değil zorunlu idi de. Rusya, eğer Çarlıktan sonra, Kerenski idaresi gibi
bir kapitalist cumhuriyeti olarak kalsa idi, baştanbaşa sermaye birik-
mesinde geri kaldığı için, ancak burjuva rejiminin derece derece ev-
rimiyle belki gene ilerleyecekti. Ama, bu ilerleyiş şimdikine bakarak
arpa boyu olacaktı. Hâlbuki Sovyet Devrimi, memlekette birdenbire
sosyalist metotlarla, öyle toptan ve plânlı bir iktisadi kalkınma hamlesi
yaptı ki, Beşyıllık Planları, geri kalan kapitalist dünya anlamak şöyle
dursun, alayla karşıladı ve sırf hayal saydı. İkinci Cihan Savaşı başla-
dığı zaman Kapitalist âlem, ister Demokrat, ister Faşist olsun, Sovyet
rejimini ancak ikinci ve üçüncü derecede bir kuvvet saydı. Fransa ve
İngiltere, Alman faşizminin savaş tehdidi önünde Sovyetlerle anlaş-
mayı Lehistan'la [Polonya'yla] anlaşmak kadar bile ciddiye almadı.
Churchill'in, Sovyetler hakkında en iyimser tahminleri; Almanların bir-
kaç ay zarfında Bakü petrollerini alıp Ortaasya'ya girecekleri, fakat
İngiltere'nin adalet kılıcı ile Nazilerin peşinden ayrılmayacağı şeklinde
idi. Hitler ancak saldırıp da başarılı olamadığı zaman Sovyetleri üç haf-
talık iş sanıp hata ettiğini anladı... Bütün bu yanılmalar, hep, bu mem-
lekette yapılmış değişikliğin anlamını kavramamaktan ileri gelir. Eğer
Rusya, Çarlık devrildiği zaman Sovyet rejimine geçmeyip, Kapitalizm-
de kalsaydı, bütün o dünyanın hesapları bu kadar yanlış çıkar mıydı?
Hayır. Şu halde, Lenin'in, 1917 güzünde öne sürdüğü değişiklik, bir ül-
kenin ilerleyişindeki gerçeklerin içinde asıl tutulacak "gerçekçik" imiş.
O memleket için, Kapitalizm de bir ilerleme gerçeği idi. Lâkin, Sovyet
gerçeği onunla ölçülemeyecek kadar üstün bir gerçeklikti...
Aynı mesele, bugün her millet için doğrudur. Mesele memleketin
genel (yani 100 kişide 99 kişisinin) rahatlığı ve güveni ise, bu rahatlık
ve güvene varmak için birçok doğru yollar bulunabilir. Bu yollardan
hangisi en doğru ve faydalıdır?.. İş onu bulmaktadır
-
. Yarı-sömürgele-
şen bir ülkede, 20 yılda 20 büyük fabrika yapmak, elbet iyi bir gerçek-
tir. Yalnız, aynı ülkede, o kadar zamanın gücü ile 200 büyük fabrika
kurabilecek başka bir gerçek varsa, evvelki gerçekle fazla övünmek
demagojidir. İş 20 ile 200 arasındaki seçmeyi yapabilmektedir.
İşte hayatın ve doğanın bütün olay ve ilişkilerinde iş, o basıla-
cak asıl zembereği, üzerinde durulacak düğümü bulmak, Diyalektik
Materyalist mantığın dördüncü şartıdır. Toplumda büyük işler, büyük
keşifler, hep pratiğin Kriteryumunu bulmakla elde edilir.
Burada akla bir itiraz gelebilir: Demek, insanlar Diyalektik Madde-
ciliği bilmezlerse, büyük iş, büyük keşif, büyük değişiklik yapamazlar
mı?.. Bu, hayatın sadece Mantıkla yürüdüğünü sananların itirazıdır.
Elbet, insanların en körü körüne kımıldadıkları Toplum Tarihinde bile,
hayatın diyalektiği, insan bilincine değilse bile, insan hareketine ken-
dini tanıtmıştır. Bu bireysel gibi gelen icat ve keşiflerde dahi böyledir.
İnsan, Diyalektik Bilimini kavramadığı zaman dahi, diyalektik hareket
edebilir. Fakat, şu muhakkak ki, bu toplumsal ve bireysel hareketler,
bilinçli olmadıkları ölçüde seyrek ve süreksiz, zaman ve mekânca ko-
puntulu kalırlar. Şüphesiz bütün insanlar Diyalektik Bilimini iyi bilip
kullandıkları gün, hepsi birer mucit ve kâşif kadar verimli olacaklardır.
Şimdi bu gibi olaylar "Tesadüf"; o gibi insanlar "Dâhi" yerine geçiyor-
lar. Bugün insanların toplumsal bağları zincir halinde kaldığı için he-
nüz Tesadüf inancından ve Talih tapınmasından kaçınılamıyor. Ve onun
gibi, "Dâhilik" de önüne geçilmez bir Tanrılık ayrıcalığı halinde sürüp
gidiyor. Lâkin, toplumsal ilişkiler bütün varlığın diyalektiğine uyduğu
gün, insan bilinci adeta kendiliğinden Diyalektik Mantığa erişir ve ar-
tık kör Tesadüf, Talih gibi, Metafizik ve Üst insan teorisini besleyen
modern "Deha" putperestliği de bütün ayrıcalık ve ceberutunu [Tan-
rısal gücünü] kaybeder. Artık o zaman Talihlilik gibi Dâhiliğe mahiliğe
de kimsenin karnı acıkmaz. Herkesin "Omuzları üstünde kendi kafa-
sını taşıması" yeter. Çünkü, bugün "Deha" diye mistikleştirilen şeye
yakından bakılırsa, Deha: Düşüncenin tarihöncesi denilecek şu Meta-
fizik mantık devrinde, sırf ve mutlak surette toplumsal"tesadüflerin
yardımıyla herhangi bir kimsenin nasılsa Diyalektik hareket edebilmiş
olmasından başka bir şey değildir.
Bu bakımdan, Diyalektik mantıkta Pratiğin Kriteryumu, fizik olayların
manivelâ'sına benzer. Bilgin, bir dayanç [destek] noktası ile manivelâ
sırığı bulsa, dünyayı tek başına kaldıracağını söylemiş. Pek doğru. Her
meseleyi hal için Pratiğin Kriteryumunu bulmak, manivelânın dayanç
noktasını bulmaktır. En kuvvetli insan manivelâsız 100 kiloyu zor kal-
dırır. En kuvvetsiz insan, bir dayanç noktasıyla bir sırık bulsa, dünyayı
kaldırabilir. Doğru Diyalektik düşüncenin yaman gücü de buradan gelir.
Tarihte büyük yığınları kımıldatanlar, o manivelânın hassas noktasına
bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek önceden hazırla-
narak veya damdan düşerce bir tesadüfle dokunmuş olanlardır. Tarihön-
cesinde "Yarım Tanrı"lar, Kadîm Çağda "Peygamber"ler, Modern Çağda
"Büyük Adam"lar böyleleridir. Onun için, kör kuvvetlerin hüküm sürdü-
ğü Toplumda, hatta bir tek kişinin sağlam Diyalektik metotla Pratiğin
Kriteryumunu bulması, yalnız bütün bir partiyi değil, bütün bir sınıfı,
bütün bir memleketi, bütün bir dünyayı, insanlığı yerinden oynatacak ve
kurtaracak manivelâyı elde ettirmiş olur. O kimsenin bu işi yapması, sırf
şahsın tek başına gösterdiği kudretle değil, ancak Diyalektik manivelây-
la açıklanabilir. Burada maksat şahısları gelişigüzel küçültmek değil, ki-
şicil rollerin toplumsal anlamını sebeplendirmektir. İnsan faaliyetlerinde
her türlü mistiğe yer vermemektir. En kişicil rollerin bile derin toplumsal
köklerini hatırlamaktır. Diyalektik maddeciliği kuran ve geliştirenlerin,
sayıca bir elin parmaklarından az bulunmalarına rağmen, büyük kitle
Dostları ilə paylaş: |