184
kelimesinin etimolojik olarak anma ile kurduğu ilişkiye
referans verir. Hafıza, doğası gereği, kendi parçalarını
çizgisel olmayan bir şekilde devamlı ilişkilendirir. Dön-
güsel bir tarih anlayışı, bireysel hafızaların ilişkilendir-
me özelliğini andırır. Hafızanın parçaları, devamlı yeni
şekillerde bir araya gelir; sabit değildir. Cohen’a göre,
hafıza gibi, anıt fikrinin de ölçek, görünürlük ve geçicili-
ğe dair alabileceği esnek konumlar, anıtlara bireylerle
eşit ilişkiler kurma olasılığı tanır. (Cohen, 2010, s.369)
Farklı gerçeklikler arasında ilişki kurabilme yeteneğini,
anıtlara uygulamak, kalıplarla düşünmeyen, yaratıcı bir
yaklaşım gerektirir.
Düşünce kelimesinin önüne aldığı sıfat, “yüksek” değil
“derin” sıfatıdır. Derin düşünceden bahsederiz; düşün-
celi olmaktan bahsederiz; eleştirel düşünceden ya da
iyice düşünmekten bahsederiz. Düşünce tek bir yönde
ilerlemez, hafıza gibi döngüseldir. Düşüncenin kuvve-
ti, ilişki kurma, anlam üretme, soru sorma kapasitesi
kadardır. Anıt anlayışını yüce fikrinden sıyıran, tam da
anıtın anlamı üzerine düşünebilmektir. Hannah Ar-
rendt’in dediği gibi, “hiçbir şey yaptıklarımız üzerine
düşünmekten daha önemli değildir” (Arrendt, 2000,
s.33). Susan Sontag ise, “Başkalarının Acıları” isimli
kitabında, hafızaya belki de fazlasıyla değer verildiğini;
düşüncenin ise yeterli değeri görmediğini belirtmiştir.
(Sontag, 2003, s. 115) Günümüzde anıtlar, toplumsal
amnezi ile mücadele yöntemlerinin bir parçası olarak
geçmişi yeniden anlamlandırabildikleri ölçüde toplu-
lukların yaşamlarına düşünce alanları olarak dahil olur.
Yakın tarihin şiddet dolu hafızasının içinden başka bir
dünyayı mümkün kılabilmek için, hafızayı, “hafız”lık ile
değil, düşünce ile, insanın değişim yaratabilme potan-
siyeli ile ilişkilendirebilmek gerekir. “Hafız”lık, küçük
yaşlardan itibaren güçlü bir hafızayı, ezber ve tekrar için
kullanır. Bu, anıtların resmi tarihin ezberi ve tekrarı için
kullanılmasından çok farklı değildir. Hafızlığın itibarının,
düşüncenin itibarından daha “el üstünde” tutulduğu
toplumsal dinamikler içinde, düşünceyi önemseyen
anıtlar üretmek, “ince” bir zeka işidir.
Her şeyin anlamını kaybettiği noktalarda yitirdiğimiz
umudumuzdur; kaybettiğimiz, şimdiyi anlamlandırarak
geleceğe dair kurduğumuz hayallerimiz ve hayal gücü-
müzdür. Anıtlar, sadece anmak değil, anlamlandırmak
niyetiyle ele alındıklarında, “anlam”a sahip çıkmanın
kamusal ifadelerine dönüşürler. Anıt ya da eylemleri
anıtsal kılan, son derece inatçı ve vazgeçmeyen anlam
arayışlarıdır.
KAYNAKÇA
Ahıska, Meltem. (2011). Hatırlayan Ucubeler: Tophane’deki İşçi Anı-
tının Hikâyesinin İzini Sürmek. Red Thread, 3, erişim tarihi 15 ocak
2014, http://www.red-thread.org/tr/makale.asp?a=46
Anıt-Sayaç. (2008). Şiddetten Ölen Kadınlar İçin Dijital Anıt. Erişim
tarihi 14 Şubat 2015, http://www.anitsayac.com/
Arendt, Hannah. (2000). İnsanlık Durumu, Bahadır Sina Şener
(Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları
Platformu’nun faaliyetlerinin eylemlerle oluşturduğu
farkındalığa, sosyal ağ üzerinden, internet erişimi kadar
geniş olan bir kamusal alanın ifade alanından eklem-
lenir. Birçok yönüyle, anıtın meydanlarda kanıksanmış
biçimlendirmelerine benzemez. Bir arayüzdür. Kadın
cinayetlerinin takipçisi olma söylemine bu şekilde
eklemlenir. Yükselmeyi hiç arzulamayan bir sayaçtır.
Anıt ve heykele dair belleklerdeki durağan ve eril imgeyi
bozar. Kırılganlığı içerir.
Kırılganlık, ürettikleri anıtlarla anıt pratiğini sorgulayan
Jennifer Allora ve Guillermo Calzadilla sanatçı ikilisi-
nin de anahtar kelimesidir: “Biz kimseye ses vermek
istemiyoruz. İnsanların kendi sesleri var. Ben kimim ki
insanlara seslerini vereyim?” (“The Art Of Responsibi-
lity, 2004, parag. 15”) diyen sanatçılar, kamusal sanatta
karşılaşılan, sesini çıkartamayanların sesini çıkartma-
sını sağlamaya dair bir misyonu reddetmektedir. Allora
& Calzadilla, toplumsal hafızayı irdeleyen çalışmala-
rında, kalıcı olanı, sorgulanamaz gibi görünen şeyleri
alıp, kırılganlaştırma, geçici kılma, tartışmaya açma ile
ilgilenir. (“Allora & Calzadilla On Activism”, 2014, parag.
32) 2001 tarihli “Tebeşir Anıtı”nı, okullarda gerçekleş-
tirmişlerdir. Anıtın esin kaynağı, başka bir anıt hikaye-
sidir: Özgürlük Anıtı’ndan daha büyük bir Columbus Anıtı
edinmek isteyen belediye başkanı, bütçe bulamayınca,
anıtın sadece kafasını satın alabilmiştir. Sadece baştan
ibaret olan Kristof Kolomb anıtı, temsil Porto Riko’da
bir meydanda durmaktadır. Sanatçılar bu anıt hikayesi
üzerinden sömürgeci bir tarihi okulların dersliklerinde
sorgulamayı seçer. Kristof Kolomb ve İspanyol fetih-
çi (konkistador) Juan Ponce de León’un figürlerini,
karatahtaya yazmak için kullanılan tebeşir boyutunda
heykelcikler olarak üretirler. Bu tebeşirler, öğretmenle-
re tarih ve sosyal bilgiler derslerinde kullanılmak üzere
dağıtılır. Onate’nin heykelinin ayağının dökülen madal-
yonlara dönüştürülüp dağıtılmasını da hatırlatan ironik
bir tavra sahiptir. Ayrıca, tebeşiri anıtlaştırırken, sınıfla-
rı, toplumsal hikayelerin öğretildiği, yazıldığı, dolaşıma
girdiği kamusal alanlar olarak görünür kılar. “Tebeşir
Anıtı”, eğitim sistemi üzerinden, Ece Ayhan’ın “Meçhul
Öğrenci Anıtı”nı da aklımıza getirir. Ece Ayhan, şiirinde
devlet ve tabiatın ortak ve yanlış sorusunu sorar: “Ma-
veraünnehir nereye dökülür?” Olmayan bir nehre dair
öğrencilere yöneltilen soru, coğrafya bilgimize değil,
eğitim sistemimizdeki ezbere ve sorunun çağrışımlarına
dairdir. Ece Ayhan, “Meçhul Öğrenci Anıtı” ile, şiir yoluy-
la anıtlara, belki de Türkiye’de plastik ifade biçimlerinin
yapamadığı bir eleştiriyi getirir.
Sonuç
Mahallelerin, şehirlerin geçirmekte olduğu devamlı
değişim de, anıt algımızı etkilemektedir. Bu değişimi
sorgulayan yazar ve küratör Ana Paula Cohen’a göre,
değişimlerin ortasında sabit duran, kentlerin fiziksel
ve sembolik gerçekliği ile uyum göstermeyen anıtların
hafızası da donuktur. (Cohen, 2010, s.368) Cohen, anıt