36
Ferit Kam‘a göre, sudûr nazariyesi, yeryüzünde varlığı görülen ―kötü‖lüğün
menşeini belirleme ve kötülüğün varlığı, sırf iyi (hayr) olan ilâhî vücûd ile uyuşturma
amacına dayalı olarak ortaya çıkarılmıştır.
66
Sudûr teorisinde ikisi manevî (makul), biri maddi (mahsûs) olmak üzere üç
varlık alanı söz konusudur. Sistemin en başında ve en üstte mutlak bir olan Allah,
ardından sayıları on olan göksel akıllar gelmektedir; bunlar, Fârâbî‘nin ikinciler
(sevânî) ve maddeden soyut-ayrık varlıklar (müfârikât) dediği ruhanîler (melekler)
anlamına gelmektedir. En altta ise mükemmellikten en uzak olan ve eksikliği temsil
eden şekilsiz ilk madde (heyûlâ) bulunmaktadır. Göksel akıllar veya ruhanîler Allah
ile maddi kâinat arasında aracı işlevi görmektedir. Sudûrun şu şekilde gerçekleştiği
düşünülmüştür:
67
Mutlak bir,
Allah her türlü eksiklikten, zıt ve zıtlıktan uzak,
var olan her şeyin
ilk sebebi, salt iyi, yalın (basit), ortağı ve benzeri bulunmayan, varlığı için yokluk söz
konusu olmayan, kendi kendine yeterli olduğundan bilgisi, bilmesi ve bilinmesi için
hiçbir şeye muhtaç bulunmayan, aşkın, yetkin ve yüce bir varlıktır. O, her tür iyilik ve
güzelliğin kaynağı olup bilfiil akıldır, kendi zatını bilir dolayısıyla, kendisi tarafından
bilinir. Diğer bir ifadeyle, O hem akıl hem de akleden (âkıl) hem de akledilendir.
(ma‘kul). Bu kavramların üçü de Allah hakkında aynı şeyi yani mutlak bilinci ifade
etmektedir. Hiçbir şeye muhtaç olmadığı için O‘nun herhangi bir amacı da yoktur, zira
amaç bir eksikliği ve ihtiyacı belirtir. Halbukî yüce ve aşkın olan varlık süfli ve bayağı
varlıkları amaç edinmez. Şu halde son derece cömert ve kâmil olan Allah kâinatın
66
Ferit Kam,
Vahdet-i Vücûd, (Sad: Ethem Cebecioğlu), Ankara 1994, s.89.
67
Kaya, a.y.
37
varlığı için yeter sebeptir. O‘nun salt akıl olması, kendi zâtını bilmesi ve düşünmesi
sayesinde irade ve ihtiyarına gerek kalmadan bu varlık tabii bir zorunlulukla O‘ndan
çıkarak (Sudûr) meydana gelmiştir. Yalnız buradaki zorunluluk mantık bakımından
değil Allah‘ın zorunlu varlık oluşundan kaynaklanmaktadır.
68
İhvân-ı Safa‘ya göre, Tanrı,
“mutlak yükseklik ” olup her yere nur
saçmaktadır. Bu durumu tecellî, inkişaf, sudûr olarak adlandırırlar. Kâinat, sudûr ve
nüzulden ibarettir. Tanrı‘ya ait olup, tekrar O‘na dönecektir.
69
İlk olanın (Allah) kendi zâtını düşünmesi ve bilmesi bütünüyle varlığı ve
varlıktaki muhteşem düzeni bilmesi demektir. Şu halde bilme ve düşünme bir eyleme
sebep teşkil etmiştir. Bu bakımdan Fârâbî‘ye göre bilme ile yaratma aynı anlama
gelmektedir. İbn Sînâ ise irade sıfatını ilim sıfatına indirgediğinden Allah‘ın kendi
zâtını bilmesinin var oluşun ve varlıktaki düzenin irade ile gerçekleştiğini
belirtmektedir. Şüphesiz bu teori evrenin ezelî olduğu düşüncesini de beraberinde
getirir. Çünkü Allah‘ın bilgisi zâtı gibi ezelî olduğuna ve O ezelden beri kendini
bildiğine göre bu bilmenin sonucunda meydana gelen varlığında ezeli olması mantıkî
bir zorunluluktur. Dolayısıyla sudûrun semâvi dinlerdeki, ―Evren Allah‘ın mutlak
iradesi ile yaratılmıştır.‖ İlkesiyle bağdaşan bir yanı yoktur. Gerçi sudûrcu filozoflar
âlemin zaman bakımından ezelî, fakat mertebe yani ontolojik açıdan sonradan
68
Kaya, a.g.e., s.467.
69
Hilmi
Ziya Ülken,
İslâm Düşüncesi, Ülken Yayınları, İstanbul 1995, s.171.