XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 4,93 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə24/222
tarix15.03.2018
ölçüsü4,93 Mb.
#31889
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   222

55 

 

başvurana,  kim  olduğu  bilinmeyen  kimselere  kapı  açmadığı  halde  dar-



phane gibi işler” (Gürpınar 1981: 44).  

Yazar,  bu  tasvirle  toplumdaki  ahlaki  yozlaşmadaki  artışın  bir  nedeninin  de 

yabancı uyruklu kadınlar olduğunun altını çizerek bir açıdan Beyaz Rus imgesine 

olumsuz bir vurgu yapar. Roman boyunca Rusların tüm yaptıkları sadece olumsuz 

yönleriyle ele alınır. Örneğin; ünlü ve zengin olmak isteyen Kalender Nuri, bunun 

yolunun Rus kadınlar gibi soyunmaktan geçtiğini söyler: “Ayastafonos’ta bir Rus 



karısının çırılçıplak resmini aldılar. Gazeteler tam bir sene bu madamdan söz ettiler. 

Kadın kurnazmış, meseleyi kapatacağına bir dava açtı, fotoğrafına bir reklam yaptı” 

(Gürpınar 1981: 50). Yazar, ahlak düşkünlüğüne sebep olarak gördüğü Rusları tasvir 

etmek için şu düşüncesini de dile getirir: “Zengin bir memleketten gelme herhangi 

spor kulübünü biri, gündüz Aksaray’dan tramvay yolundan Şişli’ye kadar anadan 

doğma çırılçıplak gidip geleceklere yüksek bir mükâfat vaat etse Ruslardan hemen 

soyunanlar  olur.  Fakat  Türklerden  morfinle,  kokainle,  esrarla,  işretle  utanma 

damarları  çatlamış  birkaç  parasız  hastadan  başka  kimsenin  böyle  bir  kazanca 

atılacağını ummuyoruz” (Gürpınar 1981: 219).  

Rusya’da  devrim  döneminde  ortaya  çıkan  Bolşevik  ya  da  Moskof  ifadesi 

Türkler arasında genellikle kişinin olumsuz özelliklerini vurgulamak için kullanılır. 

Romanda  halktan  kişilerin  imgelemindeki  Bolşevik  tanımı  da  aynı  doğrultudadır. 

Kalender Nuri’nin “Ne zaman böyle söylesem bana ‘deli’ derler, ‘ahlaksız’ derler, 

‘Bolşevik’  derler”  (Gürpınar  1981:  48)  sözü  ile  Şadan’ın  zengin-fakir  arasındaki 

uçurumun arttığına değinmesi üzerine annesinin onu ‘boş herif olmakla’ yani Bol-

şeviklik’le suçlaması, Ruslara karşı takınılan klişeleşmiş imgeyi  vurgulamaktadır. 

Romanın  ilerleyen  bölümlerinde  yazar,  Kalender  Nuri’nin  hem  maddi  hem  de 

manevi açıdan düşüşünü tasvir ederken başkahramanın amaçsızca verdiği demeçleri 

Bolşeviklerin  konuşmalarına  benzetir:  “Kalender  Nuri  ezberlediği  böyle  Bolşevik 



kuramlarıyla atıp tutuyormuş” (Gürpınar 1981: 233). Romanda sözü geçen bir başka 

Beyaz  Rus  ise  Madam  Fedrona’nın  randevu  evinde  çalışan  Loroviç’tir.  Çok  iyi 

derecede Fransızca konuşan Loroviç, çok güzel olmasının yanı sıra bilgili ve gör-

gülüdür.  Randevu  evinde  kendisine  tanıştırılan  müşterisine  ünlü  Fransız  yazarı 

Corneille’den mısralar okuması, soylu ve aydın bir aileden geldiğini göstermektedir.  

Hüseyin Rahmi 1929 yılında yazdığı Kokotlar Mektebi adlı romanında büyük 

şehirlerdeki  ahlaksal  yozlaşma  sorununu  yine  yabancı  uyruklu  kadınlar  ve  Beyaz 

Ruslar üzerinden ele almıştır. İtalyan bir baba ile Fransız bir annenin kızı olan Ulviye 

Melek,  engellenemeyeceğini  savunduğu  zinayı  estetik  ve  yasal  bir  hale  getirmek 

üzere  kültürlü  ve  görgülü  metresler  yetiştirmek  için  “Kokotlar  Mektebi”ni  açar. 

Yaptığı işe gerekçe olarak, fakir ve genelde cinsel istismara uğramış zavallı genç 

kızların  elinden  tutarak  zengin  erkeklerle  tanıştırmak  ve  böylece  hayatlarını  kur-

tarmak  istediğini  belirtir.  Mektebin  tek  eğitmeni,  Beyaz  Rus  olan  Prenses  Diçes-

ki’dir. Romanda anlatılanlara göre Prenses Diçeski, Bolşeviklerin elinden kurtulma-

ya çalışırken zindanlara düşmüş, bir şekilde firar ederek Avrupa’ya kaçmıştır. Elinde 

avucunda bir şeyi kalmayınca piyano ve dans dersleri vererek geçimini sağlamış, 

asaletiyle birlikte her şeyini tamamen kaybedince de “paraca zengin lakin terbiyece 

züğürt olanlara mahsus bir nevi hüsn-i etvar, zarafet ve nezaket adabı” (Gürpınar 



56 

 

2010: 100) icat etmiştir. Böylece kısa zamanda şöhret ve para kazanmıştır. İşinin ehli 



olan Prenses, yetiştireceği kızların içinde yetenekli olanları ilk görüşte ayırt edebilir. 

Sık  sık  Avrupa’ya  gidip  gelen  Prenses  Diçeski  Rusya’dayken  Doğu  ülkelerinin 

dilleriyle ve edebiyatlarıyla ilgilenmiştir. Dolayısıyla Türkçeye ve Türk edebiyatına 

da hakimdir. Romanda tıpkı Ben Deli Miyim? yapıtında olduğu gibi Bolşevik imgesi, 

ahlaksal  açıdan  düşkünlüğü  tanımlamak  için  kullanılır.  Kadınlı-erkekli  grupların 

aynı  evde  yaşamaları  ve  el  değiştirmeleri  ‘Bolşevik  tertibi’  (Gürpınar  2010:  248) 

olarak adlandırılır. Hüseyin Rahmi’nin bu iki romanda ele aldığı Beyaz Rus imgesi, 

toplumda var olan ahlak yozlaşmasına ivme kazandırması nedeniyle olumsuz özel-

likleriyle ele alınmış ve kendisinden sonra klişeleşecek olguya bir anlamda öncülük 

etmiştir.  

Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimat’tan itibaren geçir-

diği toplumsal aşamaları ele alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), 1928 

yılında yayımladığı Sodom ve Gomore adlı romanında işgal İstanbul’unda yaşayan 

bir zümreyi anlatır ve bu zümre içindeki insan ilişkileri temelinde toplum ve ahlak 

yozlaşmasını sorgular. Yazar, bu romanında işgal kuvvetlerinin üst kademelerinde 

bulunan askerlerin yaptığı ahlaksızlıkları, üst düzey Türk ailelerin çıkarları uğruna 

bu ahlaksızlıklara ortak olmalarını ve onların yanlış Batılılaşma yüzünden vatana ve 

topluma karşı ihanetlerini anlatır. İstanbul’un en gözde eğlence yerlerinde yaşanan 

bu  ahlaksızlıkların arka  planında  yine  Ruslar,  onların işlettiği  barlar  ve  lokantalar 

vardır. Romanda Beyaz Ruslar yardımcı kahramanlar olarak ortaya çıksa da olayla-

rın gidişatında ve vurgulanmasında önemli rol oynarlar. Sodom ve Gomore’de mani-

kürcü,  garson,  dansçı,  sanatçı,  ressam  ve  şarkıcı  gibi  mesleklerle  tanıtılan  Beyaz 

Ruslar, yazar tarafından Asyalı olarak tasvir edilir. Dönemin en meşhur Rus lokan-

talarından  biri  olan  Moskovit’in,  romanın  kurgusunda  önemli  bir  yeri  vardır.  Bu 

lokanta, İstanbul’un sosyete yaşamının ve tüm ahlaksızlıkların toplandığı simgesel 

bir mekândır:  



“…  Burada  her  şey  Rus  usulüne  göre  olduğu  için  lokantanın  her 

köşesi şimdiden bir sarhoş yuvası haline girmişti. Ortada horon tepen ince 

belli, levent Kafkas delikanlıları, masaların arasında dolaşan berrak gözlü 

Rus prensesleri, Asyalı sefahatin ve Asyalı coşkunluğun her sesiyle haykıran 

çılgın bir müzik, yemek esnasında su yerine votkanın insanı birdenbire kav-

rayan  sinsi  ve  kancık  tesiri,  vakit  henüz  akşamın  dokuz  buçuğu  olmasına 

rağmen herkesin aklını çoktan başından almıştı” (Karaosmanoğlu 2012: 74).  

Yine  aynı  mekânda  eşcinsel  İngiliz  subaylar,  genç  ve  yakışıklı  Rus  erkek-

leriyle birlikte olurlar. Rus prensesleri ise para karşılığında erkek müşterileri eğlen-

dirmektedirler. Yazarın amacı romanda Rusları kötülemek değildir. Aksine, namus-

lu, saf ve çalışkan olarak tasvir edilen Ruslar sadece karınlarını doyuracak ekmek 

peşindedirler ancak işgal güçlerinin ve onların dejenere olmuş Türk yandaşlarının 

ahlak dışı davranışlarına maruz kalırlar. Anlatıcı yazarın Moskovit’te yaşananlardan 

sunduğu şu sahne, hayatını kazanmak için erkeklerle birlikte olmak zorunda kalan 

soylu Rus prensesiyle, dejenere olmuş ve işgal döneminde bile eğlenceden başka bir 

şey düşünmeyen Türk kızı Leyla arasındaki trajik farkı gözler önüne sermektedir:  



“Leyla  iskemlesini  kenardan  çekip  iki  İngiliz  çocuğunun  arasına 


Yüklə 4,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   222




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə