494 Bir İslam Mütefekkiri Olarak Mevlana’nın Çevreye Bakışı
diziliş halindedirler. Varlıklar birbirini karşılıklı etkileyen ve birbiri içine son
derece girift biçimde “örülmüş” birimler olarak görülür. Bu bütünselliğin en
berrak ifadelerine tasavvuf felsefesinde rastlanır. Yunus Emre’nin mısraların-
da Allah, evren ve insan bu bütünsel bakışın ifadesini şöyle bulur:
Ma’ni evine talduk vücut seyrini kılduk
İki cihan seyrini cümle vücudda bulduk
Yidi yir yidi göği tağları denizleri
Uçmağıla tamuyı cümle vücudda bulduk.
46
Şu halde hakikat dâima tek ve evrensel olduğu halde insanlar (-ve özel-
likle filozoflar-) onu kendi açılarından görmek istemişlerdir. Mevlâna’nın
kendine mahsus bir görüş açısının olması da, bundan ileri gelmekteydi fakat
o, bunu da aşarak, hakikatı bir bütün olarak elde etmeğe çalışıyordu. Çünki
Mevlâna’nın maksadı, bütünleştirmek yani bütüne ulaşmaktır. Nitekim dev-
let ve toplum felsefesinden bahsederken göreceğimiz gibi, pek meşhur olan
üzüm-engâr-ineb-stafil mealini de bunun için vermişti.
47
Mevlânâ, diger mutasavvıflar gibi Tanrı’nın açık- gizli mesajlarını söze
veya yazıya döker. Tabiatın güzelliklerini, onu yaratanın güzelliklerini anlat-
mak için vasıta sayar. Tabiat her yönüyle Yüce Varlık’ın bütün güzelliklerinin
seyredildiği bir ayna gibi kabul edilebilir. Gizli olan sırlarını ancak düşünen
ve hissedebilen kişiler fark eder.
48
Aşığa göre, bütün kâinat ezelî ve ebedî sev-
gilinin tecellî aynasıdır. Her yerde onun cemâl ve kemâl sıfatlarının tezahürü
vardır. Zira vücûd-ı mutlak, aynı zamanda kemâl-i mutlak ve cemâl-i mutlak-
tır.
49
Mevlânâ’da Hz. İbrahim gibi, Saint Augustin gibi, Eflatun gibi, romantik
yazarlar gibi evrendeki güzelliklerde Allah’ı arar. Ona göre bu dünyadaki her
şey bir örtüyle örtülmüştür. Mevlânâ’nın bu düşüncesini Meyerovitch, Albert
Beguin’in Romantik Ruh ve Hayal (I’ Ame romantique et le Réve ) adlı ese-
rinden aldığı şu alıntıyla açıklar: “…Allah hem görülebilir, hem görülemez…
Dış dünya bir gölge dünyasıdır, gölgesiyle ışık dünyasını örter…”. “Bununla
beraber tabiat insana Allah’ın bir vahyidir.”
50
46 Yunus Emre, Divan, Hazırlayan, Faruk K. Timurtaş, Ankara, 1986, 72.
47 Keklik, Nihat, Mevlâna’da Metafor Yoluyla Felsefe, http://akademik.semazen.net/
article_detail.php?id=501 15.11.2013.
48 Kayaoğlu, a.g.yer, 123.
49 Şafak, Yakup, “Tasavvufî Şiirde Mecazî Anlatım”, (VII. Mevlana Semp. Bildiriler Kitabı
içinde), Konya, 1995, 87.
50 Şen, Muharrem, “Eva de Vitray Meyerovitch’e Göre Mevlânâ”, S.Ü. Selçuk Dergisi,
Konya, 1988, 10.
495
Hüseyin AYDIN
İslâm’da çevrecilik metafizik arka plana sahiptir. Kur’ân’da: “Yedi gök,
yer ve onlarda bulunanlar Allah’ı tespih ederler. O’nu hamd ile tespih etme-
yen hiç bir şey yoktur. Fakat siz onların tespihlerini anlayamazsınız.”
51
bu-
yurulmaktadır. Başka bir âyette de Davud ve Süleyman (a.s.)’ın onların tes-
pihine iştirak ettikleri söyle anlatılır: “Onu Süleyman’a derhal kavrattık. Her
birine hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvud’a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla
beraber tespih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz!”
52
Tabiatın koz-
molojik bir vahiy olmasının yanı sıra insanın sahip olduğu değerlerden de
atıflar yapılarak saygınlığına vurgu yapılmaktadır. Bu nedenle Müslümanla-
rın zihinlerinde varlıkları manevi yönden yaratıcıdan ötürü kutsal sayma yat-
maktadır. Yunus Emre’nin dizelerine dökülen tabiat sevgisinin altında yatan
duygu da budur. Yunus yaratıcıya yönelirken tasları, denizleri yanına almayı
ihmal etmez. Bu meyanda en çok dillendirilen bir beyit şöyledir:
Denizleri kaynadur mevce gelür oynadur
Kayaları söyledür kuvvetlü nesnedür ışk
53
Mevlânâ bu konuda şunları söylüyor:
Her meyve, her yaprak, ayrı ayrı tomurcuğunun diliyle Tanrı’ya
şükreder.
54
Bu ağaçlar, yeraltındaki insanlara benzer; toprak yurdundan
ellerini çıkarmışlardır.
Halka yüzlerce işaretler ederler; kulağı olana sözler söylerler.
Yemyeşil dillerle, upuzun ellerle toprağın gönlünden sırlar açarlar.
Kışın onları öldürdü ama baharın diriltti yapraklandırdı.
55
Kurtubî bu tespihin hakikaten olduğunu, her şeyin beserin duyamayacağı
ve anlayamayacağı bir suretle Allah’ı tespih ettiğini ifade eder. Zira bu tespih
eserde sanatın gösterilmesi seklinde olsaydı anlaşılmazlığından bahsedilmez-
di, herkes anlardı. Çünkü sanat anlaşılamayan değil, açık olandır.
56
Ancak
varlıkların tespihini mükemmel varlık sanatlarından biri olarak değerlendir-
mek de mümkün, zira Allah’ın eşyada var kıldığı estetik tamamıyla kavrana-
51 İsrâ, 17/44.
52 Enbiyâ, 21/79.
53 Yunus Emre, Divan, Hazırlayan, Faruk K. Timurtas, Ankara, 1986, 71.
54 Mevlânâ, Mesnevî (Gölpınarlı), I/275, b.1349.
55 Mevlânâ, Mesnevî, (Gölpınarlı), I/386–387. b.2023–2028.
56 Kurtubî, Ebu Abdillah, el-Cami‘ li Ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut, 1996, X/173.
496 Bir İslam Mütefekkiri Olarak Mevlana’nın Çevreye Bakışı
bilmiş değil. Bunun da insanın idrak sınırlarını asan bir yüce sanata gönderme
yapması muhtemeldir.
Mutasavvıflar da bu ve benzer âyetlerde her şeyin Allah’a ibadet etmesi-
ni, hakikî manasına alarak, gerçekten her şeyin Allah’ı zikrettiğini söylüyor-
lar. Bir şeyin Allah’ı zikretmesi için de her şeyden önce o şeyin canlı olması
gerektiğini söylüyorlar. Mutasavvıflara göre tüm kâinat ve onun en küçük
parçaları atomlar, dolayısıyla her şey daima sonsuz ve sınırsız olarak bir ha-
reket içindedir. Bu hareket de tesadüfî değil, adeta bir orkestranın müziğine
uyan dansçıların dansı gibi ahenkli ve ritmiktir. Her şeyin bu şekilde devamlı
hareket içinde olmasından, mutasavvıflar, insan gibi onların da canlı olması
gerektiği varırlar. Çünkü hareket etmek canlılık vasıflarındandır.
57
Mutasav-
vıflar görüşlerini varlıksal (ontolojik) delil ile ispatlamaya çalışırlar. Madem-
ki her şey Allah’tandır; mutasavvıflara göre O’nun isimlerinin ve sıfatlarının
tecellisidir; O var olduğu için, varlıklar vardır; Allah’ın bir ismi de yasayan
(Hayy)’dır; o halde bu ismin tecellisinin, bütün varlıklarda da görülmesi ge-
rekir. Dolayısıyla Allah’ın Hayy ismiyle, her şey yasayan ve hayat sahibidir.
Diğer yandan bütün varlıklar arasında tabii bağlar ve ilişkiler vardır ve bazı-
larının hayatı, diğerlerine bağlıdır; o halde bunlardan bir kısmını canlı kabul
edip, diğer bir kısmını kabul etmemek pek mantıkî değildir.
Her şey öz bakımından aynıdır; tezahürleri ve görüntüleri değişiktir. Bu-
nun için, bir kısım varlığı gerçekten canlı kabul edersek, tüm varlığı da can-
lı kabul etmek gerekir.
58
Mevlânâ’ya göre bütün varlığın temeli manevîdir
(ruhî). Varlığın esası kendimizde ruh veya ego olarak tanımladığımız şeye
benzer. Kozmik (küllî) Nefs’den sudur eden sonsuz sayıdaki nefisler, varlığın
bütününü oluşturur. Bu görüşe göre madde bile ruhîdir. Bu açıdan bakıldığın-
da Mevlânâ’ya en yakın düşünür Leibniz’dir. Leibniz’in metafiziğinde oldu-
ğu gibi, Mevlânâ da Allah’ın evrensel kozmik bir monad (bölünmez cevher)
olduğu kanaatindedir. Hayatsız madde yoktur; madde en düşük derecelerdeki
varlıklarda bile canlıdır. “Toprak, su, hava bize ölü görünseler de, Allah nez-
dinde canlıdırlar.
59
Mevlânâ söyle der:
“Toprak bile ulu Tanrı’nın kendisine verdiği her şeyden, cemad
olmasına rağmen haberdardır.
57 Bayrakdar, Mehmet, Tasavvuf ve Modern Bilim, İstanbul, 1989, 66-67.
58 Bayrakdar, a.g.e. 68.
59 Serif, M. M. İslâm Düşüncesi Tarihi, İstanbul, 1991, 49.
Dostları ilə paylaş: |