XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 3,79 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə144/179
tarix23.01.2018
ölçüsü3,79 Kb.
#22108
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   179

311 
 
bulduğu şekliyle, haberler gerçeklerin sunumu ve diziler ve diğer eğlence yapımları 
da ‘kurgu’ olarak algılandığında daha belirgin olmaktadır. Ancak haberlerin, med-
yanın bize tutmuş olduğu bir ayna sayesinde günlük olayların bize erişen bir yan-
sıması olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Çünkü haberler her ne kadar hayal ürünü 
olmasa da muhabirlerin seçimlerine dayanan ve onların bu seçimleriyle oluşturulan 
yapılar veya kurgulardır. Nasıl ki bir aynanın, boyuna veya diğer özelliklerine bağlı 
olarak  yansıttığı  gerçekliği  her  zaman  tam  olarak  göremezsek,  medyanın  da  bir 
olayın  tamamını  bize  yansıtması  mevcut  sınırlılıklardan  dolayı  olanaksızdır.  Ger-
çekte haber yapımı, günlük olaylara dayansa da, bu olayların medyaya yansıtılması 
sürecini,  kurgu  yapımların  üretimine  çok  benzeyen  bazı  süreçler  ve  sınırlılıklar 
önemli derecede etkilemektedir (Şahin, 2011: 112).  
Son tahlilde haberin, toplumu bir ayna gibi yansıtan nesnel, tarafsız ve dengeli 
bir  iletişim  alanı  olduğunu  vurgulayan  liberal  paradigmaya  muhalif  olan  eleştirel 
paradigma, habere ilişkin daha anlamlı ve geçerli kuramsal bir çerçeve sunmaktadır. 
İdeoloji  ve  medya  arasındaki  ilişki,  iletişim  çalışmalarında  eleştirel  yaklaşımın 
sorunsallaştırdığı bir konudur. Diğer yandan haber bir söylemdir ama bu söylemin 
ne olduğu sadece haber metinlerini yapısal olarak çözümlemeyle anlaşılmaz; ancak 
içinde oluştuğu bağlamla ilişkilendirildiğinde anlaşılır. Bu bağlam ise bizleri haber 
üretimine ve toplumsal yapı içinde medyanın konumuna ilişkin yaklaşımlara götürür 
ve  haber  medyasının  toplumsal  güç/iktidarın  kurulup  sürdürülmesindeki  rolünü 
sorgulamayı gerektirir (İnal, 1996: 22). Medyanın temel işlevlerini sorgularken şu 
iki soruya odaklanmak yerinde olacaktır; “Medya insanların, yaşamlarındaki sorun-
lardan kaçmak, uzaklaşmak için eğlendirmeli mi yoksa bu sorunlar ve çözüm yolları 
hakkında  bilgilendirip,  düşündürüp,  harekete  mi  geçirmeli?”  Medyanın  işlevleri 
sıralandığında her ikisinin de aynı önemde olduğu düşünülse de, önümüzdeki tablo 
ikincisinin neredeyse unutulduğunu göstermektedir (akt. İnal, 2010: 164). Varlığını 
liberal demokratik değerlere yaslayarak, ‘dördüncü kuvvet’ olarak çoğulculuğun sa-
vunusunu yapan, yasama, yürütme ve yargıyı denetleyip kontrol ettiğini, halk adına 
bunlara  balans  ayarı  yaptığını  iddia  eden  medya,  insanları  düşündürmek  yerine 
bütünüyle  eğlendirmeye  yönelik  bir  habercilik  türünü  benimseyerek,  bu  iddiasını 
büyük oranda kaybetmiştir.  
 
2. MEDYA TEMSİLİ VE EKRAN GERÇEKLİĞİ (MEDIA 
REPRESENTATION AND SCREEN REALITY) 
Medya,  temsilin  en  önemli  sağlayıcılarından  biridir.  Çokça  seyahat  etmiş 
olanlarımızı  bir  kenarda  tutarsak,  bizler  için  dünyanın  pek  çok  yerinin  anlamının 
medya temsillerinden ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Mesela Paris’i hiç görmedik; 
dolayısıyla  bizim  Paris’e  ilişkin  yorumlarımızı  anlamlandıran  şey,  Paris  ile  ilgili 
tanıtıcı görseller, filmler, belgeseller, gezi kitapları gibi temsillerdir. Oysaki temsil, 
gerçekliği bir ayna denli mükemmel yansıtmaz. StuartHall ‘gerçek’ anlamların asla 
sabit  olmadığını,  bilakis  tartışmalı  olduğunu  ortaya  koyar.  O  halde,  gerçek  Paris, 
gerçek Avrupa veya gerçek İngiltere nedir? Seyahat acenteleri gerçeği vaat ediyor 
olsalar da, bunlar boş vaatlerden başka bir şey değildir. Gerçeği kendimiz deneyim-
lemek  durumundayız.  Eğer  gerçeklik  daima  kişisel  deneyimleme  ve  yorumlama 


312 
 
meselesiyse, gerçeklik ve temsil arasında belirgin bir ayrım ortaya çıkar. Daha da 
detaylandırmak gerekirse, medyanın sunduğu gerçeklik temsilleri, gerçek dünyaya 
ilişkin kişisel deneyimlerimizi ve yorumlamalarımızı önemli ölçüde belirler. Temsil 
sadece  gerçekliği  temsil  etmez,  aynı  zamanda  gerçekliğin  anlamına  da  katkıda 
bulunur (Laughey, 2010: 83–84).  
DeGaetano  ve  Bander  (1996)  çarpıcı  bir  tasarımla  süreci  şöyle  anlatmak-
tadırlar: “Kendi uzay aracından dünyaya ayak basarak ilk defa bir TV ile karşılaşan 
bir uzaylı, dünya hakkındaki tüm bilgisini televizyondan edinmeye kalksaydı, biz 
dünyalıların yaşam şartları hakkında bir takım yanlış yargılar edinirdi. Uzaylıyı ilk 
şaşırtacak durum, ekranda görülen dünyalıların sadece küçük bir kısmının 40 yaşın 
üzerinde  olması olurdu.  Ayrıca  görürdü  ki,  kadınlar nadiren önemli  roller  üstlen-
mektedirler  ve  liderlik  erkeklere  özgüdür.  Uzaylı  şaşkın  bir  şekilde,  insanların 
yaşamlarını idame ettirebilmek için neler yaptıklarını öğrenmeye de çalışır ve çoğu 
insanın bir işte çalışmadığı sonucuna ulaşırdı…” Yukarıdaki alıntı, medya temsil-
lerindeki  tutarsızlıklardan  bazılarını  çarpıcı  bir  şekilde  ifade  etmektedir.  Elbette 
burada sunulan listeyi daha da genişletmek mümkündür. Örneğin aynı uzaylı gözlem 
yapmaya devam etseydi, eğlenceye yönelik programlarının çokluğuna bakarak biz 
dünyalıların  eğlenmeye  ne  kadar  çok  zaman  ayırdığımızı  da  düşünürdü.  Televiz-
yonun doğru bilgi verdiğinden şüphe duyarak diğer iletişim kanallarına baksaydı, 
orada da bazı çarpık temsillerle karşılaşırdı. Örneğin, internet haberlerine, gazetelere 
veya dergilere baksaydı; bu sefer de dünyanın her an savaşta, kargaşa içinde oldu-
ğunu kazaların, tecavüzlerin, yaralamaların, hırsızlıkların her an yaşandığı karmaşık 
bir yer olduğunu düşünürdü (akt. Şahin, 2011: 192).  
Özellikle bu tür olumsuz haberlerin çokça ekranda yer alması yüzünden izler-
kitlenin dünya ile ilgili düşünceleri büyük oranda olumsuz bir hal almaya başlamak-
tadır.  Bu  çerçevede  Gerbner,  televizyon  müptelalarını  kuşatan  bir  ‘Kötü  Dünya 
Sendromu’ tanımı yapar. Özetle, ne kadar çok televizyon izlersek, dış dünyayı, her 
köşe başında ayrı bir kötülük ve tehlikenin pusuya yattığı, suçun kol gezdiği, get-
tolaştırılmış bir yer olarak görme olasılığımız da o kadar artar. Yetiştirme kuramı, 
‘Kötü  Dünya  Sendromu’nu  yine  televizyon  içerik  analizindeki  yetiştirme  değer 
farklarıyla eşleyerek açıklar. Gerbner televizyonda izlenen bir suçun gerçek dünyada 
işlenen  bir  suçtan  on  kat  daha  kötü  olduğu  sonucuna  ulaşır  ve  yine  televizyonun 
insanların beğeni ve görüşleri üzerinde bir anaakım etkiye sahip olduğunu belirtir. 
Televizyon genel izlerkitlenin beğenisine hitap etmek zorundadır; dolayısıyla, tele-
vizyon yapımcıları farklı kültürel ve siyasi bakış açılarını yansıtan yenilikçi prog-
ramlar yerine, test edilmiş-onaylanmış programlara hücum ederler. Bu anaakım etki 
televizyon izleyicilerinin görmeye alıştıkları ve artık ötesini göremedikleri türden 
sığ bir dünya görüşü yetiştirir. Buradan hareketle, televizyonu çok izleyenlerin ek-
randa  gördükleriyle  gerçekte  yaşandığını  düşündükleri  şeyler  arasında  doğrudan 
ilişki kurdukları sonucu çıkarılabilir. Televizyonun yetiştirici gücü, belli bireylere 
söz konusu kutunun dışındaki dünyaya ilişkin konularda da rehberlik eder. Duyarsız-
laştırma süreci bireyin televizyonda gördüğü şeye şaşırmamaya başlaması (özellikle 
internet sayesinde artık bizi şaşırtacak görüntü kalmamıştır; her şey olabilir ve sıra-


Yüklə 3,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə