Zübdetü’l buhâRÎ


MEKKE VE MEDİNE MESCİDLERİNDE NAMAZIN FAZİLETİ



Yüklə 0,94 Mb.
səhifə7/42
tarix16.08.2018
ölçüsü0,94 Mb.
#63548
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   42

MEKKE VE MEDİNE MESCİDLERİNDE NAMAZIN FAZİLETİ
337- Ebû Hureyre (R.A.)den rivayet edilmiştir:

“Ancak üç mescit için sefere çıkılır: Mescidi Haram (Mekke’de) Mescidi Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine’de), Mescidi Aksa (Kudüste).”

Mütercim:

Dinî esaslardan sayarak, özellikle içinde namaz kılmak için bu üç mescidden başkasına yolculuğa çıkılmaz. Ancak seyahat maksadıyla veya ticaret veya ilim tahsili için her zaman her yere gidilebilir. Bu hususlar. Şerkavî şerhinde yazılıdır. Seddi rahl yapılmaz demek, deveye semer ve yük bağlanmaz; yani yükler bağlanıp ta yola çıkılmaz, demektir.


338- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir: “Benim şu mescidimde kılınan namaz, Mescidi Haram’dan başka diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.”
339- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de (cennetteki kesver) havuzumun üzerindedir.”

Mütercim:

Ravza-i mutahhare veya muattara denilen bahçe, Haceri Esved gibi, cennetten inmiş ve nakledilmiş olması muhtemeldir. Yahut kıyamet gününde Ravza-i Muattara ayniyle cenneti alâ’ya naklolunacaktır. Yahut Ravza-i Muattarada ibadet eden cenneti alaya ulaşır. Bu ihtimallerin toplanmasında bir zıddiyet yoktur.


340- Abdullah (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:

Peygamber efendimiz namazda iken kendisine selâm verilirdi. Bunun üzerine şöyle buyurdular: Namazda (insanı bağlayan bir meşguliyet vardır.” onun için namazda olana selam verilmez.


341- Muaykıb (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:

Secde ederken toprağı düzleyen kimseye Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Yapman gerekiyorsa bir hareketle yap.” (Secde yerinin toprağını, mutlaka gerekli ise, elinin bir hareketi ile düzelt. Fazla hareket namaz için sakıncalıdır.)

Hanefi mezhebinde bir rükünde üç kere el hareketi namazı bozar. Namazın bozulmadığı görüşünde olan mezheblere göre, bu gibi hareketler huzura engeldir.


342- Hazreti Aişe (R.A.)den rivayet edilmiştir:

“Bunlar (güneş ve ay tutulmaları) Allah’ın âyetlerinden iki âyet (kudret eseri) dir. Bu hali gördüğünüz zaman, açılıncaya kadar namaz kılın. Şu makamımda (güneş tutulması namazında) iken, bana vaat edilen her şeyi gördüm. Hatta ileri atıldığımı gördüğünüz zaman ben cennetten bir salkım almak arzusunu duymuştum. Gerilediğimi gördüğünüz zaman da, cehennemi gördüm, kendi kendini kemiriyordu. Cehennemde Amr bin Lühayy’i gördüm. Develeri salma eden (putlar uğruna başıboş salıverilmeleri adetini çıkaran) odur.”


343- Câbir (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine namazda iken selâm veren Cabir Hazretlerine, namazı tamamladıktan sonra şöyle buyurdular:

“Selâmını almama sadece namazda oluşum mani oldu.” (Çeşitli hadiselerden, anladığımıza göre, önceleri namaz esnasında selâm verip almak ve hatta dünya kelâmı bile etmek vardı. Sonra bütün bunlar kaldırıldı.)24

24 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:174-177


NAMAZDA YANILMA (Sehiv) BAHSİ
344- Abdullah (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir öğle namazını hikmet gereği beş rekât kılıp selâm verince, ashabı kiramdan biri sordu: Ey Allah’ın resulü, öğle namazı arttı mı? Peygamber Efendimiz, “ne oldu?” ve Ebû Hureyre’nin rivayetine göre; “doğrumu söylüyor?” buyurdu. Ashap; ya Resûlallah, namazı beş rekât kıldınız, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hemen yanılma (sehiv) secdesi olarak iki secde ettiler.

Mütercim:

Hanefî imamları bu hadîs-i şeriften yanılma secdesinin selâmdan sonra olduğu hükmünü çıkardılar. Şafii imamları ise, yanılma secdesi selâmdan öncedir, diyorlar.

Bir de namazdan sonra konuşmadan namazın bozulmaması, Peygamberliğin özelliklerindendir. Bunun açıklaması 149 ve 176 sayılı hadîs-i şeriflerde geçti.

İmam beşinci rekâta kalkınca, imama uyulmaz; eğer bile bile uyulursa, cemaatin namazı bozulur.


345- Ümmü Seleme (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Ebû Ümeyye kızı (Ümmü Seleme)! İkindi farzından sonraki iki rekâtı sordun. Bunun sebebi şu: Bana Abdülkays kabilesinden insanlar geldi ve beni, öğle farzından sonraki iki rekâttan alıkoydular. İşte bu iki rekât, o iki rekâttır.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif imam Şafii Hazretlerinin delili olup sünnetlerin kazası müstehab kabul edilmiştir. İmam Azam Hazretlerine göre, yalnız sabah namazının farzı ile beraber kazaya kalan sünneti, öğle vaktinden önce farz ile kaza edilir. Öğle vakti girince yalnız farz (ı kaza) edilir. Diğer sünnetler vakit çıktıktan sonra kaza edilmezler. Farzdan önce kılınamayan öğle namazının sünneti ikindi vaktine kadar kaza edilir. İkindi vaktinde kaza edilmez. Bir de hangi nafile namaz olursa olsun, o namaza başladıktan sonra herhangi bir sebep ile bozulmuş olursa bu namazın kazası imam Azam’a göre farzdır. Şafii ve Hanbeli mezheblerinde kazası lâzım gelmez. Nafile oruç vesair ibadetler de böyledir.25

25 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:177-178
CENAZE BAHSİ
346- Ebû Zer’den (R.A.) rivayet edilmiştir: “Rabbimden bana bir haberci geldi ve şu haberi veya müjdeyi verdi: Ümmetimden her kim, Allah Teâlâ’ya hiç bir şeyi ortak koşmamış olarak ölürse cennete girer.” Ben (Ebû Zer), Ya Resûlallah! dedim, zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa da mı? “Zina etse de, hırsızlık yapsa da (girecektir),” buyurdu.

Mütercim:

Ehlisünnet inancında zina ye hırsızlık gibi büyük günahları işlemek müminin imanını silip götürmez. Ancak bunları haram saymak ve hafife, eğlenceye almak imansızlık olur. Bunları günah olduğuna inanarak işleyip imanla ahirete göçen kimseye, günahlarından dolayı Allah dilerse cehennemde azab çektirdikten sonra cennete koyar ve dilerse bağışlayarak (şirk günahı işlemediği için) doğrudan doğruya cennete koyar. Fakat kul hakları meselesinde, hak sahiplerini memnun etmeden cennete giriş yoktur. Burada hakların ödenmesi gerekir. Ancak Cenabı Hak dilerse ahirette hak sahiplerini memnun ederek kulunu, sevdiği kul ise, bu müşkül durumdan kurtarır.
347- Abdullah (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretlerine bir şeyi ortak koşarak ölen kim(se) cehenneme girer.” Cehennemde devamlı kalır.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifi rivayet eden İbni Mes’ud der ki, Bu hadîs-i şeriften şu hükmü çıkardım: Allah’a ortak koşmaksızın ölen kimse cennete girer.


348- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir.

“Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: 1 — Selâm almak, 2 — Hasta ziyareti 3 — Cenazelerin teşyi edilmesi 4 — davetlere icabet, 5 — Aksırıp ta, Elhamdülillâh, diyene Yerhamükellah, demek.”


349- Ümmü’l-Alâ (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Misafir olarak evimizde kalan Muhacirlerin ileri gelenlerinden Osman bin Mez’ûn’un vefatı üzerine teçhiz ve tekfininde bulunmak üzere Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem evimizi teşrif buyurmuşlardır. Cenazesi hazır olunca, ben onun, hakkında iyi şehadette bulundum ve: Ey Sâib! Allah Teâlâ Hazretleri seni rahmetine eriştirsin. Ahirette senin yerin mutlaka cennettir, dedim. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bana şöyle buyurdular:

“Yerinin cennet olduğunu nereden biliyorsun?” Ben de: Ya Resûlallah, Osman bin Mez’un gibi böyle ibadetle meşgul olan bir kimse ye Allah Teâlâ ikram ve ihsan etmeyip de kime edecek, dedim. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Osman bin Mez’un’a gelince, hiç şüphesiz ona yakîn (gerçekleri apaçık bildiren ölüm) gelmiştir. Vallahi, ben de ona kesinlikle hayır dilemekteyim. Vallahi, kendim Allah’ın resulü olduğum halde bana nasıl muamele edileceğini bilemiyorum.”

Mütercim:

“Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.” mealindeki Ahkaf sûresinin 9. ayetine uyan bu hadîs-i şerif, şu ayeti kerimeden önce varit olmuştur: “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.” (Fetih sûresi: ayet 2). Bu ayeti kerime ile Hazreti peygamber de bütün olmuş ve olacak şeyleri bildirmiştir. Yahut dünya ve ahirette hakkımızda ne işlem yapılacağına dair tafsilât üzere bilgi beşer için mümkün değildir. Yoksa Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri kendisi mahlûkatın en üstünü olduğunu kesinlikle bilirdi.

Ayrıca dünyada iyi bir hal üzere olup ahirete göçenlerin rahmetle anılması ve onlar hakkında iyi zanda bulunulması meşrudur. Cenabı Hakk’ın vadi üzere cennet ehlinden olduklarına iyi zanda bulunuruz. Ancak cennetle müjdelenen on kişi gibi, haklarında delil bulunanların muhakkak cennetlik olduklarına inanırız; fakat haklarında böyle delil bulunmayanlar için böyle yeminle ve kesinlikle şehadet edilmesi meşru değildir.
350- Cabir (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Uhud savaşında Hazreti Cabir’in babası Abdullah El-Ensarî (Radıyallahu Anh) şehit oldu. Ölümü için Fatıma adındaki kız kardeşi ağlıyordu. Bu kadını hem müjdelemek ve hem teselli etmek yolunda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Ağlasan da olur, ağlamasan da.. Çünkü siz onu kaldırıncaya kadar melekler, kanatlarıyla onu gölgelendirmeye devam ettiler.”
351- Enes (R.A) ‘den rivayet edilmiştir:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in, Şam’a bağlı Belka dolaylarında vuku bulan Mûte savaşına gönderdiği üçbin kişilik birliğin kumandanı Zeyd bin Harise idi. Bunları sefere çıkarırken Hazreti peygamber şu talimatı vermişti: “Eğer Zeyd şehit düşerse Cafer bin Ebi Talib kumandandır. O da şehit olursa Abdullah bin Revaha kumandandır.”

Sonra bunlar Mûte’de düşmanla karşılaşıp muharebeye başladılar. Gerçekten bir gün içinde Zeyd şehit olmuş, Caferi Tayyar şehit olmuş, sonra Abdullah bin Revaha şehit olmuştu. Sonra birlik kumandansız kalmasın, diye durum icabı Halid bin Velid komutan oldu. Bu olayların cereyan sırasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah tarafından vahiy gelerek duruma vakıf olunca şöyle, buyurdu:

“Sancağı Zeyd aldı ve şehit oldu. Sonra Cafer aldı, o da şehit oldu. Sonra Abdullah ibni Revaha aldı, o da şehit oldu.” Bunları anlatırken Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in mübarek gözlerinden yaşlar boşanıyordu. “Sonra sancağı, kendisine komutanlık payesi verilmeyen Halid bin Velid aldı ve ona kapı açıldı.”


352- Enes (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“insanlar içinde, henüz bulûğ çağına ermemiş üç çocuğu ölen bir kimseyi bunlara merhameti yüzünden cenabı Hak kesinlikle Cennete koyacaktır.”


353- Ümmü Atiyye (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kızı Zeyneb’in cenazesini yıkamakta olan kadınlara şöyle buyurdu:

“Onu (cenazesini) üç kere, beş kere veya gerekli görürseniz daha fazla, su ve Sidr (bir çeşit temizlik maddesi) ile yıkayınız. Sonuncusunda kâfur veya bir miktar kâfur kullanınız. İşinizi, bitirince de bana haber veriniz.” Hazreti Peygamber bize kendi futasını verdi ve şöyle buyurdu:

“Bunu ona iç gömleği yapınız. Bir rivayette de şöyle buyurmuştur:

“Onu tekli olarak üç, beş veya yedi kere yıkayınız. Yıkamaya sağ taraflarından ve abdest azalarından başlayınız.”

Ümmü Atiyye der ki: Biz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in kızı Zeyneb’in cenazesini yıkarken Hazreti Peygamber yanımıza gelip bize bunları emretmişti.


354- İbni Abbas (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir ihramlının Arafat’ta vefat etmesi üzerine şöyle buyurdu:

“Onu su ve Sidr ile yıkayınız ve iki parça kumaşla kefenleyiniz. Ona hanût (bir çeşit güzel koku) sürmeyiniz ve başını da örtmeyiniz. Çünkü o, kıyamet gününde telbiye getirerek (LEBBEYK ALLAHÜMME LEBBEYK... diyerek) mahşere kaldırılacaktır.”
355- İbni Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Münafıkların başı Abdullah bin Übey ölünce, ashabın ileri gelenlerinden biri olan oğlu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelip: Ya Resûlallah, babam öldü. Ona kefenlemek için lütfen gömleğinizi verin ve cenaze namazını da kıldırınız, diyerek ricada bulundu. Hazreti Peygamber bu dileği kabul ederek gömleğini verdi, hem de cenazesi hazırlanınca: “Bana haber verin de namazını kıldırayım” buyurdu. Sonra bu emre uyularak Hazreti Peygambere haber verildi. Cenabı Peygamber cenaze namazını kılmak isteyince Hazreti Ömer (R.A.): Ya Resûlallah! Cenabı Hak münafıklara cenaze namazı kılmaktan sizi menetmedi mi? diyerek Peygamberimizin arkadan hırkasına asıldı. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Ben, iki seçenek arasında bulunuyorum. Cenabı Allah, Münafıklar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme; onlar için yetmiş kere mağfiret dilersen de, Allah onları zinhar bağışlamayacaktır, buyurmuştur.” Cenabı Peygamber, münafık Abdullah bin Übey’in cenaze namazını kıldırdı ve sonra şu âyet indi: O münafıklardan ölenlerin hiç birine hiç bir zaman cenaze namazı kılma.” (Tevbe 84)
356- Ümmü Habîbe (R.A.)den rivayet edilmiştir:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocasından başka ölüsüne, üç günden çok yas tutması caiz değildir. Kocasına ise dört ay on gün yas tutar.” (Kocası ölen hanım hamile ise, çocuğunu doğuruncaya kadar, hamile değilse dört ay on gün süslenemez.)

Mütercim:

Vefat eden erkeğin karısı, ister zifaf olsun ve ister zifaf olmasın, dört ay on günden önce kocaya varamadığı gibi, süslenemez de...


357- Enes (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir mezarın yanı başında bağırıp ağlamakta olan bir kadının yanından geçerken ona, Allah’tan kork ve sabret, buyurdular. Kadın, kendisine öğüt verenin kim olduğunu bilmeyerek: Haydi adam, kendi işine git. Benim başıma gelen musibet senin başına geleydi, sen de benim gibi ağlardın, dedi. Sonra, bu hanıma, öğüt verenin Hazreti Peygamber olduğu haberi verilince, hanım hemen Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in saadet hanelerine gitti. Aman ya Resûlallah, sizi bilemedim kusurumu bağışlayınız ve hem de bundan sonra artık ağlamayacağım sabredeceğim, diye özür diledi. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Sabır, ancak ilk sadmede (sarsıntıda) önemlidir.” Allah katında makbul olan sabır, musibetin ilk geliş anında yapılan sabırdır.
358- Üsâme bin Zeyd (R.A.)den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in kızı Zeyneb, hasta olan çocuğunun ölmek üzere bulunduğunu babasına bildirerek ziyarete gelmelerini istedi. Hazreti Peygamber selâmla beraber kızına şu haberi gönderdi:

“Verdiği de, aldığı da Allah’ındır. Her varlığın Allah katında belirli bir süresi vardır. Sabretsin ve Allah’tan mükâfat beklesin.” Hazreti Zeyneb, Allah’a and vererek tekrar babasının gelmesi için haber gönderdi. Bunun üzerine o anda yanında bulunan sa’d bin Ubâde, Muaz bin Cebel, Übeyy bin Kâ’b, Zeyd bin Sabit ve daha başkaları ile Zeyneb’in evine gittiler. Hasta olan çocuk, ölüm sancıları içinde olduğu halde Hazreti Peygamberin kucağına verildi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in mübarek gözlerinden yaş dökülmeğe başladı, sessizce ağladı. Sa’d bin Ubâde: Ey Allah’ın Resulü bize sabır tavsiye ettiğiniz halde siz ağlıyorsunuz, deyince Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah tarafından kullarının kalplerine verilen bir merhamettir bu. Şüphesiz Cenabı Allah, kullarından merhametli olanlara rahmet eder.”

Mütercim:

Bağırıp çağırmaksızın sessizce ağlamakta bir beis yoktur. Çünkü ağlamak şefkat ve merhamet eseridir.


359- Enes (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in muhterem kızı Ümmü Gülsüm (Hazreti Osman’ın zevcesi) vefat ettiği zaman mezarının kenarında otururken mübarek gözlerinden inci tanesi gibi yaş dökülüyordu. Cenaze kabre indirileceği zaman Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“İçinizde bu gece guslü gerektiren bir iş yapmayan kimse var mı?” Ebû Talha, ben varım, dedi. Hazreti Peygamber:

“O halde sen in!” buyurdu. O da Ümmü Gülsüm’ün kabrine indi.

Mütercim:

Bunun hikmeti Hazreti Osman (R.A.), zevcesi Ümmü Gülsüm’ün vefatına ihtimal vermediği için o gece, cariyeleriyle münasebette bulunmuş. Bu hale işaret olarak Hazreti Peygamber kabre girmekten Hazreti Osman’ı mahrum bıraktı. Bütün hadîs âlimleri böyle bir açıklama yapmışlardır.


360- Hazreti Ömer’den rivayet edilmiştir:

“Ardından ailesinden bazılarının ağlamaları yüzünden ölü kesinlikle azab görür.”

Feryad ederek, çırpınarak, üst baş yırtarak ve dövünerek ağlayıp sızlamalar yüzünden ölü azab çeker. Yahut arkasından ağıt yakılması gibi şeyleri vasiyet eden ölü içindir bu azab.
361- Hazreti Aişe’den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ, Hazretleri, ardından ailesinin ağlaması yüzünden kâfir ölünün azabını arttırır.”


362- Hazreti Aişe’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, ölen bir Yahudi kadınına yakınlarının ağlamakta olduklarını görerek şöyle buyurdu: “Onlar, o ölen kadına ağlıyorlar, o da kabrinde azab çekiyor.”


363- Muğîre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Ardından ağıt yakılarak ağlanan ölüye, ağıt devam ettikçe azab edilir.”


364- Abdullah (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:

“Ölü için yüzlerini dövenler, yakalarını yırtanlar ve cahiliyet âdeti üzere bağırıp çağıranlar bizden değildir.” (Bu adet sünnetimden ve şeriatımdan değildir. Bu haram ise de küfrü gerektirmez.


365- Sa’d (İbn-i Ebi Vakkas) (R.A.)’dan rivayet edilmiştir:

Veda Haccında Mekke’de ağır hastalandım. Durumumu sormak üzere ara sıra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni ziyaret edip şeref verirlerdi. Kendilerine dedim ki, ya Resûlallah, hastalığımın ağırlığını görüyorsunuz. Ben oldukça mal-mülk sahibi bir adamım. Bir kızımdan başka vârisim yoktur. Bu itibarla malımın üçte ikisini hayır yollarına sarf edilmek üzere vasiyet edeyim mi? diye sordum. Hazreti Peygamber:

“Hayır,” buyurdu. Yarısını vasiyet edeyim, dedim.

“Hayır,” buyurdu. Üçte birini vasiyet edeyim, dedim. Şöyle buyurdular: “Üçte bir olur ve üçte bir de büyüktür, (veya) çoktur. Senin, varislerini zengin olarak bırakman, onları başkalarına avuç açan yoksullar olarak bırakmandan hayırlıdır. Nitekim Allah rızasını dileyerek ailen için yaptığın her harcama karşılığında muhakkak mükâfatlandırılırsın. Hatta karının ağzına koyduğun lokma karşılığında bile.” Dedim ki: Ey Allah’ın peygamberi! Arkadaşlarımdan sonra geri kalmış sayılacak mıyım? (Hastalığım sebebiyle burada kalırsam hicretime ve amelime bir zarar gelecek mi?) Buyurdular ki:

“Sen (hastalığın sebebiyle) geri kalsan da işleyeceğin her sâlih amel karşılığında derece ve makamın kesinlikle yükselecektir. Sonra, umarım ki, sen halef olarak (daha uzun yıllar yaşayacak) sın ve senden birçokları fayda görecek, birçokları da hüsrana uğrayacaktır. Allah’ım! Ashabımın hicretlerini geçerli kıl. Onları gerisin geri çevirme. Fakat biçare Sa’d bin Havle Mekke’de vefat edecek olursa, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) onun için üzülecektir.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif, peygamberliğin mucizelerinden olup bütün Irak bölgesini feth eden ve Kisrâ’nın taç tahtını alan Sa’d bin Ebî Vakkas olmuştur.
366- Hazreti Aişe (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Hazreti Cafer Tayyar’ın vefatında kadınlarının yüksek sesle ağladıkları Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e haber verildi. Hazreti Peygamber bu haberi getirene: Git, onları menet, buyurdu. Adam tekrar gelerek Ya Resûlallah, benim sözümü dinlemiyorlar dedi. Böylece adam üç defa gelip gitti. Hazreti Aişe, üçüncüsünde Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in şöyle buyurduğunu söyledi:

“O kadınları menet ve (gerekirse) ağızlarına toprak saç.”
367- Enes (R.A.) den rivayet edilmiştir:

Ebû Talha’nın çocuğu vefat etti. Vefat esnasında Ebû Talha evinde yoktu. Evine döndüğü zaman, çocuk nasıl oldu? diye karısına sordu. Karısı: Çocuk rahatladı ve zannederim ağrıları dindi dedi. Böylece ölümünü o an için kocasından gizledi. Ebû Talha, çocuğun iyileştiğini zannederek o gece hanımı ile birleşti. Sonra sabah olunca gusledip namaza giderken ailesi çocuğun vefat etmiş olduğunu söyledi. Ebu Talha’nın canı sıkılıp ailesine biraz darıldı ve sabah namazına gitti. Cemaatle namaz kıldıktan sonra karısının bu hareketini ve bu derece sabrını Hazreti Peygambere arz etti. Hazreti Peygamber, çocukları ölüp de böyle sabırlı davranan karı-koca için şöyle buyurdular: Allah Teâlâ bu gecenizde sizi mübarek kılmış olabilir.

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in peygamberlik mucizelerinden olarak, gerçekten Ebu Talha’nın zevcesi o gece hamile kaldı. Sonra bir oğlu doğdu ve ona Abdullah ismi verildi. Abdullah büyüyünce çok ün kazandı ve soylarından evlat ve torunlar çoğaldı.


368- Enes(R.A.) den rivayet edilmiştir:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in oğlu İbrahim (R.A.) ölüm döşeğinde iken Hazreti Peygamber’in gözlerinden yaş dökülmeğe başladı. Yanında bulunan Abdurrahman Bin Avf, ey Allah’ın Resulü siz de mi ağlıyorsunuz? Dedi. Buna cevaben Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:

“Ey Avf’ın oğlu (Abdurrahman)! Bu bir merhamet ve şefkat eseridir. (zannettiğiniz gibi bir sabırsızlık değildir) göz ağlar ve kalp kederlenir; fakat Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin hoşnut olmayacağı söz söylemeyiz. İbrahim! Ayrılışın yüzünden çok kederliyiz.”
369- İbni Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Sa’d bin Ubâde (R.A.) Hazretlerinin hastalığı sebebiyle hatırını sormak üzere ziyaretlerine gitti. Sa’d Hazretleri komaya girmişti. Resûl-i Ekrem, yanında bulunan ashabı kirama, “Öldü mü?” diye sordular. Onlar: Hayır, henüz vefat etmedi, dediler. Fakat hastanın bu ağır durumundan ötürü Hazreti Peygamber ağladı ve yanında bulunanlar da ağladılar. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri buyurdular:

“Dikkatle dinleyiniz! Allah Teâlâ Hazretleri, gözün ağlaması ve kalbin kederlenmesi ile azab etmez; lâkin (Peygamber dilini işaret ederek) bunun yüzünden azab veya rahmet eder ve ardından ailesinin ağlaması yüzünden ölüye azab edilir.”
370- Âmir bin Rabia (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Biriniz cenaze görür de onunla yürümeyecek olursa, cenaze geçinceye kadar yahut geçmeyerek önünde yere konuncaya kadar ayakta dursun.”

Mütercim:

Oturmakta olan kimsenin, geçmekte olan cenaze için ayağa kalkması, eğer adam ayakta veya hayvana binmiş ise cenaze geçinceye kadar beklemesi bazı âlimlere göre müstehabdır. Fakat İmam Azam, İmam Şafii, İmam Malik ve İmam Ebu Yûsuf hazretlerine göre, cenaze için ayağa kalkmanın lüzumuna dair bütün hadîs-i şeriflerin hükmü kalkmış, neshedilmiştir. Bir de, ayağa kalkmanın hikmeti, ölümden ibret almak için veya cenazenin yanında bulunan melekler içindir, dediler.


371- Cabir (R.A.)den rivayet edilmiştir: “Cenazeyi gördüğünüz zaman hemen ayağa kalkınız.”
372- Kays ve Sehl (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir cenaze geçerken ayağa kalkınca, kendisine: Ya Resûlallah, bu Yahudi cenazesidir, denildi. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

“insan değil mi?”
373- Ebû Saîd (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Cenaze tabuta konulup insanlar tarafından omuzda taşınınca, eğer iyi kimse ise, beni çabuk götürün, der. Kötü kimse ise: Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz? der. Onun feryadını insandan başka her şey işitir. Eğer insan işiteydi, bayılır düşerdi.”


374- Cabir (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Bugün Habeşî’lerden sâlih bir adam vefat etti. Kalkın, ona cenaze namazı kılın!” Habeşistan hükümdarı Necaşî’yi kastettiler buyrulmaktadır. (Bu hadîs-i şerif, uzakta ölen Müslümana cenaze namazı kılınmasının meşruiyetine dairdir.)


375- Ebu Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Cenazeyi çabuk iletiniz. Eğer iyi kimse ise, bir an önce ona ileteceğimiz bir hayırdır. İyi kimse değil ise, bir an önce boyunlarınızdan atacağınız bir şerdir.”


376- Hazreti Aişe’den rivayet edilmiştir:

“Cenazeyi teşyi eden için bir kırat (Uhud dağı ağırlığınca) sevap vardır.”


377- Hazreti Aişe (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ, Yahudî ve Hıristiyanlara lanet etsin! Peygamberlerinin mezarlarını ibadethaneye çevirdiler.”


378- Enes (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Kul, defnedildikten sonra adamları dönüp gidince, daha (gidenlerin) sesleri kulağında iken kendisine iki melek (Münker ve Nekir) gelir. Onu oturtup sorarlar: Bu adam (Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) hakkında ne diyordun? Der ki: O’nun, Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna şehadet ederim. Sonra o kula şöyle denir: cehennemdeki yerini gör! Cenabı Hak, onun yerine sana cennetten bir yer verdi. Her iki yeri de görür.

Kâfir veya münafık ise, der ki: Bilmiyorum, herkesin dediğini diyordum. Kendisine, ne bildin, ne de bir bilene uydun, denir. Sonra iki kulağı arasına (alnının orta yerine) demir tokmakla bir darbe indirilir ve öyle bir çığlık atar ki, insan ve cinden başka, çevresinde bulunanların hepsi bu çığlığı duyar.”
379- Ebû Hureyre (R.A.) talik ederek (hadisi Resul-i Ekrem’e kaldırmayarak) şöyle dedi:

Musa Aleyhisselâm’a Melek’ül-Mevt (Azrail) Aleyhisselâm gönderildi. Yanına gelince gözünün üstüne bir yumruk vurdu. Azrail Aleyhisselâm Rabbine dönerek; beni, ölmek istemeyen bir kula gönderdin, dedi. Cenabı Hak, Azrail’in gözünü eski haline çevirdi ve şöyle buyurdu: Dön ve O’na; elini bir öküzün sırtına koymasını söyle. Elinin kapladığı yerin her bir kılı için bir sene ömür verilecektir O’na. Mûsâ dedi ki: Rabbim, sonra ne olacak? Cenabı Hak: Sonra ölüm, buyurdu. Mûsâ, o halde, şimdi! dedi. Sonra Allah’tan, kendisini mukaddes yere bir taş atımı kadar yaklaştırmasını diledi. (Nihayet dileği kabul edilerek Mukaddes yere yakın bir yerde irtihal edip gömüldü.)

Ebû Hureyre dedi ki: Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Sizinle orada bulunsaydım size onun, yol kenarında kızılkum tepesinin yanında bulunan kabrini gösterirdim.”
380- Cabir (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Uhud savaşında şehit düşenleri ikişer ikişer defnederken, “Bunların hangisi daha çok Kur’an bilgisine sahip idi?” diye sorardı. Ashabı Kiramın işaret ve bilgi vermeleri üzerine, Kur’an daha çok bileni lâhidde öne aldırır ve şöyle buyururdu: “Ben kıyamet gününde, bunların (Allah yolunda canlarını feda ettiklerinin) şahidiyim.”

Mütercim:

Zaruret halinde bir kabre ikişer veya daha çok cenazenin gömülmesi ittifakla caizdir. İster kadınlı erkekli olarak cinsleri değişik olsun, ister olmasın. Fakat herhangi bir zaruret olmaksızın bir kabre birden ziyade cenazenin gömülmesi Şafii mezhebinde haramdır. Hanefilerce doğru değildir, keraheti vardır. Harem olmayan veya karı-koca bulunmayan erkekle kadının bir mazeret olmaksızın bir kabre gömülmeleri de haramdır. Karı-kocanın veya mahrem olanların zaruret olmaksızın bir kabre gömülmelerinde kerahet vardır, (S).


381- Ukbe bin Amir (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Ben sizin öncünüz ve şahidinizim. Vallahi, şimdi (cennetteki Kevser) Havuzumu görüyorum. Ülke hazinelerinin anahtarları veya ülkelerin anahtarları bana verildi. Benden sonra ümmetim tarafından pek çok ülkeler fethedilecek. Vallahi benden sonra şirke düşeceğinizden endişe etmiyorum. Fakat dünya için birbirinize rekabet etmenizden korkmaktayım.”


382- Cabir (R.A.) den rivayet edilmiştir:

Uhûd savaşında şehit düşenlerin defnedilmesi hakkında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Onları kanları içinde gömünüz!” Uhud şehitlerini kastetmiş ve yıkanmamalarını emir buyurmuştur.

Mütercim:

Şehitlerin gasledilmemelerinde ümmetin ittifakı var ise de şehitler üzerine namaz kılıp kılmamak hususunda ihtilâf vardır. İmam Azam mezhebinde şehitlerin cenaze namazı her halde kılınır. Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheblerinde şehitler cenaze namazından müstağni olduklarından onlara cenaze namazı kılmaya lüzum yoktur.
383- İbni Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazreti Ömer ve ashabın diğer bazı ileri gelenleri ile İbni Sayyad adındaki kâhinin bulunduğu yere vardılar. Henüz bulûğa ermemiş biri olan kahin, Medine civarında Beni Mağale kabilesinin kasrı yanında çocuklarla oynuyordu; Peygamber efendimizin gelişini, ancak eliyle ona dokunduktan sonra farketti. Efendimiz:

“Allah’ın resulü olduğuma şehadet ediyor musun?” buyurdu İbni Sayyad da: Benim Peygamber olduğuma sen şehadet eder misin? dedi. Hazreti Peygamber, bunun üzerine:

“Allah’a ve bütün peygamberlerine inanıyorum” buyurdu. Sonra yine İbni Sayyad’a sordu:

“Neler görüyorsun?” İbni Sayyad, doğru da geliyor bana, yalancı da, dedi. Hazreti Peygamber: “Öyle ise senin işin karmaşık” buyurdu. Sonra Hazreti Peygamber:

“Sana içimden bir şey tuttum (ne olduğunu bilebilir misin?), buyurdu. Hazreti Peygamber kalbinde, “Semânın aşikâre bir duman (duhan) getireceği günü bekle” mealindeki ayeti kerimeyi tutmuştu. (Duhan sûresi, ayet: 10). İbni Sayyad, kalbinizde tuttuğunuz şey DUM dur, dedi. Duman diye kelimeyi tamamlayamadı. Hazreti Peygamber, “Defol, haddini asla aşamayacaksın buyurdu. Sonra Hazreti Ömer: Ey Allah’ın Resûlu, müsaade et de boynunu vurayım, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Ya Ömer! Eğer o gerçekten Deccal ise onun hakkından gelecek olan sen değilsin. Eğer Deccal değil ise, onu öldürmenin sana bir yararı yok.” buyurdu. Yani, Deccal ise, onun ölümü ancak Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın elinden olacaktır.

Bir müddet sonra, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, beraberinde Übey bin Kâb olduğu halde İbni Sayyad’ın bulunduğu hurma bahçesine girdi. İbni Sayyad’dan habersiz, onun konuşmalarını dinlemek istemişlerdi. İbni Sayyad’ı, bir kadife örtünün üzerine uzanmış olarak gördüler ve bu örtüden bir takım sesler çıkıyordu. Derken İbni Sayyad’ın annesi, bir hurma ağacının arkasında saklanan Hazreti Peygamberi gördü ve oğluna, seslenerek onu uyardı. Resûl-i Ekrem, arkadaşı Übey bin Kâ’b’e şöyle buyurdu: “Bu kadın onu bıraksaydı açıklayacaktı (durumunun anlaşılması için bir ipucu verecekti).”

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri her halde ibni Sayyad’ın halini gerçek manada biliyordu. Fakat bazı gayba dair haberler verdiği için hakkında dedikodu çoğalmış olduğundan ashabı kiramın bizzat o kâhinin haline vakıf olmaları düşüncesiyle bu yolda Hazreti Peygamberin hareket ettiği hatıra gelebilir. Bir rivayete göre de, İbni Sayyad sonradan Müslüman olmuş ve Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. Bir kısım rivayetlere göre de, İbni Sayyad halâ hayatta bulunmaktadır. Ahir zamanda meydana çıkacakmış. Güya Allah Teâlâ onu gözlerimizden uzak bir adaya bırakmışmış, orada zincirlerde bağlı imiş. Ancak bu sözlerin sahih bir dayanağı olmadığı gibi, akla da çok uzak bulunuyor. Eğer sahih bir haber olaydı, İmam Buharî Hazretleri bunu açıklardı.


384-Enes (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize ara sıra hizmet eden genç yaşta bir yahudi çocuğu vardı. Bu çocuk hastalanınca Hazreti Peygamber onun hatırını sormak için ziyaretine gitmişti. Hastayı son demlerinde buldu ve başucunda oturdu. Çocuğa hitaben: “Müslüman ol,” buyurdu. Çocuk, Yahudi babasına baktı. Babası Müslüman olmasına izin verdi ve Ebû’l-Kasım’a itaat et, oğlum, dedi. Çocuk hemen İslam’ı kabul etti, şehadet getirdi. Sonra Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Onu cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamd olsun!” Sonra; çocuğun yanından ayrıldı.
385- Ebû Hureyre (R. A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Her doğan çocuk mutlaka İslam fıtratı üzere (İslam icablarına uyabilecek bir yaratılışla) doğar. Sonra ana babası, onu Yahudi veya Hıristiyan veya Mecûsî yaparlar. Tıpkı bir hayvanın yavrusunu tam olarak doğurması gibi. Siz bir hayvanın kulağı kesik doğduğu nu gördünüz mü? (İşte insanların da hali buna benzer.) Sağlam ve tam olarak doğarlar, sonra ana babaları onların halini değiştirir. (Hayvanın, sahibi tarafından kulağının veya kuyruğunun, kesilmesi gibi.)

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hureyre Radıyallahu Anh Hazretleri şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

“O halde (ey resulüm) tertemiz bir inançla kendini dine bağla! Allah’ın, bütün insanları üzerinde yarattığı fıtrat dinine... Allah’ın yaratış nizamı değiştirilemez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.” (Rûm sûresi, ayet: 30).
386- Saîd bin Müseyyeb (R.A.) babasından, rivayet ediyor:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, amcası Ebû Talib’in ölmek üzere olduğu bir zamanda ziyaretine gitmişti. Hastanın yanında tesadüfen Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebi Ümeyye bulunuyordu. Hazreti Peygamber, Ebû Talib’e:

Ey Amcam! “LA ÎLAHE İLLALLAH” de ki, Allah katında bu kelime ile senin lehinde şehadet edeyim.” Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebî Ümeyye, hemen müdahale ederek, Ebû Talib! Sen Abdülmuttalib yolundan vaz mı geçeceksin? dediler. Hazreti Peygamber tekrar bir kaç kere tevhid kelimesini getirmesi için Ebû Talib’e telkinde bulundu. Onlar da her defasında aynı sözlerini tekrarladılar. Nihayet Ebû Talib’in en son sözü, Abdulmuttalib’in dininden dönmemek oldu. Tevhid kelimesini getirmekten çekindi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

“Ne var ki, vallahi, senin için mağfiret dilemekten menedilmedikçe bağışlanman için dua edeceğim.”

Sonra: “Müşriklerin cehennemlik oldukları kendilerine aşikâr olduktan sonra —bunlar akraba bile olsalar— artık onlar için ne peygamber, ne de müminler mağfiret dileyemezler” mealindeki ayeti kerime nazil oldu. (Tevbe s., ayet: 113)
387- Hazreti Ali’den rivayet edilmiştir:

“Sizden herbirinizin ve yaratılan her nefsin cennet veya cehennemden yeri tayin edilmiştir. Bedbaht veya mutlu olduğu da takdir edilmiştir.” Bunun üzerine ashaptan biri şöyle dedi:

— Ya Resûlallah! Mademki mutluluk ve bedbahtlık takdir edilmiştir, o halde kadere teslim olmaktan başka çaremiz yok ve çalışma neye yarar? Çünkü nasıl olsa iyiler cennete, kötüler de cehenneme gideceklerdir. Hazreti Peygamber buyurdular ki:

—" Mutluluk ehlinden olanlara mutluluk ehlinin ameli nasib ve müyesser olur. Bedbahtlık ehlinden olanlara da bedbahtlık ehlinin ameli nasib ve müyesser olur” Yani, kul için muhakkak kulluk etmek lâzımdır. Sakın ibadet ve amellerinizden geri kalmayınız. Sonra Hazreti Peygamber şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu:

“Kim (Allah için) verir ve Allah’tan korkarsa; o en güzel kelimeyi (La İlahe illallah sözünü) tasdik ederse; biz onu (Allah’ın razı olacağı) en kolay yola hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, (Allah’ına) ihtiyaç göstermez ve bir de en güzel tevhid kelimesini inkâr ederse, onu en şiddetli yola (cehenneme) hazırlarız.” (Leyl sûresi, ayet: 5-10) Yâni, kendi iradesini imana ve hayra sarfeden kimseye cennet verilir; şirk ve günaha sarfedene de cehennem verilir.
388- Sabit bin Dahhâk (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Her kim kasten ve yalan yere İslam’dan başka bir dine yemin ederse, (eğer yalan söylüyorsa yahudi olsun, şeklinde yemin ederse,) o dediği gibidir (kâfir olur). Kim de kendini bir demir parçasıyla öldürürse (intihar eder), cehennemde kendisine onunla azab edilir.”

Mütercim:

İntihar eden kimse, (Allah, korusun) katildir. Daha doğrusu katilden de beterdir. Çünkü imam Ebû Yusuf’a göre, intihar edenin cenaze namazı kılınmaz. Gerçekte, intihar eden bir Müslüman, intiharı sebebiyle İslam’dan çıkmış olmayacağında ittifak vardır. Müçtehitlerin çoğuna göre de cenaze namazı kılınır. Fakat başkası bu işe teşebbüs etmesin diye tehdit için, üzerine cenaze namazı kılmayı İmam Ebû Yusuf caiz görmemiştir. İmam Ebû Yusuf’un içtihadı benimsenmemiştir.


389- Cündeb (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Bir adamın yarası vardı ve (acısına dayanamadığından) kendisini öldürdü. Allah Azze ve Celle Hazretleri şöyle buyurdu: Kulum, canını bana tez ulaştırdığından cenneti haram kıldım.”


390- Ebû Hureyre (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir

“Kendini boğan, cehennemde de kendini boğacaktır. Kendini hançerleyen cehennemde de kendini hançerler.”


391- Enes (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bazı ashabı kiram ile beraberken önlerinden bir cenaze geçti ve ashap o cenazenin iyiliğinden bahsedip onu övdüler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber. “Vacîb oldu,” buyurdu.

Sonra bir cenaze daha gelip geçti. Ashabı kiram o cenazeyi kötülediler, aleyhinde konuştular. Hazreti Peygamber yine:

“Vacip oldu,” buyurdu. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) sordu Ya Resûlallah! Her iki cenaze için de “Vacib oldu buyurdunuz. Neyin vacip olduğunu açıklar mısınız? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:

“Bunu hayır ile yad ettiniz ve ona cennet vacip oldu. Ötekini kötülükle yad ettiniz ve ona cehennem vacîb oldu. Siz dünyada Allah Teâlâ Hazretlerinin şahidlerisiniz..”
392- Hazreti Ömer (R.A.)dan rivayet edilmiştir:

“Hangi Müslümanın iyiliğine dört kişi şahidlik ederse, Allah Teâlâ o kimseyi cennete koyar.”

— Ya Resûlallah, üç kişi de şahitlik ederse cennete girer mi? diye sorduk. Peygamber, Sallallahu Aleyhi ve

Sellem Hazretleri: “Üç kişi de...” buyurdu. Biz, ya Resûlallah iki kişi şahitlik etse yine cennetlik olur mu? dedik. Hazreti Peygamber: “Evet, iki kişi de...” buyurdu.

Mütercim:

Müslümanların ve bilhassa İstanbul halkının güzel adetlerinden olan cenaze tezkiyesi, bu hadîs-i şeriflerin delaletiyle sabit ve meşru olmuştur. Bu hadîs-i şerifleri bilmeyen ilim yolundaki gençler cenaze tezkiyesine itiraz ediyorlar ve bu tezkiye maddesi Halebi kitabında yoktur, diyorlar. Taşrada bu tezkiyeye karşı halkı kışkırttıklarına bizzat ben şahid oldum. Çok kimselerden de işittim. Cenazenin tezkiyesi meşrudur ve bu güzel adet her yere ulaştırılmalıdır.


393- Berâ (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Bir mümin kabrine yerleştirilince kendisine sual melekleri gelir ve Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet getirir. İşte Allah Teâlâ’nın; “Allah, îman edenleri sabit söz (şehadet kelimesi) ile tespit eder”, âyeti kerîmesi buna dairdir.” (İbrahim sûresi, ayet 27)


394- İbni Ömer (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir savaşında öldürülüp derin bir çukura doldurulan Ebû Cehil, Ümeyye, Utbe ve Şeybe’nin cesetlerine baktı ve onlara şöyle buyurdu:

“Rabbinizin vadettiği azabı gerçek buldunuz mu?” Hazreti Ömer, ya Resûlallah! dedi, ölülerle mi konuşuyorsunuz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Siz onlardan daha iyi işitenler değilsiniz. Fakat cevap veremezler.”
395- Hazreti Aîşe (R.A.) der ki:

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, (Bedir’de öldürülen müşrikler hakkında sadece, “Dünyada benim kendilerine söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu şimdi yakinen biliyorlar.” buyurmuştur. Ben, Resûl-i Ekrem’den, ölülerin işittiğine dair bir söz duymadım.

Mütercim:

Hazreti Aişe validemiz bu hususta, “Sen ölülere duyuramazsın!” mealindeki ayeti kerimeye dayanarak ölülerin işitmesini kabul etmiyor. Onun bu görüşü, diğer eshabı kiramın görüşlerine aykırıdır. Çoğu Hazreti Aişe’nin fikrini kabul etmiyor ve ölülerin işitmesinde hiç bir surette engel tasavvur edilemezler, diyorlar.


396- Ebû Eyyûb (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gün güneş battıktan sonra Medine-i Münevvere’nin dışına çıkmıştı. Bir ses işitti ve bu ses için şöyle buyurdu: “Yahudilere kabirlerinde azab ediliyor.”


397- Ebû Hureyre (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Allah’ım! Kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Mesih Deccalin fitnesinden sana sığınırım.”

Mütercim:

Gerek kabir azabı ve gerekse Münker ve Nekir meleklerinin sual sormaları geçen hadîs-i şeriflerle sabittir. Amma şehitler gibi, düşman karşısında nöbet bekleyen mücahidler gibi, taun ve vebadan ölenler gibi, her gece Mülk suresini okuyanlar gibi bazı kimselerin, Münker ve Nekir meleklerinin suallerinden azade oldukları nakledilmiştir.


398- İbni Ömer (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

“Sizden biriniz ölünce yerleşme yeri sabah ve akşam ona gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise, cennet ehlinin yeri ve eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehlinin yeri gösterilir. (Böylece ya sevindirilir, ya da kendisine azab edilir). Ve ona denir ki, Allah seni kıyamette kaldırıncaya kadar yerin burasıdır.”


399- Berâ (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin oğlu İbrahim, henüz memede iken vefatında Hazreti Peygamber: “Cennette bir sütanasına sahip olacaktır” buyurdu.


400- İbni Abbas (R.A.) ‘dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e küçük yaşta vefat eden müşriklerin evlâdlarından sorulunca şöyle buyurdular:

“Allah onları yaratan, ne yapacak olduklarını da bilen ancak kendisidir.”

Mütercim:

Kâfirlerin çocukları hakkında birbirinden farklı çok görüşler vardır. Şafii İmamlarından İmam Nevevî’nin tercihine göre onlar cennete gireceklerdir.
401- Semûre bin Cündeb (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in adetleri idi; her sabah namazdan sonra bize dönerek sorardı: “Sizden bu gece rüya gören var mı?” Eğer birisi rüya görmüşse, efendimize arz ederdi. Efendimiz de o kimsenin rüyasını yorumlardı. Bir gün böyle adetleri üzere sordu:

— İçinizde rüya göreniniz var mı? Biz de: Hayır, ya Resûlallah! diye cevap verdik. Sonra Hazreti Peygamber buyurdu:

— Lâkin ben gördüm: Bu gece rüyamda bana iki kişi geldi. Elimden tutup beni mukaddes bölgeye (Kudüs) çıkardılar. Derken oturan bir adamla karşılaştım. Elinde demir çengel olan bir adam da ayakta dikilmekte idi. O çengeli çenesinin bir yanından sokuyor ve çengel ensesine dayanıyordu. Sonra çengeli çenesinin, diğer yanına aynı şekilde sokuyor ve bu arada öbür yanı kapanıyordu. Sonra dönüp aynı şeyi yapıyordu. Bu nedir? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken sırt üstü uzanmış bir adama geldik. Bir silindir veya kaya parçası ile onun başı ucunda dikilmiş bir adam vardı. Bununla onun başını eziyordu. Kayayı onun başına vurunca kaya yuvarlandı. Kayayı tutmak için peşine düştü ve geri dönünceye kadar bu adamın başı iyileşip eski vaziyetini aldı. Kayayı tekrar onun başına çaldı. Kim bu? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Tandıra benzer bir çukura geldik. Ağzı dar, dibi geniş ve altından alev kaynıyordu. Alev yaklaşınca tırmandılar ve çıkmalarına ramak kaldı. Sönünce de çukura döndüler. Çukurda çıplak erkek ve kadınlar vardı: Kim bunlar? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken bir kan nehrine geldik. Nehrin içinde orta yerinde dikilen bir adam vardı. Önünde taşlar bulunan (başka) bir adam da (nehrin kenarında) duruyordu. Nehrin içindeki adam ileri atılıp çıkmak isteyince, kıyıdaki adam, ağzına bir taş atıp onu olduğu yere çevirdi. Her çıkmağa yeltendiğinde ağzına bir taş atıyor ve o da eski yerine dönüyordu. Nedir bu? diye sordum. Yürü, dediler ve yürüdük. Derken yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçede kocaman bir ağaç vardı. Ağacın altında yaşlı bir adamla küçük çocuklar vardı. Ağacın yakınında da önündeki ateşi yakmağa çalışan bir adam bulunuyordu. Beni o kocaman ağaca çıkarıp bir eve soktular ki, ondan daha güzelini hiç görmedim. Bu evde yaşlı ve genç erkekler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni ağacın daha yukarısına çıkarıp daha güzel ve daha üstün olan bir eve soktular. Bu evde ihtiyarlar ve delikanlılar vardı. Dedim ki:

— Beni bütün gece dolaştırdınız. Artık gördüklerimden bana bahsediniz. Onlar da, peki dediler.

— Çene yanlarının yırtıldığını gördüğün adam müthiş yalancıdır. Yalan söyler ve bu yalan kendisinden nakledilip dört bir tarafa yayılır. Bu yüzden kıyamete kadar ona, gördüğün işkence yapılıyor.

Başının ezildiğini gördüğünüz adama gelince, Allah Teâlâ Hazretleri ona Kur’an öğretti. Fakat o, geceleri Kur’an’a gözünü yumdu ve gündüzleri de Kur’an’ın emirleri gereğince hareket etmedi. Kendisine kıyamete kadar o işkence yapılacak.

Çukurda gördüklerine gelince onlar zina edenlerdir. Nehirde gördüğün kişi de faiz yiyen (lerden) dir.

Kocaman ağacın altındaki ihtiyar, Hazreti İbrahim Aleyhisselâm ‘dır. Onun etrafındaki küçük çocuklar ise insanların (küçük yaşta ölen) çocuklarıdır. Ateş yakan da cehennem bekçisi Malik’dir. İlk girdiğin ev sıradan müminlerin cennetteki evleridir. Bu ev de şehitlerin evidir. Ben Cibril’im, bu da Mikâil’dir. Şimdi yukarı bak! Ben de başımı kaldırıp baktığım zaman üstümde bulut gibi (havada duran) bir yer gördüm. İşte senin meskenin orası, dediler. Bunun üzerine:

— Bırakın da kendi meskenime gireyim, dedim. Dediler ki:

— Senin geri kalan ömrün var. Onu daha tamamlamadın. Tamamlamış olsaydın meskenine varabilirdin.”
402- Hazreti Aişe (R.A.)’den rivayet edilmiştir:

Bir kimse Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine: Ey Allah’ın Resulü! Annem ansızın vefat etti. Zannederim ki, konuşmaya vakti olsaydı, belki sadaka verilmesini isterdi. Şimdi ben, onun yerine sadaka versem kendisi sevap alır mı? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Evet!” buyurdular.

Mütercim:

Ansızın ölmek kötü bir şey değildir. İyi bir hal olduğunu bu hadîs-i şeriften İmam Nevevi gibi bazı âlimler çıkarmışlardır. Ayrıca ölüler için sadaka ve diğer hayır işleri yapmanın ölüye sevabı olacağı ehlisünnet mezhebinde ittifakla kabul edilmiştir.


403- Hazreti Aişe (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, son hastalığında benim yanımda bulunmak arzusunu hissettirmek için diğer hanımlarına özür makamında şöyle buyurdu. “Bugün neredeyim, (kimin yanındayım?) yarın nerede olacağım?” Benim yanımda kaldılar ve benim kucağımda vefat ederek pak ve mübarek vücudu odamda defnedildi.


404- Hazreti Aişe (R.A.) ‘den rivayet edilmiştir:

“Ölülere dil uzatmayınız! Çünkü onlar ettiklerini bulmuşlardır.”

Mütercim:

Kâfirlerle birtakım fasıkların kötü hallerini söylemek, bütün Müslümanları bu gibi işlerden kaçındırmak ve nefret uyandırmak için caizdir. Hadîs uydurarak rivayette bulunanların kötü hallerini açıklamak, onların aleyhinde konuşmak cevazında ümmetin icmaı vardır. Bu uydurmacı ister hayatta bulunsun, ister ölmüş olsun... Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.26

26 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:178-210


Yüklə 0,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə