Nebevî Yöntem
230
insanlarına ve önderlerine salât ve selam getirdikten sonra
duayı genelleştirerek, “Rabbimiz! Bizlere ve bizden önce geç-
miş iman edenlere mağfiret et. Rabbimiz! Kalplerimizde, iman
edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz ki sen, çok
şefkatli ve çok merhametlisin” der. Bundan sonra da çağımız-
daki mücahid mü’minlere dua eder ve Yüce Allah’a günahla-
rını ve kusurlarını arz eder. Mücahidlere Allah’tan zafer diler.
Sonra da kendisi ile aralarında cihad bağı ve rabıtası bulu-
nan kimseleri özellikle anarak ismen zikreder. Sonra Allah’tan,
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti için rahmet,
mağfiret, yardım, dünya ve ahiret hayırlarını diler. Yaptığı bu
duasında da İslâm’ın geleceğini, halifeliği ve düşmanlara karşı
zaferi ister.
Böylelikle mü’min bir kimse, nuranî bir kafileye, Âdem
aleyhisselâm döneminden kıyamet gününe kadar gelmiş
ve gelecek iman ve cihad kafilesine bağlılığın şuuruna varır.
Allah’ın veli edinmiş olduğu hayırlı ümmetin bereketine ka-
tılır. Kardeşleri arasından, kendilerinin hazır olmadıkları bir
hâldeyken kendilerine dua ettiği bu kimselerle imanî bağı ve
sevgisi daha da artar.
Örgütlü Bir Cemaat Olmadan Cihad Olmaz
Bu dünyada Müslümanların söz, düşünce, plan ve yön-
tem birliğine kesin ihtiyaçları vardır. Müslümanlar arasında,
davetini yalnızca ilme hasredenler olduğu gibi yalnızca kişiyi
bireysel takvası üzere eğitmekten ibaret kabul edenler veya
bütün gayret ve çabasını İslâmî düşünce ile sınırlandıranlar
da vardır. Bize Allah’a güvenmeyi kazandıracak ve bizleri
Allah’ın adına halifelik sorumluluğunu taşımaya aday yapabi-
lecek biricik teminat olan iman derinliğine sahip bulunmadığı
için vakıanın yüzeyselliği üzerinde hareket edecek şekilde di-
namizme yenik düşenler de vardır.
Imanın Şubeleri
231
Dağıtıp bir araya getirmeyen hususlardan biri de cemaate
götürmekle sonuçlanmayan arkadaşlıkların ve cihada doğru
açılmayan bir takvanın varlığıdır.
Bu husus, nur ve fütuhat ehlinden sayılan ve samimi olan,
Allah’ın velileri (dostları) arasında dahi görülebilir.
Bizler İslâm’ın geleceğine bakarken nübüvvet yöntemine
uygun halifeliğin, yalan çıkması söz konusu olmayan, Allah’ın
ve Rasûlü’nün gerçek bir vaadi olduğuna kesinlikle inanıyo-
ruz. Bu, Allah’ın gerçek bir vaadidir. Sözü Allah’tan daha doğ-
ru olan kim vardır? Bu ümmetin sonrası ise ancak öncesi ne
ile ıslah olup düzelmişse onunla ıslah olup düzelebilir. Dolayı-
sıyla Allah’ın erlerinin eğitimini Allah dostlarından, ümmetin
salih zatlarının üstlenmesi gerekir. Allah’ın dostları arasında,
İslâm’ın şimdiki durumu ve geleceği hakkında bir şuura sa-
hip olmayan, fazilet ve ilim sahibi olan hatta Allah tarafından
kendilerine açıkça keramet ihsan edilen, ancak cihadı yapı-
landırmak ve ona komuta etmek gibi bir yeterlilikte olmayan
kimselerin bulunduğunu düşünecek olursak, karşımıza çözü-
mü pek kolay olmayan bir problem çıkar.
Çünkü sohbetin çokluğu ve Gazzâlî’nin ifadesiyle “öne
geçirilen ve kendisine uyulan şahsiyetlerin” çoğalması, bazı
hâllerde cemaatin birliğinin parçalanmasına sebep olabilir.
Şüphesiz Allah’ı tanıyan Allah dostları, elbetteki ashab-ı kiram
derecesinde değillerdir. Onlar ashaba göre ayrılıklara daha
çok maruzdurlar. Günahtan korunmuş da değildirler. Bu se-
beple bizler, ümmeti onların tefrikalarından kurtarıp bir araya
getirmek için çalışırken, ümmetin bölünüp dağıtılacağından
korkmaktayız.
O hâlde, bize Allah’ı tanıma yolunu gösteren, her durum-
da cemaatin bel kemiğini teşkil eden, onu ayakta tutan ve ih-
san sahibi insanlar yetiştiren şeyhlerin sohbetlerini, cemaatin
Nebevî Yöntem
232
yapısını ve birliğini korumakla birlikte nasıl bir arada bulun-
durabiliriz?
Yüce Allah, insanın fıtratına, enaniyet denilen bir duygu
ve bir dava yerleştirmiştir. Bu sebeple mü’minlerden dahi olsa
emsali olanlar üzerine başkanlık yapmayı içinden geçirmeye-
cek bir insan bulmak pek azdır. Salihlerden biri şöyle demiş-
tir: “Allah’ı bilenlerin kalplerinden en son çıkan şey, başkanlık
sevgisidir.”
Veliliğin şartlarını ve başkasını eğitme ehliyetini kazanmak
için, -bir kısmını Abdulkadir Geylânî’nin ifadeleriyle zikretmiş
olduğumuz- salih selefimizin öngörmüş olduğu şartlara, safın
birliğini korumak için bir temel olarak kabul ettiğimiz bir şart
daha ilave ediyoruz.
Bizler Allah’ın sevdiği kimselere verilen sır, fetih, keşif,
Rabbini tanımak, takva sahibi olmak ve Rasûlullah sallalla-
hu aleyhi ve sellem’in sünnetine tabi olmak gibi hususlara ek
olarak Allah’ın lütfu kereminden kendisine bir başka meziyet
daha verdiği kimseyi cihad etmeye elverişli bir şeyh ve bir mü-
rebbi olarak kabul ediyoruz. Söz konusu bu meziyete, İslâm’ın
geleceği bakımından denk olacak hiçbir meziyet yoktur. İman
hasletlerinden hiçbir haslet de yine ümmetin geleceği açısın-
dan buna denk değildir. Bu meziyet ve haslet ise cemaati top-
layıp bir araya getirmek ve onun birliğini korumaktır.
Allah’ın erleri, ümmetten salih olan ve ilimleriyle amel
eden kimselerin sohbetine bir şartla teşvik eder. O da bu soh-
betin cemaat ile ters düşmemesi şartıdır. Yani tefekkür (teem-
mül), münferit zikir, bir kenara çekilmeyi öngören takva ve
amelden alıkoyup oturmaya sebep olan halvet, Nebevî yön-
tem üzerine İslâm devletini ve halifeliği kurmak için harekete
geçme ve cihad etme yanına kesinlikle baskın gelmemelidir.
Dostları ilə paylaş: |