Stephen King Maça Kızı



Yüklə 2,05 Mb.
səhifə14/43
tarix22.07.2018
ölçüsü2,05 Mb.
#58435
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   43

Bobby, "Evet," dedi. Dudakları uyuşmuştu. Her şey gerçekti. Cuma gecesi bu zaman Ted gitmiş olacaktı. İnsan cebinde iki bin dolarla bir yığın alçak adamdan uzun zaman kaçabilirdi.

Bobby banyoya geçti ve diş fırçasına diş macunu sürdü. Ted'in yanlış boksör üzerine bahse girmiş olduğu korkusu kaybolmuştu, ama yaklaşan kaybın üzüntüsü hâlâ içindeydi ve giderek kuvvetleniyordu. Gerçekleşmemiş bir şeyin bu kadar acı verebileceğini asla tahmin edemezdi. Bir hafta kadar sonra onda neyin bu kadar harika olduğunu hatırlamayacağım. Bir yıl sonra onu hemen hemen hatırlamayacağım.

Bu doğru muydu? Tanrım, bu doğru olabilir miydi?

Bobby, hayır, diye düşündü. Öyle olmasına müsaade etmeyeceğim.

Ted öbür odada Len Files'la konuşuyordu. Dostça bir konuşma yapar görünüyorlardı. Aynen Ted'in öngördüğü gibi. Evet, Ted bir önsezisine kulak verdiğini anlatıyordu. Güçlü bir önseziydi. Ertesi gün saat dokuz buçuk ödeme için uygundu. Tabii ki küçük arkadaşının annesi saat sekiz sularında dönerse. Biraz gecikirse Len, Ted'i saat o da veya on buçukta görecekti. Bu uygun muydu? Ted'in güldüğü duyulduğuna göre, söyledikleri şişko Lennie Files'a çok uygundu.

Bobby diş fırçasını aynanın altındaki rafta duran bardağın içine koydu ve pantolonunun cebine uzandı. Orada parmaklarının tanımadığı, cebindeki her zamanki öteberinin parçası olmayan bir şey vardı Yeşil kayışlı anahtar halkasını, Bridgeport'un annesi tarafından bilinmeyen bir bölümünün özel anısını cebinden çıkardı. KÖŞEBAŞI CEBİ BİLARDO VE OYUN SALONU. KENMORE 8-2127.

Onu bir yere saklamış (ya da tamamıyla başından atmış) olması gerekirdi, ama sonra birden aklına bir şey geldi. O gece hiçbir şey Bobby Garfield'i neşelendiremezdi, ama bu, biraz neşelenmesini sağlayabilirdi. Anahtar halkasını Carol Gerber'e verecek, onu nerede bulduğunu asla annesine söylememesini sık sıkı tembih edecekti. Carol'un halkaya takabileceği en az iki anahtarı olduğunu biliyordu; apartmanının anahtarıyla Rionda'nın ona doğum gününde armağan ettiği günlüğün anahtarı. (Carol, Bobby'den üç ay büyüktü, ama bu yüzden asla üstünlük taslamıyordu.) Anahtar halkasını ona vermek, sürekli flörtü olmasını istemek gibi bir şey olacaktı. İşi gevezeliğe vurup bunu söyleyerek kendini zor duruma düşürmeyecekti; Carol anlayacaktı. Harika bir kız olmasının bir parçasıydı bu.

Bobby anahtar halkasını rafın üstünde bardağın yanına bıraktı ve pijamasını giymek için yatak odasına döndü. Oradan çıktığında Ted kanepede oturuyor ve bir sigara tüttürerek ona bakıyordu.

"Bobby iyi misin?"

"Sanırım. İyi olmak zorundayım, öyle değil mi?"

Ted başının hareketiyle bunu doğruladı. "Sanırım, ikimiz de iyi olmak zorundayız."

Bobby- "Sizi tekrar görecek miyim?" diye sordu. Bunu sorarken Yalnız Kovboy gibi davranmaması, o klişeleşmiş "Tekrar görüşürüz arkadaş" türünden laflar etmemesi için dua ediyordu. Boktan laflardı bunlar. Bobby, Ted'in kendisine asla yalan söylemediğini düşünüyor ve sona yaklaştıkları şu sırada buna başlamasını istemiyordu.

"Bilmiyorum." Ted sigarasının ucuna bakıyordu. Adam başını kaldırdığında Bobby gözlerinin yaşlı olduğunu gördü. "Sanmıyorum," diye ekledi.

O gözyaşları Bobby'nin çözülmesine neden oldu. Odayı koşarak aslı Ted'e sarılmak istiyor, ona sarılmaya ihtiyaç duyuyordu. Ted kollarını ihtiyar adamların rağbet ettiği türden sarkık gömleğinin önünde çaprazlayınca çocuk durdu. Ted'in yüzünde dehşetle karışık bir şaşkınlık okunuyordu.

Bobby, kollarını hâlâ kucaklamak ister gibi uzatmış durumda kalakalmıştı. Sonunda onları yavaşça indirdi. Sarılmak yoktu, dokunmak yoktu. Kural buydu, ama kural acımasızdı. Kural yanlıştı. Bobby, "Bana mektup yazacak mısınız?" diye sordu.

Ted bir an düşündükten sonra, "Sana kart yollayacağım," diye yanıt verdi. "Doğrudan sana değil tabii, bu ikimiz için de tehlikeli olabilir. Ne yapayım? Bir fikrin var mı?"

Bobby, "Onları Carol'a yollayın," dedi. Düşünmeye bile gerek görmeden konuşmuştu.

"Ona alçak adamlardan ne zaman bahsettin, Bobby?" Ted'in sesinde sitem yoktu. Niçin olsundu ki? Gidiyordu, öyle değil mi ya? Olsa olsa alışveriş arabası hırsızının öyküsünü yazan gazeteci, gazetesine şöyle bir başlık atabilirdi: KAÇIK YAŞLI ADAM UZAYDAN GELENLERDEN KAÇIYOR. İnsanlar kahvaltılarını yapıp kahvelerini içerken yazıyı birbirlerine okuyup güleceklerdi. Ted geçen gün ne demişti? Küçük kent mizahı demişti galiba. Ama o kadar komikse insanın niçin kalbini kırıyordu? Niçin o kadar acı veriyordu.

Çocuk zor duyulur bir sesle, "Bugün söyledim," dedim. "Onu Parkta gördüm... sonra her şey ağzımdan dökülüverdi."

Ted içini çekti. "Böyle şeyler olur. Ben bunu iyi bilirim. Bazen baraj yıkılıverir. Öylesi bazen daha da iyi. Arkadaşına onun aracılığıyla seninle bağlantı kurmak isteyebileceğimi söylersin, değil mi?"

"Tabii."


Ted parmağını dudaklarına vurarak düşündü. Sonra başım salladı. "Yollayacağım kartların yukarsına Sevgili Carol yerine Sevgili yazacağım. Aşağısına da Bir Dost diye imza atacağım. Böylece yazanın kim olduğunu ikiniz de bileceksiniz. Tamam mı?"

Bobby, "Tamam," dedi. "Harika." Harika falan değildi, harika olan hiçbir şey yoktu, ama bu kadarıyla yetinmek zorundaydı.

Çocuk birden elini kaldırıp parmaklarını öptü ve üzerlerinden üfledi. Kanepede oturan Ted gülümsedi, öpücüğü yakaladı ve buruşuk yanağına oturttu. "Artık gidip yatsan iyi olacak, Bobby" dedi "Çok yoğun bir gün geçirdik, saat de geç oldu."

Bobby yatmaya gitti.

Önce aynı düşü gördüğünü sandı; Biderman, Cushman ve Dean, William Golding'in adasının yağmur ormanında annesini kovalıyorlardı. Derken Bobby ağaçlarla sarmaşıkların duvar kâğıdının bir parçası, annesinin uçan ayaklarının altındaki yolun ise kahverengi halı olduğunun farkına vardı. Yer yağmur ormanı değil, bir otel koridoruydu. Warwick Oteli kafasında bu şekilde betimlenmîşti.

Ama Bay Biderman'la öbür iki hergele Liz'i hâlâ kovalıyorlardı. St. Gabe'li çocuklar; Willie, Richie ve Harry Doolin de onlara katıldı. Hepsi, yüzlerini yol yol kırmızı ve beyaza boyamışlardı. Hepsi de üstüne parlak bir kırmızı gözün resmedilmiş olduğu parlak sarı renkte yelekler giymişlerdi.

O yeleklerin dışında çıplaktılar. Cinsel organları çalı gibi pübis kıllarının üstünde hoplayıp zıplıyordu. Harry Doolin dışındakilerin ellerinde kılıçlar vardı. Harry'nin ise elinde silah olarak beysbol sopası duruyordu. Her iki ucu yontularak sivriltilmişti.

Cushman, "Kaltağı öldürün!" diye uluyordu.

Don Biderman da, "Kanını için!" diye bağırarak kılıcını tam bir köşeyi döndüğü sırada Liz Garfield'in üstüne fırlattı. Kılıç, ormanın resmedilmiş olduğu duvarların birine titreyerek saplandı.

Willie -arkadaşlarıyla beraber olmadığı zamanlar iyi davranabilen- "onu pis deliğine sok!" diye bağırdı. Göğsündeki kırmızı göz dik dik bakıyordu. Daha aşağıda penisi de dik dik bakıyor görünüyordu.

"Koş, Anne!" Bobby bağırmaya çalıştıysa da ağzından hiçbir kelime çıkamadı. Ne ağzı vardı, ne de vücudu. Hem oradaydı, hem değildi annesinin yanında onun gölgesiymiş gibi uçuyordu. Liz'in soluk almaya çabaladığını, duyduğu korkudan titreyen dudaklarını ve yırtılmış çoraplarını gördü. Abiye elbisesi de yırtılmıştı. Tırmalanmış göğüslerinden biri kanıyordu. Gözlerinden biri hemen hemen kapanmıştı. Eddie Albini veya Kasırga Haywood'la, belki aynı zamanda her ikisiyle de birkaç raunt dövüşmüştü sanki.

Richie, "Vücudunu yarıp ikiye böleceğim!" diye bağırdı.

Curtis Dean de avazı çıktığı kadar bağırdı. "Seni diri diri yiyeceğim! Kanını içecek, bağırsaklarını yere dökeceğim!"

Bobby'nin annesi dönüp onlara baktı. Ayakları (İskarpinlerini bir yerlerde düşürmüştü.) birbirine dolaştı. Bobby, "Yapma bunu, anne. Tanrı aşkına, yapma bunu, diyerek inledi.

Liz onu duymuş gibi yine başını ileriye çevirdi ve daha hızlı koşmaya çalıştı. Duvardaki bir posterin yanından geçti:

YALVARIRIZ, EVCİL DOMUZUMUZU BULMAMIZA YARDIM EDİN

LIZ bizim MASKOTUMUZDUR!

LIZ 34 YAŞINDA!

O HUYSUZ BİR DİŞİ DOMUZDUR, ama BİZ ONU SEVİYORUZ!

"SÖZ VERİYORUM" derseniz ne isterseniz yapar.

(veya)

"BU İŞTE PARA VAR!" HOusitonic 5-8337'yi ARAYIN



(veya)

WILLIAM PENN GRILL'ine GETİRİN!

SARI PALTOLU ALÇAK ADAMLARI isteyin!

Kural: "ONU AZ PİŞMİŞ YERİZ!"

Annesi de posteri görmüştü. Ayakları birbirine dolaşınca bu sefer gerçekten düştü.

Bobby, "Kalk ayağa, anne!" diye bağırdı, ama annesi kalkmadı belki de kalkamadı. Bunun yerine kahverengi halının üstünde süründü. İlerlemeye çalışırken bir yandan omzunun üzerinden arkaya bakıyor, saçları terli perçemler halinde yanaklarına ve alnına dökülüyordu. Elbisesinin arkası koparılmıştı. Bobby onun çıplak poposunu görebiliyordu, donu da gitmişti. Daha beteri, baldırlarının arkası kan içinde kalmıştı. Ona ne yapmışlardı? Tanrım, Bobby'nin annesine ne yapmışlardı?

Don Biderman, Liz'in ilersinde köşeyi döndü, bir kestirme bulmuş ve Liz'in yolunu kesmişti. Ötekiler de hemen arkasındaydı. Bay Biderman'ın penisi, bazen yataktan kalkmadan ve tuvalete gitmeden önce Bobby'ninki gibi, dümdüz havaya kalkmıştı. Şu farkla ki, Bay Biderman'ın penisi kocamandı; bir deniz canavarına benziyordu. Bobby annesinin bacaklarındaki kanı anladığını düşündü, istemiyor, ama anladığını düşünüyordu.

Bay Biderman'a, "Onu rahat bırakın!" diye bağırmaya çalıştı. "Onu rahat bırakın, ona yeterince kötülük yapmadınız mı?"

Bay Biderman'ın sarı yeleğinin üstündeki kırmızı göz birdenbire daha geniş açıldı ve bir yana kaydı. Bobby göze görünmüyordu, vücudu bu dünyanın fırıldak gibi dönen tepesinin bir dünya altındaydı... Ama kırmızı göz onu gördü. Kırmızı göz her şeyi görüyordu.

Bill Cushman'la Curtis Dean bir ağızdan, "Domuzu öldürün. Kanını için," diye bağırdılar.

Willie ile Richie de kart zamparaların arkasına takılarak, "Domuzu öldürün, bağırsaklarını yola dökün, etini yiyin," diye bir tekerleme tutturdular. Erkeklerinki gibi onların da penisleri kılıca dönüşmüştü.

Harry de arkadaşlarına katıldı. "Onu yiyin, onu için, bağırsaklarını deşin, onu düzün."

"Kalk, anne! Kaç! Onlara engel ol!" Liz denedi. Ne çare ki dizlerinin üstünde doğrulup ayağa kalkacağı sırada Biderman üzerine atıldı Ötekiler de onu izleyip Liz'in etrafını çevirdiler ve üstünde kalan giysileri koparmaya giriştiler. Bobby bu arada buradan çıkmak istiyorum, burdan aşağı inip kendi dünyama dönmek, onu durdurup öbür yana getirmek, böylece kendi dünyamda kendi odama dönebilmek istiyorum, diye düşünüyordu. Su farkla ki orası bir tepe değildi. Düşün görüntüleri parçalanmaya, kararmaya başlarken Bobby de bunu biliyordu. Bir tepe değil bir bütün hayatın üstünde hareket ettiği ve döndüğü bir mihverdi. Sonra o da kayboldu ve kısa bir süre merhametli bir yokluk egemen oldu Çocuk gözlerini açınca, yatak odasının güneşle dolduğunu gördü. Eisenhower'in başkanlığının son haziranındaki bir perşembe sabahında yaz güneşi.
IX. ÇİRKİN PERŞEMBE
Ted Brautigan hakkında kesin olarak söylenebilecek bir şey varsa o da bu adamın, yemek pişirmesini bildiğiydi. Bobby'nin önüne koyduğu kahvaltı; çırpılıp yağda pişirilmiş yumurta, tost, gevrek beykın, annesinin ona hazırladığı tüm kahvaltılardan (Liz'in spesiyalitesi, ikisinin de Jemima Teyze'nin şurubuyla boğdukları lezzetsiz, dev gözlemelerdi.) daha lezzetli, Colony Restoranı'nda ya da Harwich'de önünüze getirilecek herhangi bir şey kadar iyiydi. Ne var ki bugün sorun Bobby'nin hiçbir şey yemek istememesiydi. Gördüğü kâbusun ayrıntılarını hatırlayamıyor, ama bir karabasan olduğunu ve bir yerinde ağlamış olması gerektiğini biliyordu, uyandığı zaman yastığı yaştı. Ancak, bu sabah kendini donuk ve kederli hissetmesinin tek nedeni düş değildi; düşler ne de olsa gerçek değillerdi. Ama Ted'in gidişi gerçek olacaktı. Üstelik sonsuza dek.

Ted kendi yumurta ve beykın tabağıyla karşısına oturunca Bobby, "Doğrudan Köşebaşı Cebi'nden mi yola çıkacaksınız?" diye sordu. "Öyle, değil mi?"

"Evet, öylesi en güvenlisi olur." Ted yemeye başladı, ama yavaş ve görünürde zevk almadan. Demek o da kendini kötü hissediyordu. Bobby buna sevindi. Yaşlı adam, "Annene lllinois'daki erkek kardeşimin hasta olduğunu söyleyeceğim," dedi. "Daha fazlasını bilmesi gerekmez."

"Büyük Gri Köpek'le mi gideceksiniz?"

Ted hafifçe gülümsedi. "Herhalde trenle giderim. Unutma zengin bir adamım."

"Hangi trenle?"

"Ayrıntıları bilmemen daha iyi olur, Bobby. İnsan, bilmediği bir şeyi söyleyemez ya da söylemeye zorlanamaz."

Bobby bunun üzerinde kısaca düşündükten sonra, "Kart yollamayı unutmayacaksınız, değil mi?" diye sordu.

Ted bir parça beykin alıp sonra onu yine tabağının içine bırakı "Dolu dolu kart yollayacağım. Söz. Artık bu konuyu bırakalım, olmaz mı?"

"Peki, başka neden söz edeceğiz?"

Ted bunu şöyle bir düşündü, sonra gülümsedi. Gülümseyişi tatlı ve dürüsttü. Gülümsediği zaman, çocuk onun yirmi yaşlarında güçlü bir erkek olduğu zamanki halini gözlerinin önünde canlandırabiliyordu.

Ted, "Tabii ki kitaplardan," dedi. "Kitaplardan söz edeceğiz."

O gün sıcak ve boğucu olacağa benziyordu, bu daha sabahın dokuzunda belli olmuştu. Bobby bulaşıklara yardım etti, tabakları kurulayıp kaldırdı. Sonra oturma odasında oturdular. Ted'in vantilatörü ağırlaşmış havayı değiştirmek için elinden geleni yapıyordu. Ve kitaplardan konuştular... Daha doğrusu Ted kitaplardan konuştu. Bu sabah dikkatini dağıtan bir Albini-Haywood maçı olmadığından Bobby dikkatle dinliyordu. Ted'in bütün söylediklerini anlamıyordu; ama kitapların kendi dünyalarını yarattıklarını, Harwich Halk Kütüphanesi'nin ise dünya olmadığını kavrayacak kadar bir şeyler anlıyordu. Kütüphane sadece dünyaya açılan kapıydı.

Ted, William Golding'le fantezilerinden başladı, sonra H.G. Wells'in Zaman Makinesi'ne geçti ve Morlock'larla Golding'in adasındaki Eloi'larla, Jack ve Ralph arasındaki bir bağın varlığını ima etti. "Edebiyatın biricik mazeretleri" diye isimlendirdiği ve masumiyetle deneyimi, iyiyi ve kötüyü irdelemek olduğunu söylediği şey hakkında konuştu. Hazırlıksız olarak yaptığı bu konuşmanın sonunda Ted, bu konunun hepsini de ele alan Şeytan Kovucu adındaki bir romandan bahsettikten hemen sonra durdu. Düşüncelerini netleştirmek için başını salladı ve sordu;

"Ters giden bir şey mi var?" Bobby şalgam suyundan bir yudum Ondan hâlâ pek hoşlanmıyordu, ama buzdolabındaki biricik alkolsüz içecekti ve ayrıca soğuktu.

"Ne mi düşünüyorum?" Ted aniden başı ağrımış gibi alnını ovuştu "Bunun henüz yazılmamış olduğunu."

"Ne demek istiyorsunuz?"

"Hiç. Zırvalıyorum. Niçin çıkıp dolaşmıyorsun? Şöyle bacaklarını çalıştır biraz. Ben uzanmak istiyorum. Dün gece pek iyi uyuyamadım da."

"Pekâlâ." Bobby, biraz temiz havanın, sıcak temiz hava da olsa kendisine iyi geleceğini düşündü. Ayrıca Ted'in konuşmasını dinlemek her ne kadar ilginç olsa da, evin duvarlarının onu boğmaya başladığını hissediyordu. Bobby asıl nedenin Ted'in gideceğini bilmek olduğunu tahmin etti. Evet, her şeyin nedeni buydu: Ted'in gideceğini bilmek.

Beysbol eldivenini almak için odasına giderken Köşebaşı Cebi'nden aldığı anahtar halkası bir an aklından geçti, ilişkilerinin artık sürekli bir flört olduğunu bilmesi için onu Carol'a verecekti. Sonra Harry Doolin, Richie O'Meara ve Willie Shearman'ı hatırladı. Onlar oralarda bir yerdeydiler, eğer yalnız başına yakalarlarsa Bobby'yi eşek sudan gelinceye kadar döverlerdi. Çocuk iki üç gündür ilk kez Sully'yi özlemeye başladı. Sully de onun gibi küçük bir çocuktu, ama sertti. Doolin ve arkadaşları Bobby'yi döverlerse Sully-John onlardan bunun acısını çıkarırdı. Ama ne çare ki S-J kamptaydı.

Bobby evde kalmayı aklından bile geçirmedi -bütün yazı Willie Shearman gibilerden saklanarak geçiremezdi ya- öylesi delilik olurdu, ama dışarı çıkarken dikkatli davranması, onlara karşı tetikte olması gerektiğini kendi kendine hatırlattı. Onların geldiğini gördüğü sürece bir sorun olmazdı.

Bobby, St. Gabe'li çocukları düşünerek 149 numaradan çıktı. İlerdeki bir günün anısı olacak anahtar halkası tamamen aklından çıkmıştı. Anahtar halkası banyodaki rafta, diş fırçalarını koyduğu harcayanında, onu bir gece önce bıraktığı yerdeydi.

Bobby, Harwich'i boydan boya katetti - Broad Sokağı'ndan Commonwealth Parkı'na kadar gitti (C sahasında bugün St. Gabe çocukları yoktu; American Legion takımı kavurucu güneşin altında sopayla vuruş ve topu havada yakalama alıştırmaları yapıyordu.), parktan kent meydanına, kent meydanından tren istasyonuna yürüdü. Demiryolu üst geçidinin altındaki küçük gazete satış kulübesinde durup karton kapaklı kitaplara bakarken (Satış noktasını yöneten Bay Burton malları fazla ellememeniz koşuluyla bir süre kitapları incelemenize izin veriyordu.), kentte düdükler ötmeye başlayarak ikisini de ürküttü.

Bay Burton, "Tanrım, bu da ne?" diye öfkeyle sordu. Çiklet paketlerini yere saçmıştı, şimdi de eğilmiş, onları topluyordu. "Saat daha on biri çeyrek geçiyor!" diye söylendi.

Bobby, "Saat sahiden de erken," deyip az sonra gazete satış kulübesinden çıktı. Kitapları gözden geçirmek onun için çekiciliğini kaybetmişti. River Caddesi'ne yürüdü. Bir günlük ekmeklerden yarım somun almak (iki cent) ve Georgie Sullivan'a S-J'nin nasıl olduğunu sormak için Tip-Top Fırını'na uğradı.

S-J'nin en büyük ağabeyi, "S-J iyi," dedi. "Salı günü ondan bir kart aldık. Aileyi özlediğini ve eve dönmek istediğini yazmış. Çarşamba günü yolladığı kartta ise dalmayı öğrendiğini yazıyordu. Bu sabahki kartta ise hayatının en eğlenceli günlerini geçirdiğini, sonsuza dek kampta kalmak istediğini söylüyordu." S-J'nin ağabeyi güldü. Geniş omuzları güçlü kolları olan yirmi yaşlarında iriyarı bir İrlandalı delikanlıydı. "S-J sonsuza dek kampta kalmak isteyebilir, ama eğer kalırsa annem özleminden aklım oynatır. Bu ekmeğin bir parçasıyla ördekleri mi besleyeceksin?"

"Evet. Her zamanki gibi."

"Sakın parmaklarını ısırmalarına izin verme. Bu lanet nehir ördekleri hastalık taşırlar. Onlar..."

Kent meydanında belediye binasının saati daha on beş dakika olmasına rağmen öğleyi çalmaya başlamıştı.

Georgie, "Bugün ne oluyor?" diye sordu. "önce düdükler vaktinden önce çaldı, şimdi de kentin saati şaşırdı."

Bobby, "Belki de sıcaktandır," dedi. İrlandalı, Bobby'ye şüpheyle baktı." Evet... bu da geçerli bir açıklama sayılır."

Bobby dışarı çıkarken, evet, diye düşündü. Ve pek çoğundan daha güvenli.

Bobby River Caddesi'nde yokuş aşağı inmeye koyuldu. Bir yandan yürürken bir yandan da ekmek lokmalarını ağzına atıp çiğniyordu. Housatonic Nehri'nin kıyısında bir bank bulduğunda yarım somunun büyük bir kısmı kendi midesini boylamıştı. Ördekler sazların arasından badi badi yürüyüşleriyle çıktılar, Bobby de kalan ekmeği ufalayıp onlara atmaya başladı. Ördeklerin büyük bir açgözlülükle lokmaları kapmaya çalışmaları, sonra da kaptıkları lokmaları yutmak için başlarını arkaya atmaları onu her zamanki gibi eğlendiriyordu.

Bir süre sonra uykusu geldi. Nehrin yüzeyindeki ağa benzer ışık yansımalarına bakınca, uyuşukluğu daha da arttı. Bir gece önce yeterince uyumuştu, ama bu uyku onu dinlendirmemişti. Şimdi avuçları ekmek ufaklarıyla dolu olduğu halde dalmakta gecikmedi. Ördekler otların üstüne saçılmış ekmek ufaklarını tükettikten sonra vak-vaklayarak ona yaklaştılar. Kent meydanındaki saat on ikiyi yirmi geçe ikiyi çalarak kent merkezindeki insanların başlarını sallayıp birbirlerine ne olup bittiğini sormalarına neden oluyordu. Bobby'nin uykusu giderek derinleşti, böylece üstüne bir gölge düşünce bunu ne gördü, ne de hissetti.

"Baksana çocuk."

Ses hafif, fakat gergindi. Bobby zıplayarak doğruldu. Bu arada avuçları açılarak kalan ekmek ufaklarını yerlere saçmıştı. Yılanlar yine karnının içinde dolaşmaya başlamışlardı. Sesin sahibi Willie Shearman veya Richie O'Meara ya da Harry Doolin değildi -çocuk uykusundan sıyrılırken bile bunun farkındaydı- ama Bobby neredeyse onlardan biri olmasını yeğleyecekti. Hatta üçü birden gelse bile daha iyi olacaktı. Dayak yemek başınıza gelebilecek en kötü şey değildi. Hayır değildi. Ne halt etmeye uykuya dalmıştı sanki?

"Çocuk."

Ördekler, beklenmedik ziyafet için dalaşarak Bobby'nin ayaklarının üstüne çıkıyorlardı. Kanatları çocuğun ayak bilekleriyle baldırlar çarpıyordu, ama bu duygu Bobby için uzakta, hem de çok uzaktaydı. İlersindeki otların üstünde bir adamın başının gölgesini görebiliyordu. ' Adam arkasında duruyordu.

"Çocuk."

Bobby ağır ağır döndü. Adamın paltosunun rengi sarı olacak, üstünde bir göz, dik dik bakan kırmızı bir göz bulunacaktı.

Ne var ki orada duran adamın üstünde açık kahverengi yazlık bir kıyafet vardı. Ceketin önü, kocaman bir göbek olma yolundaki karın tarafından gerilmişti. Bobby adamın onlardan biri olmadığını hemen anladı. Gözlerinin arkasında kaşıntı, görüş alanında kara iplikler yoktu Sorun adamın, insan görünümünde bir yaratık değil de bir insan olmasıydı.

Bobby sıkıntılı bir sesle, "Ne var?" diye sordu. Oturduğu yerde uykuya dalmasına, adeta kendinden geçmiş olmasına inanamıyordu. "Ne istiyorsunuz?"

Kahverengi kostümlü adam, "Önündekini ağzıma almana izin verirsen sana iki dolar veririm," dedi. Ceketinin cebine elini atarak cüzdanını çıkardı. "Şuradaki ağacın arkasına geçebiliriz. O zaman kimse bizi görmez. Göreceksin, hoşuna gidecek."

"Yok, hayır, ben..."

"Hoşlanacaksın, bütün oğlanlarım hoşlanırlar." Adam böyle diyerek Bobby'yi yakalamak ister gibi elini uzattı. Bobby birden Ted'in omuzlarını kavrayışını, Ted'in ellerini ensesinde kenetlemesini, Ted'in onu kendisine çekmesini ve hemen hemen öpüşecekmiş gibi birbirlerine yaklaşmalarını düşündü. Bunun gibi değildi... ama bir bakıma öyleydi. Her nasılsa öyleydi.

Çocuk, ne yapacağını düşünmeden eğilip ördeklerden birini yakaladı. Hayvanın şaşkın vak-vakları, gagalamaları ve kanat çırpıntıları arasında ördeği kaldırdı, boncuk gibi kara bir gözü görmesiyle birlikte onu kahverengi kıyafetli adamın üstüne fırlattı. Adam bir çığlık atarak yüzünü korumak için ellerini kaldırdı. Bu arada cüzdanını da düşürdü-

Bobby hemen koşarak oradan uzaklaştı.

Meydandan geçip evin yolunu tutturmuştu ki, şekerci dükkânının önündeki elektrik direğinin üstünde bir poster gördü. O tarafa yürüdü ve yazıları dehşet içinde okudu. Bir gece önceki düşünü anımsayamıyordu, ama içinde böyle bir şey vardı. Buna emindi.

BRAUTIGAN'I GÖRDÜNÜZ MÜ!

O, SOYU BELİRSİZ YAŞLI BİR KÖPEKTİR, ama BİZ ONU

SEVİYORUZ!

BRAUTIGAN'IN BEYAZ KÜRKÜ ve MAVİ GÖZLERİ VARDIR!

O, DOST CANLIS1DIR!

ELİNİZDEN YEMEK ARTIKLARI YİYECEKTİR! YÜKLÜ BİR ÖDÜL

ödeyeceğiz (şşşş)

BRAUTIGAN'I GÖRDÜYSENİZ

HOusitonic 5-8337'i ARAYIN!

(VEYA)


BRAUTIGAN'I Highgate Caddesi 745'e GETİRİN!

SAGAMORE AİLESİ'nin evidir!

Bobby bu iyi bir gün değil, diye düşünerek elini uzattı ve posteri elektrik direğinden kopardı. Daha ötede, Harwich Sineması'nın kapısındaki bir ampulden mavi bir uçurtma kuyruğunun sarktığını gördü. Bu hiç de iyi bir gün değil. Asla evden çıkmamalıydım. Hatta ve hatta yatağımda kalmalıydım. Galli Corgi Phil'le ilgili posterdeki gibi HOusitonic 5-8337... şu farkla ki Harwich'de eğer bir HOusitonic telefon santralı varsa, Bobby bunu hiç duymamıştı. Numaralardan bazıları Harwich santralına bağlıydı. Başkaları COmmonwealth'e aitti. Ama HOusitonic, hayır. Ne burada vardı, ne de Bridgeport'ta.

Bobby posteri buruşturup köşedeki KENTİMİZİ TEMİZ VE YEŞİL TUTALIM sepetine attı. Ardından sokağın karşı tarafında tıpkı onun gibi bir tane daha buldu. İleri köşedeki posta kutusuna yapıştırılmış bir üçüncüsünü gördü. Bunları da yapıştırıldıkları yerden söktü. Alçak adamlar ya etraflarını sarmıştı ya da çaresizlik içindeydiler. Her ikisi de olabilirdi. Ted bugün hiç evden çıkamazdı, Bobby'nin bunu ona söyledi gerekiyordu. Her an kaçmaya hazır olmalıydı. Bunu da ona söyleyecekti.

Bobby yolu kısaltmak için parka saptı. Eve bir an önce dönebilmek için neredeyse koşuyordu. Bu arada, beysbol sahalarının yanından geçtiği sırada solundan gelen küçük feryadı neredeyse duymuyordu. "Bobby..."

Çocuk durdu ve bir gün önce ağlamaya başladığı sırada Carol'un kendisini götürdüğü koruluğa baktı. Solumayla karışık çığlık tekrar duyulunca da sesin sahibinin o olduğunu anladı.

"Bobby, ne olur yardım et..."


Yüklə 2,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə