53
ERKEN DÖNEM TÜRK EDEBİYYATINDA KLİŞELEŞMİŞ BEYAZ RUS
İMGESİ
Gamze Öksüz
30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparator-
luğu ile İtilaf Devletleri arasında birtakım yeni düzenlemelerin yapılmasına neden
olmuştur. Söz konusu Mütareke, bir yandan Osmanlı İmparatorluğu için I. Dünya
Savaşı’nı sonlandıran bir anlaşma olsa da İtilaf Devletlerinin İstanbul’u ve Boğazları
işgal etmesini önleyememiştir. Aynı dönemlerde komşu Rusya’da Ekim Devrimi’-
nin zorlu koşullarına dayanamayan pek çok Rus vatandaşının Avrupa’ya göçünde
İstanbul’u köprü olarak kullanması, 1920’li yıllarda İstanbul’un sosyal açıdan da
işgal edilmesine neden olmuştur. Gerek en yakın kaçış noktası olarak İstanbul’u
gören, gerekse mülteci olarak söz konusu dönemde Türk hükümetinden yasal bir
kısıtlamaya maruz kalmayan Beyaz Rusların İstanbul’daki nüfusu 1920’li yılların
başlarında yaklaşık 200. 000 kadardır (Toprak 2007: X). Kızıl Ordu’dan kaçarak
diğer ülkelere sığınan ve kendilerine “Beyaz Rus” adı verilen bu göçmenler, 1940
yılının başlarına kadar İstanbul’un misafiri olmuşlardır. Çoğunluğu soylu ailelerden
gelen Beyaz Rusların İstanbul’u seçmelerinin bir başka nedeni de uluslararası
yardım kuruluşlarının bu dönemde diğer ülkelere nazaran İstanbul’da daha iyi
örgütlenmiş olmaları ve göçmenlerin bu sayede yaşamlarını devam ettirecekleri iş
olanakları bulabileceklerine inanmalarıdır (Davis 2007: 178). Savaştan çıkıp kanlı
bir devrimin ortasına düşmüş olan bu insanlar, din, kültür ve toplumsal yaşantı
açısından aralarında büyük farklar olan bir ülkenin topraklarında hayat mücadelesi
verirken her türlü işte çalışmış, özellikle de İstanbul’un Pera ve Beyoğlu gibi eğlence
merkezlerini cazip hale getirmede en büyük rolü oynamışlardır. Pera’dan Beyoğ-
lu’na adlı çalışmasında Beyaz Rusların İstanbul’un toplumsal dokusuna yaptığı
etkiye yer veren Onur İnal (2006: 84), İstanbul’un o dönemde eğlence ve fuhuş
merkezi olan Beyoğlu’nda Rusların önemli bir yeri olduğundan, Beyoğlu erkekle-
rinin gerek giyim tarzı gerekse davranışlarındaki serbestlikle geleneksel Türk kadı-
nından çok farklı bir portre çizen beyaz tenli, kısa sarı saçlı, kibar Rus kadınlarını
‘haroşo’ diye çağırdığından söz eder.
I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’a yerleşen işgal ordularının şehre sunduğu
maddi olanaklar ve kısa yoldan para kazanma arzusu kimileri için kolay elde edilen
servetlere yol açmış ve neticede şehirde esrar, kokain, alkol, kumar, fuhuş gibi top-
lumsal sorunlar ortaya çıkmıştır. Gazeteci yazar Fikret Adil’e göre ülkemizde Doğu
kültüründen Batı kültürüne geçiş aşamasının savaş sonu gibi bir döneme rastlamış
olması, özellikle İstanbul’da eğlence sektörünün sınırları zorlayacak derecede uç
noktalara varmasına neden olmuştur (Adil 1990: 5). Çoğu araştırmacıya göre bu dö-
nemde İstanbul’un sosyal dokusunu olumsuz yönde etkileyen en önemli etmenlerden
biri de işlettikleri bar, dans salonu ve pavyonlarla eğlence dünyasına damgasını vu-
ran Beyaz Ruslar olmuştur. Beyaz Ruslar İstanbul’a getirdikleri moda ve yeniliklerle
her ne kadar şehrin modernleşmesine katkıda bulunsalar da rahat giyimleri ve dav-
ranışlarıyla Türk erkekleri için cazibe merkezi olmuşlar, kıskançlık yüzünden birçok
54
ailede sorunlar çıkmıştır. Yüzlerce yıl İstanbul’da yaşamış Venedikli bir aileye men-
sup Levanten Willy Sperco’nun anılarında (1989: 91) Beyaz Ruslar şu şekilde tarif
bulur: “1921’den 1924’e kadar İstanbul’da Rus restoranları modası aldı yürüdü.
Türkiye’de ondan önce restoranlarda kadınlar hizmet etmezdi. Kadın garsonlarla o
zaman tanıştık. Hepsi de ya kontes ya da baronestiler. Aralarında gerçekten asiller
vardı ama hepsi güzel, boylu poslu, taze, pembe ya da esmer, mat tenliydiler.
‘Yolunsak da değer’ diyordu herkes”. Kokain, eroin gibi uyuşturucularla ve fuhuşla
Beyaz Rusların adının birlikte anılması, toplumun neredeyse tamamı için olumsuz
bir imgelem oluşturmuştur.
Osmanlı’nın son zamanlarından itibaren Ruslarla yapılan savaşların ve işgal
korkusunun da etkisiyle toplumsal hafızada Rusları olumsuz özellikleriyle ta-
nımlayan ‘Moskof’ imgesi ortaya çıkmıştır. Ekim Devrimi’yle birlikte buna bir de
‘Bolşevik’ imgesi eklenmiştir. Beyaz Rusların İstanbul’a beraberinde getirdikleri
alışkanlıklar ve yeni yaşam tarzı, döneme tanık olan yazarlarımız tarafından roman-
lara konu edilmiştir. Her ne kadar Beyaz Ruslar İstanbul’un moda ve sanat dünyasına
yaptıkları katkılarla bir yandan modernleşmenin yolunu açmış olsalar da, erken
dönem Cumhuriyet yazarlarınca ele alınan romanların genelinde Beyaz Rus olgusu-
nun toplumun ahlak yapısına olan olumsuz etkileri vurgulanmıştır.
Bir İstanbul yazarı olan ve yapıtlarında mekân olarak sadece İstanbul’u
seçen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın (1864-1944) pek çok romanında toplumsal ve
kişisel ahlak düşkünlüğü ya da ahlaksızlık, salgın bir hastalık gibi ele alınır. Yazara
göre, özellikle büyük şehirlerde modern yaşamın getirdiği serbestlik, ahlaki çöküşü
hızlandırmıştır. Çok iyi bir gözlemci olarak yapıtlarında toplum olaylarını inceleyen
ve topluma yön verme amacı güden Hüseyin Rahmi, 1924 yılında yazdığı Ben Deli
Miyim? adlı romanında dönemin sosyal yapısındaki çarpıklıkları dile getirmiştir. Bu
yapıt aynı zamanda Beyaz Rusları ilk kez ele alan roman olma özelliğiyle de önem
taşımaktadır. İnsan kişiliğindeki ve toplum yapısındaki değerleri son derece şiddetli
bir dille yeren bu roman, genel ahlaka aykırı yayın olması gerekçesiyle mahkemeye
verilmiştir. Şadan ve Kalender Nuri adlı dejenere olmuş iki arkadaşın evli bir kadını
eşinden ayırmak için yaptığı entrikaları anlatan roman, toplumsal yozlaşmanın ve
ahlaki bunalımın en üst noktasını anlattığı bölümlerde, bir Rus olan Madam Fedro-
na’nın işlettiği bir randevu evini fon olarak alır. Hüseyin Rahmi’nin romandaki
tanımıyla Madam Fedrona “kırkbeşlik bir Rus karısı, adeta iriyarı bir dişi Kazak’tır.
Beyoğlu’nda önemli bir randevu evi işletir. Karı, her şeyden evvel derin bir psiko-
logdur. Sanatı teknikman idare eder. Beyoğlu, şimdiye kadar çeşitli kollara ayrılmış
böyle bir fuhuş evi görmemiştir” (Gürpınar 1981: 41). Madam Fedrona’nın evi çok
pahalı olmasının yanında akla gelebilecek her türlü ahlaksızlığın yaşandığı, uyuş-
turucunun her çeşidinin barındırıldığı bir mekândır:
“Bundan başka hayatın adiliğinden bıkmış olanları yapma cen-
netlerde yaşatacak esrarların, kokainlerin, eterlerin ve daha adları her-
kesin ağzına düşmemiş yenilerinin cümbüşlenme yeri burasıdır. Lakin bu
şehvet günahkârları cennetinde birkaç saat yaşamak için saçılacak para-
lara dayanmak her kesenin harcı değildir. Bu işin en ufunetli karanlık la-
ğımlarına kadar inmekten çekinmeyen Madam Fedrona’nın ticaret evi, her