Yukarıdaki dokuz tugaydan başka, Toniraş’ta 36., Bayezit’te 37-38., Ahırbefi süfla’da
39., Sivas’ta 40., Yenişehir’de 41,42. ve 43., Siverek’te 44., Gazellik’te 45., Mardin’de
46, Nusaybin de 47, Safan’da 48 ve 49, Zemar Çiftliğinde 50, Harran’da 51.,52.,
Suruç’ta 53.,54.,55., Hernişi Süfla’da 56 ve 57 nci alaylar teşkil edilmiş bulunuyordu
(TSK Tarihi 3/5, 1978:225).
13 Mayıs 1896’da çıkarılan bir kanunla, Hamidiye hafif süvari alayı adı Hafif Süvari
alayları olarak kısaltılmıştı. Aşiret çocuklarından Harp Okulunu bitirenler ile üç yıllık
süvari okulunu tamamlayanlar teğmen oluyorlardı. 1908 yılında mevcut Hamidiye
Süvari Alayları, iki alay Edirne’de, 10 alay kadar Karakilise’de, dokuz alay
Malazgirt’te, dokuz alay Hınıs’ta, dokuz alay Erciş’te, dokuz alay Van’da, 10 alay
Mardin’de, altı alay Urfa’da olmak üzere 64 adetten oluşmaktaydı (TSK Tarihi 3/5,
1978:225).
Ancak dönemin şartları altında, hem Rus tehlikesi ve Ermeni meselesi düşünülerek,
hem de bölgenin sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümü amacıyla oluşturulan
Hamidiye Alayları, Sultan II. Abdülhamit’in istediği seviyeye ulaşamamıştı. Her ne
kadar, bazı mahalli başarılar kazanılmış olsa da, bir türlü askeri disiplin sağlanamamıştı.
Reisleri, ağaları ve erleri gerçek bir askeri eğitim görmedikleri için başıbozukluk
yapıyorlar, ayrıca eğitim yapmaya da yanaşmıyorlardı. Eskiden eşkiyalık yapan bazı
gruplar da, Hamidiye Alaylarının içine girmiş bulunuyordu. Bunlar, ellerine geçirdikleri
yetkilerle, daha önce teşkilatsız olarak yaptıkları gasp ve yağma işlerini bu defa,
padişaha dayalı bir teşkilat halinde yapmaya başlamışlardı. Ağalarının emir komutası
altında zorbalıklar yapan Hamidiye Alayları, devletin birlikleri olduğu için herhangi bir
soruşturmaya da uğramıyorlar, böylece cüretleri daha da artıyordu. Bölge halkından
padişah II. Abdülhamit’e sürekli şikâyetler gelmesine rağmen, bu konuda gerekli
önlemler alınmıyordu. Bu durum, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine kadar sürdü.
İttihat ve Terakkinin iktidara gelmesiyle birlikte Hamidiye Alaylarının sayısı 24’e
indirilerek Hafif Süvari Alayları adıyla Dokuzuncu Kolorduya bağlandılar. Düzenli
orduya bağlanmayı kabul etmeyen bazı aşiretler ile iktidardaki İttihat ve Terakki
Cemiyeti arasında gerilen ipler, sonunda kopmasına gelmişti. Ülkenin tamamında kesin
bir otorite temin etmek isteyen hükümet, aşiretlerin önde gelenlerinden Haydaranlı
aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa’yı tutuklayarak cezaevine koydu. Düzenli orduya
218
katılmayı kabul etmeyen aşiretlerin bir kısmı bölgede kalırken, hapisten çıkan Kör
Hüseyin Paşa liderliğindeki bir kısmı da İran ve Irak bölgelerine göç etmişti. 1913
yılında Musul bölgesinde çıkan Kürt isyanında öncülük yapan bu aşiretlerin, devlete
büyük zararları dokundu. Cumhuriyetin kurulmasından sonra çıkan Şeyh Said isyanında
da en çok alayı bulunan aşiretlerden Hasenan ve Zirkan aşiretlerinin katılımları olmuştu.
Bütün bunlara rağmen hiçbir isyana katılmamış, Rusya ve Ermeni çetelerine karşı
kahramanca savaşmış aşiretler de vardı. Türkiye Cumhuriyeti devleti de isyana
katılmayan aşiretlerin subay ve paşalarının kendilerine ve eşlerine emekli maaşı
bağlamış ve 1950’li yıllara kadar bu maaşları ödemiştir. Eşlerin ölümüyle birlikte de
Hamidiye Alayları devrine ait bütün izler silinmiştir (Aydın, 2001; TSK Tarihi 3/5
1978:223).
4.8.
19. Yüzyıl Yenilik Hareketlerinin Tahlili:
18. yüzyılın başlarında ortaya çıkan ilk batılılaşma fikirleri, aradan geçen yüz yıl
içerisinde olgunlaşmıştı. Zaman zaman kesintiye uğrayan yenileşme hareketleri, tutucu
ve gerici çevrelerin engellemelerine rağmen ağır aksak devam etmişti. Yenileşme
karşıtlığının, Osmanlı geleneksel yapısı içerisinde kolaylıkla taraftar buluyor olması
nedeniyle, girişilen reformların aleyhinde Yeniçerilerden ulemaya, devlet adamlarından
halk kitlelerine kadar geniş bir kesim bulunuyordu. Ancak sürekli gelişen batı orduları
karşısında ardarda alınan yenilgiler, öncelikle askeri bir yenileşmeyi gerekli kılıyordu.
Bu nedenle girişilen yenilik teşebbüslerinin merkezinde askeri kurumlar ve silah
teknolojisi yer almaktaydı. Fakat 19. yüzyıla gelindiğinde, artık sadece askeri alanda
yapılacak yeniliklerin yeterli olamayacağı ve devletin bütün alanlarında yenileşme
ihtiyacının bulunduğu anlaşılmıştı.
II. Mahmut devrinde Avrupa’nın genel siyasi ve diplomatik çevrelerinde Osmanlı
Devleti aleyhine şiddetli bir tepki ve düşmanlık ortamı oluşmuştu. Avrupalılar, Osmanlı
hükümetini Avrupa medeniyetini kabul etmemek ve Avrupa hukuku dışında kalmakla
itham ediyorlardı. Bunun yanı sıra Osmanlı Devletine karşı muhtelif eyaletlerde çıkan
isyanları da destekliyorlardı. Mevcut Osmanlı ordusu, isyanlarda başarısız olmuş fakat
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Avrupa usulüne göre teşkil ettiği eğitimli ordusu
Yunan isyanını bastırmayı başarmıştı. Dönemin yenilikçi Sadrazamı Alemdar Mustafa
219
Paşa tarafından kurulan Sekban-ı Cedit Ocağı, kapatılan Nizam-ı Cedit ocağının hemen
hemen aynısıydı. Fakat bu ocağın ömrü de pek uzun olmamıştı. İsyan çıkaran
yeniçeriler hem sadrazamı öldürmüşler, hem de Sekban-ı Cedit ocağını dağıttırmışlardı.
Böylece dönemin ilk yenilik teşebbüsü yine aynı çevrelerin tepkileri sebebiyle
başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Ancak Sultan II. Mahmut, devletin ihtiyacı olan yenilikleri yapmak için yeterli bilgi ve
iradeye sahip bir hükümdardı. Üstelik bu sefer yenilik teşebbüslerinde çok daha ihtiyatlı
hareket ediliyordu. Avrupa usulüne göre teşkil edilen Eşkinci Ocağının kurulmasından
önce, Padişah II.Mahmut Şeyhülislamın evinde ileri gelen devlet adamlarının ve
yeniçeri ağası ile ocağın önde gelenlerinin katıldığı bir toplantı yaparak onların
onaylarını aldı. Toplantıda alınan kararları katılımcılara imzalattıktan sonra Ulemanın
da fetvasını alarak toplantı kararlarını halka açıkladı. Üstelik bunu açıklarken İstanbul
halkının desteğini almak için, yeni ocağın Kanuni Sultan Süleyman’ın askeri düzenine
dönüş amacıyla kurulduğunu ilan etti. Hatta yeni kurulan ocağın Hristiyanlar veya
yabancılar tarafından değil, sadece modern askeri yöntemleri bilen müslüman subaylar
tarafından eğitileceğini duyurdu. Böylece ortaya çıkabilecek bir yeniçeri
ayaklanmasının Şeyhülislam ve ulema tarafında desteklenmesini engellemiş, ayrıca
halkın da bu isyana destek vermesinin önüne geçmişti.
Nitekim bir süre sonra patlak veren yeniçeri ayaklanması hiçbir kesim tarafından
desteklenmediği gibi, zaten yeniçerilerden bıkmış olan İstanbul halkının da tepkisini
çekmiştir. Bu suretle Sultan II. Mahmut, yaklaşık yüz yıldır devletin başına musallat
olan bu belalı ocağı ortadan kaldırmış ve yeniliklere giden yolun da önünü açmıştır.
Tarihe “Vak’ai Hayriye” adıyla geçen Yeniçeri Ocağının kaldırılması, yalnızca askeri
alanda yapılan bir yenilik değil, toplumsal hayatın bütün alanlarında yapılacak
yeniliklerin önündeki en önemli engeli kaldıran bir reform niteliğindedir.
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra kurulan Asakiri Mansure-i Muhammediye
Ordusu, Hassa birliklerinin teşkil edilmesi ve Askeri meclisin kurulması II. Mahmut
döneminin diğer önemli askeri yenilikleridir. Ancak dönemin en önemli yeniliklerinin
başında Harp Okulu ve Tıbbiyenin açılmış olması gelmektedir. Hatta Harp Okulunun
kuruluşu, sadece dönemin değil Osmanlı modernleşme tarihinin en önemli olayı olarak
görülmektedir.
220
Dostları ilə paylaş: |