, uyanan bir ejderin gürlemesini hatıra getiriyordu. Belki de bir ejderdi. Kaldırımın üstündeki yerinde Cadillac'ın motoru da aynı şeyi yaptı. Canlı farlar, Narragansett Caddesi'nin o bölümünü zonklayan bir aydınlığa boğdu. DeSoto kayar gibi bir U dönüşü yaptı. Bir çamurluk eteği bu arada bir kıvılcım dizisi çakmasına yol açtı. Bobby arabanın arka penceresinde bir an Ted'in yüzünü gördü. Elini kaldırıp ona selam verdi. Onun da karşılığında kendi kolunu kaldırdığını görür gibi oldu, ama emin olamadı. Kafasının içi bir kez daha çan seslerini andıran bir gürültüyle doldu.

Ted Brautigan'ı bir daha görmeyecekti.

Len Files, "Çek arabanı, çocuk," dedi. Peynir gibi beyaz yüzü kafasından, tıpkı kız kardeşinin kolundaki etler gibi sarkar görünüyordu. Arkasındaki küçük kemer altında Gottlieb makinelerinin ışıkları, önlerinde kimse olmadığı halde göz kırpar gibi yanıp sönüyordu. Akşamları Köşebaşı Cebi'nin müdavimleri olan gençler çocuk gibi Len Files'ın arkasına takılmışlardı. Len'in sağındaki bilardocuların birçoğu ıstakalarını ellerinde sopa gibi tutuyorlardı. İhtiyar Gee ise yanda sigara otomatının yanında duruyordu. Buruşuk ihtiyar eliyle küçük bir otomatik tabancayı kavramıştı. Ama bu Bobby'yi korkutmadı. Cam'le sarı paltolu arkadaşlarından sonra şu anda hiçbir şey onu korkutamazdı. Şimdi tüm korku rezervleri tükenmişti. "Haydi, tabanları yağla, çocuk. Hemen şimdi." "Dediğini yapsan iyi edersin, çocuk." Konuşan, masanın arkasında duran Alanna'ydı. Bobby ona bakarak, yaşım daha büyük olsaydı ona bir şey verirdim. İnan ki verirdim, diye düşündü. Kadın çocuğun bakışını -bakışının niteliğini- gördü ve kızarmış yüzünü Bobby'den kaçırdı. Korkmuş ve şaşırmıştı.

Bobby bakışını Alanna'nın kardeşine çevirdi. "O adamların buraya dönmelerini ister misiniz?"

Len'in yüzü daha da uzadı. "Şaka mı ediyorsun?"

Bobby, "Peki öyleyse," dedi. "Bana istediğimi verirseniz gideceğim. Beni bir daha görmezsiniz." Sözlerine kısa bir ara verdi. "Beni de, onları da."

İhtiyar Gee titrek sesiyle, "Ne istiyorsun, yumurcak?" diye sordu. İhtiyar Gee, Bobby'nin istediğini alacağını anlamıştı. Bu, adeta parlak bir işaret gibi ihtiyarın kafasının içinde çakmıştı. Aklı şimdi Genç Gee'ye ait olduğu zamandaki kadar netti, aynı zamanda da soğuk, hesapçı ve tatsızdı. Cam'le adamlarından sonra tümüyle masum gözüküyordu. Dondurma kadar masum.

Bobby, "Beni arabayla evime götüreceksiniz," dedi. "Bu bir." Sonra Len'den ziyade İhtiyar Gee'yle konuşarak onlara ikinci isteğini bildirdi.


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə