Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə16/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   43

Bir sessizlik oldu, sıcak bir yaz gününün öğleden sonrasında düşünceyle dolu anlık bir sessizlik. Bir otomobilden patlama sesleri geldi. Bir çocuk dışarda, "Haydi geleceğiniz varsa, göreceğiniz de var, çocuklar!" diye bağırdı. Arkalarından da Colony Sokağı yönünden Bobby'nin genelde çocukluğuyla ve özellikle o perşembe günüyle özdeşleştireceğj ses geldi. Bayan O'Hara'nın köpeği Bowser, "Vuuf- vuuf- vuuf!" diye yirminci yüzyılın içinde yol alıyordu.

Bobby, Jack Merridew onu halletti, diye düşündü. Jack Merridew'la arkadaşı olacak hergeleler.

"Ne oldu?" diye annesine sorarak sessizliği bozdu. Bilmek istemiyordu, ama bilmeye mecburdu. Liz'in yanına koşarak korkudan, aynı zamanda da üzüntüden ağlamaya başladı: annesinin yüzü, zavallı yüzü. Hiç de annesine benzemiyordu Liz. Gölgeli Broad Sokağı'na ait gözükmeyen, insanların kese kâğıtların içindeki şişelerden şarap içtikleri ve soyadlarının olmadığı o yerde yaşayan ihtiyar bir kadına benziyordu artık. Çocuk, "O ne yaptı? O aşağılık herif sana ne yaptı?" diye soludu.

Liz ona dikkat etmiyor, onu hiç duymamış görünüyordu. Ama çocuğu yakaladı; omuzlarını öyle kuvvetli yakaladı ki, Bobby annesinin parmaklarının canını yakacak bir şiddetle omuzlarına saplandığını hissetti. Liz hemen sonra onu yüzüne bile bakmadan kenara itti. Paslı bir sesle, "Bırak onu, ahlaksız adam. Hemen bırak onu," diye tısladı.

"Bayan Garfield, beni lütfen yanlış anlamayın." Ted, Carol'u kucağından indirdi. Şimdi bile elinin kızın yaralı omzuna değmemesine dikkat ediyordu. Sonra kendisi de ayağa kalktı. Pantolonunun paçalarını sarstı; tamamen Ted kokan titizce bir hareketti bu. "Kız yaralıydı," diye geveledi. "Onu Bobby buldu ve..."

Liz, "Aşağılık herif!" diye bağırdı. Sağında üstünde vazo olan bir masa duruyordu. Liz vazoyu kaptığı gibi yaşlı adamın üzerine fırlattı.

Ted hemen eğildi, ama vazodan tamamen kaçmasına olanak vermeyen bir yavaşlıkla hareket etmişti. Vazonun kaidesi başının tepesine çarpıp suyun yüzeyine fırlatılan bir taş gibi sekti ve duvara çarparak tuzla buz oldu.

Carol bir çığlık attı.

Bobby de, "Anne, yapma!" diye bağırdı. "O kötü bir şey yapmadı! Kötü bir şey yapmadı!"

Ama Liz oğlunun sözlerini dinlemedi bile. Ted'e, "Ne cesaretle ona dokunursun?" diye bağırdı. "Oğluma da aynı şekilde dokundun mu? Dokundun, değil mi? Cinsiyetleri önemli değil, yeter ki genç olsunlar."

Ted kadına doğru bir adım attı. Pantolon askılarının boş ilmekleri bacaklarının yanında bir ileri, bir geri sallanıyordu. Bobby vazonun çarptığı seyrek saçlı başının tepesinde kan izleri görebiliyordu.

"Bayan Garfield, inanın bana..."

"Sana mı inanacağım, ahlaksız moruk!" Vazo gidince sehpanın üstünde fırlatılacak bir şey kalmıyordu. Liz bunun üzerine sehpayı fırlattı. Masa Ted'in göğsüne rastlayarak onu arkaya savurdu; dik arkalıklı iskemle olmasa adamcağız yere çarpacaktı. Ted iskemlenin üstüne çökerek kadına inanamayan irileşmiş gözlerle bakakaldı. Dudakları titriyordu.

Liz, "Sana yardım mı ediyordu?" diye sordu. Yüzü bembeyazdı. Üstündeki bereler tıpkı doğuştan var olan lekeler gibi sırıtıyordu. "Oğluma yardım etmesini öğrettin mi?'

Bobby, "Anne, Ted ona zarar vermedi!" diye bağırdı. Liz'i belinden kavradı. "Ted ona zarar vermedi, aksine..."

Liz oğlunu bir vazoymuş gibi yakaladı. Çocuk sonradan annesinin, kendisinin Carol'u parktan alıp yokuştan yukarıya taşıdığı zamanki kadar kuvvetli olduğunu düşünecekti. Kadın oğlunu odanın öbür ucuna fırlattı. Bobby duvara çarptı. Başı da arkaya savrularak güneş biçimindeki saate tasladı, onu yere düşürdü ve sonsuza dek durmasına neden oldu. Çocuğun görüş alanında siyah noktalar dans ediyor, beyninden alçak adamlar hakkında karışık düşünceler gelip geçiyordu.

(Etrafını çeviriyorlar. Posterlerde onun adı var.)

Sonra yere kaydı. Durmaya çalıştıysa da, dizlerine hâkim olamadı

Liz ilgisizce ona baktı. Sonra bakışı dik arkalıklı iskemlede kucağında sehpayla oturan Ted'e çevrildi. Yaşlı adamın yanaklarına kanlar süzülüyordu; saçları da beyaz olmaktan çok kızıldı. Konuşmaya çalıştıysa da ağzından sadece ihtiyar bir adamın kuru sigara öksürüğü çıktı.

"Adi herif. Pis moruk. Keşke pantolonunu aşağı çekip o pis şeyini koparıp atabilseydim." Liz yere yığılmış oğluna dönüp tekrar baktı. Annesinin görebildiği tek gözünde yakaladığı tiksinti ve suçlama çocuğun daha da sesli ağlamasına yol açtı. Liz, "Senin de," demediyse de Bobby bunu onun gözünde okudu. Liz ardından yine Ted'e döndü.

"Biliyor musun, senin gideceğin yer hapishane." Böyle derken işaret parmağını yaşlı adama çevirmişti. Bobby gözyaşlarının arasında Bay Biderman'ın Mercedes'iyle yola çıkarken o parmakta olan tırnağın yerinde yeller estiğini, o tırnağın yerinde şimdi kanlı bir iz olduğunu gördü. Sesi de tatsızdı, şişmiş alt dudağından çıkarken sanki gevşiyordu. "Şimdi polis çağıracağım. Ben telefon ederken kıpırdamadan oturursan akıllılık edersin. Sadece sesini kes ve kıpırdamadan otur." Liz'in sesi yükseldikçe yükseliyordu. Tırmık içindeki, eklemleri şişmiş ve tırnakları kırılmış ellerini yumruk yapmıştı. Bunları adamın yüzüne karşı sallayarak, "Eğer kaçarsan seni kovalar ve en uzun mutfak bıçağımla doğrarım," dedi. "Bundan hiç şüphe etme. Hem de her şeyi herkesin görmesi için sokak ortasında yaparım ve ...siz oğlanların... başınıza dert olan uzvundan başlarım. Onun için kıpırdamadan otur, Brattigan. Hapishaneye gidecek kadar uzun yaşamak istersen, kıpırdamazsın."

Telefon kanepenin yanındaki sehpanın üstündeydi. Liz oraya yürüdü. Yaşlı adam sehpa kucağında ve yanağına kanlar süzülürken öylece oturuyordu. Bobby ise yere düşen saatin, annesinin alışveriş kuponlarıyla edindiği saatin yanına büzülmüştü. Bowser'in sesi Ted'in vantilatörünün yarattığı esintiyle birlikte pencereden içeriye süzülüyordu: "Vuuf- vuuf- vuuf!"

"Burada olanları bilmiyorsunuz, Bayan Garfield. Başınıza gelen korkunçtu. Kalbim sizinle. Ama sizin başınıza gelenlerle Carol'a olanlar aynı şey değil." diyen sesini." Liz dinlemiyor, Ted'in bulunduğu yöne bakmıyordu bile.

Carol, Liz'in yanına koştu, ona doğru uzandı, sonra durdu. Gözleri küçük yüzünde irileşmişti. Ağzı koskocaman açılmıştı. "Elbiseni mi çıkardılar?" Bu sözler yarı fısıltılı, yarı iniltili bir sesle söylenmişti.

Liz numarayı çevirirken durdu ve yavaşça dönerek küçük kıza baktı. "Niçin elbiseni çıkardılar?"

Liz bu soruyu nasıl yanıtlayacağını düşündü. Sonunda, "Kes sesini!" dedi. "Sadece kes sesini. Tamam mı?"

"Niçin sizi kovaladılar? Kim vuruyor?" Carol'un sesi titremeye başlamıştı. "Kim vuruyor?"

"Kes sesini!" Liz telefonu elinden bıraktı ve kulaklarını tıkadı. Bobby dehşet içinde annesine bakıyordu.

Carol, Bobby'ye doğru döndü. Taze gözyaşları yanaklarına yuvarlanıyordu. Bildiği, gözlerinden okunuyordu. Bay McQuown onu faka bastırmaya çalıştığı zaman Bobby de bilmişti.

Carol, "Onu kovaladılar," dedi. "Gitmeye kalkışınca onu kovalayıp geri getirdiler."

Bobby biliyordu. Liz'i bir otel koridorunda kovalamışlardı. Bunu görmüştü. Yerini hatırlayamıyordu, ama görmüştü.

Carol, "Onları durdurun, yapmalarına engel olun! Benim görmeme engel olun!" diye bağırdı. "Onlara vuruyor, ama kaçamıyor! Onlara vuruyor, ama kaçamıyor!"

Ted sehpayı dizlerinin üstünden aşağı itti ve ayağa kalktı. Gözleri ateş saçıyordu. "Ona sarıl, Carol," dedi. "Sıkı sıkı sarıl ona! Bu, olanları durdurur!"

Carol sağlam koluyla Bobby'nin annesine sarıldı. Liz arkaya doğru bir adım kadar sendeledi, bu arada ayakkabılarından biri kanepenin ayağına takılınca az daha yere kapaklanıyordu. Liz ayakta kaldı, ama telefon aygıtı halının üstüne, Bobby'nin ileriye uzanmış ayakkabıcından birinin yanına yuvarlanarak kötü kötü vızıldadı.

Her şey bir an aynı şekilde kaldı; sanki heykel oyunu oynuyorlardı da, "Öylece kalın" komutunu almışlardı. İlk hareket eden Carol oldu, Bayan Garfield'ın belini bırakıp geri çekildi. Terli saçları gözlerinin içine giriyordu. Ted ona doğru yürüdü ve elini onun omzuna dayamaya hatandı.

Liz, "Ona dokunma," dedi, ama güçsüz ve monoton bir ses tonuyla konuşmuştu. Çocuğu Ted'in kucağında görünce hissettikleri silinmeye yüz tutmuştu, en azından geçici olarak. Tükenmiş görünüyordu.

Ted buna rağmen elini indirdi. "Haklısınız."

Liz derin bir soluk alıp soluğunu tuttu, sonra salıverdi. Önce Bobby'ye baktı, sonra bakışını ondan kaydırdı. Bobby annesinin ona elini uzatmasını, yardım etmesini, hiç değilse kaldırmaya çalışmasını istedi, ama Liz, Carol'la ilgilendi. Sonunda Bobby kendi başına kalktı.

Liz, Carol'a, "Burada ne oldu?" diye sordu.

Ağlamasına ve soluk alırken hıçkırmasına rağmen, Carol, Bobby'nin annesine üç büyük çocuğun kendisini nasıl parkta bulduklarını, her şeyin önce şaka gibi, ama oldukça zalim bir şaka gibi başladığını, anlattı. Derken öbür ikisi kendisini tutarken Harry vurmaya başlamıştı. Omzundaki küt sesi onları korkuttuğu için kaçmışlardı. Liz'e Bobby'nin onu nasıl hemen bulduğunu -çok canı yandığı için gerçekte kaç dakika olduğuna emin değildi- ve buraya taşıdığını anlattı. Ted, acıyı onunla yakalaması için Carol'a Bobby'nin kemerini verdikten sonra omuz eklemini yerleştirmişti. Küçük kız eğilip kemeri yerden aldı ve yarı gururla yarı utanarak Liz'e minik ısırık yerlerini gösterdi. "Acının hepsini olmasa da yine de büyük bir kısmını yakaladım," dedi.

Liz kemere kısaca baktıktan sonra Ted'e döndü. "Niçin gömleğini yırttın?"

Bobby, "Yırtılmış değildi" diye bağırdı. Birden annesine müthiş kızmıştı. "Ted, Carol'un omzuna bakıp ona acı vermeden yerine oturtabilmek için gömleği kesti. Ona makası ben getirdim. Niçin bu kadar budalalık ediyorsun, anne? Niçin anlayamıyorsûn?"

Liz dönmeden hamle yapıp Bobby'yi gafil avladı. Açık elinin tersi çocuğun yüzünün yanına çarptı; bu arada işaret parmağı Bobby'nin gözüne girerek bir acı dalgasının beyninin içlerine kadar yayılmasına yol açtı. Gözyaşlarını kontrol eden pompa, aniden arızalanmış gibi ağlaması kesildi.

"Sakın bana bir daha budala deme, Bobby-O," dedi.

Carol, üstünde Bayan Garfield'ın giysilerini taşıyıp taksiyle gelen kanca burunlu cadıya korkuyla bakıyordu. Koşup kaçmaya kalkan ve başaramayınca savaşan Bayan Garfield'e. Ne var ki, sonunda ondan istediklerini almışlardı.

Carol, "Bobby'ye vurmamalısınız," dedi. "Bobby, o adamlar gibi değildir."

"Oğlum senin erkek arkadaşın mı?" Liz güldü. "Evet mi? Aferin. Bak sana bir sır açıklayacağım tatlım; o da babası gibi, senin baban gibi ve bütün öbürleri gibidir. Banyoya git. Seni temizleyip giyebileceğin bir şey bulacağım. Tanrım bu ne sefalet!"

Carol, Liz'e bir kere daha baktıktan sonra dönüp banyoya yürüdü. Çıplak sırtı o kadar ufak ve kolay incinebilir gözüküyordu ki. Aynı zamanda da beyaz. Kahverengi kollarına kıyasla o kadar beyaz duruyordu ki.

Ted onun arkasından, "Carol!" diye seslendi. "Şimdi daha iyi mi?" Bobby, arkadaşının Carol'un kolundan söz ettiğini sanmıyordu. Bu kez değil.

Küçük kız arkasına dönmeden, "Evet," dedi. "Ama onu hâlâ çok uzaktan duyabiliyorum. Bağırıyor."

Liz, "Kim bağırıyor?" diye sordu. Carol ona yanıt vermedi. Banyoya girip kapıyı kapadı, Liz küçük kızın tekrar çıkmayacağına emin olmak ister gibi kapıya baktıktan sonra Ted'e döndü. "Kim bağırıyor?"

Ted her an yeni bir saldırı bekler gibi çekinerek kadına baktı.

Liz gülümsemeye başladı. Bobby'nin bildiği bir gülümsemeydi bu: annesinin öfkelenmeye başlıyorum gülümsemesi. Gülümseyişi, kara gözleri, kırık burnu ve şiş dudağıyla birleşerek ona korkunç bir görünüm veriyordu. Karşısındaki annesi değil de bir deliydi sanki.

"Aman ne iyi adamsın? Kızcağızın omzunu yerine yerleştirirken nerelerini elledin acaba? Ellenecek fazla bir yeri yok, ama sen kontrolünü yaptın yine. Hiçbir fırsatı kaçırmazsın, değil mi?" Annesine bakarken Bobby'nin umutsuzluğu gitgide artıyordu. Carol ona her şeyi -bütün gerçeği- anlatmıştı, ama hiçbir şey fark etmemişti. Tanrım!

Ted, "Bu odada tehlikeli bir erişkin var. Ama o ben değilim," dedi.

Liz önce anlamayarak, sonra inanamayarak, sonunda da öfkeyle ona baktı. "Ne cüretle? Ne cüretle?"

Bobby, "O bir şey yapmadı!" diye bağırdı. "Carol'un söylediklerini duymadın mı? Duymadın mı?"

Liz çocuğun yüzüne bakmadan, "Kes sesini," dedi. Gözleri Ted'in üstündeydi. "Polisler seninle çok ilgileneceklerdir sanırım. Don perşembe günü Hartford'a telefon etti. Önce, önce... Ben istedim. Orada bir dostu var. Sen Connecticut eyaleti için, orada maliyede çalışmadın, hiç yerde çalışmadın. Hapisteydin, öyle değil mi?"

Ted, "Bir anlamda öyle sayılır," dedi. Yüzüne süzülen kanlara rağmen şimdi daha sakin görünüyordu. Gömleğinin cebindeki sigara alıp baktı, sonra tekrar cebine koydu. "Ama senin sandığın şekilde değil."

Bobby, bu dünyada değildi, diye düşündü.

Liz, "Suçlama neydi?" diye sordu. "Küçük kızların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamak mı?"

"Benim çok değerli bir cevherim var." Ted şakağına vurdu. Parmağını kana bulanmış olarak aşağı indirdi. "Benim gibi başkaları da var. Ayrıca, görevleri bizleri yakalamak olan, bizi tutsak etmek ve bizleri kullanmak isteyen kimseler var. Nedenini hiç sorma. Ben ve iki kişi daha kaçtık. Birimiz yakalandı, birimiz öldürüldü. Özgür kalan yalnız ben varım. Eğer buna..." Adamcağız etrafına bakındı. "...Özgürlük dersen."

"Sen delisin. Hem de zırdeli. Kaçık yaşlı Brattigan tam bir zırdeli. Polise telefon edeceğim. Seni kaçtığın hapishaneye mi iade edeceklerine, yoksa Danbury Akıl Hastanesi'ne mi atacaklarına onlar karar versinler." Liz yere düşmüş telefonu almak için eğildi.

Bobby, "Hayır, anne!" diyerek Liz'e uzandı. "Sakın yapma!"

Ted de, "Bobby, hayır!" diye onu sert bir sesle uyardı.

Bobby durdu. Önce yerden telefon aygıtını alan annesine, sonra da Ted'e baktı.

Yaşlı adam, "Bu durumdayken karşısındakileri ısınmamak elinde değil," dedi ona.

Liz Garfield, Ted'e sözle anlatılamayacak parlak bir gülümseyiş yöneltti. İyi denemeydi, ahlaksız ve ahizeyi eline aldı.

Carol banyodan, "Ne oluyor?" diye bağırdı. "Artık çıkabilir miyim?"

Ted, "Henüz değil, tatlım," diye ona seslendi. "Biraz daha bekle."

Liz numarayı çevirmeye başlamıştı. "Senin kim olduğunu birazdan öğreneceğiz," dedi. "Yanıt herhalde çok ilginç olacak. Ne yaptığını da öğreneceğiz. Bu daha da ilginç olacak"

"Polise telefon edersen, onlar senin de kim olduğunu ve nerede olduğunu öğrenecekler," dedi.

Liz telefonu bırakıp yaşlı adama baktı. Bu Bobby'nin daha önce görmediği kurnaz bir yan bakıştı. "Sen neden söz ediyorsun böyle?"

"Seçimlerini daha akıllıca yapması gereken akılsız bir kadından söz ediyorum. Patronunu ne mal olduğunu anlayacak kadar sık görmüş patronuyla arkadaşlarının ne mal olduklarını anlayacak kadar dinlemiş olan akılsız bir kadından; katıldıkları herhangi bir seminerin çoğunlukla içki ve seks partileriyle ilgili olduğunu bilmesi gereken bir kadından söz ediyorum. Belki esrarlı sigara bile içiliyor o partilerde. Sen açgözlülüğü sağduyusuna baskın çıkan akılsız bir kadınsın."

Liz, "Sen yalnız olmanın ne demek olduğunu bilir misin?" diye bağırdı. "Benim büyütmem gereken bir oğlum var!" Böyle diyerek büyütmek zorunda olduğu oğulu ilk kez hatırlamış gibi Bobby'ye baktı.

Ted sordu. "Onun olanların ne kadarını bilmesini istiyorsun?"

"Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Bilemezsin."

"Ben her şeyi biliyorum. Bütün mesele Bobby'nin bildiklerimin ne kadarını bilmesini istediğin. Komşularının da olanların ne kadarını bilmelerini istiyorsun? Polis beni almaya gelirse, benim bildiklerimi onlar da bilecekler. Buna emin olabilirsin." Yaşlı adam sözüne ara verdi. Gözbebekleri değişmemesine rağmen gözleri sanki irileşiyordu. "Ben her şeyi biliyorum," diye devam etti. "Bana inanabilirsin, sakın beni sınamaya kalkma."

"Beni niçin böyle incitmek isteyesin?"

"Başka seçeneğim olursa istemem. Zaten yeterince kendin ve başkaları tarafından incitildin. Bırak gideyim, senden bütün istediğim bu. Zaten gidecektim. Bırak gideyim. Ben yardım etmekten başka bir şey yapmadım."

Liz, "Ha, evet," deyip güldü. "Yardım etmek. Kız yarı çıplak olarak kucağında oturuyordu. Yardım!"

"Sana da yardım ederdim, eğer ben..."

"Ah, evet, biliyorum." Liz yine güldü.

Bobby tam konuşmaya hazırlanırken Ted'in onu ağzını açmaması için gözleriyle uyardığını fark etti. Banyo kapısının arkasında lavabonun içine hâlâ su akıyordu. Liz düşünürmüş gibi başını eğmişti, sonunda yine başını kaldırdı.

"Pekâlâ," dedi. "Şimdi ne yapacağımı söylüyorum. Bobby'nin küçük kız arkadaşının temizlenmesine yardım edeceğim. Ona bir aspirin yutturacak, eve giderken giymesi için bir şey vereceğim. Bunları yaparken ona birkaç soru soracağım. Yanıtlar doğru çıkarsa gidebilirsiniz. Biz de senin gibi bir süprüntüden kurtulmuş oluruz."

"Anne..."

Liz bir trafik polisi gibi elini kaldırarak onu susturdu, iki erişkin birbirlerine bakıyorlardı.

"Carol'u evine kadar götüreceğim. Kapısından içeri girmesini gözleyeceğim. Annesine ne söyleyeceği onun bileceği iş. Benim görevim onu sağ salim evine bırakmaktır. Bu iş olunca parka kadar yürüyüp kısa bir süre gölgede oturacağım. Dün gece çok hırpalandım." Kadın soluğunu kuru ve keyifsiz bir inilti eşliğinde salıverdi. "Evet, çok hırpalandım," diye devam etti. "Parka gideceğim ve gölgede oturup bundan sonra olacakları düşüneceğim. Bu veletle kendimi düşkünler evine düşmekten nasıl kurtaracağım bakalım.

"Parktan döndüğümde seni hâlâ burada bulursam, polise telefon edeceğim, dostum. Sakın beni hafife alma. Sen istediğini söyleyebilirsin. Eve beklendiğim saatten daha erken döndüğümü ve seni, elini on bir yaşındaki bir kızın şortunun içine sokmuş durumda bulduğumu söylersem, senin itirazlarını kimse dinlemeyecektir."

Bobby'nin sanki dili tutulmuştu. Şok halinde annesine bakıyordu. Liz, Bobby'nin bakışını görmedi; o hâlâ Ted'e bakıyordu. Şiş gözleri adamın üstünde odaklanmıştı.

Liz devam etti. "Öte yandan geldiğimde sen pılını pırtını toplayıp gitmiş olursan kimseye telefon etmeme ve bir şey söylememe gerek kalmaz. Mesele kapanmış olur."

Bobby düşünceleriyle Ted'e hitap etti. Ben de seninle gideceğim. Alçak adamlar umurumda değil. Bin -hayır, bir milyon- sarı ceketli alçak adamın beni aramasını onunla yaşamayı yeğlerim. Ondan nefret ediyorum!

Liz "Evet, ne diyorsun?" diye sordu.

"Anlaştık. Bir saate kadar gideceğim. Belki daha önce gitmiş bile olurum."

Bobby, "Hayır!" diye bağırdı. Sabah uyandığı zaman Ted'in gitmesine boyun eğmiş durumdaydı, üzgündü, ama olacakları kabullenmişti ama şimdi yüreği yeniden sızlamaya başlamıştı. Hatta eskisinden de fazla. "Hayır!"

Annesi ona bakmadan, "Sessiz ol," dedi.

"Tek çare bu, Bobby. Bunu biliyorsun." Ted, Liz'e döndü. "Sen Carol'la ilgilen. Ben Bobby ile konuşurum." Dedi.

Liz, "Sen emir verecek durumda değilsin," dediyse de itaat etti. Bobby, banyoya yürürken annesinin topalladığına dikkat etti. Ayakkabılarından birinin ökçesi kopmuştu, ama çocuk Liz'in doğru dürüst yürüyememesinin tek nedeninin bu olduğunu sanmıyordu. Liz banyo kapısına hafifçe vurdu, sonra da yanıtı beklemeden içeri girdi.

Bobby odanın öbür yanına koştu, Ted'e sarılmaya yeltendi, ama yaşlı adam onun ellerini alıp avuçlarında bir kere sıktı, sonra onları Bobby'nin göğsüne dayayarak salıverdi.

Çocuk heyecanla, "Beni de yanınıza alın," dedi. "Onları aramanıza yardım ederim. İki çift göz bir çiftten daha iyidir. Beni de yanınızda götürün!"

"Bunu yapamam, ama mutfağa kadar benimle gelebilirsin, Bobby. Biraz temizlenmesi gereken yalnız Carol değil."

Ted ayağa kalktı ve bir an ayaklarının üstünde sallandı. Bobby onu yakalamak için elini uzattıysa da, Ted bir kez daha onun elini yavaşça, fakat kararlı bir tavırla itti. Bu hareket Bobby'yi üzdü. Onu duvarın üstüne savurmasından sonra annesinin kendisine yardım etmemesi (hatta ona bakmaması) kadar değilse bile, yeterince üzdü.

Bobby, Ted'le mutfağa yürüdü. Ona dokunmuyor, fakat düşecek olsa yakalayacak kadar yakınında yürüyordu. Ted düşmedi. Lavabonun yukarsında bulunan penceredeki puslu yansımasına baktı, içini çekti, sonra suyu açtı. Bulaşık bezini ıslatarak penceredeki yansımasının rehberliğinde yanaklarındaki kanı silmeye girişti.

"Annenin şimdi sana her zamankinden de fazla ihtiyacı var" dedi. "Güvenebileceği birine ihtiyacı var."

"Bana güvenmiyor. Benden hoşlandığını bile sanmıyorum."

Ted dudaklarını sıktı. Bobby, Ted'in, annesinin aklındakileri görebilse bir gerçeği yakaladığını anladı. Bobby, annesinin kendisinden hoşlanmadığını biliyordu, iyi de bunu bildiğine göre, yaşlar niçin yine gözlerinden boşanmak üzereydi?

Ted ona doğru uzandı, ama sonra bunun iyi bir fikir olmadığı hatırlayarak yine bulaşık beziyle yüzünü temizlemeye devam etti. "pekâlâ," dedi. "Belki senden hoşlanmıyor. Bu doğruysa, senin yaptığın herhangi bir şey yüzünden değil. Neden senin sen olman."

Bobby bezgin bir tavırla, "Bir erkek çocuk," dedi. "Kahrolası bir erkek çocuk."

"Ve babanın oğlu, bunu sakın aklından çıkarma. Yalnız unutma Bobby, annen senden hoşlansa da hoşlanmasa da, seni seviyor. Sana inanılmaz gibi gelebilir, ama gerçek bu. Seni seviyor ve sana ihtiyacı var. Sen onun tek varlığısın. Şu sırada fena halde incinmiş durumda."

Bobby, "İncinmiş olması onun suçu!" diye atıldı. "Ortada bir terslik olduğunu biliyordu! Siz kendiniz söylediniz bunu! Haftalardır biliyordu! Hatta aylardır. Ama o işten ayrılmadı! Bildiği halde onlarla Providence'e gitti. Her şeye rağmen onlarla gitti."

"Bir aslan terbiyecisi de olacakları bilir, ama buna rağmen aslan kafesine girer. Aylığının oradan geleceğini bildiği için oraya girer."

"Onun parası var." Bobby tükürür gibi konuştu.

"Görünüşe bakılırsa yeterince yok."

Bobby, "Hiçbir zaman yeterli göreceği kadar parası olmayacaktır," dedi ve bu sözler ağzından çıkar çıkmaz bunun gerçeğin ta kendisi olduğunu anladı.

"Seni seviyor."

"Umurumda değil. Ben onu sevmiyorum!"

"Seviyorsun. Seveceksin. Sevmek zorundasın. Ka'dır bu."

"Ka da nesi?"

"Kader." Ted kanın çoğunu saçlarının arasından temizlemişti. Suyu kapadı ve penceredeki hayalini son bir kez kontrol etti. Bunun ötesinde sıcak yaz vardı, Ted Brautigan'ın bir daha olamayacağı kadar genç. Hatta Bobby'nin de asla bir daha olamayacağı kadar genç. Ted devam etti. "Ka kader demektir. Beni seviyor musun, Bobby?"

"Sevdiğimi biliyorsunuz." Bobby tekrar ağlamaya başladı. Son zamanlarda ağlamaktan başka bir şey yapmıyordu zaten. Ağlamaktan gözleri sancıyordu. "Hem de çok seviyorum."

"O halde annenin arkadaşı olmayı dene. En azından benim hatırım için. Onunla kal ve onun kalbindeki acının dinmesine yardımcı ol. Ben de arada sırada sana bir kart yollarım."

Tekrar oturma odasına döndüler. Bobby kendini biraz daha iyi hissetmeye başlıyordu, ama Ted'in kolunu omuzlarına dolamasını isterdi. Bunu her şeyden fazla isterdi.

Banyonun kapısı açıldı, ilk çıkan Carol oldu. Kendisinde alışılagelmedik bir çekingenlikle ayaklarına bakıyordu. Saçları ıslatılmış, arkaya taranmış ve bir lastikle at kuyruğu biçiminde toplanmıştı. Üstünde Bobby'nin annesinin eski bluzlarından biri vardı ve o kadar uzundu ki elbise gibi dizlerine kadar iniyordu. Kırmızı şortu görülmüyordu bile.

Liz, "Verandaya çıkıp bekle," dedi.

"Peki."

"Bensiz evine yürümeye kalkmayacaksın, değil mi?"



Carol, "Hayır!" dedi. Kederli yüzü dehşetle dolmuştu.

"Güzel. Bavullarımın yanında dur."

Carol hole yöneldi, ama hemen sonra döndü. "Omzumu yerine yerleştirdiğin için teşekkür ederim, Ted. Dilerim, bu yüzden başın derde girmez. İstemezdim..."

Liz, "Şu kahrolası verandaya çık!" diye tısladı.

Carol çizgi filmlerdeki farenin fısıltısı kadar zayıf bir sesle, "Kimsenin başını derde sokmak istemezdim," diye tamamladı. Sonra dışarı çıktı. Liz'in bluzu üstünde başka bir günde komik gözükecek biçimde dalgalanıyordu. Liz, Bobby'ye döndü; ona dikkatle bakınca çocuğun morali büsbütün bozuldu. Annesinin öfkesi tazelenmişti. Bereli yüzünden boynuna koyu bir kızartı yayılmıştı.

Bobby, Tanrım, şimdi ne olacak, diye düşündü. Liz yeşil anahtar halkasını gösterince anladı.

"Bunu nereden buldun, Bobby-O?"


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə