T. C. Sakarya üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 1,36 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə74/82
tarix08.09.2018
ölçüsü1,36 Mb.
#67106
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   82

kabul edilmesi halinde hazır olduğunu açıkladı. Ancak padişah II. Abdülhamit, bu 
koşullara cevap vermedi (Ortaylı, 2003; Wallach, 1985:82). 
Genellikle Türk dostu olarak tanıtılan Goltz’un her şeyden önce bir Alman subayına has 
davranışlara ve fikirlere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Sadakat yemini ettiği Alman 
İmparatoruna ve ordusuna sıkı  sıkıya bağlıydı. Türk dostluğu da Osmanlı ordusundan 
edindiği maddi, manevi çıkarları ve Almanya ile bu orduyu bütünleştirebildiği 
ölçüdedir. Osmanlı ordusu hakkında Alman makamlarına günü gününe bilgi vermekten 
çekinmeyen Von der Goltz’un 1895’te Türkiye’den ayrılmasından sonra, ülkedeki bilgi 
kaynağından yoksun kalan Almanya, bu açığı atadığı askeri ateşeler vasıtasıyla 
kapatmaya çalıştı. Hatta 1898’de üçe yükselttiği reformcu subay sayısını da, 1898’de 
Yüzbaşı Von Mesmer ve Yüzbaşı von Ruedgisch’in heyete katılmasıyla beşe 
yükseltmiştir (Ortaylı, 2003:117). 
Osmanlı Devleti hizmetinde bulunduğu süre içerisinde, Almanya’nın Balkan 
politikasına uygun bir şekilde Türk savunma sistemini şekillendirmeye çalışan Goltz, 
Balkanlar’daki savunma sisteminin Avusturya-Macaristan’a karşı değil de diğer Balkan 
devletlerine karşı düzenlenmesi fikrini kabul ettirmeye çalışmıştır. Ayrıca, Goltz’un en 
büyük amacının, dış siyasette denge politikası yürüten Sultan II. Abdülhamit’i Almanya 
tarafına çekmek olduğunu görmekteyiz. Von der Goltz, 16 Ekim 1889’da Alman 
makamlarına yazdığı mektubunda:  
“Rusya ve Fransa Alman İmparatorluğu aleyhinde Padişahı kışkırtıyorlar. Padişah 
ise kararsızlık içerisindedir” demektedir. Mektubun bir başka yerinde ise bir 
ayaklanma tertip ederek sultana bu konuda baskı yapmak için şu önerilerde 
bulunuyordu: “Ben bu işin mümkün olduğuna inanıyorum ve Alteslerine temin 
edebilirim ki, İstanbul’da bulunan askeri kıtalar arasında hoşnutsuzluğu tahrik 
edebilecek durumdayız. Sadece bununla kalmayıp, evvelce mavzer tüfekleri işinde 
bize çok faydalı olan R.Paşa’dan ve sonra M.Paşa ve H.Paşa’dan müessir şekilde 
yardım görebiliriz. Altesleri bu adamları tanıyorlar ve kamulaştırılan mülklerinin 
meblağını, emirleri gereğince kendilerine iki kere ödemiş olduğumu da biliyorlar. 
İrsalâtın yenilenmesi kâfi gelecektir ve bu usul sayesinde, Alteslerine adlarını biraz 
önce hatırlattığım zevatın kesin ve çok önemli yardımlarının sağlanacağından 
eminim. Topçu ve piyade kuvvet komutanları da kendi sahalarında hareketsiz 
kalmayacaklardır. Bir resmigeçit günü, askeri kıtalar arasında herhangi bir isyan 
 
212


hareketini kışkırttığımız anda, yatıştırmek için derhal müdahale edeceğim ve 
dostlarımız tarafından tesir ve telkin altında bırakılacak olan padişaha, böyle ciddi 
bir isyan karşısında ancak Alman hükümetinin faydalı ve kendilerini korumaya 
muktedir tek devlet olduğunu göstermek hususunda durumdan faydalanıp 
padişahtan bir ittifaka muvafakatlerini elde etmeyi başarırsam, böyle bir halden 
şüphelenecek Rusya’nın alacaklarının derhal ödenmesini talep etme ihtimalini de 
dergiş eylemek lüzumunu, Alteslerine açıklamaya mecbur olduğumu bildiririm. Bu 
hareketi birkaç haftada uygulayabilirim. Buna müteallik kati teferruatı size derhal 
göndereceğim. Birçok Generaller bizim dostumuzdur ve kararlaştırılan parayı 
muntazam almaktadırlar. Bize yardıma hazırdırlar” (Ortaylı, 2003: 114–115). 
Aslında Sultan II. Abdülhamit de olup bitenden habersiz değildi. Hem Almanya’nın 
hem de Von der Goltz’un düşüncelerini çok iyi biliyordu. Hatta Von der Goltz 
tarafından yazılmış olan yukarıdaki mektubu da hafiyeleri aracılığıyla ele geçirmiş ve 
Türkçeye çevirttirmişti. Peki, padişah kendisine karşı bir ayaklanma tertip etmeyi 
düşünen Von der Goltz’u neden Almanya’ya göndermiyor ve kalması için ısrar 
ediyordu? Çünkü Abdülhamit, dış dünyaya karşı Alman İmparatorluğu ile olan sıkı 
dostluğunu ve askeri yardımı göstermek istiyordu Bu sırada Fransa Tunus’u bir yıl 
sonra da İngiltere Mısır’ı işgal etmişti. Bu nedenle Abdülhamit, sadece askeri konularda 
değil, ekonomik konularda da Almanya ile işbirliğini arttırıyordu. 6 Ekim 1888’de 
Haydarpaşa-İzmit demiryolunu işletme ve İzmit-Ankara demiryolunu inşa etme hakkı 
Deutsche Bank’a verilmişti. 1889’da Alman İmparatoru II. Wilhelm, İstanbul’a geldi. 
Bu ziyaret, hem ekonomik hem de siyasi amaç taşıyordu. 26 Ağustos 1896’da Osmanlı 
Devleti ile Almanya arasında bir ticaret antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, Alman 
ekonomisinin Osmanlı topraklarında yayılmasını kolaylaştırdı. 1896’da Eskişehir-
Konya demiryolu tamamlandıktan sonra, Konya-Bağdat demiryolunun yapımı için 
Avrupa devletleri arasında rekabet başladı. 27 Kasım 1899’da Osmanlı hükümeti 
Konya-Bağdat-Basra demiryolu yapımının Almanlara verildiğini resmen açıkladı. 18 
Mart 1902 de Osmanlı hükümeti ile bir Alman şirketi olan “Anadolu Demiryolu 
Kumpanyası” arasında, Bağdat demiryolunun yapılmasıyla ilgili antlaşma imzalandı. 
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, 99 yıl için Demiryolu şirketine, Bağdat, Basra ve 
Basra Körfezine limanlar kurup işletme, ayrıca yapılacak demiryolunun iki yanındaki 
20’şer km.lik alan üzerinde bulunan tüm madenlerin işletilmesi, ormanlardan 
yararlanılması ve arkeolojik kazılar yapma hakları vermiş oluyordu (Özkan, 2003:94). 
 
213


Gerçekte Sultan Abdülhamit, dönemin en güçlü ordusu olan Alman ordusuna göre 
Osmanlı Ordusunu da düzenlemek istiyordu. Fakat hem reformcu Alman subayların 
şüpheli tutumları, hem de özellikle Harbiyeli subaylar arasında yayılan muhalif fikirler 
nedeniyle, ordunun kendisine karşı bir isyan çıkaracağından kuşku duyuyordu. Bu 
nedenle, içinden hiçbir zaman çıkamadığı bir ikilem içinde kalmıştı. Bir taraftan orduyu 
ve donanmayı en modern harp silah ve malzemeleriyle donatıyor, diğer taraftan da atış 
eğitimi ve tatbikatların yapılmasına izin vermiyor, donanmayı Haliç’e hapsettiriyor ve 
cephaneleri depolarda bekletiyordu. Ordu içerisinde kendisine muhalif olan ve Alman 
temsilcisi Goltz ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunan, hatta Almanya’dan para alan bazı 
subayların bulunduğu Goltz’un mektubundan açıkça anlaşılmaktadır. Ancak ordu 
içerisindeki bu grup başından beri var mıydı, yoksa Abdülhamit’in politikaları 
sonuncunda mı oluştu orası pek belli değildir! Çünkü 1876’da iktidara geldiği ilk 
günden itibaren ordu ile yakından ilgilenerek, ordu içerisinde kendine yakın bir komuta 
heyeti oluşturan, bizzat padişahın kendisidir. Kendisine sadakati, liyakata tercih eden 
Sultan Abdülhamit, başlangıçta ordu üzerindeki hâkimiyeti sağlamıştı. Ancak en büyük 
yanılgısı sadece polisiye tedbirlerle bu hâkimiyeti sürdürebileceğini ve yalnızca yeni 
silahlarla orduyu güçlendireceğini düşünmesi olmuştur. Padişahın kuruntuları nedeniyle 
depolarda bekletilen modern silahların, personel tarafından kullanılmaması ordu için 
yapılan ekonomik fedakârlıkların da boşa gitmesine neden olmuştu. Nitekim 1895’te 
İstanbul’da Ermeniler ayaklanıp Babıaliye yürüdüklerinde, burasını korumakla görevli 
askerlere daha önce mermi verilmediği görülmüş ve vazifesini süngü ile yapmaları 
emredilmişti. Yine Aydın ilinde türeyen Çakıcı eşkiyasının elinde Mavzer bulunmasına 
karşılık, Jandarma da Martin bulunuyordu. Hatta bayramlarda top atışları için gerekli 
barut bile Tophaneden ancak özel izinle alınabiliyordu. Ancak bütün bu önlemler
Sultan II. Abdülhamit’in İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1909 yılında tahtından 
indirilmesine engel olamayacaktı. 
II. Abdülhamit ise ordu ile ilgili kendisine yöneltilen tenkitlere şu cevabı vermekteydi: 
“Ben orduyu, yükseltemedim ise de mevcudu muhafaza ettim. O benim için bir şeref 
vesilesidir” (TSK Tarihi 3/5, 1978:265). 
 
 
 
 
214


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   82




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə