Üst Akıl İngiliz Derin Devletinin İçyüzü Cilt



Yüklə 2,34 Mb.
səhifə2/34
tarix19.07.2018
ölçüsü2,34 Mb.
#56548
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar... (Bakara Suresi, 257)

Tarihe baktığımızda, ülkemiz üzerindeki planların hep başarısız olduğunu görürüz. Türkiye'nin kaderinde teslim olmak asla yoktur.



ABD'nin Savaşa Sürüklenmesi

Babamın (Winston Churchill) odasına çıktım... "Otur sevgili oğlum ... sanırım nasıl yapacağımı buldum." dedi. Tıraşına devam ediyordu. Şaşırdım, şöyle dedim, "Yani yenilmekten kurtulabilir miyiz demek istiyorsun?" –ki bu inandırıcıydı–, "yoksa o alçakları yenebileceğimizi mi söylüyorsun?" –bu ise hiç inandırıcı değildi. İki yana sallanarak şöyle dedi: "Elbette onları yenebiliriz demek istiyorum". Ben: "Bu konuda tamamen seninleyim. Ama bunu nasıl yapabileceğini anlayamıyorum." Yüzünü kuruladı, bana döndü ve büyük bir kararlılıkla şöyle dedi: "ABD'yi savaşın içine çekeceğim."8 (Winston Churchill'in oğlu Randolph Churchill)

Churchill'in oğlu Randolph Churchill'in bu önemli açıklaması, ABD'nin neden II. Dünya Savaşı'nda yer aldığının ve bu savaşın nasıl milyonlarca sivilin katledildiği bir kabusa dönüştüğünün özetidir.



Üst Akıl İngiliz Derin Devletinin İçyüzü kitabının 1. cildinde, İngiliz derin devletinin I. Dünya Savaşı'ndan itibaren ABD'ye yönelik çok kapsamlı bir propaganda harekatı başlattığı delillerle belgelendirilmişti. Öyle ki, ABD'nin I. Dünya Savaşı'na katılımını sağlayacak şekilde bir kara propaganda başlatılmıştı. ABD'ye giden istihbarat ve haberler, İngiliz derin devletinin süzgecinden geçmiş, uydurma ve provoke edici bilgilerle Amerikan hükümeti ve Amerikan kamuoyuna yönelik bir dezenformasyon tekniği uygulanmıştı. Söz konusu kara propaganda, Amerika'nın 1917 yılında I. Dünya Savaşı'na katılmasını sağlamış ve 1918 Kasım ayında Almanya, yenilgiyi kabul ederek ateşkes istemiştir. ABD'nin savaşa katılımı, I. Dünya Savaşı'nın tümüyle seyrini değiştirmiş ve yenilmek üzere olan İngiltere, bir anda savaşın galibi olmuştur.

Aynı strateji, II. Dünya Savaşı sırasında da izlenmiştir. İngiliz derin devleti, İngiltere'nin bu büyük savaştan zafer ile çıkamayacağının farkındadır. Kendisi için hareket edecek büyük bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç, ABD'dir. Amerika'nın savaşa dahil olmasıyla tüm seyrin değişeceğinden o kadar emindir ki, derin isimlerden Churchill, mutlak yenilgi alacak gibi görünmesine rağmen, Hitler ile anlaşmayı reddetmiş; savaşa devam etmiştir.

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, göreve gelir gelmez Churchill ile ilgili bir kitap yazmıştır. İngiltere ve ABD'de iktidara gelenlerin Churchill'i yad edecek bir girişimde bulunmaları adeta bir gelenek halini almıştır. Bu, söz konusu liderliğin İngiliz derin devletinin himayesinde olduğunun bir damgası gibidir.

Johnson, The Churchill Factor, How One Man Made History (Churchill Faktörü, Bir Adam Tarihi Nasıl Değiştirdi) isimli kitabında Churchill'in "savaşta kazanan taraf olacağını bildiğini" ifade etmiştir. Johnson'un anlattıklarına göre Fransa'dan sürekli kötü haberler gelmekte, Alman güçleri Paris'te son derece rahat ilerlemekte, Fransız savunmasını aşmaktadırlar. İngiliz güçleri de saldırıya geçtikleri her an Almanlar tarafından geri püskürtülmektedirler. Avusturya'nın savaşa dahil edilmesi, Çekoslovakya'nın adeta yok edilmesi, Polonya'nın ezilmesi Norveç ve Danimarka'nın Hitler'in eline geçmesi, Hollanda ve Belçika'nın teslim olması İngiltere için yenilgiyi işaret etmektedir. Johnson, durumu şu şekilde özetlemiştir: "Amerikan kolonilerinin kaybedilmesinden sonra bu, İngilizlerin en küçük düşürücü yenilgisi olacak gibi görünüyordu." Johnson, herkesin Churchill'i Hitler'le anlaşmaya zorladığını, Fransızlardan, İtalyanlardan hatta Hitler'in kendisinden bile bu yönde haberler geldiğini, İngiliz politikacılarının ve İngiliz medyasının da Hitler yanlısı konuşmalara başladığını belirtmiştir.9 Karşı koyan sadece Churchill'dir. Çünkü İngiliz derin devletinin garantisini almıştır; ABD ile anlaşma planının sonuç vereceğini bilmektedir.

Dönemin ABD Başkanı Roosevelt, aslında savaşa girme ve İngilizlere yardımcı olma konusunda zaten istekliydi. Ama Amerikalıların %80'i savaşa katılmayı istemiyordu. Dahası, ABD genelinde İngiliz aleyhtarlığı yoğundu.

Churchill'in görevi, ABD'yi İngiltere yanında savaşa girmeye ikna etmekti. Bu ise, çeşitli propaganda yöntemleri ve elbette İngiliz derin devletinin bilindik yöntemi olan ajanlar vasıtasıyla yapılacaktı. Bunu sağlamak için Churchill, Amerika'da, "İngiltere Güvenlik Koordinasyon Ofisi"ni kurdu.10 İngiltere Güvenlik Koordinasyon Ofisi, Roosevelt'in ve dönemin FBI başkanı J. Edgar Hoover'ın bilgisi dahilinde Manhattan'daki Rockefeller binasında kuruldu. Fakat Amerika'da hiç kimse, bu ofisin gerçek hedefini bilmiyordu.

Aslında başlarda tarafsız olan ABD, İngiliz derin devletinin kurmuş olduğu söz konusu istihbarat ve propaganda biriminin yoğun provokasyonlarına maruz kalmış ve Almanya'nın ABD'yi işgal edeceği söylentileri geniş bir alana yayılmıştı. Amerika'nın bu savaşa dahil olmaması gerektiğini düşünenlere Nazi yanlısı yakıştırması yapılıyor ve bu kişi ve kurumlar, aleyhte ve küçük düşürücü yayınlarla sindirilmeye çalışıyordu. Amerikan basınında İngiltere yanlısı yayınlar çoğalmıştı. Amaç, İngiltere'ye şüphe ile bakan Amerikan halkının telkin yoluyla bakış açısını değiştirebilmekti.

1941 Ekim ayında güya bir Alman istihbaratçının çantasında bir harita ele geçirildi. Haritaya göre Hitler, yakında Amerika'nın güney sınırına gelebilirdi. 27 Ekim 1941 tarihinde Roosevelt şu açıklamayı yaptı: "Bu harita Nazi planını ortaya koyuyor, yalnızca güney Amerika değil aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'ni de hedef alıyorlar." Roosevelt, Hitler Hükümeti'ne ait bir başka belge daha ele geçtiğini söylemiş, bu belgede de, eğer Hitler kazanırsa, Nazi güçlerinin tüm dinleri ortadan kaldıracağına dair planın yer aldığını iddia etmişti. Buna göre tüm kiliselere el konacak, tüm dini semboller ortadan kaldırılacak, din adamları ise toplama kamplarında cezalandırılacaklardı. Söz konusu kiliselerin yerine Nazi kiliseleri kurulacaktı. Kiliselere İncil'in yerine Hitler'in Kavgam kitabı konulacak, dini sembollerin yerini ise gamalı haç alacaktı.11

İngiliz derin devleti, Amerikan halkına, çok hassas bir noktadan yaklaşmıştı: Din. Bu mafyavari sistem, Amerikan halkının dindar olduğunu ve onları, ancak ve ancak dinlerine bir zarar geleceğini düşündükleri zaman kendi tarafına çekebileceğini gayet iyi biliyordu. Bu hassas nokta kullanılmış, iyi niyetli Amerikan halkı, Alman Hükümeti'nin kiliselerine ve dini inançlarına saldıracağından ciddi şekilde endişe duymaya başlamıştı. Ne de olsa bunu, kendi devlet başkanları söylüyordu.

Alman hükümeti, Roosevelt'in bu konuşmalarını keskin bir dille hemen reddetti. Adı geçen sözde gizli dokümanların, "en acemi ve en yüzsüz olanından sahtekarlık" olduğunu belirtti. Resmi açıklama şöyle devam ediyordu: "Güney Amerika'nın Almanya tarafından işgal edilmesi ve dünyadaki kiliselerin ortadan kaldırılıp yerine Nasyonal Sosyalist kilisesinin getirilmesi öylesine saçma ve absürttür ki, bu iddialara Alman Hükümeti tarafından cevap verilmesi bile anlamsızdır." Dönemin propaganda Bakanı Joseph Goebbels ise gönderdiği yazılı açıklamada: "Amerikan Başkanı'nın absürt suçlamalarının, Amerikan kamuoyunu tahrik etmek için tasarlanmış büyük bir sahtekarlık" olduğunu belirtiyordu.12

Bir gün sonraki basın toplantısında, bir gazeteci Başkan'dan söz konusu gizli haritanın bir kopyasını istedi. Roosevelt bu talebi geri çevirdi; fakat böyle bir haritanın var olduğu ve bunun "oldukça güvenilir bir kaynaktan geldiği" konusunda ısrarcıydı.13

Harita ve söz konusu "güvenilir kaynak" ile ilgili gerçekler, Amerikan halkının korkunç savaşa sürüklenmesinden ve milyonlarca insanın anlamsız bir savaş ile yaşamını yitirmesinden çok sonra anlaşılacaktı. Böyle bir harita vardı; fakat bu harita, İngiliz istihbaratının Kanada'daki gizli "Station M" teknik servisinde üretilmiş sahte bir haritaydı. Kuzey Amerika'daki İngiliz istihbarat operasyonları şefi William Stephenson (kod ismi "Intrepid"), bunu Amerikan İstihbarat Şefi William Donovan'a ulaştırmıştı. Onun da son durağı Başkan Roosevelt'in ofisi olmuştu. 1984 yılında yayınlanan bir biyografide, savaş döneminde İngiliz ajanı olan Ivar Bryce, "gizli harita" entrikasını planlayan kişi olarak itibar talebinde bulunmuştur. Roosevelt tarafından tanıtılan ve tüm dinlerin Hitler tarafından ortadan kaldırılacağını iddia eden diğer dokümanın da aynı şekilde sahte olduğu ortaya çıkmıştır.14

ABD Deniz Kuvvetleri Amirali J. O. Richardson, Roosevelt ile savaşın gidişatına dair yaptığı bir görüşmeyi şöyle değerlendiriyordu:

Başkan görünürde ne derse desin, kendisi tekrar seçilene kadar İngiltere dayanabilirse, ABD'yi savaşa sokmaya kesin kararlı olduğu izlenimini edindim.15

Hollywood da propaganda için kullanılan merkezlerden biri olmuştu. Yazar Thomas E. Mahl, Desperate Deception (Çaresiz Aldatmaca) isimli kitabında bu durumu şu şekilde açıklamıştır:



(Amerikan film prodüktörlerinden Walter) Wanger çok yönlü biriydi, Versay'da ateşeydi, aynı zamanda Paramount Stüdyoları'nda sinema yönetmeniydi. Filmlerin halkı eğitmek için önemli bir araç olduğunu düşünüyordu. O kadar güvenilirdi ki, Lord Lothian tarafından İngiliz ajan John Wheeler-Bennett kendisiyle İngiliz taraftarı filmlerin yapılması konusunda görüşmek için Hollywood'a gönderilmişti. 1940 yazında Wagner, açıkça Nazi karşıtı olan iki film yaptı. İngiliz yönetmen Alfred Hitchcock ile birlikte Foreign Correspondent (Yabancı Muhabir) isimli filmi yaptılar. Bu film Hitler'in Dr. Goebbels'i tarafından 'propagandanın başyapıtı' olarak adlandırıldı.

Yani BSC'nin (British Security Coordination – İngiltere Güvenlik Koordinasyonu) Amerika'da siyaset, haber ve eğlencenin tam merkezinde bulunan kullanılabilir, istekli ve güçlü ajanları, yardımcı ajanları ve işbirlikçileri vardı.16

Yapılan anketlerle Amerikan halkının gitgide savaş yanlısı olduğuna dair izlenim yaratılmaya çalışılıyordu. Oysa özellikle 1939 ve 1942 yılları arasında Amerika'da yapılan kamuoyu anketlerinin tümü İngiliz istihbaratının, dostlarının, çalışanlarının ve ajanlarının kontrolünde gerçekleştirilmiş sahte anketlerdi.17

Mahl, bu konuyla ilgili olarak da şu bilgilere ulaşmıştır:

Halk bilmiyordu ama Gallup, Hadley Cantril, Market Analysts Inc., ve Roper şirketleri tarafından yapılan anketlerin tamamı Amerika'nın savaşa girmesini isteyen çevreler tarafından ve İngiliz istihbarat ajanlarının etkisi altında yapıldı. Ayrıca bu anketler üzerinde kapsamlı bir denetim yapılmasını ya da bunların diğer anketlerle karşılaştırılmasını da istemiyorlardı.

Gizli "BSC Hesapları", ... Gallup anketleri ile alakalı üç noktayı şöyle belirtiyor: İngiliz istihbaratı Gallup kuruluşunun içine sızdı, Roosevelt yönetiminin de Gallup içinde Hadley Cantril isminde bir adamı vardı ve Gallup İngiltere aleyhinde olabilecek anketlerin yayınlanmasından alıkonuldu.18

Ağustos 1945'te İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan J. G. Donnelly, İngiliz istihbaratının Amerikan kamuoyu üzerindeki etkisini şöyle özetledi: "Amerikalılar haberleri bile olmadan, dünyayı büyük ölçüde İngiliz penceresinden görmek zorunda bırakıldılar."19

İngiliz ajanları, Beyaz Saray'a, hatta Başkan'ın kendisine bile çok yakındılar. İngiliz ajanı David K. Niles, İngiliz Güvenlik Koordinasyon Ofisi'nin ve BSC Fight for Freedom (BSC Özgürlük Savaşı) cephesinin Beyaz Saray kontağıydı. Senarist Robert Emmet Sherwood ise BSC'nin başındaki William Stephenson ile çok yakın çalıştı. Hatta Başkan Roosevelt'in konuşma metinlerini, konuşma yapılmadan önce Stephenson'a gösteriyordu.20

İngiliz derin devletinin propagandaları ve sahte haberleri, ABD genelinde beklenen etkiyi yaratmıştı. Kamuoyu büyük ölçüde kazanılmıştı. Öyle ki Churchill, müttefik kuvvetlerin ortak komutanlığının Londra'da değil Washington'da olmasını ve kararların Washington'da alınmasını teklif etmiş ve böylelikle ABD'nin savaşa daha yakın olmasını istemişti. Ama ABD'nin aktif olarak savaşa girmesi için daha sarsıcı bir uyarıcı gerekiyordu. Bu uyarıcı, Pearl Harbor saldırısı olacaktı.

ABD, söz konusu propagandanın etkisiyle ve savaşın şiddetini artırmasıyla İngiltere ve Fransa'nın yanında yer aldığını ve askeri anlamda bu ülkelere her türlü yardımı yapacağını belirterek tarafını belli etmiştir. Daha önce tarafsızlık anlaşması yaptığı Japonya'dan gelen 7 Aralık 1941 tarihli Pearl Harbor saldırısı ise bütün dengeleri değiştirmiştir. Bu "beklenmedik" saldırı, gerçekte yalnızca Amerikan halkı için "beklenmedik"tir. Bunun bir İngiliz derin devleti planı olduğu ve ABD Başkanı Theodore Roosevelt'in saldırıdan bir ay önce haberi olduğu, eski istihbaratçı Dr. John Coleman tarafından belgelenmiştir. Dr. Coleman uzun zamandır savaşa İngiltere'nin yanında girmek isteyen Roosevelt'in Pearl Harbor saldırısına izin verdiğini ve bunu savaşa girmede önemli bir koz olarak kullandığını belirtmiştir. Dr. Coleman, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve 300'ler Komitesi'ne bağlı olan Pasifik İlişkileri Enstitüsü'nün, 7 Aralık 1941 yılında Japonlarca gerçekleştirilen Pearl Harbor saldırısını finanse ettiğini belirtmektedir.21

Pearl Harbor saldırısının daha ürkütücü detayları da vardır. Araştırmacı yazar James Perloff, Pearl Harbor ile ilgili az bilinen ürkütücü bir gerçeği şu şekilde açıklamıştır:



25 Kasım'da Japon uçakları Hawaii'ye doğru yola çıktıktan bir saat sonra ABD donanması bir emir yayınlayarak ABD ve müttefik gemilerinin Kuzey Pasifik'ten geçişini yasakladı. Tüm okyanus ticari gemi trafiği de Güney Pasifik'e aktarıldı. Bu emir, ABD'nin batı sahillerine demirlemiş olan Rus gemilerine bile uygulandı. Amaç netti. Eğer bir ticari gemi yanlışlıkla Japon gücüne rastlarsa, Pearl Harbor'a haber verebilirdi. 1941 yılında Donanma Savaş Planları yetkilisi Amerikalı Richmond K. Turner'in açıkça söylediği gibi: "Savaşın yakın olduğunu düşündüğümüzde trafiği başka yönlere aktarmaya hazırdık. Trafiği Torres Boğazı'na gönderdik, böylece Japon görev gücünün önünde bir trafik olmayacaktı."22

Alınan bu önlem ile, Pearl Harbor'daki askeri üsse doğru giden gemi trafiği kasıtlı olarak durdurulmuş ve Japon saldırısını önceden görüp haber verecek tüm unsurlar elenmişti. Böylece Pearl Harbor üssündeki askerler bu saldırı ile apansız karşılaşacak ve zayiatın büyük olması sağlanacaktı. İngiliz derin devletine göre küçük bir eylem, halk nezdinde ABD'nin savaşa girmesini o kadar kolay sağlamayabilirdi.

Amerikalı yazar ve tarihçi John Willard Toland, Roosevelt'in ABD ordusundaki en üst düzey subaylarının bazılarının Pearl Harbor'dan bir gece önce aniden ortadan kaybolduğunu ve kendilerine ulaşılamadığını yazmıştır. Bu kişiler daha sonra verdikleri ifadede, defalarca, "nerede olduklarını hatırlamadıklarını" söylemişlerdir.23 Toland'ın belgelerine göre saldırıdan iki hafta sonra Donanma, tüm belgeleri "çok gizli" sınıfına sokmuş ve Donanmanın iletişimden sorumlu müdürü de tüm kumandanlara saldırılarla ilgili notları ve belgeleri imha etme emrini vermiştir. Radyo operatörleri ve şifre çözücüler ise çeşitli tehditler altında susturulmuşlardır.24

İngiliz derin devleti için, harcanan canların, akan kanın, yaşanan trajedilerin önemi yoktur. Hedefe ulaşmak için kendi vatandaşını da, müttefikini de katletmekten çekinmeyen söz konusu acımasız yapı, dünyadaki tüm kanlı eylemlerini bu deccali bakış açısıyla organize etmiştir.



Planlanmış Bir Sivil Katliamı: Dresden Bombardımanı

ABD'nin, Müttefik Kuvvetlerle birlikte savaşa katılması, kuşkusuz savaşın seyrini değiştirmiştir. II. Dünya Savaşı, çok daha kanlı bir hal almış, hatta İngiliz derin devletinin yönlendirmesiyle ABD Kuvvetleri, şehir merkezlerini yani sivilleri hedef almaya başlamıştır. 1945 yılının Şubat ayında iki İngiliz ve bir Amerikan filosunun yangın bombalarıyla Almanya'nın Dresden şehir merkezine yaptığı büyük hava taarruzu sonucunda 135 bin sivil hayatını kaybetmiştir (Bu rakamın, 250 bini aştığına dair bilgiler de vardır. Cesetlerin bir kısmı tamamen yok olduğu için kesin ölü sayısı belirlenememiştir. Ayrıca o sırada şehirde yüzbinlerce mülteci bulunmaktadır. Bu durum, bu tahminlerin doğruluk olasılığını artırmaktadır).25 Kullanılan fosfor bombası nedeniyle Dresden şehri, günler boyunca yanmıştır. 28.410 binadan 24.866 tanesi yok olmuştur. Erimiş caddeler kaçmaya çalışanları yakmış, arabalar yangınlardan dolayı kor haline gelmiştir.

Dresden Bombardımanı, İngiliz derin devletinin sivilleri özellikle hedef alan vahşi ve insanlık dışı bir bombardımanıdır. Müttefik Hava Kuvvetleri Komutanı İngiliz Charles Portal, sivillere yönelik yapılacak bir bombardıman neticesinde, 18 ay içinde 900 bin kişinin öleceğini, 1 milyondan fazlasının ciddi şekilde zarar göreceğini, 6 milyon evin yok olacağını ve 25 milyon evin yaşanmaz hale geleceğini hesaplamış; bunun da bir insanlık krizi oluşturacağını ve dolayısıyla savaşın bitişini hızlandıracağını düşünmüştür. Sivilleri hedef almanın savaş hukukuna, Cenevre Sözleşmeleri'ne ve daha da önemlisi vicdana aykırı olması ise İngiliz derin devletini her zaman olduğu gibi ilgilendirmemiştir.

Sivillerin özellikle hedef alınması, hem savaş sırasında hem de sonrasında İngiliz derin devletinin karşısına önemli bir sorun olarak çıkacağından, bombardımanın altında askeri bölge olduğu yalanı hızla yaygınlaştırılmıştır. Oysa Dresden şehrinde askeri bir garnizon mevcut değildir ve endüstri tesisleri ise bombardımanın ana hedefi olan şehir merkezinde değil, şehrin dışındadır.26 Kasım 1941'de, İngiltere'nin Bombardıman Komutanlığı Başkomutanı, sözde askeri hedef olarak gösterilen bölgelerde aslında bir yıl boyunca kasıtlı olarak sivilleri bombaladıklarını şöyle itiraf etmiştir:



Bunları anlatıyorum çünkü uzun bir süredir (İngiliz) Hükümeti, ... tüm dünyanın, bizim hala biraz da olsa vicdanımızın olduğunu düşünmesini istedi. Ayrıca sadece, insanların "askeri hedef" olarak nitelendirilmekten hoşlandığı yerlere saldırdığımıza inanmasını yeğledi. Sizi temin ederim ki, beyefendiler, biz vicdana hiç tahammül etmeyiz.27

"Biz vicdana hiç tahammül edemeyiz"... İşte bu beş kelimelik itiraf, Dresden'de masum sivillere ölüm yağdıran İngiliz derin devletinin deccali iç sesini çok iyi özetlemektedir.

Dresden katliamı, 22 Ocak 1945'te Kraliyet Hava Kuvvetleri Bombardıman Operasyonu Yöneticisi Tuğgeneral Sidney Osborne Bufton tarafından, Mareşal Sir Norman Bottomley'e gönderilen bir not ile başlamış28 ve birçok askeri kademede onaylandıktan sonra 25 Ocak'ta İngiliz İstihbaratınca da desteklenmiştir.29 Katliamın baş sorumlusu ise, Winston Churchill'dir.30 Churchill, katliam öncesinde "ülkesinin ağır bombacılarının Nazi yurduna yönelik gerçek anlamda yıkıcı, imha edici saldırılar gerçekleştirmelerini" istemiş ve hatta bunları "terör bombardımanı" olarak tanımlamıştır.31

Churchill'in "Nazi yurdu" olarak tanımladığı yer, içinde milyonlarca masum çocuk, kadın ve erkeğin yaşadığı Alman şehirleridir. Churchill'in bu şehirlerde hedefi daima siviller olmuştur. Hatta II. Dünya Savaşı sırasında sivilleri ilk bombalayan Churchill'dir. Derin devletin bu derin ismi, savaşın henüz başlarında, Başbakanlığa getirilmesinin hemen ertesi günü, Mönchengladbach'ı bombaların hedefi yapmış ve binlerce sivil yaşamını yitirmiştir.32

İngiliz Hava Kuvvetleri Mareşali Charles Portal, Churchill'e, "devasa bir yıkımın, ancak tüm saldırının tek bir büyük şehre yöneltilmesi halinde mümkün olacağını, eğer bu şehir o ana kadar nispeten zarar görmemiş bir şehirse, etkinin daha büyük olacağını" söylemiştir.33 "İmha edici bir terör bombardımanı" isteyen Churchill ve avanesi, buradan yola çıkarak bombardıman sırasında çifte vuruş olmasına karar vermişlerdir. Önce birinci dalga bombardıman yapılacak, bu ilk vuruştan 3 saat sonra, yerleşim yerlerine kurtarma ekipleri varır varmaz, bombardımanların ikinci dalgası başlayacaktır.34 Bu taktik, operasyonun amacının mümkün olduğunca çok sivili katletmek olduğunun açık delillerinden biridir. Yalnız taktik değil, mühimmat da sivil katliamı için özel olarak seçilmiştir. Bombardımanda yüksek infilak etkisine sahip bombalara öncelik verilmiş, ardından yangın bombaları kullanılmıştır.

800 kadar uçağın katıldığı bombardımanın ilk gününde 1.400 tondan fazla infilaklı bomba şehre düşmüştür. Aynı gün şehre düşen yangın bombası miktarı ise 1.100 tondan fazladır.35 Dresden'e atılan yangın bombalarının miktarının 650 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Bu rakam, şehirdeki her bir vatandaş için bir bomba atılması anlamına gelmektedir.36

Su şebekelerinin de zarar görmesi, yangınların söndürülmesini adeta imkansız hale getirmiştir. Böylelikle şehrin tamamı devasa bir alev fırtınası ile kaplanmış ve Dresden yanıp kavrulmuştur. Bombardıman başladıktan kısa bir süre sonra şehirdeki insanlar için kaçacak hiç bir yer kalmamış, alev rüzgarları insanları kaçtıkları her yerde takip etmiştir. Yangın bombalarının etkisiyle sıcaklık 1.500 dereceye çıkmış, binalarda bulunanlar ya yanarak ya da dumandan zehirlenerek yaşamını yitirmiştir. Dışarıda bulunanların bedenleri kısa sürede kavrularak kömüre dönüşmüş, hatta yok olmuştur.

Arnhem'de Almanlara esir düştükten sonra Dresden'e götürülen İngiliz paraşütçülerden Victor Gregg, bombardımanda şahit olduğu korkunç manzaraları BBC'ye anlatmıştır. Gregg bombardımandan 7 saat sonra Altstadt'taki bin kişilik bir sığınağa ulaşabildiğini söylemiştir. Gregg ve beraberindekiler sığınağa ulaştıklarında, burada hayatta kalan tek bir kimseyi dahi bulamamışlardır. Hatta bildikleri anlamda cesetler dahi yoktur. Cesetler sığınakta erimiştir. Üç yaşının altındaki çocuklar ise adeta buharlaşmışlardır.37

Gazeteci Alexander McKee, Amerikan Hava Kuvvetleri'nin raporunda bahsedilen Dresden'deki hedef listesine dikkat çekmiştir. Raporda hedef olarak listelenen askeri kışlalar şehir dışındadır ve saldırılar sırasında hedef alınmamıştır. Raporda yine askeri hedef olarak bahsedilen "baraka kampları"nın ise gerçekte hiçbir askeri niteliği yoktur. Bu barakalarda askerler değil, doğudaki SSCB Ordusu'ndan kaçan mülteci Almanlar yaşamaktadır.38

McKee, Dresden Bombardımanı ile ilgili kanaatini ise şöyle açıklamaktadır:



Bombardıman komutanları gerçekte askeri ya da ekonomik hedeflerle ilgilenmiyorlardı, çünkü Dresden hakkında çok az şey biliyorlardı; İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri şehrin gerçek haritasına bile sahip değildi. İlgilendikleri, yakabilecekleri büyük bir yerleşim alanıydı ve Dresden de bu ölçülere tam uyuyordu.39

Bu sivil katliamlarını "terör bombardımanı" olarak niteleyen ABD'li tarihçi yazar Patrick J. Buchanan "Terör bombalamalarını Churchill başlattı, Amerika mükemmelleştirdi" ifadesini kullanmakta ve sözlerine şöyle devam etmektedir, "Churchill, Batı insanının barbarlığa dönmesine öncülük etmiştir".40

Şüphesiz ki Churchill demek "İngiliz derin devleti" demektir ve bu çok yerinde tespitler, Dresden katliamını gerçekleştiren deccali ruhun vahşiliğini somut biçimde ortaya koymaktadır.

İngiliz derin devletinin hain bir planı olan Dresden katliamı, Hiroşima ve Nagazaki'dekine benzer şekilde şehri bir anda alev topuna çevirmiş ve hatta atılan iki atom bombasından daha fazla can almıştır. Fakat başrolde doğrudan Churchill olduğu için daha az gündeme getirilmektedir.



İngiliz Derin Devletinin Hiroşima ve Nagazaki'deki Kanlı Ayini

II. Dünya Savaşı'nın sonlarına yaklaşırken ABD'nin savaşa dahil olmasıyla şartlar değişmiş ve önce İtalya, ardından Almanya teslim olmuştur. Uzakdoğu'da devam eden savaş ise, yüzbinlerce sivilin katledildiği Tokyo bombardımanları, Nagoya, Yokohoma, Osaka ve Kobe Bombardımanları ve ardından gelen iki atom bombasıyla son bulmuştur. Saniyeler içinde Hiroşima'da 140 bin, Nagazaki'de ise 70 bin sivil hayatını kaybetmiştir. Radyasyondan etkilenip yaşamını yitiren veya sakat kalanların sayısı ise bundan çok daha fazladır.

Uzakdoğu'da yaşanan bu kapsamlı vahşet, görünürde ABD'nin elinden çıksa da, arka planda İngiliz derin devleti vardır. Yüzbinlerce kişinin yaşamını yitirdiği Tokyo Bombardımanı, İngiliz derin devleti tarafından planlanmış ve derin devletin ABD'deki kurmayları tarafından hayata geçirilmiştir.

Dünya siyasetini dizayn eden bu mekanizma bugün de aynı şekilde çalışmaktadır. Londra merkezli planlar ABD'lilere uygulatılmakta, bunun neticesinde dünyanın dört bir yanında vahşi katliamlar yaşanmaktadır. Yani hiçbir şey değişmemiştir.

Derin devletin sadık elemanlarından Amerikalı general Curtis LeMay, Tokyo Bombardımanındaki ürkütücü sonuçla, şu korkunç sözleri kullanarak kendince övünmektedir:

9-10 Mart gecesinde, biz Tokyo'da, aslında Hiroşima ve Nagazaki toplamında buharlaşarak yok olanlardan daha çok insanı yaktık, kaynattık ve pişirdik.41

İngiliz Yüzbaşı Liddell Hart, 1938 yılında İngiltere'de basılan Propaganda in the Next War (Gelecek Savaştaki Propaganda) adlı kitabında, Amerika'nın Avrupa'daki savaşa, Amerikan halkının çoğunluğunun istememesine rağmen kasıtlı olarak çekildiğini belirtmiştir. Yazar George Armstrong, Rothschild Money Trust (Rothschild Para İmparatorluğu) isimli kitabında Propaganda in the Next War ile ilgili olarak şöyle demektedir:



Belli ki bu kitap, İngiliz Hükümetinin yarı resmi kitaplarından biriydi. Kitabın kopyalarının yok edilmesi ise muhtemelen Savaş Bakanı Hoar-Balisha'nın emriyleydi.42

Görülebildiği gibi ABD'nin savaşa kasıtlı olarak çekilmesi ve İngiliz derin devletinin kirli oyunlarıyla atom bombaları vahşetinin yaşanması ile ilgili gerçekler hızla ortadan kaldırılmıştır. İngiliz derin devletinin güdümündeki çeşitli üst düzey bürokratlar ve siyasetçiler, bu belgelerin o dönemde yaygınlaşmaması için geniş çaplı bir sansür uygulaması başlatmışlardır.

Savaş neredeyse bitmiş olmasına rağmen ardı arkasına gelen bombardımanlar ve atılan iki atom bombası, şu anda da pek çok kesim tarafından sorgulanmaktadır. Ele geçen belgeler, İngiliz ve Amerikan istihbaratının, Truman'ın Hiroşima'ya atom bombası atmasından aylar önce, Japonların teslim olma yolları aradığına dair deliller ortaya koymuştur. Bu durumun, Başkan Truman'ın tam bilgisi dahilinde olduğu da söz konusu deliller arasındadır.

1980'lerde ortaya çıkarılan istihbarat verileri, II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Uzakdoğu'ya geniş çaplı bir ABD müdahalesinin gereksiz olduğunu kanıtlamaktadır. Bilgilere göre Japonya, Nisan 1945 gibi erken bir tarihten itibaren Moskova Büyükelçisi kanalıyla barış müzakereleri için çabalamaktadır. Japon Başbakanı Kantaro Suzuki 9 Ağustos 1945'te yaptığı bir konuşmayla Sovyetler Birliği'nin savaşa girmesinin kendilerini tamamen çaresiz bir konuma ittiğini ve savaşın sürmesinin anlamsız olduğunu söylemiştir. Truman bu gelişmeleri bilmektedir, zira ABD, Japon kodunu yıllar önce kırmış ve bu yöndeki tüm yazışmaları yakından takip etmiştir. 13 Temmuz 1945 tarihinde Japonya Dışişleri Bakanı Shigenori Tōgō, "Koşulsuz teslim olma (bütün egemenlikten feragat etme, özellikle İmparator'un tahttan indirilmesi) barışın önündeki tek engeldir" demişti.43

Yapılacak şey, İmparator'un başta kalmasına olanak verip, diplomasi yoluyla savaşı tamamen bitirmekti. Yüzbinlerce sivilin katledilmesi gerekmeyecekti. Bu makul taviz, mantıksız bir şekilde, Roosevelt ve Churchill arasında 1943'te yapılan Casablanca Konferansı'nda ve daha sonra da Truman, Churchill ve Stalin arasındaki Potsdam Konferansı'nda reddedildi. Bu aşamada bile, Japonlar hala, müzakereler yoluyla bir barış aramaya devam ediyorlardı.

Kısacası savaşın, zaten bomba atılmasa da bitmiş olduğu o tarihlerde ABD ve İngiltere tarafından da kabul edilmiştir. Churchill, Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuşmada savaşı bitirenin atom bombası olduğunu öne sürdüğünde, İngiliz Amiral Henry George Thursfield, The Times'a mektup yollayarak savaşların yalnızca yıkımla bitirilemeyeceğini söylemiş ve Churchill'i yalanlamıştır.44

Amerikan Savaş Bakanı Henry L. Stimson konuyla ilgili şunları söylemiştir:

Esas soru, bomba kullanılmadan teslim olmanın sağlanıp sağlanamayacağı değil; farklı bir diplomatik ve askeri yolun daha erken tarihte teslim olmayı sağlamasının mümkün olup olmadığıydı. 1945 baharında Japon Kabinesi'nin büyük bir kısmı, nihai olarak üzerinde anlaşılan koşulları gerçekten kabul etmeye hazırdı.45

Açıkça görüldüğü gibi ABD'nin Savaş Bakanı Stimson bile, ABD'nin savaşı gereksiz yere uzattığını düşünüyordu.

Atom bombalarının atılması ve Japonya'nın teslim olmasının ardından ABD Başkanı MacArthur, Japon İmparatoru'nun, Japonya'nın ruhani lideri olarak kalmasına izin verdi. Oysa bu koşul, atom bombalarına zemin hazırlayan, daha önce ABD ve İngiltere tarafından kabul edilmeyen tek koşuldu. Açıkça görülebildiği gibi barışa engel olan sebep, İmparatorun başta kalma şartı değildi. İngiliz derin devleti ve -bilerek veya bilmeyerek- onun himayesinde bulunan ABD Başkanı, ibret verici kanlı bir son için bahane arıyorlardı.

Başkan Truman'ın Baş Askeri Yardımcısı Amiral William Leahy ise, I Was There (Oradaydım) başlıklı hatıralarında şunları söylüyordu:



Benim kanaatimce Hiroşima ve Nagazaki'de bu barbarca silahın kullanılmasının Japonya'ya karşı savaşımızda hiçbir maddi desteği yoktu. Japonlar zaten yenilmişti ve etkili deniz ablukası ve konvansiyonel silahlarla yapılan başarılı bombalamalar nedeniyle teslim olmaya hazırlardı. Kişisel fikrime göre, biz bu silahı ilk kullananlar olarak, Karanlık Çağların barbarlarında olan etik standardı benimsedik.46

General Dwight D. Eisenhower ise, 1963 yılında Newsweek'e verdiği bir röportajda şunları söylemişti:



Onları o korkunç şeyle vurmak gerekli değildi… müzakereler için çaba bile göstermeden atom bombası kullanmak, sivilleri öldürmek ve terörize etmek, çifte suçtu.47

Görülebildiği gibi II. Dünya Savaşı sırasında atom bombaları, tam olarak Japonya'nın teslim olmaya karar verdiği ve müzakere yolları aradığı bir dönemde atılmıştır. İngiliz derin devleti, söz konusu müzakere çabasını gayet iyi bilmektedir; buna rağmen atom bombalarının atılmasını organize etmiştir. Çünkü onun hain planında Japonya ile anlaşma yoktur; Japonya'da –özellikle sivil halkın– yıkılıp yok edilmesi ve dengelerin İngiliz derin devleti lehine değişmesi vardır. İşte deccali sistem, milyonlarca masum insanın canını saniyeler içinde alabilecek kadar zalim ve hain bir sistemdir.



Yüklə 2,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə