XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 3,79 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə166/179
tarix23.01.2018
ölçüsü3,79 Kb.
#22108
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   179

364 
 
 
 
 
 
VII BÖLMƏ 
 
İLAHİYYƏT 
 
 
 
 
 
 


365 
 
KİŞİLİK, TOPLUM, SİYASET OLUŞUMUNDA DİLİN VE AHLAKİ 
DEĞERLERİN ROLÜ 
 
Kasım MOMİNOV 
 
  Giriş 
  Böylesine  geniş  konuya  bu  kadar  kısa  süre  içinde  tatmin  edici  bir  cevap 
bulmanın  kolay  olmadığını  takdir  edersiniz.  Her  şeyden  önce,  tarihi  mirasimızda 
yatan kültür, dil, din ve ahlaki değerlerimizin önemli bir kısmı, henüz ilmi üsüllerle 
tahlil ve tenkid edilmemiştir. Bunun birçok sebebi vardır. Tarihsel süreci incelediği-
mizde, kimi toplumlarda bu doğrudan dile yapılan mudahele, kimilerinde ise düşün-
ce biçimine, diğer bir ifadeyle inancı ve ahlaki değerlerine yapılan çeşitli müdahe-
lerle  kendisini  göstermiştir  ve  göstermeye  de  devam  etmektedir.  Buna  insanlığın 
başından geçirmiş ve halen de geçirmeye devam etmekte olduğu savaşlar örnektir. 
Nitekim  birçok  savaşların,  arkasından  maalesef  toplumlar  için  sözünü  ettiğimiz 
anlamda olumsuz etkileri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Konuyu bu açı-
dan ele alırken dilin ve ahlaki değerlerin rolünü kişilik, toplum ve siyaset üzerindeki 
ilişkisel boyutunu da kısaca açıklamaya çalışacağız.  
Dilin önemi 
Dil bir iletişim aracı olmakla birlikte, geniş anlamda dil, bir insanın, toplumun 
ve siyasetin var olma koşuludur da. Çünkü dil, bütün insanlar için ortak olanbir bilgi 
alanı oluşturur ve o alanı nesilden nesile yine dil yoluyla aktarır. 
Dil ile varlık arasında sıkı ve derin birilişki vardır. Biz varlığa dil ile nüfuz 
ederiz ve var olanlar arasındaki ilişkiyi dedil ile belirleriz. Çünkü dil, “varolan şey-
leri  adlandırarak,  onların  “nelik”lerininbilinmesini  sağlayarak”  kendisi  ile  diğer 
varlık alanları arasındaki ilişkiyikurmaktadır (Mengüşoğlu 246). Bir dil, varlığane 
derece nüfuz ediyor ve varolanlar arasındaki ilişkileri ne orandabelirliyorsa, o dil o 
oranda da gelişmiş demektir. Felsefe tarihinde de, dilin iletişim aracı olmanın öte-
sinde  işlevsel  gücü  filozofların  ilgisinden  uzak  kalmamıştır.  Herakleitos’ta  logos
hem her şeye hükmeden evrensel yasadır; hem de evrenin dilidir. Bu bakımdan lo-
gosa katılma ya da logostan pay alma düşüncesi üzerine kurulu Eski Yunan kültü-
ründe dil ile varlığın birbiriyle uyumu temel sorun olarak görülmüştür. Zenon dil ve 
düşünce arasındaki ilgi ve bağlılığa dikkat çekerek düşüncenin nasıl söz kalıbı içinde 
gerçekleştiğini, dil ile düşüncenin nasıl ayrılmazşekilde birbirlerine bağlandıklarını 
araştırmıştır (Birand 94). Öyle ki bu sorun, Platon ve Aristoteles’in varlığın yasaların 
ile düşüncenin yasaları arasındaki ilişkiye yoğunlaşmalarına neden olmuştur. Eski 
Yunan düşüncesinde Platon ve Aristoteles’le birlikte son biçimine kavuşan dil, dü-
şünce ve varlık arasında uygunluk gören anlayış İslam düşüncesinde de Farabi tara-
fından  geliştirilerek  toplum  felsefesine  aktarılır  (Yıldız  93-120).  Dil,  düşünce  ve 
varlık arasındaki ilişki Modern döneme kadar klasik anlamda ele alındığını görüyo-
ruz. Konumuz kişilik, toplum ve siyasetin oluşumunda dil ve ahlaki değerlerin rolü 
olduğundan dil ve dilbilim problemi üzerinde durmak istemiyorum. Fakat konunun 
derinliğinin anlaşılması açısından iki cümle ile değinecek olursak, İslam dünyasında 
dil problemiyle ciddi bir şekilde ilgilenme Basra ve Kufe okulunun çalışmalarıyle 


366 
 
bununla birlikte Halife Me’mün (öl. H. 215/M. 830) döneminde tercüme faaliyetle-
rinin  hızlanmasıyla  birlikte  Ebu  el  Hayyan,  Sirafi  gibi  düşünürlerin  çabaları  çok 
önemli olduğu da unutulmamalıdır (Altunya 18-30). 
Batı  dünyasında  dil,  düşünce  ve  Varlık  arasındaki  ilişkisinin  en  iyi  ifadesi 
şüphesiz Heidegger’in “Hümanizm Üzerine Mektuplar” adlı çalışmasında görüyo-
ruz. Heidegger’e göre dil Varlığın evidir. “Düşünce, Varlığın insanın özüyle ilişki-
sini  tamamlar,  ancak  bu  ilişkiyi  meydana  getirmez.  Düşünce  onu  sadece,  zaten 
kendisine Varlık tarafından verilmiş bir şey olarak Varlığa sunar. ” (Williams 150).  
Mathesis’e göre klasik çağın bu epistemolojik çerçevesi XIX. yüzyıldan itiba-
ren parçalanmış; Descartes’ın ya da Leibniz’in döneminde, bilginin felsefi bir düşün-
ce halinde evrenselleştirilmesinin özel bir düşünce biçimini gerektirmeyeceği konu-
sunda, bilgi ile felsefenin karşılıklı şeffaflıkları tam iken, Kant’tan itibaren durum 
değişmiştir. Batı epistemesi XVIII. yüzyılın sonunda klasik dönemi bitirip Modern 
dönemi başlatacak olan döneme geçmiştir. Bu dönemde dil, düşünce ve varlık yerini 
artık emek, hayat ve dil üzere üç pozitiflik ya da deneysellik alanı almıştır. Fou-
cault’yla birlikte, dilin temsil yetkisi sorgulanır hale gelmiştir (Urhan 135). Öyle ki 
Modern dönem, dilin bu temsil kapasitesinin reddetmesiyle birlikte aslında kendi öz 
tarihinin  geleneksel  temellerinide  reddetmiş  bulunuyordu.  Esasında  bizim  de  bu 
noktaları irdeleyerek bir kişiliğin oluşumunda veya bir toplum ve siyaset hayatının 
gidişatını  etkileyecek  düzeyde  dönüşümlerin  gerçekleştirilmesindeki  en  önemli 
faktörler olan dil ve ahlaki değerleri sorgulamaya çalışmaktır. Modern dönem getir-
diği  kolaylıklar  yanında  bir  o  kadar  da  zorlukları  beraberinde  getirdiği  gerçektir. 
Çünkü Modern dönemin yarattığı kişilik olsun toplum olsun veya güddüğü siyaset 
olsun birçok noktada hakikatten uzak kalmıştır. Kanaatimce bu uzak kalmaya sebep 
modern hayata geçerken dilimizin ontolojik yapısını oluşturan ahlaki ve dini değer-
lerden  kendimizi  mahrum  bırakmamız  olmuştur.  Bunun  neticesinde  karşı  karşıya 
kaldığımız  pek  çok  ictimai  problemin  çözümü  zorluklara  sürüklendi,  böylece 
modernleşme dini ve ahlaki değerlerden beslenemediği gibi dini ve ahlaki değerleri 
yaşatmaya  çalışan  yaşam  ise  modernleşmenin  getirdiği  kolaylıklardan  beslenme 
imkanını  elde  edememiştir.  Meseleye  bir  de  ahlaki  değer  açısından  yaklaşırsak 
konuyu bütünlüğü ile kavrayabileceğiz. 
Ahlaki Değerler 
Ahlaki değerlerin öneminden söze başlamadan önce, ahlakın kaynağı üzerine 
kısaca eğilmek konumuza aydınlık getirecektir. Bu bakımdan ahlakın kaynağı hak-
kında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunların içinde, felsefe tarihinde en bariz 
olan din-dışı ve din ile yapılan temellendirmelerden söz etmek mümkündür. Ahlâk 
kelimesinin kendisinden türetildiği Arapça "hulk" (veya huluk) kelimesiile İngiliz-
ce'de ahlâk karşılığında kullanılan "moral" kelimesinin türetildiğiLatince "moralis" 
kelimelerinin anlamlan birbirine yakınlık gösterir. Gerek Arapça hulk, gerekse La-
tince moralis kelimesinin her ikisi de "huy, karakter, hâl ve hareket tarzı" gibi mâ-
nâlara gelir (Kılıç, Ahlak 68-79). 
Felsefe tarihinde ahlakın tarihsel seyrine kısaca göz attığımızda da bu iki grup 
temmellendirmenin  esaslı  olduğu  görülür.  Antik  Yunanda  mutluluk  ahlakı,  Orta-
çağda teolojik ahlak, Aydınlanma ve Modern dönemde aklı merkeze alan, doğalcı, 


Yüklə 3,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə