Bir başka örnek olarak, Krippel'in "Afyonkarahisar Zafer Anıtı" her yönüyle bir vahşet, kin ve gaddarlık simgesidir.
Bu Nazi sanatı etkisini, özellikle Atatürk figürlü heykellerin pek çoğunda yıllarca sürdürür durur.
Onlardan sonra, heykelde, yeni Türk heykeltıraşları yetişecektir: Ratip Aşir Acudoğu, Ali Hadi Bara, Zühtü Müritoğlu, Nusret Suman. Batı'da büyük ustalar yanında çalışmış, ileri görüşlü, çağdaş estetiği kavramış, görsel sanatın yalnızca doğayı kopya etmek demek olmadığını anlamış sanatçılardır bunlar.
Cumhuriyet'in genç heykel sanatının öncüleri de onlar olur.
Güzel Sanatlar Akademisi'nin 1936'dan sonra yeniden düzenlenmesiyle Batı'dan çağrılan büyük ustalar arasında gelen ünlü Alman heykeltıraşı Rudolf Belling, heykel bölümüne yeni bir can katar. Bugün Türk heykel sanatının başlıca temsilcileri olan Hüseyin Özkan, Yavuz Görey, Sadi Çalık, Hüseyin Gezer, Hakkı Atamulu, Zerrin Bö- lükbaşı, Turgut Pura, Hakkı Karayiğitoğlu, Sadi Öziş gibi sanatçılar onun öğrencileri olmuşlardır. Gençliklerinde, doğal olarak hocalarının etkisini taşıyan bu sanatçılarımız, daha sonra kişiliklerini bulmuş, övülmeye değer eserlerle, yurdun çeşitli köşelerini süslemişlerdir.
Yeni Türk heykeltıraşlığına katkılarda bulunan başka sanatçılar da var: Kuzgun Acar, Aloş Germaner, Semahat Acuner, Gürdal Duyar, Tamer Başoğlu, Mehmet Aksoy... Demir heykelleriyle Saim Bugay; tahta, bakır, alçı ve bazı madenleri birleştirerek yaptığı soyutlamala-
rıyla Metin Haseki, modern akımlara yatkınlığıyla Ferit Özsen ilgi toplayan sanatçılar, Lerzan Bengisu, Günseli Aru, tahta işleriyle dikkati çeken kadın sanatçılarımızda.
Son yıllarda, çalışmalarıyla, bir başka ad kendini kabul ettirir heykeltıraşlığımızda: Halûk Tezonar.
Türk heykel sanatı hangi noktadadır bugün?
Ve varsa sorunları nelerdir?
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'yla, devrimlerle ilgili pek çok eser bugün illerimizde, ilçelerimizde yer almaktadır. Bunlara birçok sanatçının heykelleri, büstleri de eklenmiştir. Böyle olduğu halde, kendi insanımızın bu eserlerle ilgilenmesi, bunların tadına varması sağlanamamıştır.
Bunun kusurunu yalnızca halkın sanat eğitimindeki eksikliğe bağlamak yanlış olur. Heykel sanatımızın henüz genç bir sanat olmasının, yönünü daha belirleyememiş bulunmasının da payı olsa gerek bunda...
DAHA ÇOK BİLGİ
Malik Aksel, Anadolu Halk Resimleri, İstanbul, 1960
Nurullah Berk - Hüseyin Gezer, 50 Yılda Türk Resim ve Heykeli, İstanbul, 1973.
Nurullah Berk, "50 Yılda Resim Sanatımız", Türk Dili, sayı 266.
Konur Ertop, "Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Güzel Sanatlar", Cumhuriyet Gazetesi'nin 50. Yıl Eki.
Zahir Güvemli, Sanat Tarihi, İstanbul, 1968.
Doğan Kuban, Türkiye Sanatı Tarihi, İstanbul, 1970.
Osman Şekerci, İslam'da Resim ve Heı/kelin Yeri, İstanbul, 1974.
Sezer Tansuğ, Resim Kılavuzu, İstanbul, 1974.
Türkiye (1923-1973) Ansiklopedisi, "Resim" ve "Heykel" Maddeleri.
OKUMA
BİR BALABAN SERGİSİNDEN...
Her şeyiyle somut, her şeyiyle insana en yakın bir ressam Balaban. Onda düşünceyle sanatsal eylem arasında en ufak bir
uyumsuzluğa,, kararsızlık veya kuşkuya rastlamak olanaksız. Her bir eseri insan ve toplum olgularım şiddetle vurguladığı halde, hiçbir eserinde olguya, konuya yenilmişlik göremezsiniz.
Ona göre konu bir özdür. Her öz kendi kabuğunu yapar, yani kendi tekniğini, kendi biçimini getirir. Sanatçı konusunu yaşar. Konuyu yaşamak ise onu içten kavramak, dünya görüşüne ve kişisel duyarlığa göre süzgeçten geçirmek, damıtmak demektir. Bu nedenle Balaban, "sanat yaşantının izdüşümüdür" der. Bıı nedenle sahici bir sanatçı olan Balaban'da söylev ve içerikliğe kayma tehlikesi bir tutum zorunluluğu olarak ortadan kalkmıştır.
Neyi nasıl verirse versin, onun eserlerinin mutlaka akıştığı temel çekim noktası, belirli ekonomik ilişkiler içinde kavranan ayakları yerde insanın yaşam uğraşıdır. Bu uğraşta özenli bir anı tatlılığıyla dirilen kaygısız çocukluk vardır; aşk vardır, hüzün vardır, toprak ve toplumla didişme vardır; ama her şeyin önünde, bu uğraşta, umut ve direnç vardır. Her şey etiyle kemiğiyle, hüznü ve umuduyla, ezilmişliği ve direnme gücüyle görülen somut insana göre, yani size göre, bana, onlara göre ölçü kazanmıştır. Örneğin Köroğlu'nda alışılmış bütün ölçüler altüst edilmekte, zeki ve bilinçli yeni bir insan ölçüsü getirilmektedir. Artık insan ata göre değil, at insana göre boyut almaktadır. Ne var ki, böyle bir uygulamada, doğal oranın dışına çıkmada, karikatüre düşme tehlikesi de belirir. Ama Balaban, yaptığının her bakımdan bilincinde olan Balaban, ölçüsüzlüğe yeni bir düzen getirmesini biliyor. Çünkü düşünceyi yaşıyor, düşünceyi yalnızca kuramsal olarak değil hayalgücüyle yaşıyor, ona, onu kalıcı yapacak biçimi vererek üsluplaştırıyor.
Fakat onda üsluplaşma yoktur, çünkü o, zihinsel, duygusal her yeni oluşuma yeni bir süreç olarak bakar. İşte Göç I ve Göç II. Biliyoruz ki, o insanlar bizim insanlarımız, her şeyleriyle, ezilmişlikleriyle, korkularıyla, yıkılmışlıklarıyla; birbirlerine sokuluşlarıyla; birbirlerini arayışlarıyla; birbirlerine destek oluşlarıyla, kaçışlarıyla; ayaklarını bu dünyanın topraklarına bütün haklılıklarıyla basışlarıyla, ama daha çok yılmayışlarıyla, direnişleriyle, sağlam umutlarıyla, bizim insanlarımız. Bu insanlar, biçimlerini, mekânda bulunuşlarını, bu gidişten alıyorlar. Sanki yalnızca onlar değil, bütün evren göç ediyor; evren ve insan hep birlikte yaşıyor sanki bütün duyguları. Bunun için de tek bir kütleden oyulmuşlar gibi; o kütlenin içinde, o kütleyle birlikte
geleceklerini mutlaka belirleyecekler gibi.
Göç'te, kendine özgü iri biçimini bulan yaşam, Çocukların Oyunu'nda pırıl pırıl bir aydınlık içinde masallaşıveriyor...
Öteki tablolarda ise... Onun kurduğu kompozisyonlar sağlam bir damar halinde, nakışlarımıza dek iniyor. Tablolarında bu ortada buluşma, bu çevreyi seyrekleştirip ortada yoğun bir çekirdek oluşturma, seccadelerdeki, halılardaki, kilimlerdeki göbeklenmelerden alıyor esinini. Buna tuğralaştırma da diyebiliriz. Bütün öğeler göbeği besliyor, bunun sonucu olarak da yanlar seyrekleşiyor, giderek salt ışığa dönüşüyor.
Köyden Kopanlar'da bu özelliği daha bir belirginlikle görüyoruz. Arılar gibi uğuldaşarak, bir bütün, bir direnç halinde kopup akan bu insanlar, yalnız ışık içindedirler. Bu teknik uygulamanın anlatım açısından da etkisi çok önemli. Çünkü böyle bir kitle, tek bilek, tek güç halinde ışığa giden bu özlem seli, ancak parlak bir geleceğin yolunda yürüyebilir, [şık, hiçbir figürün, hiçbir motifin peşini bırakmayan ışık; devinimin anahtarı, anlatımın zembereğidir Balaban'da...
(Bedrettin Cömert, "Balaban'ın Resimleri", Yeni Ortam, 10 Şubat 1975)
SORULAR
-
Osmanlı kültüründe resmin özelliği ve yeri nedir?
-
Batılı resim, bizde, ne zaman ve nasıl başlar? İlk temsilciler kimlerdir? Ressam Osman Hamdi Bey'in Türk resmine asıl hizmeti nedir?
-
Çağdaş Türk resminde, 1914 dönemi ressamlarından kimleri tanıyorsunuz? Bunların resim anlayışı ve Türk resmine katkıları neler olmuştur?
-
"Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği", "D Grubu", "Yeniler Grubu" hangi anlayışları temsil ederler? Bu gruplara giren ressamlardan kimleri tanıyorsunuz?
-
Bugün yaşayan eskilerin yanı sıra, orta ve genç kuşak ressamlarından kimleri tanıyorsunuz? Balaban kimdir ve resim anlayışı nedir? (Okuma parçasını okuyunuz.)
-
Türk resmine bugün egemen olan görüşler nelerdir? Sizce, hangi görüş daha yerindedir?
-
Tekelci sermaye, resim sanatımız karşısında ne gibi bir tehlike yaratmaktadır? "Resim spekülasyonu" denen olay, aslında neyi dile getirmektedir?
-
Bizde, 19. yüzyıla gelinceye dek, heykel yasağının kaynağı nedir? Heykel, bir "sanat türü olarak ne zaman ve nasıl gelir bize?
-
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, dışardan gelen heykeltıraşlardan kimleri tanıyorsunuz? "Nazi heykelciliği" nedir? Böyle bir anlayışın Türkiye'de de uygulanması olmuş mudur? Olmuşsa, önce kimler başlatmıştır bunu? Örnekleriyle açıklayınız.
-
Cumhuriyet döneminin ilk Türk heykeltıraşları kimlerdir? Sanatlarının özelliği nedir bu heykeltıraşların?
-
Rudolf Belling kimdir? Ve ne gibi yararları dokunmuştur Türk heykel sanatının gelişiminde? Onun yetiştirdiği öğrencilerden kimleri tanıyorsunuz? Yeni Türk heykeltıraşlığına katkıları olan başka hangi sanatçıları biliyorsunuz?
-
Türk heykel sanatı bugün hangi noktadadır? Heykeli kitlelere götürmenin ve benimsetmenin yolları nedir? Bu konuda, sanatçıya ve devlete ne gibi görevler düşmektedir sizce?
\
KAYNAKÇA*
-
Genel kaynaklar
A. Kadir, Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri, 3 cilt, İstanbul, 1973-1980. '
A. Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, İstanbul, 1944.
Richard Alcock, Kısa Dünya Edebiyatı Tarihi (çev. Ü. Tamer), İstanbul, 1961.
Necip Alsan, Çağımız 20. Yüzyıl, İstanbul, 1969.
Metin And, Tiyatro Kılavuzu, İstanbul, 1973.
Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi (çev. G. Üstün), İstanbul, 1965.
J. D. Bernal, Materyalist Bilimler Tarihi (çev. Emre Mar- lalı), 2 cilt, İstanbul, 1976.
J. Bronowski, İnsanın Yücelişi (çev. F. Ofoğlu), İstanbul, 1975.
John B. Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi (çev. Durul Bartu), İstanbul, 1978.
Henri Denis, Ekonomik Doktrinler Tarihi (çev. Atilla Tokatlı), 2 cilt, İstanbul, 1973-74.
Emin Türk Eliçin, Tarih Boyunca İleri-Geri Kavgası, İstanbul, 1967. ' '
E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü (çev. Bedrettin Cömert), İstanbul, 1980.
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, 4. Bası, İstanbul, 1980.
Zahir Güvemli, Sanat Tarihi, İstanbul, 1968.
Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, İstanbul, 1970.
Selahattin Hilav, Felsefe Elkitabı, 2. Bası, İstanbul, 1975.
Claude Julien, Demokrasilerin intiharı (çev. Mehmet A. Kayabal), İstanbul, 1974.
Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 2. Bası, İstanbul, 1980.
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, 3. Bası, İstanbul, 1978.
Burada verdiğimiz kaynaklar yalnız Türkçe olup, akla ilk gelen eserleri kapsamaktadır (yazarın notu).
Murat Sarıca, SiyasaI Tarih, İstanbul, 1980.
Murat Sarıca, Siyasal Düşünce Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980.
Kurt Schilling, Toplumsal Düşünce Tarihi, İstanbul, 1971.
Mehmet Selik, İktisadi Doktrinler Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980.
Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, 2. Bası, Ankara, 1969.
Paul Sweezy - Paul Baran - Harry Magdoof, Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Ankara, 1975.
Tarık Z. Tunaya, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, 4. Bası, İstanbul, 1980.
- Ülke Ülke, Çağdaş Dünya Şiiri, 2 cilt, İstanbul, 1979-1980.
H. C. Wells, Kısa Dünya Tarihi (çev. Ziya İshan), İstanbul, 1962.
N. V. Yeliseyeva - Manfred A. Z., Yakın Çağlar Tarihi (çev. Y. Çakır - E. Tuncalı), 3 cilt, İstanbul, 1975-77.
-
Türkiye ile ilgili kaynaklar
Tahir Alangu, Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, 3 cilt, İstanbul, 1966.
Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, Ankara, 1968.
Semih Balcıoğlu - Ferit Öngören, 50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü, İstanbul, 1973.
Nurullah Berk - Hüseyin Gezer, 50 Yılda Türk Resim ve Heykeli, İstanbul, 1973.
Niyazi Berkes, İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz? İstanbul, 1965. '
Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973.
Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, 2 cilt, İstanbul, 19691970.
Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara, 1975.
Niyazi Berkes, Batıcılık, Ulusçuluk, ve Toplumsal Devrimler, İstanbul, 1965.
Niyazi Berkes, İslamcılık, Ulusçuluk Sosyalizm, 2. Bası, Ankara, 1975.
Korkut Boratav, Türkiye'de Devletçilik, İstanbul, 1974.
Kudret Cevdet, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, 2 cilt, Ankara, 1970-1971.
Ali Gevgilili, Yükseliş ve Düşüş, İstanbul, 1981.
Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı, İstanbul, 1976.
Doğan Kuban, Türkiye Sanatı Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1978.
Rauf Mutluay, Tauzimattaıı Günümüze Kadar Türk Şiiri, İstanbul, 1973.
Uygarlık Tarihi 3
ONSOZ 7
UYGARLIK NE DEMEKTİR? 10
YAMYAMLIK MASALI 24
BOLUM I 30
BATI UYGARLIĞININ KAYNAKLARI 30
DAHA ÇOK BİLGİ 44
SORULAR 45
BOLUM II 47
BATI UYGARLIĞININ DOĞUŞU 47
SORULAR 51
DAHA ÇOK BİLGİ 60
BOLUM III 62
BATI UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ
(16., 17. VE 18. YÜZYILLAR) 62
SORULAR 71
DAHA ÇOK BİLGİ 82
İTALYAN RÖNESANSI NIN ÜÇ DEVİ 83
SORULAR 85
DAHA ÇOK BİLGİ 88
MACHIAVELLI 88
1(M) 94
PrusyalI bir prensin sözleridir bunlar. 96
SORULAR 102
BÖLÜM IV 104
BATI UYGARLIĞINDA
DEVRİMLER 104
(19. YÜZYIL) 104
DAHA ÇOK BİLGİ 108
SORULAR 112
DAHA ÇOK BİLGİ 120
SORULAR 122
DAHA ÇOK BİLGİ 124
SORULAR 134
BÖLÜM V 134
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (1) 134
BATI AVRUPA 134
DAHA ÇOK BİLGİ 145
HALKIN EKMEĞİ 147
BÖLÜM VI 150
ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (2)
BİRLEŞİK AMERİKA 150
DAHA ÇOK BİLGİ 160
EDEBİYATI HALKIN MUTFAĞINA SOKAN ADAM:
JACK LONDON 161
n 166
BÖLÜM I 168
SOSYALİST AVRUPA'NIN DOĞUŞU 168
DAHA ÇOK BİLGİ 175
MARX'IN ELEŞTİRİSİ 175
DAHA ÇOK BİLGİ 189
SORULAR 192
SORULAR 194
BÖLÜM II 196
SOVYETLER BİRLİĞİ 196
DAHA ÇOK BİLGİ 223
SOVYET SİNEMASI 224
ELİMDEN GELSE 227
BÖLÜM III 230
HALK DEMOKRASİLERİ 230
DAHA ÇOK BİLGİ 236
SORULAR 238
BÖLÜM IV 239
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 239
DAHA ÇOK BİLGİ 251
BÖLÜM V 255
VİETNAM VE KÜBA 255
DAHA ÇOK BİLGİ 257
ANALIK ZANAATI 259
SORULAR 260
DAHA ÇOK BİLGİ 262
m 266
BOLUM I 268
AZGELİŞMİŞLİK NEDİR? 268
DAHA ÇOK BİLGİ 276
SORULAR 278
BÖLÜM II 279
KALKINMA VE BAĞIMSIZLIK 279
DAHA ÇOK BİLGİ 285
SORULAR 287
BÖLÜM III 288
BAŞLICA AZGELİŞMİŞ
ÜLKE GRUPLARI 288
DAHA ÇOK BİLGİ 293
PABLO NERUDA 293
BÖLÜM I 301
TÜRKİYE'DE KAPİTALİZM
VE SORUNLARI 301
SORULAR 319
SORULAR 325
BÖLÜM II 342
TÜRKİYE'DE SOSYAL SINIFLAR 342
DAHA ÇOK BİLGİ 348
SORULAR 350
DAHA ÇOK BİLGİ 354
SORULAR 355
DAHA ÇOK BİLGİ 362
BÖLÜM III 365
TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ
VE SORUNLARI 365
DAHA ÇOK BİLGİ 380
DAHA ÇOK BİLGİ 386
BÖLÜM IV 391
TÜRKİYE'DE SİYASAL PARTİLER 391
DAHA ÇOK BİLGİ 395
DAHA ÇOK BİLGİ 404
DAHA ÇOK BİLGİ 408
SORULAR 411
BÖLÜM V 412
KÜLTÜRÜMÜZÜN KAYNAKLARI
VE SORUNLARI 412
KÜLTÜRÜMÜZÜN KÖKENLERİ SORUNUNA
NASIL YAKLAŞMALIYIZ? 420
DAHA ÇOK BİLGİ 430
BOLUM VI 434
TÜRKİYE'DE EĞİTİM VE ÖĞRETİM 434
SORULAR 441
BÖLÜM VII 448
ŞİİR, ROMAN VE HİKÂYE 448
DAHA ÇOK BİLGİ 456
DAHA ÇOK BİLGİ 470
SORULAR 474
BÖLÜM VIII 475
TİYATRO, SİNEMA VE MÜZİK 475
DAHA ÇOK BİLGİ 487
SORULAR 489
DAHA ÇOK BİLGİ 499
"SÜRÜ" NE ANLATIYOR? 500
DAHA ÇOK BİLGİ 511
TÜRK SAZI VE RUHİ SU 511
BOLUM IX 516
MİZAH VE KARİKATÜR 516
DAHA ÇOK BİLGİ 520
SORULAR 523
TURHAN SELÇUK VE ABDÜLCANBAZ 534
SORULAR 536
BOLUM X 538
MİMARLIK, RESİM VE HEYKEL 538
DAHA ÇOK BİLGİ 547
DAHA ÇOK BİLGİ 559
SORULAR 561
KAYNAKÇA* 564
SAVUNMA 568
MAHKEME KARARI 573
A. Snurov - Y. Rozaliev, Türkiye'de Kapitalistleşnıe ve Sınıf Kavgaları, İstanbul, 1970.
Mümtaz Soysal, Anayasa'nın Anlamı, 4. Bası, İstanbul, 1977.
Metin Sözen - Mete Tapan, 50 Yılın Türk Mimarisi, İstanbul, 1973.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı, İstanbul, 1960.
Sezer Tansuğ, Resim Kılavuzu, İstanbul, 1970.
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1970. '
Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye (çev. Babiir Kuzucu), İstanbul, 1980.
-
Sözlük ve ansiklopediler
N. S. Aşukin ve arkadaşları, Politika Sözlüğü (çev. Mazlum Beyhan), İstanbul, 1980.
M. Bauvvier - A. Ibarrola - N. Pasquarell, Marksist Ekonomi Sözlüğü (çev. B. Aren - İ. Yaşar), İstanbul, 1977.
Devrimler ve Karşı-Devriıııler Tarihi Ansiklopedisi, 4 cilt, İstanbul, 1975.
Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 7 cilt, İstanbul, 1976-1980. ’
M. Rosenthal - P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü (çev. E. Aytekin - A. Çalışlar), 4. Bası, İstanbul, 1972.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 4 cilt, İstanbul, 19771981
Türkiye (1923-1973) Ansiklopedisi, 4 cilt, İstanbul, 1974.
EKLER
SAVUNMA
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına,
Dosya no. 975/44
Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
18 Aralık 1975 tarihinden başlayarak, bu salonda, çok önemli bir davaya bakıldı. "Çok önemli" dedim: Gerçekten, daha şimdiden, bu dava Türk kültür tarihinin malı olmuştur. İlerde, ülkemizin kültür tarihini yazacak olanlar, bu davadan da bahsedeceklerdir, ama mutlaka bahsedeceklerdir. Şimdi, sizlerin kararınıza iktiran etmeden önce, değerli avukat arkadaşlarımın savunma sadedinde söylediklerine benim ilave edeceğim pek bir şey kalmamış gibidir; yine de -çok genel planda da olsa- önemli bulduğum bir iki noktaya değinmek isterim.
Biliyorsunuz, "sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye matuf propaganda" yapmakla itham ediliyorum. Sayın Savcı, bu ithama gerekçe olarak, Uygarlık Tarihi adlı kitabımı, tarafsız bir ilim adamı gözü ile değil Marksist görüşle yazdığımı, Mark- sizm-Leninizmi övdüğümü, ona karşı olan görüşleri kötülediğimi, kültürün her dalının komünizm propagandası vapması gerektiğini telkin ettiğimi, bilimsel tarafsızlığa uymadığım için de "liseden kopup gelen öğrencileri tek yönlü şartlandırdığımı" ileri sürmektedir.
Bütün bu iddia ve gerekçeler, başta birtakım kavram kargaşasından doğan son derece yanlış görüş ve değerlendirmelerin sonucudur. Bu kavram kargaşası, önce "bilimde objektiflik" konusunda görülmektedir. Açıklamalarıma da bu noktadan başlayayım.
1. BİLİMDE ''OBJEKTİFLİK’' NE Dİ MI Kİ İRİ
Bizde, bilimde objektiflik konusunda yanlış bir görüş savunulur ve "objektif!ik"le "taraf tutmama" birbirine karıştırılır. Bu karışıklık, yalnız savcılık iddianamelerinde değil, politik çevrelerde, hatta akademik çevrelerde de sıkça görülen bir olaydır.
Ne demektir bilimde "objektiflik"?
Bilimsel objektiflik, gerçekliği (realiteyi), "olduğu gibi", "sübjektif önyargıların etkisinde kalmadan" tespit etmektir. "Taraf tutmak" ise başka şeydir. Hemen söyleyelim: Bilim, taraf tutar; bilim adamı taraf tutar. Ama kimin tarafını? Gerçeğin, doğruların tarafını! Bütün bilim tarihi, gerçeklerin, doğruların tespit edilmesi ve kabul ettirilmesi, yanlışların giderilmesi çabasının, bu uğurda verilen mücadelelerin tarihidir. Bu mücadelede, bilim adamları, gerçeklerden; doğrulardan yana olmayan güçlerle karşı karşıya gelmiştir, zaman zaman korkunç ve iğrenç baskılara uğramışlardır. Galilei'nin Katolik Kilisesi ile çatışması bunun herkesçe bilinen bir örneğidir.
Toplumlara baktığımızda, toplumsal gerçekliğin (realitenin) kendisinde "taraflar" vardır. Bilimsel, objektif metotla bu gerçekliği inceleyip tespit ettiğimizde, bu "taraflar" ve onların arasındaki gerçek ilişkiler, bu ilişkilerin nasıl işlediği ortaya çıkar. Şimdi, bu tespitin kendisi, -hiçbir yorum yapılmasa bile- ister istemez bir taraf tutma anlamını taşır. Çünkü, bu objektif tespit, toplumda bir tarafın işine gelir, öbür tarafın işine gelmez. Niçin? Çünkü, taraflardan biri gerçeğin, doğruların ortaya çıkmasından, bilinmesinden yanadır; öteki değildir. Böylece, bilim adamı istemese, uzak durmaya çalışsa da, toplumda taraflar arasında objektif bir durumdan doğan anlaşmazlığa, çekişmeye, mücadeleye -dolaylı olarak- katılmış olur. Kaldı ki, bilim adamı, bilimsel çalışmalarından çıkan sonuçları kabullenmek ve ona göre bir tavır almak durumundadır da. Fikir dürüstlüğü, bilimsel cesaret bunu gerektirir.
Şimdi, iddianamesinde, beni "tarafsızlığa hiçbir şekilde riayet etmemek, bir ilim adamından çok bir görüşün insanı olarak öğrencilerine tek yönlü bir öğretim yapmakla" (İddianame, s. 4) itham eden Sayın Savcı'ya, yukarıdaki açıklamalarımın ışığında hemen cevabımı vereyim: Kitabımı yazarken, içinde yaşadığımız çağa ve topluma, bir bilim adamı gözüyle, yani objektif olarak baktım. Öyle olduğu için de tarafsız kalmadım, kalamazdım. Evet, bir görüşün insanıyım. Bir bilim adamı olarak zaten böyle bir görüş sahibi olmam gerekir. Görüşüm, bütün açıklığı ile şudur:
Kapitalist dünya, sosyalist dünya, geri kalmış ülkeler dünyası diye üç ayrı gerçekliğin yaşandığı bir dünyada, ben, geri kalmış bir toplumun aydınıyım. Ülkemi, emperyalist kapitalizm, içerideki ortakları ile işbirliği halinde sömürmektedir. Bu sömürü, ona karşı çıkanlara, zaman zaman "zor"a başvurarak sürdürülmektedir. Böylesine acı bir gerçekliği yaşayan bir toplumun aydını olarak:
-
"Emperyalizm"e ve "faşizm"e karşıyım. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye'den yanayım;
-
"Kapitalizm"e karşıyım. İnsanların insanlıklarını bütün boyutlarıyla duyarak ve tadarak yaşayacakları, sömürüsü, nihayet yabancılaşması olmayan bir düzenden yanayım;
-
Bugünkü "geri ve bağımlı" bir kapitalizmin devamında yarar gören güçlere karşıyım. Tam bağımsız, gerçekten demokratik, sömürüsü olmayan, ileri ve uygar bir Türkiye'yi yaratacak olan güçlerden yanayım.
Tarihe, içinde yaşadığımız çağa ve topluma bu görüş açısından bakıyorum. Böyle bir görüşe sahip olduğum için de, öğrencilerime yaptığım öğretim "tek yönlü" değil, "çok yönlü"dtir.
-
KİME KARŞI SORUMLUYUM?
Doğrudur veya yanlıştır, taraftar olunur veya olunmaz, bir bilim adamı olarak kabul ettiğim metot, görüş ve düşüncelerimden dolayı kime karşı sorumluyum?
Yaşadığım çağa ve topluma karşı.
Ya mahkemeler? Asla!
Bilim adamı, seçtiği metottan dolayı, başta çağına karşı sorumludur. Bir bilim adamı, metodunu seçerken, çağının metot konusundaki gelişmelerini çok iyi bilecektir. Çağının terk ettiği, nihayet mahkûm ettiği bir metodu seçmemekle yükümlüdür. Aksi takdirde yanlışlar yapar, giderek bilim adamı niteliğini yitirebileceği gibi, çağma ve kendi halkına karşı zararlı bir kişi olur.
Bilim adamı, seçtiği metottan dolayı yaşadığı topluma karşı da sorumludur. Toplumda, "akademik çevreler"den başlayarak, halk kitlelerine varıncaya dek çeşitli kesimlerle yüz yüzedir. Yanlış bir metot seçmişse, toplumda gerçeklerin, doğruların ortaya çıkmasından yana olmayan güçlerin -bilerek veya bilmeyerek- oyuncağı olur; gerçeklerin, doğruların ortaya çıkmasından yana olan güçlere, giderek halka karşı bir duruma düşer.
Bilim adamının mahkemelere karşı sorumluluğu var mıdır?
Hayır! Bilim adamı, bilimsel görevini yerine getirirken, mahkemelere karşı hesap vermez. Böyle bir yol tutulursa, o toplumda hem bilim ilerleyemez, hem de tarihte çok acı örneklerini gördüğümüz büyük yanlışlıklar yapılmış olur mahkemelerce; giderek, adalet ağır yaralar alır.
Bir bilim adamı olarak, beni, bu genel tarihî ve sosyal doğrular açısından olduğu gibi, Türkiye'de -bugün eğer kalmışsa- demokrasi ilkeleri ve hukuk açısından da suçlandırmak, giderek cezalandırmak imkânsızdır.
Gerçekten, Türkiye'de, ideal sayılan ve gerçekleştirilmek istenen demokrasi, "Batılı" tipte bir demokrasidir.
Peki, nedir Batı demokrasisinin başta gelen özelliği?
Batı demokrasisinin -o demokrasi tipine taraftar olanların ısrarla işaret ettikleri- en büyük özelliği, toplumda değişik görüşlerin varlığını ve yaşama hakkını tanımasıdır: Değişik sosyal çıkarların barış içinde mücadele edebilmesi, bir taraf için "zararlı" gözükenin öteki taraf için -tam tersine- "yararlı" olabileceği gerçeğinin kabulüdür Batı demokrasisi. Bu demokraside, hiçbir doktrinin imtiyazı yoktur. Hürriyete saygılı oldukça, her düşünce serbesttir; serbestçe açıklanır, serbestçe teşkilatlanır, serbestçe yarışır. Ve her düşüncenin siyasi iktidara gelme hakkı vardır.
Düşünceler serbestçe açıklanacak, serbestçe teşkilatlanacak ve serbestçe yarışacaktır. Ancak, demokrasi, kendini korumayacak demek midir bu? Hayır! Her rejim gibi, demokratik rejim de varlığına yönelecek tehlikeler karşısında kendini koruma hakkına sahiptir.
Ne zaman vardır o tehlikeler?
O tehlikeler, -Batı demokrasisine taraftar olanların belirttikleri gibi- düşüncelerin "şiddet hareketleri" halini aldığı anda vardır. Devlete karşı girişilmiş şiddet eylemleri, sabotajlar, silahlı çatışmalar vb. Bunlar maddi olaylardır,
suçtur ve cezalandırılırlar. Ne var ki, o maddi olaylara ilham veren düşünceler yasaklanamaz ve cezalandırılamaz. Çünkü, Batı demokrasisine göre, "düşünce suçu olmaz." Örneğin "anarşik" tipte olaylar cezalandırılacak, ama "anarşizm" hakkmdaki görüşler ve eserler yasaklanama- yacak ve cezalandırılmayacaktır.
Bu noktayı daha da aydınlığa çıkartmak amacı ile, hem de Fransız Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, birkaç yıl önceki duruşmalardan birinde, mahkemenin başkanı Ro- meiro'nun söylediği sözleri hatırlatmak isterim. Çeşitli sabotaj hareketlerine girişen, binaları kundaklayıp kamyonları havaya uçuran bir grup insanın duruşması başlarken, mahkemenin başkanı Romeiro, savcıya ve sanıklara şu önemli noktayı hatırlatmaktadır: "Fransız hukukunda düşünce suçu diye bir şey yoktur. Burada yargılayacağımız maddi olaylardır; yoksa bu olaylara ilham veren fikirler değildir..." (Le Monde, 6/10/1972).
Anarşist olaylar karşısında tavrı bu olan Batı demokrasisinin bilim adamları karşısındaki tavrının ne olabileceğini ayrıca belirtmeye bilmiyorum gerek var mı?
Benim, bir bilim adamı olarak, hukuki açıdan, Türkiye'de bugün yürürlükte bulunan Anayasa ve kanunlar açısından da suçlandırılmam, giderek cezalandırılmam imkânsızdır.
Başta Anayasa, bir maddesinde, "Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" (m. 12/1) derken, bir başka maddesinde "Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir: Düşünce ve kanaatlerini, söz, yazı, resim ile veya başka yollarda tek başına ve toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir" (m. 20) demektedir. Böylesine mutlak ve sınırsız bir düşünce hürriyetinin doğal bir uzantısı olarak bir başka maddesinde de şöyle demektedir: "Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir" (m. 21/1).
Sayın Savcı'nın hakkımda uygulanmasını istediği 142. maddenin öngördüğü unsurlar, özellikler "cebir" unsuruna da ne yazılarımda ne de sözlerimde rastlamaya imkân yoktur. Burada, Anayasa Mahkemesi'nin 141. ve 142.
maddeler hakkında verdiği ünlü kararında, "bilim ve sanat çalışmaları serbesttir" diyerek, bu maddelerin bu tür çalışmalara uygulanamayacağı yolundaki görüşünü de hatırlatmak isterim.
Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Çağma ve toplumuna karşı görevini yerine getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim şu anda. Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalksam -en azından- gene aynı şeyleri yazardım. Hiçbiri hakkında, en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Kalemimden çıkmış her cümlenin, -cümle ne demek- her kelimenin ve hecenin altında, entelektüel şeref ve haysiyetim yatmaktadır. İnsanım; hayatta dönebileceğim şeyler olabilir. Ama entelektüel şeref ve haysiyetimden, -ölüm bahasına da olsa- dönemem. Attilâ Ilhan'ın, o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma.
O sözler ki, kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi öliip ölesiye taşırız.
O sözler ki, bir kez çıkmıştır ağzımızdan uğrunda asılırız.
Ben, içinde yaşadığım çağa ve topluma karşı, bir bilim adamı olarak, sorumluluğumu yerine getirdim. Şimdi sorumluluk sırası sizde. Yalnız, unutmayınız ki, siz de çağınıza ve topluma karşı sorumlusunuz. Çünkü, her mahkeme kararı, onu verenlerin yalnız hayatları boyunca değil, onu verenler hayattan çekildikten sonra da anılır; iyi anılır, kötü anılır, ama anılır. İsterim ki, sizin kararınız, -ilerde kültür tarihinin mutlaka bahsedeceği bu dava dolayısıyla- iyi anılsın, takdirle anılsın.
Sîzleri, tarihin huzurunda, toplumun huzurunda sorumluluklarınızla baş başa bırakıyorum.
Hoşça kalınız.
(30 Eylül 1976) Server TANİLLİ
MAHKEME KARARI
T. C
İSTANBUL
5. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Esas No.
|
1977/294
|
Karar No.
|
1978/62
|
C.Sav. Esas No.
|
1976/10008
|
|
KARAR
|
Başkan
|
Naci Tanverdi 10316
|
Üye
|
Lamia Onat 6784
|
Üye
|
A. Nuran Tosun 15268
|
C. Sav. Yrd.
|
Mustafa Akduman 11569
|
Kâtip
|
Zerrin Özseren
|
Davacı
|
K. H.
|
Sanık
|
Server Bedii Tanilli, Servet oğlu, 1931 doğumlu, Erenköy, Şemseddin Günaltay Cad. Afşar Sok. No: 5, Daire: 6'da oturur.
|
Suç
|
TCK. 141/6, 142/1, 5, 6. maddelerine muhalefet.
|
Suç Tarihi
|
14.4.1975
|
Devlet Güvenlik Mahkemesi C. Savcılığı'nın Esas 1975/35 sayılı iddianamesiyle, sanığın TCK'nun 142/1, 5 ve. maddeleri gereğince tecziyesi için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne açılan davanın bu mahkemelerin iptali sebebiyle mahkememize gönderilmiş bulunmakla yapılan yargılama sonunda:
Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'nın 30.11.1975 tarihli iddianamesinde, sanık Server Tanilli'nin 1972 yılında Şişli Siyasal Bilimler Yüksek Okulu'na "Uygarlık Tarihi" adlı ders için öğretim üyesi tayin edildiği, bu dersin "Humanity" adlı ders kitabı örnek alınarak yalnız Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu'nda okutulduğu, sanığın bu dersi okutmaya başladığı anda aleyhine ihbarlar yapılması üzerine, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden üç kişilik bir heyet, sanığın Uygarlık Tarihi adlı eserinde suç unsuru görülmediğini bildirmiş ise de, bu tetkikat birinci bölüm ve ilk baskıya münhasır olup, bilahare tüm eseri Prof. Nurullah Kunter incelediğinde bu eserde komünizm propagandası olduğunu saptadığı;
Kitapta marksizm uzun uzun anlatılmakta, onun "tüm doğa ve insanla ilgili sorunun karşılığını veren eksiksiz bir dünya görüşü" olduğunu söyleyerek övmekte, "marksist görüşün diğer görüşlerden daha doyurucu olduğu" belirtilmekte, bilahare imtihanlarda da soru olarak "bu görüşlerden, hangisi doyurucudur" denmek suretiyle öğrenci tek yönlü bir cevaba zorlanmakta;
"Türk halkı ekonomik ve siyasal bağımsızlığını yitirme pahasına Avrupalı olmayı kabullenecek kadar onursuz değildir..." gibi cümlelerle Batılılaşmayı yermekte ve sosyalist görüşü benimsemeyen her müesseseye karşı bu yolda propaganda yapmaktadır.
Kitapta "çoğalan, güçlenen proletaryanın nasıl olsa bir gün burjuvaziyi devireceği, bunun kendiliğinden olmayıp zora başvurmakla, yani ihtilalle" olacağı, ancak burjuva sınıfı anlayış gösterir, insanların "iyiliği" adına gelişmeyi engellemezse parlamento yolu ile de iktidar değişiminin olabileceği... gibi marksist görüşleri ileri sürdüğü;
Tarafsız görüşleri de anlatması görevi olduğu halde bunu yapmadığı;
Sanığın, sosyal demokrasi anlayışına da karşı çıkmakla ve sosyal demokrasi anlayışında olanları revizyonist olarak nitelemekte olduğu;
Reformcuların Marx'tan yana görünüp marksist görüşü "saptırdıkları", marksçılığı "bozdukları" görüşünü empoze etmeye çalıştığı;
Sanık, marksizm derken Leninist marksizmi yani komünizmi kast ettiğini de belirtmekte, sosyalist partileri reformcu yani marksçılığı bozucu partiler olarak yermekte ve sosyal devletin iktisadi alana müdahalesiyle kapitalist sistemin ayakta durduğunu söylemekte;
Gene ders anlatışı sırasında siyasi partileri anlatırken, CHP'nin işçi partisi olmadığını, CHP'nin sol tarafının bir süre sonra partiden ayrılacağını ve CHP'nin son gelişmelerinin sol kanadının ayrılmasıyla neticeleneceğini söyleyip marksist olmadığı için halen muhalefette olan bu partiyi derste yermekte, Türkiye İşçi Partisi'nin övücülüğünü yapmakta;
Türkiye'nin yakın bir gelecekte komünist olacağını ve komünist partisi kurulması gerektiğini telkin etmekte, ancak bazen de "eğer Batı demokrasisi sözü ediliyorsa Batı demokrasisinin ön şartının toplumdaki bütün sınıf ve zümrelerin özgürce teşkilatlanabilmesi olduğu bilinmektedir" cümlesi ile marksist görüşünü maskelemekte ve TCK'nun 141. ve 142. maddelerinden bahsederek böylece komünist partinin kurulmasını Batı demokrasisinin bir şartı gibi göstermektedir. Bu suretle bilimselliğin ötesinde bir görüş lehine yapmış olduğu propagandayı bir yönlü de olsa teyid etmektedir.
Sanık, sendikaların partiler üstü olmasını savunmakta ve Türk-İş'in bir aldatmaca olduğunu söyleyerek marksist propaganda yapmaktadır.
Ve gene derslerinde, kültürün her dalının komünizm propagandası yapması gerektiğini öğrencilerine telkin etmekte; Türk şiiri, mizahı, karikatürü, sineması, tiyatrosu, roman ve hikâyesini bu açıdan ele almakta, marksist görüşü benimsemeyen yazar, şiir ve karikatürlere mümkün olduğu kadar az yer verip aksine marksist olanları övmektedir. Bu nedenlerle "liselerden kopup gelen öğrencileri tek yönlü şartlandırmaya çalışmıştır" demek suretiyle sanığın TCK.'nun 142/1-5-6. maddeleri gereğince tecziyesi istenmiştir.
Sanık Server Tanilli hakkında ilk şikâyet 31.1.1975 tarihli Î.İ.T.İ.A. Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu milliyetçi, ülkücü ve Atatürkçü öğrencileri... Sıddık Akaryıldız ve Mustafa Demir imzalı dilekçe ile yapılmış ve bu dilekçede sanığın anarşistleri bir araya getirerek kanunsuz bir şekilde bir dernek kurduğu da iddia edilmiştir. Sıddık Akaryıl- dız ve Kâmil Yılmaz şahadetlerinde sanığın ders notlarının propaganda niteliğinde olduğunu ileri sürmüşler, dinlenen diğer şahitler Selim Araçoğlu, Rıfat Fırat, Neşe Gözem, Muharrem Yalçın, Erdal Mut, Yusuf Eryasun, Mete Özpolat ifadelerinde derslerinde sanığın propaganda yapmadığını, verdiği ders gereği bazı iktisadi görüşlerini anlattığını ve derslerinin tamamıyla kültür tarihi ile ilgili ders niteliğinde olduğunu belirtmişlerdir.
Sanık savunmasında, özet olarak, Uygarlık Tarihi ders kitabının ilk çıktığında 3 kişilik profesör heyetine incelettirilmiş olduğunu, kitapta komünizm propagandası olmadığını ve tüm bahislerin İlmî bir ciddiyet içinde incelendiğinin bu şahıslarca tespit edildiğini ve binnetice kendisinin kitapta ve sair surette komünizm propagandasını yapmadığını ileri sürmüştür.
"Bilirkişi" Nurullah Kunter imzalı, 10 sayfalık raporda kitaptan bazı pasajlar alınıp bunlardan sonuçlar çıkarıldıktan sonra, kanaat olarak, sanığın ders kitabında bulunanları derste de okuttuğu kabul edileceğine, kitaptaki sözlerin bir bütün olarak incelenmesi sonunda ilerde mahkemece, "proletarya sınıfının diğer sınıflar üzerinde hâkimiyetini zorla kurması ve burjuva sınıfının ortadan kaldırılması gerektiği fikrinin öğrencilere propagandasını yapmak veya övmek" şeklinde tavsifi mümkün bulunduğuna göre, 142. maddede öngörülen suç unsurunun bulunduğu belirtilmiş ise de, görüldüğü gibi bu mütalaa dahi şarta muallak bir beyan olup suç unsurunun mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilmemektedir. Kaldı ki, 22.5.1973 tarihli Prof. Reşat Kaynar, Süleyman Barda ve Vakur Versan imzalı raporda, "Server Tanilli tarafından yazılan eserin tamamıyla konuyu kapsayan bilgileri ihtiva etmekte olduğu, bilimsel gerçeklerin dışına çıkılmadığı ve herhangi bir ideoloji propagandası yapılmadığı görülmüştür" denmek suretiyle kesinlikle bu kitabın bir ders kitabı olduğu açıklanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |