Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə25/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   46

"Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"na muhalefetten doğan partinin kurucularından bazılarının kimlikleri, partinin yapısı konusunda bir fikir vermektedir: Adnan Menderes, büyük bir kapitalist tarım işletmesi sahibi; Celal Bayar ise, finans-kapitalin -daha 1925'te İş Bankası'nın başına getirdiği ve sonraları uzun bir süre İktisat vekilliğini elinde tutmuş- bir temsilcisidir.

Ticaret ve maliye burjuvazisinin sözcüsü olarak ortaya çıkan Demokrat Parti, toplumdaki en geri ve kapitalizm öncesi kesimlerle, yani tefeci, ağa, şeyh ve dinci ideolojiyle bağlaşıklıklar kurarak, onların sömürü ağı içindeki geniş halk yığınlarım çevresine toplar ve 14 Mayıs 1950'de iktidara gelir.

Demokrat Parti'nin iktidar yılları (1950-1960), işte bu sınıf ve zümrelerin çıkarlarının nasıl korunup geliştirildiğinin örnekleriyle doludur.



  • Demokrat Parti, "Toprak ağalığı düzeni"ni korumakla, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu rafa kaldırmakla, büyük toprak mütegallibesinin gönüllerini hoş etti. Bununla da yetinmeyerek, Hazine topraklarını büyük çiftçilere peşkeş çekerek tarımdaki sömürü düzenini sürdürdü. Bu yüzdendir ki, toprakların belli ellerde toplanması olayı hızlandı. Gittikçe yoksullaşan, topraklarını yitiren köylü yığınları da selameti kentlere göçte buldu. Bugünkü kentlerin gecekondu, sosyal mesken, belediye hizmetleri, trafik gibi dertlerinin kaynağı aslında bu olayda yatar.

  • Demokrat Parti, ticaret ve maliye burjuvazisine ve bunların da gerisindeki emperyalizme olan borcunu da, ticarette devlet karışmacılığım azaltmak, yabancı sermayeye ayrıcalıklar sağlayarak özendirmek, onunla tatlı ortaklıkların kurulmasını desteklemekle yerine getirdi.

Demokrat Parti'nin yabancı sermayeye kapıları açan ilk kanunu 1951 yılma rastlar. Ne var ki, bu kanun yetersiz görülür ve 1954 yılında "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu" adıyla, -yabancılara tanıdığı haklar bakımından dünyada bir eşi daha bulunmayan- bir başka kanun çıkarılır. Aynı yıl, -Amerikalı uzmanlara hazırlattırılaır- ünlü "Petrol Kanunu" kabul edilir. Ve kalkınmaya temel olabilecek bir kaynak, emperyalizmin -Türkiye'ninkiyle çelişen- çıkarlarına terk edilir.

Böylece, on yıllık Demokrat Parti dönemi (1950-1960), Türkiye'nin yeniden emperyalizme "bağımlı" bir ülke haline gelmesine yol açtı. Ondan sonraki yıllar, bu bağımlılığı gitgide artıracaktır.

Üstelik, bağımlılaşma ve yarı-sömürgeleşme politikası, Türkiye'yi yeni bir "iflas"ın eşiğine getirmiş ve "dış borçlar" kuşaklar boyu sürüp gidecek bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye'de küçük bir azınlığın palazlanması uğrunda yapılan bu borçların ödenmesi yükü de, halk yığınlarının, emekçi kitlelerin omuzlarına yüklenmiştir.

Türk ekonomisinin bugünkü görünümü şudur: Tarımda olsun, ticarette ve sanayide olsun, emperyalizmin etkileri açıkça görülür. Ve ekonominin bütün bu kesimleri -emperyalizmin çarpıtıcı etkileri yüzünden- kapitalistleş- melerini bile, yarı-sömürgelerde rastlanan biçimlerde idrak etmektedirler. Ortaya çıkan, gerçek bir kapitalizm değil, dışa bağımlı ve geri bir kapitalizmdir.

Kaldı ki, ekonominin geriliği, yalnız kapitalizmin bu çarpık, eğri-büğrü, dışa bağımlı niteliği göstermesiyle de kalmaz. Ülke, yer yer kapitalizm öncesi bazı ilişkileri de barındırır.

Böylece, Türkiye, kapitalizm öncesi bazı ilişkileri barındırmakla beraber, emperyalizme bağımlı bir biçimde ka- pitalistleşen bir üretim biçimine sahiptir.

Kapitalizm, bu niteliğiyle, Türkiye'de kalkınmanın, bağımsız ve ileri bir ekonominin kurulmasının yöntemi olabilir mi?

Türkiye'de sanayi kesimi ile tarım kesimini de inceleyip, temel sorunlarını saptadıktan sonra bu sorunun yanıtını araştırmaya çalışacağız.

DAHA ÇOK BİLGİ

Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2 Cilt, Ankara, 1971.

Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, İstanbul, 1968.

Niyazi Berkes, İkiyiiz Yıldır Neden Bocalıyoruz? İstanbul, 1965.

İsmail Cem, Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul, 1979.

Tevfik Çavdar, OsmanlIların Yan-sömürge Oluşu, İstanbul, 1969.

Çağlar Keyder, Emperyalizm, Azgelişmişlik ve Türkiye, İstanbul, 1976.

Karl Marx, Türkiye Üzerine (çev. S. Hilav - A. Tokatlı), 2. Bası, İstanbul, 1974.

M. Oka - İ. Perceval, Japon Kalkınması ve Türkiye (çev. F. Naci), İstanbul, 1966.

Gündüz Ökçün, İktisat Kongresi, 2. Bası, Ankara, 1971.

Özgür Özlem, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi, İstanbul, 1972.

Y. N. Rozaliev, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri 09231960) (çev. Azer Yaran), Ankara, 1978.

Oya Sencer, Türk Toplumunun Tarihsel Evrimi, İstanbul, 1969.

Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye (çev. B. Kuzucu), 2. Bası, İstanbul, 1980.

OKUMA


JAPON KAPİTALİZMİ NASIL KURULDU?

Japonya, Batı dünyasının dışında kapitalist kalkınma yöntemiyle endüstrileşmiş tek ülkedir. Türkiye'de öteden beri Japonya'ya özenenler çoktur. Bu özenti iki boyutludur. Bazıları derler ki:

- Japonya Batı'nm tekniğini aldı, kültürünü dışladı, Japon törelerini ve geleneklerini sürdürdü, biz de öyle yapmalıyız.

Ayrıca "Japon mucizesi"ne yakınlığımız kapitalizme bağlılığımızla özdeşleşir. Türkiye'nin de kapitalist kalkınma yoluyla çağdaş endüstri toplumu olabileceğine inanmak ve çevremizi inandırmak isteriz. Bu istek Japonya örneği ile desteklenir.

Peki, acaba Japonya nasıl kalkınmıştır?

Gerçek şudur ki, Japonya'da çağdaşlaşma akımları Türkiye'den sonra başlamıştır. 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde bile Ja- poııya dünyaya kapalı bir ülkeydi. Toplumun lulııaı vc gerici güçleri yenileşmeye ve kalkınmaya karşı direnişlerini sürdürüyorlardı. Bu dönemde Japonya dünyanın lunaparkında tarihsel bir pavyon görünümündeydi.

Peki nasıl oldu da "mucize" gerçekleşti ve Japonya, Türkiye'nin yapamadığını yapıp, kapitalist yöntemlerle sanayileşmeyi başardı?

Bu sorunun yanıtı bilim adamlarınca araştırılıp cilt cilt kitap yazılmıştır. Japonya'nın hangi koşullarda kalkındığını merak edenler, belirgin yanıtlar alabileceklerdir. Kısaca ve madde madde Japonya'nın kalkınma koşullan şöyle saptanabilir:

  1. Japon kalkınması yoksul köylü yığınlarının sömürüsüne dayanan bir nitelik taşır. Kalkınma süreci içinde köylünün en küçük bir siyasal ve sosyal hakkı yoktur.

  2. Yine bu kalkınma yönteminde dünyanın en ucuz işçisi Japon işçisiydi. Sendikacılık, toplu sözleşme, grev gibi çağdaş haklan Japon emekçisi sanayileşme gerçekleşinceye dek tanımamıştır.

  3. Kalkınmanın lokomotifi devletçiliktir. Japonya'da kalkınmanın temel ve öncü yatırımları devlet eliyle yapılmış ve yürütülmüştür. Daha sonra devlet fabrikaları ve şirketleri, özel sektöre ucuz fiyatla satılmıştır.

  4. Doğa zenginlikleri bakımından yoksul Japon adaları, kapitalist yöntemle sanayileşme sürecinde demokrasiden uzak yaşamış, dikta rejimlerinin düzeni süregelmiştir.

  5. Çok önemli bir nokta da, kalkınma sürecinde Japonya'nın Batı kapitalizminin baskılarından ve sömürüsünden uzak yaşayabilmesidir. Çin ve Hindistan pazarları üzerinde paylaşım çatışmasına girmiş emperyalizm, yoksul ve küçük Japon adalarını kendi haline bırakmıştır.

  6. Japon kalkınması "önce tüketim, sonra üretim" modeline ters bir gelişmeyi simgeler. Töresel tutumluluk göreneğinde yaşayan Japon halkının yoksulluğu siiregelirken, Japonya bütün dünyaya ipek satmak olanaklarını uzun yıllar sürdürebilmiş ve dışsatım darboğazını böylece aşabilmiştir.

  7. Bağımsız ve milliyetçi bir siyasal politikayı Japonya kuşaklar boyu sürdürebilmiştir. Sanayileşme süreciyle bağımsızlık ve milliyetçilik ilkeleri ekonomide ve siyasada tutarlı bir bütünleşmeye dönüşmüştür.

İçeriye dönük yüzünde otoriter, dışarıya dönük yüzünde bağımsız bir rejimle Japonya uzun sürede sanayileşmesini gerçek leştirdi. Uzakdoğu'nun uzak denizinde coğrafyası oluşan bu "kapalı adalar devleti" ne AET'ye üyeydi ne NATO'ya ne Avrupa Konseyi'ne ve ne de Amerika'ya bağlıydı.

(İlhan Selçuk, "Japon Mucizesi ve Türkiye..."

Cumhuriyet, 18 Ekim I980)

SORULAR


  1. Türkiye, bugün, iktisadi ve sosyal planda, hangi süreç içinde bulunmaktadır?

  2. Türkiye'de, bugün egemen üretim biçimi nedir? Ve başlıca nitelikleri nedir bu üretim biçiminin?

  3. Kapitalizmin Batı'daki ve Türkiye'deki doğuş ve gelişimleri birbirinden farklı mıdır? Farklı ise, ne çeşit bir farklılıktır bu ve hangi nedenlerden ileri gelmektedir?

  4. Klasik Osmanlı düzeninin sosyo-ekonomik özellikleri nelerdir ve Batı feodalitesinden temelde hangi noktalarda ayrılmaktadır?

  5. Osmanlı düzeninin 19. yüzyıl başlarındaki tablosu nasıldır?

  6. Batılılaşmanın anlamı nedir? Batılılaşmayı kimler, ne için istemiştir? Ve ne olmuştur sonuçlan?

  7. 17. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu yarı-sömiirge bir toplum durumuna nasıl gelmiştir? İngilizlerle imzalanan 1838 tarihli ticaret antlaşmasının ne gibi bir rolü olmuştur bunda? "Diiyuıı-ı Umumiye"nin kuruluşu, aslında neyi dile getirmektedir?

  8. Çağdaş iktisat tarihimizde "millici" arayışlar ne zaman başlar ve ne gibi denemelere yol açar?

  9. Türk Milli Kurtuluş Hareketi, hangi nitelikleri taşır?

  10. 1923 "İzmir İktisat Kongresi" nasıl bir kalkınma modeli önerir ve hangi sonuçlara ulaştırır bu model Türkiye'yi?

  11. Türkiye'de devletçilik, niçin, ne zaman ve nasıl ortaya çıkar? Taşıdığı anlam nedir ve hangi sonuçları doğurur? Bu sonuçların olumlu ve olumsuz olanlarından hangileri daha ağır basar?

  12. Türkiye'nin II. Dünya Savaşı ertesindeki tablosu nedir ve ne gibi gelişmelere yol açar?

  13. Demokrat Parti, aslında hangi sınıf ve zümrelerin sözcüsü olarak doğmuştur? Ve iktidar yıllarında iktisadi ve sosyal planda neler yapmış ve Türkiye'ye nelere mal olmuştur bu yaptıkları?

  14. Türk kapitalizmi, giderek Türk ekonomisi, bugün hangi nitelikleri taşımaktadır? Bu niteliklerin ortaya çıkması, temeldeki hangi bozukluğun sonucudur aslında?

  15. Japon kapitalizminin kuruluşu hangi koşullarda olmuştur? Bu koşullar Türkiye'de dün var mıydı? Ya bugün? (Okuma parçasını okuyunuz.)

SANAYİ KESİMİ

Sanayinin anlamı ve Türk ekonomisindeki yeri

Bir ekonomide sanayi ve tarım, asıl üretken kesimleri, -inşaat bir yana- ötekiler, hizmet kesimini oluşturur. Sanayi kesimi de, kendi içinde, yapım (imalat), istihraç (maden çıkarma ve taş ocağı sanayii), elektrik ve havagazı sanayii olarak üç ana kesime ayrılır. Ama, genellikle sanayi denildiğinde, ilk akla gelen ve anlatılmak istenen yapım sanayiidir. Çünkü günümüz ekonomilerinde, yapım sanayii kesimine oranla, öteki sanayi kesimlerinin önemi oldukça küçüktür. Yapım sanayiinde üretilen mallar da üçe ayrılır: tüketim malları, ara malları, üretim araçları. Gerek kapitalist, gerek sosyalist üretimde olsun, sanayileşme, asıl anlamıyla üretim aracı üretmek demektir.

Öyle olduğu için de, sanayileşme, iktisadi kalkınma ile özdeştir bir anlamda.

Sanayi kesiminin Türk ekonomisinde önem kazanmaya başlaması, 1950'lerden ve özellikle 1960'lardan sonraki gelişmelerle mümkün olabilmiştir. Bugün ulaşılmış olan nokta şudur: Türkiye'de gelişen kapitalizmin niteliği sonucu, "dışarıya bağımlı" da olsa, sanayi Türk ekonomisinde tarıma oranla birinci kesimdir artık.



1971 yılının verilerine göre, sınai üretimin toplumsal üretim içindeki payı 90,3 milyar liralık bir üretimle % 60 dolayındadır. Aynı yıl içinde, tarımsal üretim-çok elverişli doğal koşullara karşın- ancak 58,4 milyar liralık bir üretim düzeyine ulaşabilmiştir. Bunun gibi, 1972 yılının verilerine göre, gayri safi ulusal hasıla içinde -cari fiyatlarla- tarımsal gelir 49,8 milyar lira iken, sanayinin katkısı 52,7 milyar liraya yükselmiştir. Ayrıca, son yıllarda sanayi, gelişme hızı açısından da, tarımı sürekli olarak gerilerde bırakmıştır: Son on yıllık dönemde, tarımsal üretimdeki % 125 'lik artışa karşılık, sanayide % 290'lık bir artış gerçekleştirilebilmiştir.

Son on yıllık dönemde, sanayinin bünyesel değişimi ve ekonominin öncülüğüne yükselmesi, siyasal sonuçlar yaratmakta da gecikmemiştir: "Milli Selamet Partisi"nin doğuşu ve AP içinden bir grubun ayrılarak "Demokratik Parti"yi kurmaları, sanayideki gelişmelerin doğurduğu iktisadi çıkar çatışmalarının siyasal plana aktarılmasıyla yakından ilişkilidir.



Sanayi kesiminin ana sorunları

Bütün bu gelişmelere karşın, sanayi kesiminin -Türkiye'de gelişen kapitalizmin niteliklerinin sonucu- önemli sorunları vardır.

Nedir o sorunlar?

Türk ekonomisinde, sanayi kesiminin ana sorunlarını şu noktalar çevresinde toplayabiliriz:

- Son on yılda, sanayileşmemizde ortaya çıkan gelişme göz önünde tutulursa, tüketim malları sanayiinin hâlâ ön planda olduğu görülür. Tüketim malları sanayii -kısmen "montaf'a dayanarak- büyük bir gelişme göstermiştir.

Bu durum, bir bakıma piyasa koşullarından, bir bakıma da kamu kesiminin tutumundan doğmaktadır.



Piyasa koşullan ve ekonominin içinde bulunduğu durumun bir sonucu olarak, özel kesim, yatırımlarını, daha çok tüketim malları üretimine yöneltmektedir. Çünkü bu dalda, küçük çaplı yatırımlarda bulunarak kısa dönem kâr hesapları yapmak olanağı vardır. Öte yandan, kamu kesimi, yatırım malları sanayiine plan metinlerinde yer vermekle beraber, çeşitli nedenlerle uygulamada aynı titizliği göstermemiştir. Özellikle, İkinci Beş Yıllık Plan, bunun örnekleriyle doludur.

Aslında "sosyal verimliliği" düşük olan tüketim malları sanayimdeki gelişmenin gerçek bir sanayileşme rayına oturtulması, yatırım malları sanayiinin geliştirilmesine ve ara malları sanayimdeki gelişmenin sürdürülmesine bağlıdır. Eğer, gerek kamu kesimi, gerek özel kesim bu konuda yeterli atılımı göstermezlerse, yapım sanayiinde -tüketim malları lehine olan- dengesizlik sürecektir. Ekonomiyi "dışa bağımlı" tutan dallardan birinin tüketim malları sanayii olduğu göz önüne alınırsa, daha da belirir sorunun önemi.



Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verdiği rakamlara göre, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gibi beş ildeki özel sanayi işyerleri, Türkiye'deki yapım sanayiinin % 69,2'sini kapsarken, öteki bütün illere, toplam olarak % 30,8 gibi bir pay düşmektedir.

Bu rakamlar bize, Türkiye'de sanayileşmenin, coğrafi planda ne denli dengesiz oluştuğunu göstermektedir. Türkiye'nin sanayileşmeden beklediği yararlar, sınai faaliyetlerin dengeli bir biçimde bütün yurt düzeyinde gerçekleştirilmesine bağlıdır. Bu sağlanmadıkça, Türkiye'de, bölgeler arasında, özellikle Batı ile Doğu arasındaki farklılık daha da derinleşecektir. Bunun ortaya çıkaracağı iktisadi ve sosyal sorunları çözümleme güçlüğü, aşılmaz bir engel haline gelebilir.



  • Sanayi kesimindeki gelişmenin günümüzdeki bir başka sorunu, yeni kaynakların bulunması ve bu kaynakların maliyetiyle ilgilidir.

"Sermaye piyasası" üzerindeki tartışmaların özü şöyle açıklanabilir: Sanayi, bundan sonraki gelişmeleri için "yeni", "koşulsuz" ve "ucuz" kaynak aramaktadır. Geleneksel olarak, bireylerden bankalara, bankalardan da sanayiciye doğru işleyen "kredi" mekanizmasını bir ölçüde değiştirmek; para kaynağının bireylerden sanayi kuruluşlarına doğrudan yönelmesini istemektedir.

Nitekim, yalnızca 1970 yılında "tahvil çıkararak" kişi-

lerden alman "doğrudan borç" toplamı, 387 milyon lirayı bulmuştur. Bu rakam, "sermaye piyasası"nm gelişmesiyle kuşkusuz büyüyecek ve sanayi, özlediği bir kaynağa kavuşmuş olacaktır. Ne var ki, böyle bir kaynak bulma yolu, bir ölçüde geleneksel kredi kuruluşlarının (özellikle bankaların) çıkarma dokunabilecektir. Dolayısıyla, bu konuda da bir çelişme, özel kesimin kendi bünyesindeki bir sürtüşme söz konusudur.

- Türk sanayiinin daha başka sorunları da var: "Dışarıdan teknoloji getirme" sorunundan "atıl kapasite" sorununa değin yığınla sorun... Ve hepsi de önemli. Ne var ki -bahsi uzatmamak için- yalnızca hatırlatmakla yetiniyoruz bunları. Ama, son olarak, çok önemli bir sorun üzerinde duracağız ki, o da "satma" sorunudur.

Türk ekonomisi, sanayileşme yolunda birinci aşamayı tamamlamış, dayanıksız tüketim malları ile -bir oranda- dayanıklı tüketim malları üretiminde belli bir uzmanlaşmaya kavuşabilmiştir. Ne var ki, tam bu noktada, 1969'lar- dan başlayarak, satma sorunu, bütün açıklığıyla kendini göstermiştir. Bir kere, üretilen ürünlerin fiyatları -dünya pazarlarına oranla- hayli yüksek olduğundan, yapım sanayii "iç pazar" a dayanmak zorundaydı. İç pazar da belli bir doymuşluğa gelince, üretim yavaşlamış ve 1970'te Türk ekonomisi ciddi bir bunalımla yüz yüze gelmişti.

Bu sorun, hâlâ çözümlenebilmiş değildir.

Yapım sanayiinde açık bir biçimde ortaya çıkan satma ve -buna bağlı olarak da- yatırım sorunu, iki yanlı çözüm olanağına sahiptir: Birinci olarak, iç pazar için yeni istemlerin yaratılması; ikinci olarak da, dış pazar olanaklarının genişletilmesi gerekmektedir. Bütün bunlar, ara malı ve üretim araçları üretiminde yoğunlaşmak ve dolayısıyla daha ucuza mal üretmekle gerçekleşebilir ancak. İşte, tam bu noktada, Türk yapım sanayiinin geniş ölçüde "dışa bağımlı" oluşunun ortaya çıkardığı engeller dikilmektedir: Bu bağlılık, kısmen ara malı üretimindeki yetersizlikten, büyük ölçüde de yatırım malları sanayiinin geliştirilememiş olmasından ileri gelmektedir. İç sınai üretimin yürütülebilmesi için büyük çapta ara malı ve yatırım malı dışalımı gerekmektedir. Bu durum, hem iç piyasanın büyüme hızım sınırlamakta, hem de dış ödemeler dengesi üzerinde sürekli bir baskı öğesi olmaktadır.

DAHA ÇOK BİLGİ



Özlem Özgür, Sanayileşme ve Türkiye, İstanbul, 1976.

OKUMA


SANAYİLEŞMENİN NERESİNDEYİZ?

...Türkiye'de 1950'den bu yana önemli bir sanayi gelişmesi olmuştur ve 1950'lerdeki enflasyon sırasında yurtta bulunmayan birtakım tüketim malları bugün piyasada yerli sanayi tarafından karşılanmaktadır. Ancak, bu gelişme Türkiye'nin dünya sınıflaması içinde "yarı sanayileşmiş" ülkelerin alt basamaklarında bir toplum olmak durumunu değiştirmemiş ve ulusal gelir içindeki sanayi payının hızla artmasına henüz yol açmamıştır. Sanayi kesimindeki gelişme yavaşlığı, bizim öngörülerimize oranla, bir gelişme yavaşlığı olarak da nitelendirilebilir...

Çağımızda "sanayileşme" ölçüsü değişmektedir. Şöyle ki: Tüketim malları üreten sanayilerin önemli bir bölümü geleneksel bir teknolojiye dayandığı için, bunların bir ülkenin "sanayileşme göstergesi" olarak kullanılmasına birçok iktisatçı ve istatistikçinin karşı çıktığını görüyoruz. Artık daha çok yeni teknolojiye dayanan dinamik sanayi dalları ülkenin "sanayileşme göstergesi" olarak kullanılıyor. Ölçü bu olursa, Türkiye'nin "yarı sanayileşmiş" ülkelerin neden alt basamağında kabul edildiği daha kolay anlaşılır. Çünkü "dinamik sanayi dallan"ndan sayılan kimya, elektronik makine, taşıt araçları vb. sanayileri Türkiye'de henüz emekleme döneminde bulunmaktadır:

Yarı sanayileşmiş bir ülke olmanın birlikte getirdiği birtakım sorunlar vardır:

  1. Sanayimiz henüz "yaratıcı" olma aşamasına gelmemiştir. Bu bir küçümseme değildir. Japonya ve İtalya da uzun süre yaratıcı olmayan, taklide dayanan bir sanayileşme sürecini yaşamışlardır. Ancak, bu ülkeler artık yenilik yaratabilecek sanayileşme biçimlerine girmiş bulunuyorlar. Bu aşamaya erişememiş olmak Türk halkının kapasitesini küçümsemek de değildir. Nitekim Batı Almanya'da Türk işçilerinin çalıştıkları fabrikalarda ufak buluşlarla organizasyona ve teknolojiye katkılar yaptığım öğreniyoruz.

  2. Tüketim malları henüz toplam sanayi mallarının % 48'ini, ara mallar sanayii ise % 38'ini vermektedir. Yatırım malları ise toplam sanayi malları içinde daha % 15'i bulmayan bir düzeydedir. Başka bir deyişle, Türkiye, tüketim malları sanayiinin ağır bastığı, ara mallar sanayiinin gelişmekte bulunduğu, fakat yatırım malları sanayiinin ise emekleme döneminde olduğu bir aşamadadır. Oysa, dinamik sanayi dalları bu ikinci ve üçüncüler içinde bulunmaktadır.

(Gülten Kazgan, "Türk Sanayiinin Gelişim Düzeyi ve Yarım" konusundaki forumdan, Milliyet, 26 Kasım 1972)

SORULAR


  1. Sanayi deyince, aslında ne anlaşılmalıdır?

  2. Türkiye ekonomisinde, sanayi bugün nasıl bir yer tutmaktadır? Sanayileşmemizin hangi aşamasındayız? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  3. Türkiye'de, bugün, sanayi kesiminin ana sorunları nelerdir?

  4. Tüketim malları sanayii, nasıl bir yer tutmaktadır? Nedenleri? Bu yerin fayda ya da sakıncaları nelerdir?

  5. Türkiye'nin sanayileşmesinde "bölgeler arası dengesizlik" derken ne anlaşılır? Bu dengesizliği gidermenin yolları nelerdir?

  6. Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə