AtatüRKÇÜ DÜŞÜnce sisteminde devletçİLİK İlkesi



Yüklə 267,94 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix19.10.2018
ölçüsü267,94 Kb.
#74676


 

1

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNE GÖRE 



DEVLETÇİLİK İLKESİ   

 

 

  

                                                          Sait DİNÇ



 



 

Devlet, toplum biçiminde yaşayan insanların, aralarındaki 

düzeni kurma ve sürdürme için oluşturdukları bir güçtür. Bu güç 

kurumlaşmış, uzun bir tarihsel gelişim sonunda modern devlet ortaya 

çıkmıştır. Şu halde devletin varlık sebebi, insanlar arasındaki düzeni 

sağlamaktır. Bir devletin dayandığı anlayışa, onu yönetenlerin 

niteliklerine göre, düzeni sağlama bakımından, diğer devletlerden 

farklı yöntemler uygulayabilir.  Devletin ana görevi düzeni kurup 

sürdürmek olduğu için bunu sağlamak için başvurduğu yöntemler 

devletçi” yöntemlerdir. Düzen ancak, devletin doğrudan doğruya 

müdahalesi ile sağlanır. O müdahalede ancak devletçe 

gerçekleştirilmektedir. Bu bakımdan devletçilik her devlette var olan 

bir anlayıştır.

1

 

 

Bir devletin toplumsal düzeni sağlamak için başvurduğu 



müdahaleler “devletçilik” ten başka bir şey değildir. Bu müdahalenin 

ayarlanması, ölçüsü, zamana, koşullara, ihtiyaçlara ve toplumların 

yapılarına göre değişir. Devletçilik kavramı, özellikle XIX. 

yüzyıldan itibaren sistemli bir şekilde düşünülmüş, ona belli 

anlamlar kazandırılmaya çalışılmıştır. Genel olarak düşünürler 

devletçiliği ve devletin görevlerini belirlerken ekonomik açıdan 

incelemişlerdir. Onlara göre devletin kendiliğinden doğmuş görevleri 

vardır: ülkeyi iç ve dış tehlikelere karşı savunmak, adaleti sağlamak, 

asayişi sürdürmek gibi aslî görevler. Onlara göre bu görevleri yerine 

getirmek  “ devletçilik” anlamına gelmez.



2

  Eğer bu alanların dışına 

devlet girer veya etkinliğini arttırırsa  “devletçilik” o zaman başlar. 

Bu yeni alan ekonomik hayattır. Devletin ekonomik hayata müdahale 

edip, etmemesi, ederse ölçüleri bugünkü “devletçilik”  kavramı ve 

uygulamalarını tanımlamıştır.  

 

 

                                                 





 Sait DİNÇ, Çukurova Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 

Bölümü 


1

 Ahmet Mumcu, Atatürk  İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Eskişehir  1997,                 

s. 146  

2

   A.g.e., s. 147 




 

2

 



a- Devletin Nitelikleri ve Egemenlik Kaynağına 

Göre Çeşitleri  

Devletçilik denildiği zaman aklımıza ilk gelen Atatürk’ün 

ekonomik görüş ve uygulamalarıdır. Ancak devletçilik, yalnızca 

ekonomik alanda devletin ağırlığını koyması, bu konu ile ilgili 

kuralları ve sınırları düzenlemesi demek olmayıp bunların yanı  sıra 

siyasi, askeri, kültürel, toplumsal  ve diğer konularda da devletin 

devreye girmesi, belli bir dengeyi kurmasıdır.

3

 Ancak bütün bunların 

gerçekleşebilmesi insana ve devletin varlığına dayanmaktadır. 

Devletin varlığı, ülke adı verilen sınırları belli bir toprak parçasına, 

bu toprak üzerinde yaşayan insan topluluğuna, bu topluluğun 

oluşturduğu siyasi teşkilata ve o siyasi teşkilatın içinden çıkan üstün 

buyurma gücüne bağlıdır. Devletteki; sınırları dışındaki başka hiçbir 

güçten emir almayan ve devlet sınırları içindeki bütün diğer güçlere 

emir verebilen bu üstün buyurma kuvvetine, “egemenlik” 

denilmektedir. Devlet diğer siyasi teşkilatlanma tiplerinden 

 

öncelikle bu özelliğiyle ayırt edilir.   



Egemenliğin kaynağına göre devletler; cumhuriyet, monarşi, 

teokratik ve oligarşik devlet biçimleri olarak adlandırılır. 

Cumhuriyetlerde egemenlik halkındır. Seçme ve seçilme hakkına 

sahip olan halk, bu egemenliğini, özgür seçimlerle belirli süreler için 

seçtiği temsilcileri aracılığı ile kullanır. Eğer egemenlik, ülke 

halkının belirli bir sınıfına ait ise, yani seçme ve seçilme hakkı 

yalnızca bu sınıfın elindeyse, buna aristokratik cumhuriyet ya da 

seçkinler cumhuriyeti denir.   

Monarşilerde, cumhuriyetin tersine egemenlik kral, prens, 

sultan, padişah gibi sanlarla  anılan bir tek kişinin elinde toplanır. 

Yasama, yürütme, yargı, yetkileri bu kişiye bağlıdır. Monarşilerde 

hükümdarın siyasal yetkilerine herhangi bir sınır getirilmemişse, 

buna mutlak monarşi denir. Eğer hükümdarın yetkilerine bir anayasa 

ile belirli sınırlar getirilmişse ve seçimle oluşan bir parlamento ile 

birlikte ülkeyi idare ediyorsa, bu devlet biçimi meşruti monarşidir.

4

  



Teokratik devlette, egemenliğin kaynağı Tanrı ve dinsel 

ilkelerdir. Tanrı adına bir grup din adamı iktidardadır. Oligarşik 

devletlerde ise, egemenlik, nüfusun çok küçük bir bölümü, bir sınıfın 

                                                 

3

 YÖK(Komisyon),  Atatürk  İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II,  Ankara  1986,           



s. 68 

4

 Sait DİNÇ, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Nobel Kitabevi Yayınları, 



Adana 2004, s. 288 


 

3

elindedir. Modern devlet dediğimiz demokratik devletlerde ise; 



“milli devlet, yani egemenliğin millette toplandığı, halkın halk için 

yönetildiği bir düzen anlayışı” vardır.   

b-  Devlet - Hükümet İlişkileri  

Devlet; hukuksal bir varlık, bir tüzel kişilik onu oluşturan ve 

yöneten bireylerin  kişiliklerinden ayrı ve farklıdır. Bu farklılık, 

devletin hak ve yetkilere sahip olmasını, yani gerçek kişiler gibi 

hukuksal işlemler yapabilmesini sağlamaktadır. Devlet bu işlemleri 

yasama, yürütme, yargı gücü dediğimiz asli organları eliyle yerine 

getirir. Devlet, insan ilişkilerini düzenlemek için hukuk kuralları 

dediğimiz kanunlar çıkarır. Devletin egemenlik kaynağına göre farklı 

kişi ya da kurumların elinde bulunan bu güce “yasama gücü” denir. 

Devletin koyduğu kanunları uygulayan gücüne de “yürütme gücü” 

yani hükümet denir. Hükümet etmek ya da hükümette olmak; devlet 

işlerini yapmak veya yaptırmakla görevlendirilmek  ve bu suretle 

siyasi iktidarı kullanır hale gelmektir. Bazı devletler asli organlarını 

bir elde toplayıp işlerini görürken, bazıları da bu işleri dağıtarak 

yönetimi gerçekleştirmektedir. Bu uygulamadan farklı hükümet 

şekilleri ortaya çıkmıştır.   

Egemenlik kaynağına, oluşumuna, çalışma biçimine, 

yetkilerine göre hükümetlere; demokratik hükümet, dikta hükümeti, 

otokratik hükümet, meclis hükümeti, monarşik hükümet, temsili 

hükümet, yarı temsili hükümet, yarı doğrudan hükümet, doğrudan 

hükümet gibi adlar verilmektedir. Bu hükümetler içinde çağa en 

uygunu ve en uygulanabilir olanı,   cumhuriyet  yönetimiyle 

bütünleşen “demokratik hükümet”tir. Demokratik hükümet

yönetenlerin halkın denetimine bağlı oldukları siyasal rejim arayışına 

dayanır.  

Devletin tüzel kişiliğe sahip olmasının en önemli sonucu, 

devletin sürekliliğidir. Oysa devletin aracı durumundaki hükümetler 

geçicidir. Siyasal iktidarların, hükümetlerin, hatta insan unsurunun 

değişmesi durumunda bile devlet devam eder. Seçimler sonucunda 

parlamentodaki siyasal aritmetik ve buna bağlı olarak gelen hükümet 

değişikliği, devletin temel niteliklerini değiştirmez. Modern devlette 

hükümetler, kendi programlarını uygulasalar bile, anayasa ile 

belirlenmiş devletin temel nitelikleri dışına çıkamazlar. Çıkacak 

olurlarsa, yasama ve yargı organının yaptırım gücüyle karşılaşırlar. 

Oysa gerektiğinde müdahale ve kuvvete başvurması toplumca meşru 

görülen tek kurum, tek sosyal egemenliğin temsilcisi olan devlettir.  




 

4

Devletin kurduğu düzeni korumak ve sürdürmek amacıyla 



yaptığı ekonomik, siyasi ve toplumsal müdahaleler, “devletçilik” 

dediğimiz uygulamayı getirmiştir. Devletçilik, devlet yetkilerinin 

artması, genişlemesi, kamu hizmet ve faaliyetlerinin yayılması 

demektir.  Her devlet modelinde az veya çok devlet müdahalesi 

vardır. 

Devletçiliğin ölçüsü; yani, devlet hizmet ve 

sınırlandırmalarının ölçüsü, o toplumun içinde bulunduğu, 

ekonomik, kültürel, toplumsal koşullara ve o ülkede uygulanan 

siyasal rejime göre değişiklik gösterir.  

Devletçilik(Etatizm) köken olarak batı çıkışlıdır. Liberalliğe 

bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Liberal devlette, devletin görev ve 

yetkileri çok sınırlıdır. Kişisel girişimciliği temel alan Fransız 

düşünürleri, devletin görevlerini olumsuz yönden ele alarak, en az 

karışan devleti, en ideal devlet olarak nitelendirmişlerdir. Onlara 

göre devlet, kötü sanatkâr ve kötü tüccardır. Devletin; görevini, 

kişiye karışmayarak yerine getirdiği kanısındadırlar.  İngiliz 

liberalleri ise, devletin rolüne olumlu yönden bakarak, devlete iç ve 

dış güvenlik, adaletin sağlanması ve vergi toplama gibi görevler de 

yüklemektedirler.  

Müdahaleci doktrinler de bireylerin doğal hakları yerine, 

devletin toplumda fonksiyonları olduğu görüşüne dayanarak, 

devletin müdahale sahasını geniş tutmaktadırlar. Müdahaleciler 

devletin, liberaller tarafından özel teşebbüslere bırakılan sahalara da 

el uzatmasını doğal bulmaktadırlar. Müdahaleci doktrinler, 

sosyalizm (devlet sosyalizmi) komünizm, faşizm ve solidarizmdir. 

Bu doktrinlere göre kişisel çıkarlar, toplumun ortak ve üstün 

çıkarlarına bağlıdır. Bireylerin, devlete karşı hakkı yoktur. Devletin 

rolünün sınırı da yoktur. Artık her devlette ülke sınırlarının 

savunulması, adaletin ve güvenliğin sağlanıp sürdürülmesi, devletin 

temel görevleri arasındadır. Bu görevler, devletin varlığının temel 

nedenleri de olduğu için, bunların yerine getirilmesi tam bir 

devletçilik anlayışı sayılmaz. Devlet bu görevlerinin dışına çıkıp, 

özellikle siyasal, ekonomik, kültürel ve diğer toplumsal konu ve 

kurumlarda ilgi alanını genişletecek olursa, devletçilik uygulaması 

başlamış olur.   

Batıda  Sanayi Devrimi’yle birlikte hızlanan toplumsal 

değişme ve gelişmeler, kamu hizmetlerinin genişlemesi ve yayılması, 

devlet müdahalesinin sınırlarının genişletilmesini zorunlu kılmıştır. 

Çağımızın devletleri XIX. yy.a oranla daha müdahaleci 

görünmektedir.   




 

5

Toplum için, toplum yararına gerekli ve faydalı hizmetler 



görmekle görevli çağımızın devleti,  klasik kamu hizmet ve 

faaliyetleri ötesinde toplum yararına çok daha geniş ve yaygın 

hizmet görmekle yükümlü olmuştur. Bu anlayış, devleti ekonomik 

kültürel ve sosyal alanlarda da ortak görmekle yükümlü olmuş ve 

ortak ihtiyaçları kendi eliyle karşılamaya itmiştir. Devletçiliğin bu 

geniş anlamının yanında, bir de “devletin ekonomik alanda, 



doğrudan doğruya müdahalesini öngören bir sistem” olduğunu 

savunan dar anlamı da vardır. Gelişmiş ülkelerdeki ekonomik 

alandaki devlet müdahalesi; “ücretler ve çalışma  şartları”, “işsizlik 

ve giderilmesi”, “dış ticaret ve ödemeler dengesi” 

 ve bazı 

durumlarda da “gelişme hızı” gibi alanları kapsamaktadır. Az 

gelişmiş ülkelerde ise, müdahaleler daha geniş ve yaygın bir nitelik 

taşımakta, gelişmiş ülkelerdeki müdahale alanlarının yanı sıra, doğal 

kaynaklarının   ve  yatırımlarının dağılım alanlarını, üretim 

faaliyetlerini, fiyat mekanizmasını içermektedir.  

    


Bugün  artık ekonomik konular toplum işlerinde ön plana 

geçtiğinden, ekonomik sorunlar devletin doğal sorunları olmuş, 

devlet teşkilatı buna göre organize edilmiştir. Bu nedenle de 

devletçilik, daha 

 çok ekonomik içerikli yanıyla algılanmaya 

başlanmıştır.   



c - Atatürkçü Düşünce Sisteminde Devletçilik  

1) Atatürk’e göre Devletin Ekonomik Yaşamdaki 

Rolü  

Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan süratle 

gelişmişliğinin ve çağdaşlığının sağlanması sorunu, Atatürk’ü, Milli 

Mücadele’nin başından itibaren Türkiye’ye özgü bir devletçiliğe 

yöneltmiştir. Daha 1 Mart 1922’de devletçiliği dile getiren Atatürk, 

“Ekonomi politikamızın önemli amaçlarından biri de; toplumun 

genel çıkarlarını doğrudan doğruya ilgilendirecek kuruluşlar ile 

ekonomik alandaki teşebbüsleri mali ve teknik gücümüzün ölçülerine 

uygun olarak devletleştirmektir.”

5

  İfadesiyle devletin ekonomik 

yaşamadaki rolünün ne olması gerektiğini ortaya koymuştur.



6

  

                                                 

5

   Utkan Kocatürk,  Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1999, s. 305 



6

  Bkz. Atatürkçülükte devletçilik ve uygulamaları için;   A. Afet İnan, 



Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı, Ankara 

1978; Hamza Eroğlu, Atatürk ve Devletçilik, Ankara 1981 




 

6

Ancak uygulama 1930’lu yılların başına kadar, İzmir’de 



1923’te Türkiye İktisat Kongresi’nin belirlediği ekonomik esaslar 

çerçevesinde oldu. Buna göre; devlet doğrudan üretici olarak 

ekonomik hayata karışmayacak, bireysel girişimin öncülüğünde 

Türkiye’nin kalkınmasını isteyecekti. Yabancıların elindeki ve 

toplumun genelinin faydasını gerektiren kurum ve kuruluşları da 

millileştirecekti. Yani, bu konuda da devlet 1930’lu yıllara kadar 

devletçilik yerine, millileştirme politikası uygulayarak, kendisi 

üretici olmadı. Bu konuları, Türk vatandaşlarının kurdukları 

şirketlere bıraktı. Bu dönem, devletçiliğe hazırlık yılları oldu. Ancak 

bazı iç ve dış gelişmeler, var olan uygulama ile Türkiye’nin istenilen 

düzeyde ilerlemesini sağlamadığını gösterdiğinden, devletin 

ekonomik hayata doğrudan girmesini gerektirdi.   



2) Devletçiliğe Geçiş Nedenleri  

Daha önce Ekonomik alanda yapılan inkılâplar konusunda 

gördüğümüz gibi Türkiye özellikle ekonomik alanda 1930’dan sonra 

devletçi modele geçmiş, Cumhuriyetin ilk yılındaki karma ekonomi 

modelinin ağırlığını devletçiliğe kaydırılması gereği ortaya çıkmıştı. 

İlgili konuda da belirtildiği gibi iç ve dış etkenler Cumhuriyet 

hükümetlerini buna itmiştir. Aşağıda bu nedenler devletçilik 

ilkesinin daha iyi anlaşılması için genel olarak tekrar edilecektir. 



2a - Dış Nedenler  

 



1929’da sanayileşmiş ülkelerde patlak veren 

“Dünya Ekonomik Buhranı” liberalizme güvenilirliği 

azaltmıştı. Buhran nedeniyle sanayileşmiş ülkeler, ellerindeki 

sanayi mallarını satamaz hale gelmişlerdi. Az gelişmiş ülkeler 

ise, buhrandan tarım ürünlerinin fiyatlarının süratli biçimde 

düşmesi  şeklinde etkilendi. Türkiye o yıllarda tarım ürünleri 

ihracatçısı bir ülke olduğundan, ihracatı olumsuz etkilendi. 

Dünya ekonomik buhranı, Avrupalı ülkeleri, otarşi politikasına 

(kendi kendine yeterlilik ya da diğer ülke o ülkeden ne kadar 

mal alıyorsa, onun da diğerinden aynı değerde mal almasına 

dayanan ekonomik uygulama) yöneltti.  

 



Lozan Antlaşması’nın 5 yıl süreyle, 1916 Osmanlı 

Gümrük tarifelerini bazı ülkelere uygulama zorunluluğu 

getirmesi, Türkiye’yi, yabancı malların istila etmesine yol 

açmıştı. Bu durum, emperyalizme karşı kendini daha iyi 

savunabilmenin tek yolunun, bir an önce devlet eliyle 



 

7

sanayileşmek olduğu düşüncesinin haklılığını ortaya 



koymuştur.  

           2b -  İç Nedenler:  

 



 

1927’de çıkarılan  “Teşvik-i Sanayi Kanunu” özel 

girişimcilere büyük kolaylıklar sağlamasına rağmen, özel 

yatırımlarda büyük bir artış olmadı. Üstelik özel sektör, halkın 

ihtiyacı olan alanlara değil de, kendilerine daha çok kar 

getirecek alanlara yöneldi.  

 

Devletin, Türk tarihindeki geleneksel önemi ve 



ağırlığı halkı birçok şeyi “Devlet’ten” bekleyen bir psikoloji 

içine itmişti.  

 

Halk yığınlarının ilk on yılın gelişmesinden 



hoşnut olmaması ve bu nedenle de “Serbest Fırka’ya” 

yönelmesi de daha farklı bir ekonomik politika uygulamayı 

zorunlu hale getirecekti.  

 



1930 yılının Kasım’ı ile 1931 Mart’ı arasında 

Atatürk, çıktığı büyük yurt gezisinde uygulanan ekonomik 

sistemin, coğrafi dengesizlikleri ve sosyal adaletsizlikleri 

gideremediğini görmüştü. Bunları sağlamak için, devletin 

ekonomik açıdan geri kalmış bölgelerdeki etkinliğinin bir an 

önce her yönden artırılmasını istedi.  

 

Henüz yeterince kadroların ve kişilerin 



yetiştirilememiş olması; yani, “teknik bilgi yetersizliği”, sanayi 

ve ticaretin azınlıkların elinde olması, devletin devreye 

girmesini gerektirmekteydi.  

 



Ülkede yeterli sermaye birikiminin olmayışı 

büyük çaplı girişimleri önlemekteydi. Geri kalmışlıktan 

kurtulmak için devlet, yatırımlarda önderlik rolünü 

yüklenmeliydi. Devletçilik, aynı zamanda halkçılık ilkesinin 

bir gereği olarak görülmüştür. Bu iki ilkenin uygulanması ile 

sosyal devlet anlayışının gerçekleştirilebileceğine inanılmıştır.    

 

3) – Atatürkçü Düşüncede Devletçilik Anlayışı  

Atatürk, Türkiye’nin ulusal bağımsızlığını elde etmeyi, en 

büyük hedef olarak seçmişti. Ekonomik bağımsızlık olmadan bunu 

gerçekleşmeyeceğinin bilincinde olduğundan “Devlet siyasi ve 

düşünsel konularda olduğu gibi ekonomik işlerde de düzenleyici 

olmalıdır.” diyordu. Eğer bu yapılamazsa, ulusal ekonominin 




 

8

savunmasız kalması söz konusu olabilirdi. Az gelişmiş bir ülkenin 



liberal politika uygulaması, ülke ekonomisini olumsuz yönde 

etkileyebilirdi. Çünkü özel çıkarlar, sonuçta rekabete dayanır. Oysa 

yalnızca rekabet anlayışıyla, ekonomik düzen kurulamaz. Öte yandan 

kişiler,  şirketler,  devlet örgütüne oranla daha zayıftırlar. Serbest 

rekabetin Atatürk’e göre toplumsal sakıncaları da vardır: “Zayıflarla 

güçlüleri bir yarışmada karşı karşıya bırakmak gibi bir şeydir.”   

Sanayileşme aşaması öncesinde Türkiye’de, sınıflar arasında 

aşırı bir uçurum doğmamıştı. Sanayileşme önüne devlet 

düzenlemeleri konulmaksızın, kapitalist düzene geçilseydi sınıf 

çatışmaları başlayabilirdi. Oysa “Devlet girişimleri sınıfsal 



çıkarlardan çok, ulusal çıkarları gözeteceğinden, bu uygulama 

toplumsal dayanışmayı güçlendirecekti.” Atatürkçü devletçilik, 

güçlü ve çağdaş bir devlet meydana getirme temel amacının bir aracı 

olduğu kadar, halkçılık ilkesinin de zorunlu bir tamamlayıcısıdır. 

Halkçılık ilkesinin gereği olarak sınıf mücadelesinin önlenmesi, 

sosyal barışın sürdürülmesi, sosyal adalet ve sosyal güvenliğin 

gerçekleştirilmesi, devletin sosyal ve ekonomik yaşamdaki rolünü 

azaltan bir anlayışla mümkün değildir. Bu hedeflerin gerçekleşmesi, 

devletin ekonomi alanında en azından düzenleyici ve denetleyici bir 

rol oynamasını gerektirir. Ancak öngörülen model, hiçbir şekilde 

kolektivist ekonomi anlayışı şeklinde olmayacaktır. 



7

 

          Türkiye’nin  uygulayacağı devletçilik, kendine özgüdür ve 

kendi ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Bu sistem komünist ekonomi 

olmadığı gibi, liberalizmden de başka bir sistemdi. Bunu Atatürk 

şöyle vurgulamaktaydı:  “Devletçiliğin manası bizce şudur: 

Bireylerin özel girişimlerini ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat 

büyük bir milletin büyük ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin 

yapılamadığını göz önünde tutarak, ülke ekonomisini devletin eline 

almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan 

beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an 

önce yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda başardı. 

Bizim izlediğimiz yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir 

sistemdir.

8

 

         Görüldüğü gibi, Atatürk’e göre devletçiliğimiz, sosyalizm, 

liberalizm ve Batıdaki sistemlerden ayrı; bizim yapımıza özgün bir 

sistemdir. Onun devletçilik anlayışında birey temel alınır. Bütün 

tanımlama ve uygulamaları bunu göstermektedir. 7 Eylül 1931’de 

yaptığı bir devletçilik tanımlamasında da Atatürk; “Bizim izlediğimiz 

                                                 

7

   Dinç, a.g.e., s.292 



8

   Kocatürk, a.g.e., s. 306 




 

9

devletçilik, bireysel emek ve faaliyeti esas tutmakla beraber, 



mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu gönence ve ülkeyi 

bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek çıkarlarının 

gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti fiilen 

ilgilendirmek önemli esaslarımızdandır.” diyordu. 

 Bu 


anlayış, özel sektörün  yeterli teknik ve sermaye birikimi 

olmadığı için yapamadığı, ya da kârlı görmediği işleri devlete 

bırakmaktaydı. Aynı zamanda da toplumun genelinin çıkarının söz 

konusu olduğu alanları, özel girişime bırakmayan bir anlayıştı. 

Atatürk’e göre; Bu anlamda devletçilik, özellikle, toplumsal

ahlaki ve milli’dir.  Milli servetin dağıtımında daha çok adalet ve 

emek sarf edenlerin daha yüksek refahı, milli birliğin korunması 

için  şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak milli birliğin 

temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir.”

 9

 Bu son nokta, dikkatle 

incelenecek olursa, devletçiliğin sosyal adaletçi bir niteliği olduğu 

kolaylıkla anlaşılabilir.

10

 

d  - Devletçiliğin Nitelikleri  



Devletçilik, CHP programına 1931’de konulmuş,  5  Şubat 

1937’de de diğer ilkelerle birlikte Anayasa’da yer almıştır. 

Devletçiliğin temel niteliklerini kısaca  şu başlıklar altında 

toplayabiliriz:  

1-  Müdahalecidir: Atatürkçü Düşünce, az gelişmiş bir ülke 

için devlet müdahalesini  zorunlu olarak görmektedir. Bu müdahale, 

genel toplum çıkarını korumak için de gereklidir. Müdahalecilik 

prensip itibariyle klasik devlet hizmetlerinde yer almaz. 

Müdahalecilik klasik devlet hizmetleri dışında, özellikle ekonomik 

alanda, politikalarını uygulamaya çalışan siyasi iktidarların fiillerini 

içerir.

11

  Eğer devlet müdahalesi,  toplumun bütününe veya toplumun 

belirli gruplarına maddi refahını temine yönelikse sosyal 

müdahalecilik adını alır. Sosyal müdahalecilik sosyal adalet ilkesine 

dayanır, toplumda sosyal güvenlik sağlamaya da yöneliktir. Aşırı 

liberalizmin etkilerinden ve sonuçlarından ekonomik ve sosyal 

durumu zayıf olan grupları da koruyarak sosyal dengelerin 

korunmasını da sağlamaya yöneliktir.  

                                                 

9

   A.g.e., s. 307 



10

  Dinç, a.g.e., s. 293 

11

 Hamza Eroğlu,  “ Atatürk ve Devletçilik”,  Atatürkçülük,  G.K.B.Y. 



Ankara 1983, s. 303 

 



 

10

2-  Planlıdır: Plan mevcut kaynakların en rasyonel şekilde 

kullanılmasını sağlayan yöntemdir. Süratli kalkınmayı sağlamak için 

plan en uygun yoldur. Kalkınmada belli bir planın uygulanmasını 

öngörür. Yatırım ve üretimin gelişi güzel değil, genel çıkar 

doğrultusunda olması esastır. Devlet ile özel sektörün hedeflerini 

aynı girişimci olarak bir arada gördüğünden ve devletin 

ekonomisinin bütününü etkileyecek kararların alındığı bir düzeni de 

ifade ettiğinden, zorunlu olarak plânı gerekli kılar. Devletçilik, ferdin 

ticaret ve sanayi işletmeleri kurma hakkını  sınırladığından, özel 

sektörle devlet sektörünü eşit  şartlarda bulundurma gereği, 

devletçiliği plâna götürmektedir. Plân önce resmi sektörle özel sektör 

arasındaki dengenin sağlanması için gereklidir.  Devlet yatırımı ve 

işletmeciliği devlete yük teşkil ettiğinden, devletin ekonomik hayata 

aktif olarak katılması ve milli sermayenin israf edilmeden ulusal 

çıkarlara uygun olarak kullanılması da plânlı olmayı gerekli kılar. 

1933 de birinci beş  yıllık sanayi kalkınma planının hazırlaması 

devletçiliğin planlı olduğunu kanıtlamaktadır. 



12

 

3-  Gerçekçidir: Eldeki olanakların değerlendirilmesini, 

hayaller peşinde koşulmamasını öngörür. Devletin ve ülkenin 

ekonomik hedefleri kaynaklara ve imkânlara göre gerçekçi bir 

şekilde planlanır. 



4-    Ekliktir(Seçmeci): Kalkınmada, kamu ve özel kesimin 

birlikte yer almasını öngörür. Devletçilik özel teşebbüs ve devlet 

işletmeciliğini bir arada dengeli bir şekilde bulundurmayı gerekli 

kılar. 


5-    Eşitlikçidir: Sınıf ayrımcılığının karşısındadır. Sosyal 

adaletin sağlanarak, sınıf çatışmalarının önüne geçilmesini öngörür. 

Özellikle Batıda görülen aşırı liberalizmin getirdiği sermaye ve 

üretim kaynaklarını tekelleşerek ekonomik kaynakları belli 

noktalarda toplanmasının zararlı örnekleri karşısında, sosyal devlet 

anlayışını uygulayarak toplumsal çatışmalara karşı gerekli önlemleri 

alan uygulamalarda yapar. 

6-  Bağımsızlıkçıdır:  “Ulusal bağımsızlık, ekonomik 

bağımsızlık ile sağlanır.” görüşü egemendir. Yabancı sermayeyi 

kendi bağımsızlık anlayışı çerçevesinde kabul eder. Milli ekonomi 

politikasının bir gereği olarak kendi kaynaklarının ve öz sermayenin 

                                                 

12

 Hamza Eroğlu, “Atatürk ve Devletçilik”, Atatürkçülük, G.K.B.Y. Ankara 



1983, s. 304 


 

11

kullanılmasına öncelik verir. Yabancı sermayeyi ulusal ekonomik 



programı ve gelişmesini ipotek altına almayacak şekilde alır. 

7-  Açık rejimdir: Özgürlükçü ve demokratik ilkelerin yer 

aldığı siyasal içerik, bunu kanıtlar. Bu yönüyle, sosyalizm ve 

kapitalizmden ayrılır. Totaliter bir anlayışla ve toplumsal yapı göz 

önüne almadan zoraki uygulamalardan kaçınır. 



8-  Hümanisttir: Ekonomide insan öğesini ön planda tutar. 

Tüketicinin korunmasını benimser.  Çünkü Atatürkçü devletçiliğin 

hedefi Türk halkının birey ve toplum olarak refah ve mutluluğunun 

sağlanmasıdır. İnsan unsuru göz önüne alındığında tüketici ve üretici 

dengesinin korunması için kanunlar hazırlar ve uygular. 

9-    Sömürücü değildir: Gerek iç ve gerekse dış sömürüye 

karşı olan Atatürkçü devletçilik anlayışı, emeğin önemine inanır.



13

   

e- Devletçiliğin Diğer Ekonomik Sistemlerden Farkı  

Daha önceki konularımızda değinildiği gibi devletçilik 

ilkesinin uygulandığı 1930’lu yılların  şartları gereğince, 

zorunluluklar ve ülkenin hedeflerine uygun olarak uygulamaya 

konulan devletçilik, birçok çevre tarafından değişik ideolojilerin 

alıntısı ve taklidi olarak eleştirilmiş ve devletçiliğin özellikle 

dönemin totaliter ideolojilerinin benzeri olduğu savunulmuştur. 

Dünya da gelişen siyasal, ekonomik ve toplumsal olayların 

birbirlerini etkilediği gerçektir. Ancak Atatürkçü ideolojinin içerik 

ve uygulama olarak kendine özgü bir yapısı vardır. Başka milletlerin 

siyasal ve ekonomik uygulamalarından etkilenilse bile ülkenin 

kendine has şartlarına göre milli bir özellik kazandırılmıştır. 

Devletçilik uygulamasında da bu özellik görülür.

14

 

1) Devletçiliğin Sosyalizmden Farkı  

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün devletçilik 

politikası, sosyalizm demek değildir. Çünkü Atatürkçü sistem, bir 

sınıfın egemenliğine dayanmaz. Tüm milletin egemenliğine dayanır. 

Öte yandan özgürlük anlayışının bir gereği olarak, bireyciliğe izin 

verir. Ancak toplumun ortak çıkarı her şeyin üzerindedir. Devletçilik 

“müdahaleci” ve “planlı” yanı ile sosyalizme benzediği, öte yandan 

da toplumsal mülkiyete de önem vermesi ile bu sistemle bir 

                                                 

13

   Eroğlu, a.g.e., s. 305 



14

   Dinç, a.g.e., s. 295 




 

12

benzerliği olduğu öne sürülürse de aslında, bu konularda da sosyalist 



ekonomiden ayrılmaktadır. Çünkü “müdahale” sosyalizmdeki gibi, 

zorlama  şeklinde değildir. “Plan” ise, yol gösterici, özendirici ve 

sınırlayıcıdır. “Müdahale” de gelişigüzel değil, belli bir plana göre 

yapılmaktadır.  



Türkiye’nin az gelişmiş ülkeler içinde ilk defa plan 

uygulayan ülke olması önemlidir. Atatürk’e göre; “Bir programa 

dayanmayan girişimler kısa zamanda söner.”  Onun için, planın 

önemi, devletçilikte büyük olmuştur. Toplumsal adalet sağlama 

yönünden de bir benzerlik söz konusu olmasına rağmen, Atatürk’ün 

devletçiliği sosyalizm demek değildir. Atatürk, “Vatandaşın siyasal 

özgürlük ve çalışmasını”, “Bütün vatandaşların aynı siyasal haklara 

sahip olmalarını” amaçlamış ve şunu öğütlemiştir:  “Türkiye 



Cumhuriyeti’ni yönetenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla 

beraber, devletçilik ilkesine uygun yürümeleri, bugün içinde 

bulunduğumuz, koşullara ve zorunluluklara uygun düşer.”

15

   

Hiçbir zaman parlamenter demokrasinin karşısında olmayan 

Atatürk, daima çok partili bir sistemi öngörmüştür. Kısacası; Yeni 

Türkiye Cumhuriyeti düzeni, kişi ve toplum refahını sağlarken, 

kişiye kişiliği kazandıran açık rejimi(demokrasiyi) hedeflemiş ve ona 

yönelmiştir. Yani ekonomik gelişme ile özgürlük arasında bir seçme 

yapmamış, ikisini de birlikte gerçekleştirmeyi amaçlamıştır.  

2) Devletçiliğin Kapitalizmden Farkı  

Atatürk’ün Devletçiliği, bireysel girişimciliğe izin vermiştir, 

ama tekelleşmeye karşıdır. Atatürk’ün deyişiyle “kesin zorunluluk 

olmadıkça piyasalara karışılmaz”. “Bununla birlikte, hiçbir piyasa da 

başıboş değildir”. “Bizim izlediğimiz yol, görüldüğü gibi, 

liberalizmden başka bir sistemdir”. Dönemin İktisat Bakanı Celal 

Bayar’a göre de, özel girişime kalırsa, ülkenin kalkınması için, “En 

az iki yüz yıl daha bekleme dönemi geçirmemiz gerekecektir.” Kaldı 

ki az gelişmiş bir ülke için o dönemde liberalizmi uygulamak 

olanaksızdır. Çünkü toplumsal adaleti sağlama   amacı güden bir 

yönetim anlayışında bu sistem, sınıflar arasında dengesizliği 

arttıracak ve bunlar arasında savaşımlara yol açacaktı. Bu ise, milli 

birliğin zayıflamasına neden olabilirdi.  

                                                 

15

 MEB, Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, 3 Kitap, İstanbul 2001, 



s. 47  


 

13

Atatürk, ekonomik alanda devletin düzenleyici ve belirleyici 



olmaması gerektiği inancındadır. Kapitalizm ise, müdahaleyi kabul 

etmez. Plan yanlısı olmayıp, serbest piyasa yanlısıdır.   

Atatürkçü düşüncede devletçilik, katı bir anlayış değildir. 

İnkılâpçılık anlayışının gereği olarak şartların ve zorunlulukların 

değişmesi bu politikada da değişikliklerin yapılabilmesi kuralını 

getirmiştir. Bunu I. Beş  Yıllık Sanayi Planını uygulamak üzere 

Atatürk döneminde yapılan Sümerbank Kanununda da görmemiz 

mümkündür. Bu yasada kurulacak fabrikaların, ileride halka 

satılacağı yer almaktadır. Yani ekonomik gelişme sağlandığında, 

devletin, devletçiliğin dar anlamından uzaklaşıp, genel anlamındaki 

yalnızca eğitim, kültür, sağlık gibi konulardaki düzenleyiciliğine 

yönelmesi öngörülmüştür.  

Atatürkçü Devletçilik, gelişmekte olan ülkeler için önemini 

hâlâ korumaktadır. Türkiye’de uygulanan modelin, azgelişmiş 

ülkelerin ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirmek yolunda geçerli 

bir model olduğunu, Fransız bilim adamı  Prof.  Magrice Duverger 

şöyle dile getirmektedir. “Az gelişmiş ülkelerin Moskova ve Pekin 

etkisinde kalmamış olanları için doğrudan doğruya ve dolaylı 

biçimde Kemalist sistem, çok güçlü sonuçlar uyandırmıştır. 

Kemalizm, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa rejimlerinde bulunmayan 

nitelikleri ile Marksizm’in gerçekten alternatifidir. Marksizm 

uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı demokrasisi karşısında 

saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih 

edebilirler.” 

16

 

f – Devletçilik İlkesinin Önemi ve Sonuçları 

Devletçilik,  Atatürkçülüğün devlet, ülke, ulus olanaklarının 



kullanımında, işletilmesinde, kalkınmada, gelişmede çağdaşlaşmada 

devletin ekonomik işlevine yön veren ilkesidir. Tüm toplumların ve 

özellikle Türk toplumunun geleneğinde, anlayışında, kültüründe 

beklentiler  devlete yöneliktir. Bunun böyle olması da doğaldır. 

Devletin ortaya çıkışının, devlet olmanın, devlet olarak yaşamanın 

nedeni ve gereği de budur. Kişilerin bir ulusun bireyleri olarak 

yaşadıkları ülkeye, topluma karşı görevleri vardır; ama kişileri, 

bireyleri yönlendirmek, ulusun olanaklarını, ülkenin varlıklarını ulus 

yararına, halk yararına kullanmak, geliştirmek, kalkınmayı 

gerçekleştirmek, ulusu tüm bireyleri ile mutlu kılmak, ülkeyi 

bayındırlaştırmak, gönendirmek devletin birinci görevidir.  Ülke 

                                                 

16

   Eroğlu, a.g.e, s. 317 




 

14

içinde olduğu gibi ülke dışında da başka devletlere karşı ulusu 



bağımsız, güçlü, çağdaş  kılmak, ezilmekten, sömürülmekten, 

bağımlılıktan kurtarmak devletin birinci yükümlülüğüdür.



17

   

Türkiye’nin Atatürk döneminde uyguladığı devletçilik 

anlayışı; demokrasinin geliştirilmesinde, devlet ile vatandaş 

arasındaki bağların güçlendirilmesinde, sosyal adaletin 

sağlanmasında, coğrafi dengesizliklerin giderilmesinde, 

bağımsızlıkçı bir ekonominin ve kalkınmanın gerçekleştirilmesinde 

en temel öğe olmuştur. Atatürkçü devletçilik anlayışı, yalnız 

Türkiye değil, çoğu az gelişmiş ülkelerin de temel başvuru kaynağı 

olmuştur. Ayrıca devletçilik, Türk tarihinde ilk kez sanayileşme ve 

sanayileşmenin getirdiği diğer kazanımların oluşmasını 

sağlamıştır. 

Devletçilik somut olarak kalkınmayı başlatmış ve ekonomik 

alanda uygulanan planlı ve dikkatli programlarla sonuçlarını 

vermiştir. 1930’ların sonuna gelindiğinde dünyanın savaşa gittiği 

bir dönemde Türkiye’nin kalkınma hızı, dışa yapılan ihracat, 

sanayileşme, ulusal gelir, parasının değeri, bayındırlık, sağlık, 

kamusal hakların genişletilmesi vb. alanlarda önemli başarılar 

elde edilmiştir. Bunları destekleyen devletçilik anlayışı ayrıca 

bağımsız ekonomik gelişmeyi pekiştirici olmuştur.

18

  

             



KAYNAKÇA 

DİNÇ, Sait, Atatürk  İlkeleri ve İnkılâp Tarihi,  Nobel  Kitabevi,                 

Adana, 2004     

EROĞLU, Hamza, Atatürk ve Devletçilik, Ankara 1981  

EROĞLU, Hamza, “Atatürk ve Devletçilik”,  Atatürkçülük,  G.K.B.Y., 

Ankara 1983 

İNAN, A. Afet, Devletçilik  İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci 

Sanayi Planı, Ankara 1978 

KOCATÜRK, Utkan,  Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1999  

MEB, Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi, 3 Kitap, İstanbul 2001  

MUMCU, Ahmet, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Eskişehir 1997 

YÖK(Komisyon),  Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Ankara 1986 

 

 



                                                 

17

  Kili, a.g.e., s. 261 



18

  Dinç, a.g.e., s. 297 - 298 



Yüklə 267,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə