yazılı kaynakların verdiği bilgilerden, dolayısıyle öğreni
yoruz ki, artık XVI'ncı yüzyıl sonlarından başlayarak med
dah hikâyeleri gerçekçi-günlük hayatla ilgili konuları iş
leme eğilimini kazanmağa yüz tutmuşlardır. Üçüncü Mu-
rad şair Cenânî’ye, kendisine anlatılacak yepyeni hikâye
leri bir araya toplayan bir kitap yazmasını buyurmuştu.
Cenânî'nin kitabındaki hikâyelerin birçoğu meddah hikâ
yelerinin gerçekçi yönünü yansıtıyor;
konularını günlük
halk hayatından almışlardı (bk. F. Köprülü,
Meddahlar,
«Türkiyat Mecmuası», I, 1925, s. 21 -28). Gene bu çağın,
adı bize kadar gelmiş meddahlarından biri, Bursalı Mus
tafa Baba'dır; o da üçüncü Murad’ın sarayına girmiştir.
XVII'nci yüzyıl meddahları ve meddahlığı üzerine bil
gilerimiz daha çoktur. Evliyâ Çelebi, İstanbul'da, Erzu
rum'da, Malatya'da, Bursa'da, kahvelerde, mesirelerde ve
«büyüklersin konaklarında sanatlarını icra eden meddah-
kıssahânlardan birçoğunun adlarını sayıyor: Bursa'dan Şe
rif Çelebi, Kurbânı Ali'si, Mahmud, Kara Firuz, Tireli Ali,
Erzurum'dan Kasap Kurt, v.b.; İstanbul’daki meddahların
sayısını 80 olarak gösteriyor; geçit resmine
«ellerinde
çevkân ( = değnek), bellerinde mecmualar» olduğu halde
katılmışlar. Evliya’nın bu kaydı ve başka bir yerde verdiği
bilgiler, meddahların hiç olmazsa bir bölüğünün, ya da
kimi konularda, hikâyelerini kitaplardan okuduklarını, ya
da kitaplardan belleklerine yardımcı gereç olarak yararlan
dıklarını gösterir. Son çağa kadar, sözlü meddah gele
neğinde, hikâyecinin hikâyesini bağlarken söylediği şu
kalıplaşmış sözler: «Bu kıssadır,
bir mecmua kenarına
kaydolunmuş, biz de gördük söyledik...», bu olguyu doğ
rular. Gene XVII’nci yüzyılda yaşamış olup başka kay
naklardan adlarını öğrendiğimiz kıssahân ve meddahlar
var: ManisalI Derviş Kâmiiî,
Nûhzâde Mustafa Çelebi,
Pertevî Ahmed Çelebi. Maraşlı Ahmed Ramazân, İstanbul-
76
lu Hamdi v.b. gibi. Ama bu yüzyılın en ünlü meddahı Tıflî
Çelebi'dir. IV'üncü Murad'ın hikâyeciliğini yapmıştır. Tıflî’-
nin anlattığını kestirdiğimiz hikâyelerden bazıları yazıya
geçip bize kadar erişmiştir: Latâ'ifnâme, Hançerli Hanım,
Sansar Mustafa, Kanlı Bektaş. Bunlardan
Latâ'ifnâme,
Hançerli Hanım'ın adların değiştirilmesiyle meydana gel
miş bir «variante»ıdır. Bu dört metni «Tıflî hikâyeleri çem
beri» adı altında, gösterebiliriz.
Hepsinin anlatı şeması
aşağı yukarı aynıdır: Hikâyenin erkek kahramanı azılı bir
kadının işlettiği batakhaneye düşer; birçok tehlikeler at
lattıktan sonra, bir arkadaşının yardımı ile. Padişahın da
olan-biteni öğrenip araya girmesi sayesinde, kurtarılır; ba
takhanenin sahibi cezalandırılır. Latâ’ifname’de temel ey-
temin içine yer yer başka hikâyeler de çerçevelenmiştir.
Bu serideki hikâyelerin kitaba geçmeden sözlü olarak anla
tıldığı ve bunları ilk «yaratıp» anlatanın Tıflî olduğu, bize
ulaşmış metinlerden açık olarak anlaşılıyor; hemen hepsi
nin sonunda Padişah meddah Tıflî’ye macerayı başından
sonuna kadar anlatmasını emreder; Hançerli Hanım hikâ
yesinde, batakhane sahibi kadın, kendi meddahına, ceza
landırmayı düşündüğü delikanlı ile genç kızın, o ana kadar
başlarından geçenlerle bundan sonra başlarına gelecek
leri bir hikâye biçiminde anlattırır; tıpkı Hamlet’in, gez
ginci tiyatroculara üvey babasıyle anasının karşısında,
onların maceralarını oyun biçimine koydurup oynatması
gibi... Gene IV'üncü Murad çağında düzenlendiklerini ke
sin olarak kestirdiğimiz iki hikâye (Çevri Çelebi ve Tay-
yarzâde) aynı anlatı şeması içinde kurulmuşlardır.
F. Köprülü (bk. a.g. makale, s. 35) XVIII'inci yüzyıl
meddahlarından
Kırımlı diye lâkaplanmış
Derviş Meh-
med’in adını vermiştir. Bu yüzyıl İstanbul meddahlarının
hikâyelerinden 57 tanesinin fihristi ile, hikâyecinin bel
leğine yardımcı olmak amacıyle yapılmış özetlerini kap
77
sayan bir yazmayı Metin And, Geleneksel türk tiyatrosu
(Ankara 1989, s. 74-76) nda incelemiştir; o yazmada bazı,
özetlerden sonra kendisi de meddah olan yazar hikâye
yi kimden öğrendiğini bildiriyor; kimi hikâyelerin hangi
kahvelerde anlatıldığı da kaydedilmiştir. Böylece o çağ
İstanbul meddahları ile hikâye anlatılan yerler üzerine
yeni bilgiler edinmiş oluyoruz, bu eser sayesinde.
XIX’uncu yüzyıldan pek çok meddah adı biliyoruz;
bunların listesi F. Köprülü'nün ve Metin And'ın adları ge
çen İncelemelerinde verilmiştir. Bu meddahların bir bölü
ğü aynı zamanda Karagöz ve Orta oyunu sanatçıları idi.
Kız Ahmed bu çağın
en ünlü meddahlarından
biriydi.
Onun Tıflî ile Sultan Murad’ı sahneye çıkaran bir hikâye
anlattığını, İstanbul’a gelmiş bir Fransız'ın yazdığı kitap
tan öğreniyoruz (bk. M. And, a.g.e., s. 133-134). Bu bel
ge, ilk düzenleyicisinin Tıftî olduğunu kestirdiğimiz hikâ
yeleri, yakın çağlara kadar meddahların anlattıkları ve
onların yazmalara, daha sonra da basmalara, bu sözlü
anlatılardan geçtiği olgusuna yeni bir tanıktır.
XX'nci yüzyılın başlarında yetişmiş olan meddahlar
dan Aşkî ve Surûrî bu sanatın ünlü adları olarak, İstanbul
luların anılarında yaşarlar. Surûrî 1930 yıllarına kadar
İstanbul kahvelerinde hikâye anlatırdı.
XIX’uncu yüzyılın sonları, XX'nci
yüzyılın
başları
meddahların hikâyelerinden bazı metinleri. G. Jacob, F.
Giese, I. Kunos, Th. Menzel, H. Paulus gibi batılı araş
tırıcılar yayınlamışlardır. Karagözcülüğün
son temsilci
lerinden Küçük Ali de meddah hikâyelerinden üç metni
ses şeridine vermiştir, (bk. Metin And, a.g.e., s. 68, 73)
Soru 3 2 : M eddah hikâyeciliği günümüzde yaşı
yor mu?
Büyük şehirlerin halk anlatı geleneği olarak meddah-
78
Dostları ilə paylaş: |