36
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
tabilir yani, Batı ve İslam dünyası olarak adlandırılan taraflara barışı getirebilir.
Biliyoruz ki pek çok ülkede, Arap dünyasında Arap dünyası dışında yani Müs-
lüman topluluklarda dikkatlice şuna bakıyoruz: Avrupa Birliği Türkiye’ye nasıl
davranıyor Türkiye ile ilgili meseleleri nasıl ele alıyor? Avrupa Birliği dahilindeki
ve Türkiye arasındaki ilişkiler artık uyarlanabilir diye düşünüyoruz.
Şimdi Avrupa entegrasyonu sürecinde Türkiye’nin katılımı Ankara’da 1963 yılın-
da Avrupa komisyonu üyeliğiyle başlamış oldu. Ancak çok kısa süre öncesine
kadar herhangi bir inisiyatif alınmadı. Helsinki kararına dair Türkiye, ayrımcılığa
maruz kaldı. Diğer ülkeler aday ülke olarak kabul edilirken Türkiye kabul edilme-
di. 99 da Helsinki’de yapılan toplantıda, politik değişikliklerin yansımasını gör-
dük. Kimi ülkelerde özellikle Almanya’da bir şeylerin değiştiğini gördük. Ve Tür-
kiye’nin bir aday ülke olarak kabul edilmesi ve ön kabul stratejileri olarak bunu
teklif bile edemedi. Çünkü biliyordum, daha önemli Fransa İngiltere Almanya,
İtalya ve İspanya gibi daha önemli görülen üye ülkeleri kimi görüşler konusunda
desteklemek zorundaydık.
Stratejinin özünde şu vardı. Bu Avrupa Birliği’nin çıkarına değildi. Yani Avrupa
Birliği için bir öncelik değildi. Belki kabul ederiz belki kabul etmeyiz. Türklerin
bunu ne kadar kabul edip etmeyeceğine bakacağız, değerlendireceğiz. Hayır,
böyle görülmemeli. Benim mesajım Türkiye’ye şudur: Bizim size ihtiyacımız var
Avrupa Birliği olarak. Ve şunu belki bilmeyenleriniz olabilir. Avrupa Birliği’nin Tür-
kiye’ye, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacından daha fazlası var. 99’da Helsin-
ki toplantılarında politik değerleri yerine getirmede Türkiye başarılıydı. Ve benim
zihnimde şöyle bir strateji gelişiyordu: O ön kabul stratejileri için aşağı yukarı 5
seneye ihtiyacımız olur. Müzakere süresi yine bir beş sene kadar sürer. 2004-
2005 yılına geliriz sonrasında da büyük ihtimalle bu süreç 2013’te tamamlanmış
olur diye kendi aklımdan geçiriyordum. Olasıydı yani, düşüncelerime benim dü-
şüncelerime göre olasıydı.
Şunu da fark ettim. Bir değişim rüzgârı esti Avrupa’da. Ve 2005 yılında zaten o
hissediliyordu. Fransa’da Hollanda’da hissediliyordu. Türkiye hep günah keçisi
ilan ediliyordu. Avrupa tarafında kimi problemler yaşanınca Türkiye’ye mâl edi-
yorlardı. Sonrasında Avrupa Birliği genişlemeye olan ilgisini kaybetmeye başla-
dı. Ve 99’dan 2004’e kadar o komisyon şöyle bir şey yaşadı: “artık genişlemeye-
lim, başka bir şeyler yapalım” dendi. Yani rekabetçilik düşünülüyordu ve saire…
Sonunda artık o genişleme başka bir hal aldı. Genişleme değildi artık ve bu bir
öncelik olmayı kaybetti. Tabi takip eden yıllarda ekonomik kriz yaşandı. Ve Türk
toplumu Avrupa Birliği’nden karmaşık sinyaller almaya başladı. Müzakerelere
devam edelim, evet prensipte üye olabilirsiniz ama Almanya Hollanda Fransa
Avusturya bazen farklı yorumlarda bulundu. Ama bazen de denildi ki “Siz bura-
ya ait değilsiniz, sizin kültürünüz farklı biz sizi istemiyoruz” tarzında yorumla da
yapıldı.
Bütün hayatım boyunca kendi hükümetimi eleştirmemeliyim düşüncesini sür-
dürdüm ama şunu söylemeden edemeyeceğim: Çok şaşırmıştım. Almanya şan-
37
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
sölyesi Angela Merkel o ünlü televizyon şovunda eylül ayındaki seçimlerden
önce katıldığı programda halka, “Türkiye’nin katılımını hiçbir zaman destekle-
mediğini” şahsen televizyonda söylediğinde ben bunu bir şok olarak algıladım.
Kendi talep ve inisiyatiflerinin sonu olarak yani mesela aksiyon planı hatırlaya-
caksınız Avrupa ve Türkiye arasında kabul edildiğinde Türk tarafı, mültecilerin
artık o balkan rotasını kullanmayacağını artık Türkiye’de kalacağını sözü verdi.
Avrupa da katılım müzakerelerine hız vereceği sözünü vermişti. Hatırlayacaksı-
nız aksiyon planında Türkiye kendi sorumluluğunu yerine getirdi öyle değil mi?
Ve bu söz Angela Merkel’in şansölyesi zamanında verildi öyle değil mi? Türkiye
kendi sözünü tuttu.
Ancak Avrupa tarafı hem kendi sözünü yerine getirmedi hem de şansölye mü-
zakere sürecinin hız kazandırılmasının içi boş olduğunu; çünkü kendisi hiçbir
zaman Türkiye’nin katılmasını desteklemediğini açıkladı. O zaman burada bir
anlamsızlık söz konusu değil mi?
Şu sonuca varmak istiyorum: Avrupa Birliği Türkiye’de reformların yavaşlama-
sından sorumlu değildir. Politik iklimin değişmesinden ve bazen çok ağır ak-
siyonların hayata çok ağırkanlı geçmesinden Avrupa Birliği kesinlikle sorumlu
değildir. Ancak Avrupa Birliği, şundan sorumludur: Türkiye’deki gelişimde bir
nüfuzu yoktur ve Türkiye’nin içsel kalkınmasını demokrasisini hukukun üstün-
lüğünün kendisine getireceği faydalardan habersizdi. Bütün bunlarla beraber
tabi Almanya’da da sıkıntılar yaşanmakta. Çok üzücü ve endişe verici sıkıntılar
yaşanmakta… Avrupa ve Türkiye çok yakın geleneklerle birbirine bağlı. Alman-
ya ve Türkiye’den bahsediyorum burada. Bir dostluk hissiyatı her zaman var-
dı. İki ülke arasında ancak, şimdi baktığınızda düşmanca söylemler duyuyoruz.
Ve Türkiye’nin müzakere süreci ile ilgili yaptığı yorumlarda Almanya’nın gümrük
birliğini özelleştirmeye yönelik yorumlarını takip ettik. Bence elbette bir endişe
doğmakta. Koalisyon muhtemelen yıl başından önce kurulacak ve hükümet tek
partili bir hükümet olamayacak. Yani Avrupa’nın Türkiye perspektifi açısından
gelişmeleri bekleyip görecek ve bu noktada şunu da söylemeliyim. Avrupa’daki
siyasi partiler seçimlerden önce bütün Türk kökenli Almanlara politik seviyede
aslında evsiz bıraktı diyebiliriz yani onları kapsamadılar desteklemediler. Seçim
öncesinde böyle bir durum da vardı.
Yeni koalisyon daha az öngörülebilir. Avrupa Birliği dahilinde gidişat belki biraz
daha öngörülebilir. Ancak Avrupa entegrasyonu önümdeki yıllarda da devam
etmeliyken öngörülemez hale gelebilir. Ancak bu noktada bir modele ihtiyacı-
mız var ve bu belirsizliği ortadan kaldırmak durumundayız. Liderlik şu an yok.
Ancak, Avrupa entegrasyon sürecindeki en bariz zayıflık nerede derseniz? Şunu
söyleyebiliriz: Bir başarısızlık yaşandı, şu an öyle bir entegrasyon var mı ya da
sonlandı mı hayır. Bu entegrasyon her zaman devam edecektir. Çünkü şunu
unutmayalım geçmişi her zaman hatırlamak durumundayız. Yıllardır mevcut olan
her zaman hüküm sürecek yanılgısına kapıldık. Avrupa her zaman barışçıl ola-
caktır demokrasi ve hukukun üstünlüğü hüküm sürecektir Avrupa da bundan
geriye dönüş yoktur diye düşündük. Avrupa Birliği’nin her yerinde bu söylendi
ancak şu an bunun böyle olmadığını görüyoruz. Hiçbir şeyi garanti göremeyiz.