Harbiye Nezaretinde Komisyon Başkanlığı ve topçu üyeliği görevlerini yapmıştır.
Müslüman olmayı kabul eden Strecker, “Reşit Paşa” ismini almıştır (Yılmaz, 1993:36).
Yüzbaşı Von Malinowski: 1846–1869 yılları arasında İstanbul’da Türk Harp
Akademilerinde öğretmenlik görevi yapan Malinowski, müslüman olmayı seçerek
“Emin Bey” ismini almıştır. (Ancak aynı Malinowski’nin Prusya milliyetçiliğinin
hocası olan kişi olduğunu belirtmekte yarar görüyorum) 3. Topçu Tugayı Komutanlığı
da yapmış olan Malinowski, 1880 yılında İstanbul’da vefat etmiştir (Yılmaz, 1993:36 ;
Wallach, 1985:21).
Piyade Üsteğmen Drigalski: 1853–1885 yılları arasında Türkiye’de görev yapmıştır.
Tümgeneralliğe kadar terfi eden Drigalski, Doğu Rumeli milis kuvvetleri komutanının
başyaverliği görevinde bulunmuştur (Yılmaz, 1993:36).
Bunların yanı sıra, farklı zaman dilimlerinde Osmanlı ordusunun hizmetine girmiş
Prusyalı subayların isimleri de şöyledir: Graach, Falk, Rabback, Godlewski, Jungmann,
Schmidt, Becke, Wagemaan, Böhn, Wrange ve Stolpe (Yılmaz, 1993:36).
Görüldüğü gibi söz konusu dönemde Osmanlı ordusunda hizmet eden Prusyalı
subayların sayısı oldukça fazladır. Bunların içerisinden, müslümanlığı kabul ederek
Osmanlı tabiyetine geçmiş olanların yanı sıra, görev yaptığı süre içerisinde dinini ve
tabiyetini değiştirmeyerek sadece para kazanmak için çalışmış olanlar daha
çoğunluktadır.
Wallach tarafından, hiçbir resmi görevi olmadan, sadece para kazanmak için geldikleri
öne sürülen 1838–1883 yılları arasında görev alan Prusyalı subayların, Türklüğe ve
Müslümanlığa geçmiş olanların bile Prusya devleti ile irtibatlarını kesmedikleri
görülmektedir. Hatta Prusya devletinin Türkiye’de çalışan Prusyalı öğretmenlerin
gelecekleri ve onların terfileriyle ilgilendiklerini yine Wallach’ın eserinden
öğrenmekteyiz (Wallach, 1985: 21).
Aslında Prusyalı subayların hiç olmazsa kendi vatanları için yaptıkları en büyük hizmet,
Osmanlı ordusuna cephanesiyle birlikte 500 Krupp topu aldırmak olmuştur. 21 Temmuz
1873 tarihinde değeri bir milyon lira (altı milyon Talerden fazla) tutan bu silah
siparişinin, Alman Krupp firmasına verilmesinde şüphesiz ki aslen Prusyalı olan
Osmanlı paşalarının da etkisi büyük olmuştur (Wallach,1985:22).
188
4.6.
Sultan Abdülaziz Dönemi Islahatları:
Padişah II. Mahmut’un Pertevniyal Valide Sultan’dan olan oğlu Sultan Abdülaziz, 25
Haziran 1861’de Sultan Abdülmecit’in ölümü üzerine Osmanlı tahtına çıktı. Osmanlı
Devletinin 32. padişahı olan Abdülaziz’in şehzadeliği döneminde Tanzimatın getirdiği
batılı yaşam şekline karşı oluşu, tutucu çevrelerin umutlanmasına neden olmuştu.
Osmanlı halkı da Padişah değişikliğini umutla ve memnuniyetle karşılamıştı. Hükümeti
yerinde bırakan Sultan Abdülaziz, yayınladığı hattı hümayunda, halkının refahını
sağlamak için çıkarılmış olan kanunları teyit ettiğini, tasarrufa da riayet edilerek
maliyenin düzene konulacağını, ordu ve donanmaya önem verileceğini ilan etti. Daha
sonra bu vaatlerine uyarak sarayda bol maaş alan lüzumsuz memurları çıkarttı. Altın,
gümüş gibi değerli eşyaların sarayda kullanılmasını yasaklayan padişah, Hassa
hazinesinin de gelirlerinden üçte birini devlet hazinesine bırakacağını halka duyurdu.
Siyasi mahkûmlar için genel af ilan eden Abdülaziz, rüşvet alanları da ağır cezalara
mahkûm ettirdi. Kendisinden öncekiler gibi harem dairesi kurmayarak, tek kadınla
yaşayacağını da ilan eden Sultan Abdülaziz kendi döneminin şan ve şöhret dolu
olacağına inanıyordu (Karal, 1977:3).
Ancak Osmanlı Devletinin hem içeride hem de dışarıda oldukça büyük sorunları vardı.
Mali vaziyet çok kötü bir durumdaydı. Avrupa devletlerinin de desteğiyle Hristiyan
tebaanın istekleri gittikçe artmaktaydı. Bunların sonucunda Karabağ, Sırbistan, Bosna,
Hersek ve Suriye’de arka arkaya isyanlar çıktı. İsyanları güçlükle bastıran Osmanlı
ordusu, herhangi bir güçlü devletle savaşabilecek durumda görünmüyordu. Orduyu
kudretli ve devleti savunacak bir hale getirmek gerektiği açıktı. 1863 yılında toplanan
vükela heyetinde, Islahat Fermanına uygun olarak müslüman olmayan halktan da asker
alınması ve müslüman olmasına rağmen asker vermeyen Bosna-Hersek, Arnavutluk,
Arap Yarımadası, Kozan ve Dersim gibi bölgelerden asker alınması meselesi görüşüldü.
Aslında Islahat Fermanından sonra yapılan bir plana göre,1857 yılında 3500 kişi kadar
hristiyan askeri alınması daha sonra da tedrici olarak bu miktarın 35.000’e çıkarılması
hedeflenmişti. Fakat bu plan, hristiyanların askerlik yapmak istememelerinin yanı sıra
aralarındaki mezhep farkları, müşterek bir vatan kavramının bulunmaması, şehitlik
mertebesine inanmamaları ve dil faktörü gibi nedenlerle uygulamaya koyulamamıştır
(Karal, 1977:182-183).
189
Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı Ordusunda yapılan ıslahatları karakter yönünden
iki devreye ayırmak mümkündür. 1869 yılına kadar geçen birinci devrede ordu için yeni
kıyafetler kabul edilmiş, tophane ve askeri okulların ıslahına girişilmiştir. Yine bu
devrede bir Hassa alayı teşkil edilmiş ve orduya modern silahlar alınmıştır.
Batı ordularındaki alayların teşkilatı esas alınarak, devletin çeşitli bölgelerinden
İstanbul’a getirttiği seçme askerlerle kendisine bir Hassa alayı kurduran Sultan
Abdülaziz, görünüşe büyük önem veriyordu. Tanzimat devrinde ordu için kabul edilmiş
kıyafeti gösterişsiz bulan padişah, Fransızların “zuhaf” dedikleri, Cezayir askerleri
tarafından kullanılan kıyafeti üniforma olarak kabul etti. Bu kıyafet, başta büyük fes ve
üzerinde sarık, arkada işlenmiş salta, ayakta geniş şalvar, belde kuşak ve bacaklarda
tozluktan oluşuyordu. Fakat sonradan, bu kıyafetin pratik olmadığı anlaşılmış ve şalvar
terk edilerek bir nevi pantolona benzeyen, bacakları ve paçaları dar olan “potur” kabul
edilmiştir (Karal, 1977:184).
Avrupa ordularında ve Osmanlı ordusunda 1841 yılına kadar kullanılmakta olan
çakmaklı tüfekler, kapsüllü tüfeklerin icad edilmesiyle gözden düşmüştü. Yağmurlu
havada ıslanarak ateş almayan, ayrıca barut gazı kaybettikleri için mermi hızının zayıf
olduğu çakmaklı tüfekler,1841 yılında kapsüllü tüfeklerin icad edilmesiyle birlikte,
yerini kapsüllü tüfeklere bırakmaya başlamıştı. Ancak kısa bir süre sonra “Şişhane” adı
verilen, milli ve yivli tüfekler icad edildi. Etkili menzili, yaklaşık beş kat daha fazla olan
bu tüfekler, Abdülmecit devrinde az sayıda da olsa Osmanlı ordusuna alınmış
bulunuyordu. Sultan Abdülaziz ise, bütün ordunun son sistem tüfeklerle techiz edilmesi
için Prusya’ya sipariş verdi. Tam da bu sırada, Prusyalılar dakikada on beş, yirmi
kurşun atan iğneli tüfekleri icad ettiler. Bu silahların, Prusya-Danimarka ve Prusya-
Avusturya savaşlarında rüşdünü ispat etmesi üzerine, Osmanlı Devleti, Şinayder, Martin
ve Vinçester gibi tüfeklerden beş-altı yüz bin kadar alarak, askerlerini bunlarla donattı.
Ayrıca, ilk defa bu dönemde, subaylara tabanca ve sürvarilere de kısa filintalara
bezeyen tüfekler verildi. Ayrıca Alman Krup firmasından çeşitli çaplarda toplar alınarak
Akdeniz ve Karadeniz boğazlarıyla, Kars, Erzurum ve Tuna sınır boyları gibi önemli
yerler bu toplarla teçhiz edildi (Karal, 1977:184-185).
Sultan Abdülaziz, her ne kadar orduyu son model tüfek ve toplarla donatıyorsa da
istediği gelişmeyi göremiyordu. Ordunun liyakatli subay eksiğinin olduğu, hem Kırım
190
Dostları ilə paylaş: |