59
bakmıyordu, her şeyden bıktığı ne kadar belliydi. … Bu Prens de Adnan gibi
az konuşuyordu; fakat sustuğu zaman Adnan gibi bön olmuyordu. Sonra bu
Prens saçlarına kadar terbiyeliydi. Bir hafta taranmasa başı aynı çizgiyi
saklayacaktı. … Elleri ne kadar kısa hareketlerle kımıldıyordu; lakırdıyı yal-
nız ağzıyla söylüyor, kaşları, kolları kıyametler koparmıyor, gözleri kımıl-
damayarak sözlerinin bütün akislerini taşıyordu. … İnsan bu Rus Prensi gibi
gülmeyi ancak doğduğu günden öğrenmeye başlardı. … Belkıs emindi, bu
Prens çayda çok kalmayacaktı. Hakikaten Prens ayağa kalktı, gidiyordu…
Ve yarım saat kaldığı bu çaydan Prens asil bir iç sıkıntısıyla kaçtı” (Kuntay
2012: 513-514).
Prens’in durgunluğunun ve “asil iç sıkıntısı”nın gerçek sebebi, morfin müp-
telası olmasıdır. Rus Prens’ten çok etkilenen Belkıs, ertesi günü Madam Çarikof’un
evine gidip detaylı bilgi alır. Prens’in gerçekten bir Prens olduğunu ancak morfin
kullandığını öğrenen Belkıs’a göre: “Üstüne bir sandık viski dökseler gene ilmihal
kokan Adnan’dansa bu morfin hastası bin kat iyiydi. Dönerken otomobilde karar
verdi, Rus prensine varacaktı. Zaten Prens, iki hafta evvel karısını yedi bin liraya
birisine satmıştı; bekârdı” (Kuntay 2012: 516). Prens’le hemen evlenen Belkıs,
aradığı mutluluğu bulamaz çünkü kocası morfin parası bulmak için çalışmak yerine
onu da satmayı düşünmekte, sık sık dövmektedir. Tamamen parasız kalınca köhne
bir eve yerleşen Belkıs ve kocası, evi bir Rus’la paylaşmaktadırlar. Hem yetenekli
bir ressam hem de müzisyen olan bu adamı Belkıs önceleri Prens’in uşağı sanır:
“Karı koca bir gün yine sövüşüyordu. Uşağın sabrı tükendi; mutfaktan koştu;
kıymalı elleriyle Prens’i dövdü; Prens dayağı kımıldamadan yedi; bu kadar tabii, bu
kadar bitaraf dayak yiyen kocasına Belkıs şaştı, biraz sonra dondu: Prens uşağı
kovmuyordu.... Uşak, Rus Prensi’nin baba bir, ana ayrı kardeşiydi. Rus Prensi, bu
adam için o güne kadar Belkıs’a “Uşağımdır” dememişti” (Kuntay 2012: 542).
Prens’in kardeşi yetenekli bir sanatçı ve dürüst bir insandır. Fakir bir hayat sürmesine
karşın yaptığı sanat eserleri için olması gerekenden fazla para talep etmez. Yaşadığı
sefil hayata dayanamayan Belkıs, Amerika’ya kaçar ve orada intihar eder. İncele-
diğimiz diğer romanlarda olduğu gibi, sahte hayatlar yaşayan ve bunalıma girerek
yaşam tarzını değiştiren Belkıs da toplumdaki yozlaşmanın bir kurbanı olarak hayata
veda eder.
Kuntay, Üç İstanbul’da üst düzey Rus ve Türk yöneticilerin ihtişamlı ha-
yatlarını Belkıs ile Prens’in soylu aileleri temelinde karşılaştırır. Belkıs, doğup
büyüdüğü Mermer Yalı’yı anlatırken şunları düşünür: “Servet diye Belkıs’ın baba-
sınınkine derlerdi: Meçhuller kadar büyük servet!”. Ancak Prens’in kardeşinin
anlattıkları, bu servetten daha büyüktür: “Bu Türk kadını Çarlık Rusyası’nı galiba
oyuncak belliyordu. … Prens’in babası Moskova’da bir Fransız artistine böyle kaç
Mermer Yalı’yı küpe ve bilezik diye takmıştı” (Kuntay 2012: 548).
Sonuç olarak, ele aldığımız İstanbul odaklı romanlarda Beyoğlu ve Pera,
öykünülen Batı’nın bir versiyonudur. Harp ve politika zengini olan ya da devrin hü-
kümetiyle menfaat ilişkileri kurarak zenginleşen insanlar sonradan görme oldukları
için, vatanın işgal altında olmasına rağmen israfın, sefahatin ve eğlencenin sınırlarını
60
zorlamaktadırlar. Ele aldığımız romanlarda hayatlarını yanlış değerler üzerine oturt-
muş olan bu kahramanlar, sonradan ya intihar ederek ya da seçtikleri yaşam tar-
zından pişman olarak bunun acısını çekerler. İstanbul’un işgal dönemine ve sonar-
sına şahit olan ve gözlem yetenekleriyle olayları ve sorunları gözler önüne seren
erken dönem Cumhuriyet yazarlarının amacı, romanlarında Beyaz Rusların yaşam-
larını anlatmak değil, dönemin üst düzey şehir yaşantısında var olan bireysel ve
toplumsal çöküşü sorgulamaktır. Mondros Mütarekesi sonucunda Osmanlı İmpa-
ratorluğunu aralarında pay eden Müttefik Devletlerinin şehri işgal etmesiyle son
derece kozmopolit bir yapıya bürünen İstanbul, asayişin ortadan kalmasıyla uç
noktalara varan ahlaki çöküşlere tanık olmuştur. Savaşın hemen ardından gerek işgal
kuvvetlerinin çeşitli uyruklardaki askerleriyle gerekse iç göçler nedeniyle zaten
kalabalıklaşmış olan İstanbul’un nüfusu, Beyaz Rusların da gelmesiyle iyice artmış,
yaşam koşulları güçleşmiş, halkın geleneksel yaşam tarzı değişmiş, asayiş bozulmuş,
zenginle fakir arasındaki uçurum iyice açılmıştır. Şehir halkının çok büyük bir kısmı
sefaletle ve fakirlikle mücadele ederken, yoksulluktan en az etkilenen yer Beyoğlu
olmuştur. İktisatçı Tevfik Çavdar’ın belirttiğine göre, bu dönemde Beyoğlu, işgal
orduları ile henüz altın ve elmaslarını satıp bitirmemiş Rus milliyetçilerinin har-
camaları sayesinde çok gürültülü bir panayır hayatı yaşamaktadır (Kaptan 1988:
197). Böylece Beyoğlu’nun Taksim-Tünel-Tarlabaşı-Galata uzantısındaki semtler
eğlence açısından insanları farklı bir boyuta taşımış, toplumdaki ahlaksal yozlaş-
manın bir nevi merkezi ve simgesi haline gelmiştir. Sanat etkinliklerine yatkın olan
Beyaz Rusların o dönemde en çok iş bulabildikleri alanların bar, lokanta, gazino ve
kafeler olması nedeniyle, söz konusu ahlaksal yozlaşmada adlarının anılması, ken-
dileri hakkında olumsuz bir imgelemin oluşmasına neden olmuştur. İki ülke vatan-
daşlarının din, dil, kültür ve yaşam gelenekleri arasındaki farklılıklar neticesinde Be-
yaz Ruslar konuk oldukları İstanbul’da fazla kalamamış, alıştıklar soylu yaşam-
larının konforunu ve lüksünü bulamadıkları bu şehri 1940’lı yılların başında terk
etmişlerdir. Beyaz Rusları romanlarına ilk kez konu edinen Hüseyin Rahmi Gür-
pınar’dan başlayarak günümüze kadar Beyaz Rus imgesi pek çok yazar tarafından
ele alınmıştır. Bunların geneline bakıldığında ise özellikle Rus kadınların geleneksel
Türk toplumuna ve aile yaşantısına denk düşmeyen tavırlar sergilemeleri nedeniyle
klişeleşmiş bir Rus imgesi oluştuğu görülür. Bu çalışmada ele aldığımız romanlarda
da görüldüğü gibi, yazarlar Beyaz Rusları anlatmayı amaç edinmemiş, onları top-
lumdaki ahlaki çöküntünün, değer ölçülerindeki düşüşün, toplumsal yozlaşmanın,
yanlış Batılılaşmanın ve bunun sonucu olarak özellikle de genç nesilde ortaya çıkan
bunalımın aracı olarak göstermişler ve sadece yardımcı kahramanlar olarak ele
almışlardır.
Kaynaklar
Adil, F. (1990), Gardenbar Geceleri, İstanbul: İletişim Yayınları.
Davis, C. C. (2007), İstanbul’da Mültecilerin Durumu, İstanbul 1920, Yay. Haz. Clarence
Richard Johnson, İstanbul: Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Göze, E. (1987), Peyami Safa, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Gürpınar, H. R. (1981), Ben Deli Miyim?, İstanbul: Atlas Kitabevi.
Gürpınar, H. R. (2010), Kokotlar Mektebi, İstanbul: Everest Yayınları.