Yaratilişin hedefi


Beşinci konuşma: İSLÂM'IN ASIL İDEALİ



Yüklə 79,75 Kb.
səhifə5/5
tarix17.11.2018
ölçüsü79,75 Kb.
#80298
1   2   3   4   5

Beşinci konuşma:



İSLÂM'IN ASIL İDEALİ


Konumuz, İslâm'ın insan hakkındaki temel hedefidir. İnsanın kemâli İslâm açısından nedir? Kâmil insan İslâmî açıdan nedir? Bir ekolün, izleyicilerini gösterdiği yolla biçimlendirmesi, bizzat onun iradesinin seçişiyle bu işi ona yaptırması ve başka bir yol bırakmaması doğaldır. Bir ekol önce, izleyicilerine hedefini açıklar, daha sonra da bu hedefin ardı sıra yürü, der.

İslâm'ın kâmil insan için belirlediği hedef, bir müslümanın işlerinin sonucunda elde etmesi gerekenlerle aynıdır. Demek oluyor ki; İslâmî açıdan kâmil insandan söz etmek demek, doğal olarak İslâm'ın ideolojisindeki aslî hedef ve ideallerinden söz etmek demektir.

Şimdi konu daha bir aydınlandı. Daha önce kâmil insan ve insanın kemâline ilişkin görüşleri tekrar açıklamalıyız ki, İslâm'ın görüşünün bu görüşlerle uyumlu olup olmadığını, ayrıcalık olup olmadığını görebilelim.

Özet olarak; «Kâmil insan» hakkında en çok arifler söz söylemiş ve bu kavram da onların malıdır. Ariflerin dünyasında hakikat tektir. Bu tek hakikat; hakk ve yaratıklarının zatında eşittirler ve yaratıklar hakkın tecellileridirler. O'na aykırı, O'ndan farklı değildirler. En kapsamlı yaratık olan insan; ilâhî isim ve sıfatların en kâmil görüntüsüdür. Öyleyse insanın kemâli, aslına dönüşündedir.

Öte yandan hakikati, salt hakkın zatı, diğerlerini de O'nun gölgeleri olarak bilirler. Yani «fenomen»!Kendileri, kendilerine oranla hakikî işlerin ölçüsüdürler. Ancak hakkın zatına karşı ise, kendi deyimleriyle bir «nesne»dirler. Nesne ise, belki yoktur.

Söz hakktan açılsa O mutlak Hakk'tır ve O'nun karşısında hiçbir şey hakk değildir. Bunlar hakka ulaşmanın veya kendi özel deyimleriyle «hakk’ta yok olma»nın bir çizgi olduğuna inanırlar. İnsan,asıl vatanından ayrılıp gurbette yaşayan bir varlık hükmündedir. İnsanın kemâl ve mutluluğu asıl vatan olan hakka dönmektedir. Yani; «Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz.» Onlar bir yol ve bineğe inanırlar. Yol olarak, insanın tüm varlığı, yani kalbi! Yol, kalbin tavır ve değişimleridir. Onların deyimiyle; insan, çokluklardan vazgeçerse kemâlin vahdetine ulaşana dek ve örtüler kalkana dek yol devam eder. Bu yolun bineği ise; aşktır, ibadettir, nefsi arındırmadır ve...

Bilgelere göre konu böyle değildir. Onlara göre insanın cevheri «Algılama Melekesi»dir. Gerçek; insanın bu algılama melekesidir, diğer özellikler ise bu melekenin dalları ve detaylarıdır.

İnsanın kemâli idrâkinin güçlenişinden ibarettir. İdrâk gücü ise, iki boyutludur. «Nazarî ve İlmî». Nazarî açıdan insanın kemâl i«hikmet»tir. Varlıkların gerçeklerini oldukları gibi bulmak. İlmî boyutta ise kemâl, «adalet»tir. Adaletten amaçları ise, insan varlığına aklın egemen olmasıdır. Başka bir güdü ve eğilimin değil, yalnız aklın! Tüm güdü ve eğilimler aklın boyunduruğunda olmalı. Eflatun'un toplum konusunda inandığı budur. Eflatun'un ütopyasında, toplum «erdemli şehir» olunca filozoflar egemen olur ve egemenler filozof... Bu varsayımı bireye indirgeyerek derler ki; bireyin varlığında filozofluk egemen olduğundan insan mutludur. Yani, düşünme güçlü olan akletme gücü insanın varlığına egemen olmalıdır, diğer güçler değil. Filozof ve bilgelerin literatüründe hakikata ulaşmak konusu yoktur. Onların sözleri ruh ve kalpte değil, düşünmededir. Yolları ise kavram ve düşünce yolu dizer. Bir düşünceden diğerine giden yol. Binekleri ise, akletme, algılama gücü! Mantık, akıl ve delil çıkarma bineğiyle bu yol aşılmalı.

Demiştik ki, bir grup ta insanın kemâlini «sevgi»de bilir: Bunlara göre Kâmil insan diğer insanlara karşı kendinden vazgeçendir. Diğer insanlara karşı kendinden sıyrılabilendir. Diğerlerini o kadar sever ki, kendisiyle onlar arasında bir engel görmez. Başkaları için hoş olmayanı kendi için de hoş görmez. Kendisiyle diğerleri arasında olabilecek bir iş noktasında, diğerlerini kendine tercih eder. Öyleyse insanın kemâli sevgidedir. Bu ekolün dayanağı insanî yüce şefkat duygularıdır. Bu duyguları olgunlaştığında insan, kemâle erişmiştir.

Diğer bir ekol ise, «güzellik» esprisine dayanır. İnsanın kemâlini güzellik ve cemâl'de bilir. Fiziksel güzellik bir değer taşımaz. Manevî güzelliği ve yüce ahlâkı güzellik ve erdem bildiklerinden kemâl kabul ederler. Aslında Sokrat'ın Fazilet ekolü ahlakî açıdan bu noktayla özdeştir. Falan şey «Erdem»dir. Yani «Aklî güzellik»tir. Ahlâkı; aklî güzellik ve çirkinlik temeline dayandıran bir ekol! İşte Sokrat'uı fazilet esasına dayanan ahlâkî ekolü budur. Derki, doğruluk iyidir. Çünkü güzeldir. Aklın terminolojisindeki iyinin ölçeği, duygulardaki iyi ve güzeldir. Biri aklî, diğeri duygusal olan iki iyi var. Ancak aklî iyi, duygusal iyinin etkisindedir.

Bunlara göre bilim de güzel olduğundan kemâl, cehalet ise alçaklık ve çirkinliktir. Güç de böyledir. Sokrat'ın ahlâkında her şey erdem ve alçaklık diye iki boyuta, çirkinlik ve güzellik denilen iki espriye, kısaca aklın çirkinlik ve güzellik anlayışına dayalıdır. Bütün bunlar daha sonra aklın güzellik türevleri olan şiir, sanat ve estetike dönüşür. Çünkü, yaratıcı güzel olmazsa güzel olanı yaratamaz. İnsan ruhu güzel olmazsa güzel şiirler terennüm edemez veya sanatçı güzel bir eseri yapamaz. Derler ki, Kaçar Sultanlarından biri tek beyit söyler, ikinci mısrasında takılıp kalır. Tüm şairleri bunu tamamlamak için yardıma çağırır. O mısra şuydu:

“Dünyada Yusuf güzelliği gibisini kimse görmedi,”

Bir türlü devamını getiremiyordu. Her bir şair bir şeyler söyledi. Olmadı. Bir şair:

«Güzellik Yusuf'u yaratandandır.» mısrasını söyleyince en iyisinin bu olduğu görüldü. Gerçekte de böyledir. Yaratılanın güzelliği en doruk noktada değildir.

Birisi güzel şiir terennüm eder veya güzel eserler yaparsa, bu aslında ruhunun ulaştığı güzelliğin doruğunu ifade eder.

Bunlar değişik görüşlerdir. Şimdi İslâm'ın kendisini gündeme getirelim ve İslâm'dan ne algıladığımızı görelim. Bu konu ele alınması güç bir konudur. Çünkü yeterince gündeme gelmemiş ham bir yapıdadır.

Acaba İslâm daha önce anlamını belirttiğimiz«Hakikat»e çağırıyor mu çağırmıyor mu? Biz ariflerin sözlerini yüzde yüz kabul edemeyiz. Ancak şu kadarını söylemeliyiz ki; İslâm'ın söylediği Allah, diğer varlıkları yarattıktan sonra nasıldır? Çocukları olduktan sonra yanlarında oturan bir baba mıdır?Tüm rızıkları elinde tutan bir birey gibi, tüm varlıkların azığını veren midir? Aristo'nun evrenin tüm hareketlerinin ilki olarak gördüğü ilk hareket midir?

Böyle değildir.

Allah hakkında İslâm'ın mantığı tüm bu sözlerden yücedir. O öyle bir varlıktır ki, diğer her şey O'nun karşısında bir şey sayılmaz. Eğer o hakikat ise diğerleri «serap» yada «gölge» hükmündedir.



«Allah göklerin ve yerin nurudur.»29

Yani kendisi vardır. Vardır ve her şey O'dur. Tüm göklerin ve yerin nurudur. Kuran'ın Allah hakkındaki sözleri böyledir. «Mutlak hakk» O'dur. Kur'an buyurur ki:



«Biz ayetlerimizi hem afakta hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz O'nun hakk olduğu kendilerine açıkça belli olsun.»30

«Yalnız o haktır» ile «O'nun hakk» olduğu arasında fark vardır. Gerçekte bir mü'min Allah'a iman edince, diğer her şey onun gözünde hiç mesabesine iner. Her şeyin karşısında hiç olduğu bir şeye iman!Sa'dî Bostan'ında bu konuyu belli bir ölçüde güzelce açıklamıştır. Arif ve bilgelerin Allah hakkındaki görüş ayrılıklarını açıklamakta ve şöyle demektedir:

«Aklın yolu giriftlik içinde giriftlikten başkası değildir.»

Arifler için Allah'tan başkası hiç yoktur.»

Daha sonra «Allah'tan başkası hiç yoktur»u izah etmek ve «onlar ilâh bunlar değil»in arasında tek ilâhın Allah olduğunu belirtmek için der ki:

«Gerçeği tanıyana bu söylenebilir.

Fakat kıyas ehli hayrette kalır.

Gök ve yerden sonra ne vardır?

Ademoğlu, cin ve canlılar kimdir?»

Sa'di bunlar arasında olumsuzluk bulunmadığını belirterek, şu cevabı verir.

«Ey akıllı, övülmüşü sordun,

Cevabını vereyim, dirayeti övülen: Dağ, felek, deniz ve güneş

Ademoğlu, hayvanlar, cin ve melek Hepsi ne kadar var iseler de O'ndan eksiktirler.

O'nun varlığıyla varlık sahibi olmuşlardır.» Eğer O varsa, onlar bir şey değildir.



«De ki «Allah» sonra da onları bırak»31

Allah dedikten sonra onları bırak; hepsi peşi sıra gelir. Birisinin ilâh olarak Allah'ı tanıdıktan sonra, başka bir kutba yönelmesi akıl dışıdır. Ya da bir başka şeyi Allah karşısında bir kutup olarak varsayması imkânsızdır.

İslâm'da Allah'a olan iman budur. Bir sanatkâra benzetilmenin çok üstündedir. Allah öyle bir sanatkâr ve yaratıcıdır ki, diğer şeyler O'nun karşısında hakikat sayılmazlar. O kadar yüce ve büyüktür.

Bilgelerin dediğine gelince... İslâm'da hikmet konusu vardır. Eşyanın hakikatını bulmak. Bizim küçük ve kısır çekişmelerimiz yoktur. Bilgelerin hikmet için ölçü bildiklerini, bilip bilmememiz mümkündür. Ancak hikmetin aslı olan eşyanın varolan şeklindeki gerçekler konusu, İslâm'ın konusudur.

Kur’an'ın şu buyruğundan daha iyi bir tanım ve deyimi nerede bulabiliriz:

(Allah) kime dilerse hikmeti o'na verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene çokça hayr da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.”32

Asıl olarak hikmet, beşerin hayrı olarak adlandırılmış ve yaklaşık olarak kemâl ile eş sayılmış bir kavramdır. Salt yarar değil, hayr. Kendisi dilemeli. Yoksa bir şey için, bir şeyin seçilişi gibi değil.

Adalet de böyledir. Burada söz konusu edilen ahlâkî adalettir. Elbette sosyal adalet bireyin kemâliyle bağıntılı değildir. Sosyal adalet toplumun kemâliyle mümkündür. Burada konumuz bireyin kemâlidir.

Ahlâkî adalet konusunda İslâm'ın da görüşü vardır. İslâm'ın içgüdü ve eğilimlere ilişkin görüşü en olumlu görüştür. Her içgüdü ve eğilimin doyurulmasına ve bu konuda ifrat ya da tefrite kaçılmaması gerektiğine inanır.

Elbette İslâm salt aklın egemenliğini yeterli görmez. Gerçek olan da aklın tek başına içgüdü ve eğilimlere hükmedemeyeceğidir. Ancak İslâm herhalde adaletten yanadır. Aklın yanı sıra iman da olmalıdır. Eğer bu içgüdülerin egemeni insanın filozof gücü olursa gevşek olur, doğru da olmaz. İnsan aklî gücü eğer bir iman ve idealin yardımı olmazsa, vücut ülkesinde tek başına adaleti gerçekleştiremez. Salt filozofu gücün insan vücuduna egemen olması pek bir şey ifade etmez. Bu nedenle mü'min bir filozofun egemen olması gereklidir.

Sevgi konusuna gelince... İslâm'da bu konu da çok söylenen var. Peygamber (s) diyor ki: «Kendin için sevdiğini başkası için de sev.

Kendin için hoşlanmadığın şeyden başkası için de hoşlanma.» Sevgi, merhamet ve şefkat konusunda gelen diğer her şey birer örnektir.

Biz Kafi adlı kitabımızda, «Merhamet, sevgi ve şefkat« başlıklı bir bölümü görüyoruz. Resul-i Ekrem (s) Sahabelerinden sorar:

“-Hangi şeyi yapmakla imân daha sağlam olur?”

Sahabelerden her biri bir cevap verir:

“-Namaz, oruç, hacc, cihad...”

Peygamber (s.a.a) buyurur:

“-Bu söylediklerinizin tümü doğrudur. Fakat bunlardan hiç biri imanı daha sağlam yapıcı değildir.» Sahabeler sordu:

“- Öyleyse nedir?”

Peygamber (s) buyurdu: “-Allah için sevmek!”

Evet salt Allah'ı sevmek değil, Allah için sevmek! Allah için sevmek, elbette Allah'ı sevmekten kaynaklanır. Allah için sevmek, ve Allah için düşman olmak, nefret etmek, Allah için gerçekten sevmek ve gerçekten düşman olmak. Allah ve gerçeğin düşmanını düşman bilmenin zorunlu gereği ise, Allah'ı ve gerçeği sevmektir.

Bunların tümü İslâm'da vardır. Fakat bunlardan hangisinin asıl, hangisinin detay olduğunu incelemek gerekir. Acaba hepsi asl mıdır, değil midir?

İslâm'da bir diğer konu daha vardır ki, o da;«İbadet» konusudur.

Allah'a tapmak, ibadet etmek. Bu Kur'anda özellikle vurgulanır:

Cin ve insanlar ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.»33

Burada ibadet bir amaç olarak belirtilmektedir. İnsanlar ibadet etmek için yaratılmıştır. İnsanın hedef ve kemâli ibadet iledir ekolüne taraftar hiçbir insan bulamadığımızı varsaysak da, bu konu Kuran’da vardır. Öyleyse bu konu üzerinde durmak gerekir.

Daha önce bir görüşe daha değinmiştik ve şimdi o görüşü ele almalıyız. O görüş ise; maddî yararlanma ve pay sahibi olmadır. Bu görüşün zorunlu sonucu olarak; insan kemâli ve kâmil insanın varlığı yok olur. Çünkü; “insanın hedef ve amacı dünyada yaşamak ve daha fazla pay sahibi olmaktır. Aslında dünyada insanın hedefi daha fazla pay almadır. İnsan için her şey yararlanma ölçüsüyle güzeldir. Bilim bu ölçüyle güzeldir. Çünkü insana daha fazla yararlanma ve pay sahibi olma gücü ve kuvveti verir. İnsanın kemâli koşullardan ve dünyadan daha fazla yararlanmasına bağlıdır” diyorlar.

Yaklaşık Bacon'un zamanından bu yana insanlığın çizgisi bu yöne kaymıştır. Özellikle bugün ileri toplum denildiğinde gözümüze ne ilişmektedir?Acaba hakikate daha çok yaklaşan ve iman etmiş bir toplum mu? Adalet ve hikmete daha çok ulaşan mı? Sevgiye daha çok sahiplenen mi? Hayır, hiçbiri değil, belki daha çok yararlanan toplum! Daha çok sanayileşmiş, bilimin teknolojiyi beslediği toplum! İnsanı dünyadan daha çok yararlandıran seviyeye getirici sanayi ve teknoloji!

Yararlanma ise, hayvan ve bitkilerin yararlanmasından daha çok farklı bir yaklaşım değildir. Yararı; insan bedeninin selâmet ve erginliğine bir ölçü olarak alırlar ki, bu bitki ve hayvanlarla ortak bir çıkar anlayışıdır. İnsanın gıdalanıp beslenmesidir ki, bu da bitki ve hayvanlarınkiyle ortaktır. İnsanın üremesi söz konusudur ki, bu da ortaktır. İnsanın cinsel güdülerini tatmindir ki, bu da insanla hayvan arasında ortaktır. Bundan daha üst bir yararlanmayı ise düşünüyor değiller. Öyleyse insanın kemâli hayvan ve bitkiler ötesinde oluşamaz. Bilim insana hayvanî kimi özellikler de vermiş; ya diğer insanlarla veya doğayla çatışma!

Şimdi ibadet konusuna dönelim. İbadet ne içindir? Burada iki durum vardır. Biri avamın ibadetten algıladığı, diğeri ise havasındır. İnsan niçin ibadet etmelidir? Allah, öbür dünyada insana daha fazla kazanç versin ve Ahirette kâmil bir kazanç elde edelim, derler. Böyle olunca da konu yeniden yarara dönüşmektedir. Ama bu dünyada değil, öbür dünyada. Ancak konum tektir. Yalnız, bu dünyadaki yarar sınırlıdır. Biz, öte dünyada doygun bir yarar elde edelim diye ibadet ederiz. Daha doygun diyoruz. Çünkü bu dünyada bulunan şeylerden daha fazla ve daha mükemmellerini bulmak; hurîler, köşkler, elmalar, şeftaliler...

Eğer böyle dersek, insanın kemâlini gerçekte hayvan derecesinden daha yukarı götürmüş olmayız. Elbette insanı, öte dünyada baki kalacak bir varlık biliriz. Ancak hayvan da öte dünyada yaşamını sürdürebileceğine göre, oradaki çıkarlar insana bir başka kemâl vermez.

Eğer biz ibadeti, bu türüyle algılarsak ki; bu ibadet Emirül mü’minin Ali'nin de söylediği türdür.

Bu ibadet tüccar veya köle ibadetidir, hürlerin ibadeti değildir. Maddî ve fiziksel arayışlardan arınmış bir ibadet değildir.

«Bir kavim cennet karşılığında Allah'a ibadet ederse bu, tüccarların ibadetidir. Bir kavim Allah'tan korktuğu için ibadet ederse, bu kölenin ibadetidir. Bir kavim Allah'a şükretmek için ibadet ederse, bu özgürlerin ibadetidir.»34

Bu ibadetler arasında kâmil bir fark vardır. İşte bu noktada tekrarlamalıyız: İnsanın kemâli, öte dünyada bile olsa hayvanî eğilimlerin tatmini sorunundan çok yüce bir konudur. İnsanın kemâli; «şükredici», «severek» ve «aşıkça» yapılan ibadettedir. İşte bu noktada tapınma, ibadet kavramı gerçeğe duyulan aşk ile eşit ve ondan üstün bir anlam taşır. İşte o zaman Allah, insan yaşamı için ahirette dahi olsa bir araç olmaz. Belki Allah'ın kendisi hakikat olur ve yönelinilen hakiki varlık olur.

Ey arif, kardeşim, ey veli kardeşim, ey sadıkların kalbinin sevgilisi! İşte «ibadet» konusunun «hakikat» konusuyla özdeşleştiği nokta budur. İşte «hakka tapıcılık» bizzat budur. Aslında tapınmanın kendisi işlev olarak insana konum kazandırır.

«Ateşinden korkarak, cennetine tamah ederek sana ibadet etmiyorum. Seni ibadete ehil ve layık gördüğüm için sana ibadet ediyorum.»

İşte ibadetin doruğa çıktığı nokta budur. İbadetin bu boyutuyla diğerleri arasında yerle gök arası kadar fark vardır. Öteki dünyada dahi olsa hayvanî arzuları tatmin için yapılan ibadet nerede, salt tapınma olup insana soyluluk kazandıran ibadet nerede?

İbadet görüşü böylece sonuca ulaşır ve bir derece kazanır. Ahiretteki çıkara yönelik ibadete veya yapılmamasına karşın arz ettiğimiz durumuyla ibadet kemâldir. Ancak Allah'ı vasıta kılan, ahirete yönelik umudu için ibadet edenin ibadeti bile nefse ve hevaya tapıcılık karşısında kemâldir. Buna rağmen bu ibadet ile doruktaki ibadet arasında yerle gök arası kadar fark vardır. Bir taraftan «cin ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım» denilirken,diğer taraftan ibadetin aşamaları vardır, denilmektedir. Asıl hedefin alt aşamalar değil, yüce aşamalar olduğu açıktır. Bu yüce aşamaya erişemeyen için,o alt aşamalar da hiçlikten daha üst düzeydir.

İbn-i Abbas'ın tefsirinde; «ibadet etsinler» lafzı,«tanısınlar» diye tefsir edilir. Bu bizim ibadeti tanımlamamızla aynı anlamı taşımaktadır. Buradaki irfan; bilmek, açıkça, hakkıyla Hakk'ı bilmektir. Burada belirttiğimiz ibadet, işte bu yapıyla yapılan ibadettir.

Çocukça ve avamca marifetten bu ibadet doğmaz.

Öyleyse ibadet imana; iman da hakikat görüşüne dönmektedir.

İslâm, iman ve ibadet iledir. İman ise, hakikati algılamakla bağıntılıdır. İbadet ise hakikatla bağıntılı bir âmeldir. İşte İslâm buna çağırır. İslâm hikmet ve adalete çağırmaktadır. Sevgiye çağırmaktadır. Güzellik ve cemâle çağırmaktadır.

«Allah Cemil'dir ve Cemil olanı sever.»

İslâm tüm bunlara çağırmaktadır. Acaba hangisi asıl hedeftir? Acaba bunların tümü bir tek düzlemde mi hedeftir? Yoksa asıl hedef bunlardan sonra veya önce olan veya bunların gereği olan bir şey midir? Örneğin ibadet bu hedefe ulaşmak için bir başlangıç mıdır, yoksa sevgi mi bir başlangıç veya sonuçtur? Eğer kişi hakikate ulaşırsa, bu hakikatin türevi aşk ve sevgi midir?

«Ben dünyayla sevinçliyim ki, sevinçli dünya Ondandır.

“Tüm evrene aşığım, çünkü tüm evren Ondandır.”

Hedefin «Hakikat» yani bizzat «Allah» olduğunu düşünüyoruz. İslâm'ın mantığında hedef tektir ve O’da Allah'tır. Aslında İslâm'ın tevhidi bundan başkasını da gerektirmez. Eğer İslâm tevhidi, cennet gibi veya cehennemden kaçış gibi hedefler gösterse de bunlar ikincil hedeflerdir. Açıkladığımız anlamıyla hikmet insanı, Allah'a ulaştırır olsa da hedef değildir. Evet eğer hikmet insanı hakikata ulaştırırsa güzeldir. Güzelliği insanı hakikate ulaştırmasındandır. Yoksa hikmetin kendisi bizzat arzulanıp hedeflenen değildir. Adalet de böyledir. Adalet, emredici nefsin önünü aldığından güzeldir. Vücut ülkesinin olumlu bir yapı arz etmesini engelleyen, Allah'a yönelişe karşı çıkan bu engeli ortadan kaldırır.

Sevgi etkisi açısından başlangıç değil, hakikate ulaşmak için bir gerekliliktir.

Bize göre, her durumda «iman», «hedef»tir. Söylediklerimizin özüne bir araç değildir.

Biz: «Ey iman edenler! Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin.»35 dediğimizde, acaba iman hedef midir, yoksa araç mıdır? sorusu gündeme gelmektedir. Kuşkusuz imanın çokça etkileri vardır. Yoksa imanın etkilerinden dolayı mı söylenmektedir? İnsan iman etmelidir ki, ızdıraplardan kurtuluşu elde edebilsin. İman etmelidir ki, başkalarına düşmanlık etmesin. İman etmelidir ki, bireyler birbirlerine karşılıklı güven duysun. Acaba iman bunların başlangıcı mıdır? Yoksa bunlar imanın eserleri midir? Bunları göz ardı etsek de iman hedeftir. Çünkü iman, insanın hakk ve hakikate olan bağıdır.

Bize göre Allah'a imanın kendisi hedeftir. Bir başka deyimle Allah'ın kendisi hedeftir. İslâm’da iman; bu çok olan etki ve eserlerine rağmen, bu etkileri doğurmasa da gereklidir. Çünkü, bütün bunlar imanın yararlı etkileridir. İman insanın hakka bağlantısının kendisi olduğundan gereklidir. İnsan hakka bağlantısının kendisi, bizzat, İslâm açısından kemâldir. Ne bilim hedeftir, ne bir başka deyimle eşyanın gerçeğini bilmek olan hikmet hedeftir. Ne güzellik hedeftir, ne adalet hedeftir, ne sevgi hedeftir... Hedef yalnız ve yalnız Allah'tır, hakikattir. Ancak tüm bu şeylerin sonuç olarak, başlangıçta yada sonuçta hakikatle ilişkisi vardır.

Bizim hedef ve İslâm ideolojisinin asıl ideali konusundaki son sözlerimiz bunlardır. Allah'tan başka diğer şeyler yoktur. Bu nedenle doruk noktasındaki ibadet, kişinin Allah'a bağlanmasının aracıdır. İnsanın diğer isteklerine bağlanmasının aracı değildir.

Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.

B. AKYOL


SON


1 - İnsan/3

2 - Zariyat/56

3 - Mü’minun/155

4 - En’am/79

5 - En’am/162

6 - En’am/162

7 - Ahzab/45-46

8 - Talak/11

9 - Hadid/25

10 - Şems/10

11 - Taha/8

12 - Nahl/60

13 - Fatır/43

14 - Rad/28

15 - Taha/14

16 - Ankebut/45

17 - Ankebut/45

18 - Ayetullah Burucerdi (v. 1961) gibi müctehid müderrislere, ihtiyaç sahiplerine ulaşılmak üzere dini vergilerini vermek halk nazarında büyük bir mutluluk ve şeref payesidir. (Seçkin)

19 - Lokman/25

20 - Ali İmran/83

21 - Saff/1

22 - Rad/15

23 - Cuma/1

24- Nehc-ül Belağa: Hz. Ali(a.s) 'nin söz ve hutbelerinin bir araya getirildiği kitabın adıdır. (Ç. Notu)-

25 - Eğer bir kavim çıkar için ibadet ederse bu tüccar ibadetidir. Eğer bir kavim korku için ibadet ederse bu özgürlerin ibadetidir. (Nehc’ül Belağa- Hikmet:229)

26- Kitabın Fransızca orijinalinden Farsça’ya çevrilmesi yararlar sağlayacaktır.

27 - Hulul: Kavram olarak Allah'ın bir şeyde ilâh olarak, belirmesidir. Hıristiyan inancında olduğu gibi; Allah Hz. İsa'ya hulul ettiğinden Hz. .İsa Allah'ın -haşa- oğlu ve bir ilâhtır.» (Ç. Notu)

28 - Bakara/269

29 - Nur/35

30 - Fussilet/53

31 - En’am/91

32 - Bakara/269

33 - Zariyat/56

34 - Nehc’ül Belağa- Hikme-229

35 - Nisa/136


Yüklə 79,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə