|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3cılanğ , cılanğ ayak = cınğaylak; cılanğ ayakta: ayakkabıyı çıkartma.
cılanğaç
|
səhifə | 22/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| cılanğ , cılanğ ayak = cınğaylak; cılanğ ayakta: ayakkabıyı çıkartma.
cılanğaç , çıplak , çırılçıplak.
cılanğaçta- , giyimini çıkartmak . soymak.
cılanğaçtan- , giyimini çıkarmak , soyunmak.
cılanğaçtoo , giyimini çıkartma , soyma.
cılanğayak= cınğaylak.
cılanğaylak= cınğaylak.
cılanğbaş , açık baş.
cılanğbaştan- , başı açmak ( başa giyilen nesneyi çıkartmak suretiyle ) .
cılas , 1. yok edilmiş; batmış; değersiz; cılas bolgur! : mahvolası! ; kahrolası! (atlar için sarfedilen ilençtir ) ; cılas kıl: kökünden imha etmek , köküne kibrit suyu dökmek; cılas bol- 1) kaybolmak; 2) fakir düşmek; cılkıçı bolup , bee baktınğ; cılas bolup , töö baktınğ folk. : at çobanı oldun , kısrak güttün; fakir düştün de deve güttün; 2. pervasız: yürekli.
cılbırska , 1. dalgalı (yeni doğan kuzunun tüyü hakkında) ; kısa tüylü kuzu derisi; 2. mec. (insan hakkında) dönek , çabuk değişen , yalancı.
cılbıskak= cılbırska.
cılbış- , yerinden oynamak , kaymak.
cılbışkak , düz , kaypak.
cılcı- , kımıldamak , hareket etmek.
cılçıgıy , dar gözlü; yarığımsı gözlü.
cılçık , yarık , küçük yarık.
cılçıksız , yarıksız , deliksiz; bütün.
cılçılık , bir yıl müddet , vade; ayçılık saygan işime cılçılık sayıp cetpegen folk. : benim bir ayda yaptığım nakışı o kadın bir yılda yapamıyor.
cılçıy- , 1. daracık olmak (delik hakkında) ; 2. dar gözlü olmak.
cıldaş , yıldaş , yaşıt (aynı yılda yahut hayvan devri takvimine göre ayın adı taşıyan senede doğmak itibariyle)
cıldık , 1. yıldönümü; 2. bir sene müddet; senelik vade; beş cıldık: beş senelik; beş cıldıktı tört cılda: beş yıllık vazifeyi dört senede başarmak.
cıldır- , yerinden oynatmak; yerinden kımıldatmıya zorlamak; koydu beri cıldır: koyunları bu yana sür!
cıldırma , yavaş iş gören , gizlice , sinsice hareket eden.
cıldız , 1. yıldız; cıldız tolgondo yahut cıldız tolo: gece geç vakit; gece olduğunda; cıldızı artık (insan hakkında) : talihli , talihi yaver , cıldızı tüştü yahut cıldızı öçtü: yıldızı söndü; itibarını kaybetti; cıldızı karşı: aralarında düşmanlık vardır; cıldız- cıldız mec. : delik deşik; yırtık pırtık; 2. teveccüh; 3. sevimli; hoş; cıldızı eken adamdın , kim caktırbayt mındaydı? folk. : o , en sevimli insandır , böylesi kimin hoşuna gitmez?
cıldızça , yıldızcık.
cıldızda- , suu cıldızdap kirdi: su pek fazla taştı , su her tarafı bastı.
cıldızdal- , örselenmek (diyelim , giyim hakkında) .
cıldızdan- , yıldız gibi parlamak , yıldıramak.
cıldızduu , 1. yıldızlı; 2. hoş , güzel; cıldızduu bala: sevimli , hoş çoçuk; cıldızduu mal: görmesi , bakması insanın hoşuna giden hayvan; cıldızduu kıymıl: yakışıklı hareket , yürüyüş; 3. mesut , sevinçli çocukluk.
cılga , çayın yatağı , uzun çukur , oyuk.
cılgam , bir otun adıdır.
cılgayak , kaypak; cılgayak tep- : (ayak üzerinde) kaymak; demir- ayakla kaymak; cılgayak muz: ayak kaydıran buz.
cılgın , ılgın (ağaç) .
cılgınduu , ılgın ağacı biten yer.
cılgıs= cılgısız.
cılgısız , hareketsiz , sağlam pekitilmiş.
cılı- , ılımak , ısınmak.
cılımçı , 1. tatsız; iştah uyandırmıyan: 2. sinsi , gizlice iş gören; cılımcı osuraktın cıktı caman ats. : avm. : yavaş atın çiftesi pek olur.
cılımık , ılığımsı; kün cılımık tarttı: gün bir parça ısındı.
cılın- , ısınmak , ılınmak.
cılınt- , ısınmıya zorlamak , ılıtmak.
cılınuu , işs. cılın- dan.
cılış , yerinden hareket etmek; ilgeri karay cılış casaaştı: ileriye doğru hareket ettiler.
cılışta- , yavaşça hareket etmek; oorusu kündön küngö cılıştap onğolup kele atat: hastalığı günden güne iyileşiyor , geçiyor.
cılıt- , ılıtmak , ısıtmak; suu cılıt- : su ısıtmak; boy cılıtçu kep gönüle hoş gelen söz , lâkırdı.
cılıtuu , işs. cılıt tan.
cılkı I , 1. at (bu hayvanın soy ismi olmak üzere ) ;cılan çakpay , cılkı teppey: yılan sokmadan , at tepmeden: sebepsiz; durup dururken; kırk cılkı: kırk at; mec. es. kız (babasının kızı) ; gelinlik kız; 2. hayvan devri takviminde yedinci yılın adıdır.
cılkı II , ötkön cılkı: geçen seneki.
cılkıçı , 1. hergele çobanı; 2. lâtince adı Motacilliadae olan bir kuştur: çoban aldatan ( ?) .
cılkıçılık , hergele çobanı mesleği.
cılkıluu , atları çok olan , at sürüsüne malik olan; san cılkıluu: hesapsız at sürüleri sahibi.
cılma , 1. pürüzsüz; ayak kaydıran; cılma taş: kaypak( pürüzsüz) taş; 2. yere sürünen; cılma toktum: sathi karar.
cılmakay , düz kaypak ( boyuna kayan; ayak kaydıran) .
cılmala- , düzelmekte , rendelemek , rendeden geçirmek.
cılmalat- ,et. cılmala dan.
cılmanğ , cılmanğ ur- yahut cılmanğ kak- :neşe ve hayattan memnuniyet göstermek; cılmanğ et- : tebessüm etmek.
cılmanğda- , 1. şen ve gülümseyen bir çehre sahibi olmak; 2. çabuk ve çevikçe yürümek; cılmanğdagan taygan: çabuk araştıran taygan tazı ( köpek) .
cılmay- , gülümsemek , tebessüm etmek; cılmayıp kal! : terin dibine bat!
cılmayış- , gülümsemek birbirine tebessüm etmek.
cılmayuu , gülümseme , tebessüm.
cılmık , cılmıktay : tertemiz.
cılmınğda- , gülümseyen çehreli olmak.
cılmınğdat- , et. cılmınğda-dan.
cıloo , (daha çok at koşuları zamanında kullanılır) yular , dizdin; attardın cıloosun algıla! : atları dizginlerinden tutun!
cıloolo- , dizginden tutmak.
cılpılda- , hızlı bir hareket yapmak; çevik ve sokulgan olmak; tabasbus etmek , yaltaklanmak; suudan çıkkan balıktay kolgo karmalbay cılpıldayt : sudan çıkmış balık gibi kıvrılıyor ve kendisini yakalatmıyor.
cılpınğda- , ustalıkla , atiklikle hareket etmek , iş görmek.
cılpışta- yaranmak; yaranır gibi gözükmek; yaranarak telaş etmek.
cılt , göz yumup açınca ve ansızın yapılan hareketi ifade eden taklitlik sözdür; kün cılt koyup uyasına kirdi: güneş bir parça parladıktan sonra batıverdi; karanlığgıda ot cılt etti: karanlıkta ateş yıldıradı; cılt etip külüp koydu: ansızın gülüverdi; cıldızday cılt- cult etet: yıldız gibi parlıyor , yıldırıyor , yalabıyor; cılt ber yahut cılt et- : fırlamak , hızlıcza sıçramak; sıvışmak.
cıltılda- , yıldıramak , yalabımak.
cıltıldaş- , müş. cıltılda- dan.
cıltıldat- , et. cıltılda- dan; balalardın ot cıtıldatıp catkandarın kördü: çocukların ateş tutuşturduklarını gördü; cıltıldatıp at mindi: ata binerek kurulmuş.
cıltınğda- , işve yapmak , kırıtmak gözlerle , yüzle) .
cıltıra- , parlamak , yalabımak.
cıltırak , parlıyan; cıltırak metaldar: renkli mâdenler.
cıltırat- , parlatmak , yıldıratmak , parlamaya , yalabımaya zorlamak.
cıltırgan , kochia denilen bitki.
cıltırla = cıltıra-
cıltıy- , bir işi çabucak ve sezdirmeden yapmak; cıltıyıp kaçıp ketti: gizlice sıvıştı.
cıluu , 1. ılık , ılıklık; cıluu söz : sıcak , okşayıcı , hoş söz; cıluu süylö- : yumuşak , hoşa gidecek tarzda konuşmak; cıluu süylösö cılan iyinden çıgat ats. : yumuşak konuşulsa , yılan bile ininden çıkar << tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır>> ; cıluu cılmaydı: hoş bir tarzda gülümsedi; cıluu et. sıcak , taze et; 2. mec. can; 3. mec. yuva; cagalmay uçtu cıluudan folk. : Falco vespertinus denilen doğan yuvadan uçtu.
cıluula- , ılıtmak , ısıtmak; cıluulap cap- : sıcak örtmek; cıluulap camın- : sıcak örtünmek.
cıluuluk , ılıklık; suluulugunan cılugu ats.: sıcaklık ( cana yakınlık) güzellikten yeğdir.
cım , cım- cım et- , pırıl pırıl parlamak; cım- cırt = cımcırt.
cımcırt , tam sukûnet , sessizce; kulak murunu kesilgendey cımcırt: kulağı burnu kesilmiş gibi , hiçbir hayat eseri göstermiyor; kulak kesgendey cımcırt: tam sukûnet , tam sözsüzlük ve sessizlik.
cımcırttık , tam sukunet , tam sözsüzlük ve sessizlik; cımcırttıkka kömüldü: sukunete , tam sessizliğe daldı.
cımda , eptep- cımdap: maharet , çeviklik göstererek.
cımı , camı.
cımılda- , yıldıramak , ışık saçmak , parlamak; renkten renge girmek; önğünğ cımıldap turat: yüzün nur saçıyor , sevimli görünüştedir; cımıldap kül- : gönüle hoş gelecek şekilde gülümsemek; cımıldagan cip: sağlam ve düz bükülmüş iplik; içnen cımıldap turat: sevinç karışık sabırsızlık hissediyorlar.
cımıldaş , müş. cımılda- dan.
cımıldat- , et. cımılda- dan; cımıldatıp say- : ufak ve sık dikişle dikmek , işlemek.
cımınğ , gülümseme , tebessüm; işveli kırılışlar; cımınğ etip kül- :tebessüm etmek; gönül alırcasına gülümsemek.
cımınğda- , gülümsemek; işvelice kırılmak; yaranmak.
cımınğdaş- , müş. cımınğda-dan.
cımınğdat- , et. cımınğda- dan; köz cımınğdat- : gözü yarı kapatmak , yumdurmak; göz kapaklarını bitiştirmek.
cımır- , cımırıp: gizlice; cımırıp katıp aldı: sakladı , gizledi.
cımıray- , caranın oozu cımırayıp bütö turgan bolup kaldı: yaranın ağzı kapanmaya başlayıp , onulmaya yüz tuttu.
cımıy- , büzülmek , kısılmak.
cımıyış- , müş. cımıy-dan ; tülkü körgön bürküttöy cımıyıştı: tilki görmüş karakuş gibi büzüldüler.
cımsal , 1. gizlidan gizliye ( sözler hakkında) ; 2. ketum ( ağzı pek) ; sezilmiyen; cımsal türdö: gizlice , sezdirmeden , harfiyyen.
cımsalda- , esrar perdesiyle örtmek; kaplamak , saklamak.
cımsaldat- , et. cımsalda- dan.
cımsalduu , cımsalduu ayal: derli toplu , tertemiz kadın.
cınğ I , çin. ağırlık ölçüsü bilriğinin adıdır (ki altı yüz gram kadardır) ; bu ölçü Şarki Türkistan Kırgızlarında kullanılmaktadır.
cınğ II , ınğ- cınğ bk. ınğ.
cınğalaç= cılanğaç.
cınğalaçta- = cılanğaçta- .
cınğalayak = cınğaylak.
cınğalbaş= cılanğbaş.
cınğaylak , 1. yalınayak; 2. baldırı çıplak.
cınğroo , çıngırdama .
cınıs , a. 1 cins ( çeşit) ; soy; too cınıstarı: madeni sahralar ( taşlar , formasyonlar) ; 2. bl. cinsiyet( erkeklik) ;
cınıstık , bl. cinsi ( sexsuel) ; cınıstık baylanış: cinsi münasebet.
cıp , cı ile başlıyan sözlerin önüne takviye için katılır; cıpcınğaylak: büsbütün yalınayak; cıp- cılas: batmış( kaybolmuş) ; iz bırakmadan kaybolmuş.
cıpar , mis , misk , iyi koku , güzel koku; iyi kokan güzel kokan; cıpar samın: yüz sabunu; cıpar cıttan- : iyi güzel kokmak.
cıparduu , mis kokan , iyi kokan , güzel kokan.
cıpılda- , cıpılda- ; cıpıldagan: atik , çok canlı ve oynak.
cıpılıkta- , hızlıca göz kırpmak; közü cıpılıktayt: hızlıca gözlerini yumup açıyor.
cıpılıktat- , et. cıpılıkta- dan.
cır- , yırtmak , parçalamak.
cıra , 1. seln açtığı çukur ( büyük olmak şartiyle) ; suyun eştiği derin çukur , uçurum; 2. dağ geçidi.
cıraka , yarık.
cırga- , lezzetlenmek ( dadanmak) ; haz duymak; refah içinde yaşamak.
cırgal , haz; lezzetlenme , zevk; refah; cırgal kör- : lezzetlenmek; cırgak ber- : lezzetlendirmek; cırgal turmuş: şen neşeli hayat.
cırgalçılık , refah , huzur; cırgalçılık dooru : refah , huzur , sadet devri zamanları.
cırgalçılıktuu = cırgalduu.
cırgalduu , 1. müreffeh , rahat vehuzur içinde yaşıyan; 2. haz , zevk , huzur rahat veren; sevinci mucibolan.
cırgalsız , sevinçsiz: yahut sevinç vermiyen; hayatın seviçlerini , zevklerini getirmiyen yahut bunlara malik olmıyan.
cırgat- , refah , haz ve lezzet vermek lezzetlendirmek; camandın can cırgatarı uyku ats. : kötü (adamın ) can zevki- uykudur.
cırgatış , işs. cırgat- tan; can cırgatış kıyın ats. : can koruma ( yani genelce , yaşamak) kolay , ancak can ferahlığı bulmak- güçtür.
cırık , 1. yırtılmaktan meydana gelen delik; delik; delinmiş; kazınmış; cırık töö: burun kanatları delinmiş olan deve; cırık iyne: deliği kırılmış olan iğne; cırık iynesin kaltırbay , alıp ketti: deliği iğnesini bile bırakmadan alıp götürdü; 2. yırtık dudak (anat) .
cırıl- , yırtılmak , parçalanmak , parça parça olmak.
cırılt- , et. cırıl- dan.
cırım I , kısacık ve daracık kayış; cırım örüü (kamçı örüşü gibi yuvarlak olmayıp) yassı kayış örüşü; cırım arpa bk. arpa.
cırım II , ırım sözünün tekidir.
cırımda- , ( kolan bağlandıktan sonra) küçük kayışlarla pekitmek.
cırımdat- , et. cırımda- dan.
cırınğ , ırınğ sözünün tekidir.
cırt I , sözünün tekidir.
cırt- II , yırtmak , parça parça etmek.
cırtak , 1. trahom; 2. yaşaran , yaş akıtan; közü cırtak: gözünden yaş akıyor.
cırtakta- , 1. yaş akıtmak , gözden daima yaş gelmek; 2. münasebetsizce gülümseyip durmak.
cırtanğda- = cırtakta- .
cırtanğdat- , et. cırtanğda- dan; közün cırtanğdatıp: ( hasta) gözlerinden yaşlar akıtarak.
cırtık , yırtılmış , yırtık; delik; cırtık teşikke külöt ats. : cırtık delikle alay ediyor.
cırtıl- , yırtılmak , parça parça olmak.
cırtıluu , işs. cırtıl- dan.
cırtış , 1. yırtma , parçalama; 2. es , ölüyü hatırlama töreni sırasında verilen hediyeler; 3. es. kızın yakınlarının karılarına verilen düğün hediyesi.
cırtkıç , yırtıcı ( hayvan) .
cırtkıçtan- , yırtıcıya dönmek; cırtkıçtangan ak gvardeyester: yırtıcıya dönmüş beyaz gardçılar (kaytakçı unsurlar) .
cırtkıçtık , yırtıcılık , yırtıcılık temayülleri ve hareketleri.
cırttır- , et. cırt- II den.
cırtuu , yırtma , parçalama .
cış , sık , koyu( diyelim , orman) ; bütün , sağlam; baştan başa; cış urganday kalınğ tokoy : gayet koyu orman; cış urganday köp kişi: gayet çok insan , hesapsız halk; cışcış:begayet , son derece.
cışaan = cışana; cakşılıktın cışaanı: iyilik nişanesi , belgesi.
cışana , f. nişane , alamet , belge; cazdın cışanası keldi: ilk yazın alameti , nişanesi geldi , ilkyaz kokusu gelmeye başladı.
cışı- , uğmak , silmek , açmak ( temizlemek) ; samoordu kum menen cışı! : semaveri kumla aç! ( temizle) ; arkamdı cışıp ber! : arkamı bir parça uv! …
cışıl- , 1. mut. cışı- dan; 2. arıklamak , zayıflamak.
cışıluu , arıklama , zayıflama.
cışın- , oğulmak , kendi kendini oğmak.
cışıt- , et. cışı-dan.
cıt , koku; cıtı da cok: kokusu , izi bile yok; apiyimge cıt kıluu es.: haşhaş toplarken yapılan tütsüleme ( haşhaş tarlasında yağlı paçavra yakarlardı).
cıtık- , alışmak ( diyelim , uzun zaman kullanılan bir şey yahut içinde uzun zaman yaşanan bir eve) .
cıtta- , 1. koklamak , koku vermek; 2. koklamak; 3. okşamak , öpmek ; tamagınğdan balam – ay , takıldatıp cıttayın folk. çocuğum , boynunu (harfiyen: boğazını) şaplatarak öpeyim.
cıttagıla- , it. cıtta- dan.
cıttan- , kokmak , koku vermek; ter cıttanat: ter kokusu geliyor; cıpar cıttanat: mis kokuyor , güzel koku çıkıyor.
cıttaş- , müş. çıtta- dan; attar cıttaşıp baştarın caykaştı: atlar koklaştılar ve başlarını salladılar.
cıttat- , 1. koklatmak , koklamaya zorlamak yahut müsaade etmek; 2. öptürmek , öpmeye bırakmak.
cıttuu , kokulu , kokan , koku saçan; alma cıttuuu : elma kokan; atır cıttuu yahut cıpar cıttuu: güzel kokan , ıtır kokan , mis kokan.
cıy I , cıy- cıy= cış- cış( bk. cış) ; cıy uçurayt: sık sık raslanıyor; mebzûldür.
cıy- II , yığmak , yığın halinde toplamak , küme haline koymak; biriktirmek; attın tizginin ( yahut oozun) cıyıp cür! : atın dizginini iyi çek , atın başını boş bırakma !
cıydır- , yığdırmak , toplamatmak .
cıyıl - , toplanmak , yığılmak , kümelenmek , birikmek; cıyılgan curt: toplanan halk.
cıyılış- , müş . cıyıl- dan.
cıyıluu , işs. cıyıl- dan.
cıyım , vergi , resim; suu cıyımı: su resmi , su vergisi.
cıyın I , 1. toplama ( diyelim , mahsulat) ; 2. toplantı , kalabalık; araday cerge çaraday cırın kılba ats. :habbeyi kubbe yapma!( harfiyen: küçük alanda büyük çorba tası kadar toplantı yapma! ) .
cıyın- II , toplanmak( hazırlanmak) ; erterek cıyın: erkencehazırlanınız! ; etek- cenğin cıyınıp işke kirişti: eteklerini , yenlerini toplayıp , işe girişti.
cıyında- , hazırlanmak , derlenmek.
cıyındı , yığıntı , birikinti.
cıyıntık , 1. kalabalık; 2. dergi (mecmua) ; mıyzam cıyıntıgı : kanunlar koydu ; 3. mat. Tutar , yekûn , toplama; 4. özet (fezleke).
cıyıntıkta- , toplamak , yekûn çıkarmak.
cıyıntıktal- , toplanmak (cemedilmek) , tutarı gösterilmek , yekûnu çıkarmak.
cıyır- , sıkmak , büzmek.
cıyırıl- , kıvrılmak (yılan ,kurt hakkında); büzülmek.
cıyırılt- , kısılmaya , büzülmeye zorlamak.
cıyırma , yirmi; cıyırma bir: yirmibir (bir nevi iskambil oyunu).
cıyış I , . 1. yığma; 2. vergi toplama.
cıyış- II = cıynaş.
cıyıştır- , 1. toplamak; 2. tavsiye etmek (diyelim , bir teşebbüsü; alışverişi).
cıyma , cık-cıyma : ağzına kadar dolu ; sandığı anı-munu menen cıkcıyma : sandığı öteberi ile ağzına kadar doludur , sandıkları her türlü eşya ile tıkabasa doldurulmuşyur.
cıyna- , toplamak , yığın halinde yığmak.
cıynak , 1. türlü mevat ve yazılarıiçine alan dergi; antologie (seçme eserler mecmuası) ; ırlar cıynağı : şiirler külliyatı;şiirler dergisi; 2. tutar yekûn; 3. derli toplu (mazbut) kimse.
cıynakta- , 1. toplamak; takım halinde toplamak; 2. tutarını göstermek.
cıynaktal- , 1. toplamak , takım yapılmak; 2. tutarı gösterilmek.
cıynaktık , derli topluluk , mazbutluk.
cıynaktoo , 1. takım haline koyma; 2.
tutarını gösterme.
cıynal- , toplanmak , yığılmak; el cıy-
naldı : halk toplandı.
cıynalış I , toplantı.
cıynalış - II , müş. cıynal-dan.
cıynanğkıra , butun cıynanğkırap o-turdu : bacaklarını bir parça toplayıp oturdu.
cıynaş - , müş. cıyna-dan.
cıynaştır - , et. cıynaş-tan.
cıynat - , et. cıyna-dan.
cıynatıl - , toplatılmak (üçüncü şahısların emriyle); otun cıynatıldı : (toplamaya emredildi ve) odun toplandı.
cıynoo , toplama , derme; pakta cıy-noo : pamuk toplama; calpı cıynoo : ham ürüt (hasılatı gayri safiye).
cıynooçu , toplayıcı; alımcı (tahsildar).
cıyr- = cıyır.
cıyrıl- = cıyırıl-.
cıyrılt- = cıyırılt.
cıyruu = cıy- I.
cıyuu , yığma , toplama , biriktirme.
cibek , ipek , ipekten olan.
cibekçi , ipek yetiştiren.
cibekçilik , ipekçilik.
ciber- , 1. göndermek , yollamak; 2. geçirmek (müsaade Vermek); 3. yardımcı fiil sıfatiyle bu fiil , ir- II ye (bk.) ve , iy- V e (hk.) muadildir.
ciberil- , 1. gönderilmek , yollanılmak; 2. geçirilmek; müsaade edilmiş olmak; ciberilgen kata : geçirilmiş , yapılmış hata.
ciberilüü , işs. ciberil-den.
ciberilüüçü , gönderilen , vazife ile yollanılan : kurskö ciberilüüçülör : kursa gönderilenler.
cibert- , göndermek , salıvermek.
ciberttir- , göndermeye , yollamaya , salıvermeye emretsinler demek.
ciberüü , işs. ciber-den.
cibi- , nemlenmek , yaş olmak , ıslanmak; cürögüm cibidi : beğendim; bana hoş geldi; boyu cibip oturat : hoş bir rehavet halinde oturuyor.
cibit- , nemletmek , ıslatmak , ıslatmak suretiyle yumuşatmak.
cibitinğki , hafifçe ıslatılmış.
cibitinğkire- , hafif tertip ıslatmak.
cicinğ , sidik durmama hastalığı (başlıca , kısraklarda); cicinğ bee : sidiği durmamaktan mustaribolan kısrak.
ciger , f. cesaret; cigerden tay- yahut ciger cogot- : ruh düşmek; al cige-rinen taybayt yahut al cigerin co-gotpoyt : o , ruhça düşmüyor , cesaretini yetirmiyor.
cigerdüü , cesûr , atılgan.
cigit , delikanlı , yiğit; cigit ölör cerine külüp barat ats. : yiğit Öleceği yere gülerek gider; cigit üydö tuu-lat , cooda ölöt ats. : yiğit evde doğar , harpte ölür.
cigitçilik , yiğite , gence has olan bütün sıfatlar.
cigitsin- , yiğitlik taslamak.
cigittik , gençlik , yiğitilk; çiğittik öttü aşkan beldey folk. : gençilk , aşılan dağ beli gibi geçti.
cik , dikiş yeri; yarık , çatlak; koynök cikciginen sögüldü : giyim dikiş yerlerinden söküldü; cik acırat-yahat cik car- : ayrılık , nifak sokmak; cik acıratıl- : şimdi anılan fiilden mut , şeklidir; tap cigi acı-ratılgan yahut tap cigi açılgan : sınıflara ayrılma husule geldi; cik--cik bolup : dikiş yerlerinden sökülerek; ufak parçalara ayrılarak.
ciki = it konok (bk. konok II).
ciktel- , 1. dikiş yerlerinden sökülerek dağılmak; 2. taazzi etmek.
cikteliş , taazzi etme.
cilbik , müzmin amel (iç.sürme) (başlıca , hayvanlarda).
cilik , borumsu kemik , ilikli kemik; ilik-cilik : hısım akraba.
cilikte- , hayvanın bütün gövdesini parçalamak; ciliktep , maydalap kaynatkan et ; ufak parçalar halinde haşlanmış , kaynatılmış et; cilik-tep sura- : inceden inceye soyunu sopunusopımu soruşturmak (diyelim , hangi boydan , hangi kabileden , hangi oymaktan ve s. , olduğunu).
cilinçik , baldırın çift kemiklerinin büyüğü , incik kemiği; cilin-çigim kakşadı : incik kemiğim burkuldu; cilinçiginğdi cagamın : ben seni parça parça ederim (harfiyen : incik kemiğini kırarım).
cin I , a. cin , şeytan , ifrit; cimi karmadı : cin tuttu; cinime tiybe! : beni hırslandırmak ; cinime tiysenğ : eğer beni hırslandırırsan , kızdırır-san; baylatma cin : son derece taşkınlık etme; çin ooru : ruhî hastalık; bakşı cinin çakırdı folk. : şaman ruhlarını çağırdı; cinin kaktı: burnunu kırdı (kibrini giderdi); akıl aşsa , cin bolot ats. : insan fazla akıllı olursa , delice olur.
cin II , miydenin içinde bulunan şey; töö cinin bürküp iydi : deve yediğini çıkardı (tükürdü); bok cin : bağırsakların ve miydenin içinde bulunan nesne; kan tök dese , cin tökkön folk. : akılsızca gayret gösterdi (harfiyen : ona kan dök denildikte , miydesini boşaltıyor.)
cinçi = incu; cinçi körsönğ-tişin kör folk. : eğer inci görmüş isen , onun dişlerine bak (onlar da inci gibi bembeyazdırlar).
cinden- = cindilen.
cindi , delice , kaçık.
cindilen- , delirmek , kudurmak.
cindilenüü , işs. cindilen-den.
cindilik , cinnet , kaçıklık.
cinik- , (karş. cin- II) dolu karınla koştuktan sonra kötü durumda bulunmak.
ciniktir- , et. cinik-ten; toygon attı , çaap cürüp , ciniktirdinğ ; miydesi dolu olan atı koşturdun ve onu takatten düşürdün.
cinis = cınıs.
cip , iplik , kınnap , ip; kordon; çarık cip : makara ipliği; selde cip : yumak ipliği; ala cip atta- : alaca ip-lip üzerinden atlamak (şimdi unutulan eski bir âdetle ilgili olan bir tâbirdir); uşu küngö çeyin biröö-nün ala cibin attaganım cok ; «şimdiye kadar kimsenin alaca ipliği üzerinden atlamadım> ; kimse beni namussuzca hareket ettin diye tekdir edemez; kimseye bir kötülük yapmadım; ençi cip yahut ençilüü cip es. : hayattaki kısmet , insanın nasibi; cibin tartıp kör-ineç. : olta atmak , iskandil etmek.
cipkilen , ıslak karla kaplanan güz yahut ilkyaz otu (bu , en iyi ayak-altı yemi sayılmaktadır).
cipkir- , tadı fena olan bir nesneden bulantı yahut tiksinti hissetmek; daamı caman eken , çürögüm cipki-re tüştü : tadı fena imiş , bulantı verdi.
cipkirt- , et: cipkir-den.
cire- , sökmek; yüzmek (diyelim , hayvanın derisini); kesmek , yarmak (diyelim , gemi hareket ederken suyu); yırtmak , yırtıp parçalamak; kat'etmek , enine kesmek.
ciret- , et , cire-den; atı kürtükko batıp , üzöngüdön kar ciretti : ab kara battı ve o üzengilerine kadar çıkan kar üzerinden yürüdü.
cit- , yok olmak , yitmek , kaybolmak; mahvolmak; alda kayda citken , alda kayda cogolgon : mahvoldu , battı; citken oktu atkan ok tabat ats. : kaybolan oku (onun peşinden) atılan ok bulur.-
citir- , et. cit-ten; kazıktı cerge citire kak! : kazığı mümkün olduğu kadar toprağa derin çak!
citirt- , et. citir-den; corgonun tort tamanına taka citirtken folk. : yorga atının dört ayağının hepsini muhkemce nallatmış.
citiş- , müş. cit-ten; alda kayda citişti : bilmem nerede battılar.
ciyde , hünnap.
ciyirken- , İğrenmek , nefret etmek , iğrenerek titremek.
ciyirkent- , iğrendirmek , iğrenmeyi mucibolmak.
ciyirkenüü , işs. ciyirken-den.
cobo I , plân , proje (tasar); esas.
cobo- II , baş ağrıtmak; doğru cevaptan kaçınarak kırılmak; sen başka sözgö cobobo! : kırılma , sözü başka tarafa çevirme!
coboger = coopker.
cobolonğ , şamata; rahatsızlanma; kargaşalık; nâhoş vaziyet , yolsuzluk; cobolonğ tart : kötü vaziyete , rahatsızlığa katlanmak.
cobolonğduu , rahat durmıyan , ortalığı karıştıran; işsiz dolaşan; bozuk; sapkın; cobolonğduu colgo çıçsa , emgektüünün etegi bulganat ats. : sapkın adam yola apdest bozarsa , çalışan adamın etekleri pislenir.
cobur , kobur sözünün tekidir.
cobora- , mırıldanmak , dırlanmak.
cogconğdo- , yüksek , uzun adamın yaptığı gibi bir hareket yapmak; başını silkmek; başını ve göğdesini silkmek (deve , devekuşu , leylek hakkında).
cogdor , 1. deve ensesindeki bir tutam kıl; 2. turnanın boğaz altındaki uzun yelekleri.
cogol- , yitmek , kaybolmak , yok olmak; batmak; mahvolmak; defolmak; cogol! : defol!; cogolgon bıçaktın sabı altın ats. : kaybolan bıçağın sapı altındır.
cogoluş- , müş. cogol-dan.
cogoluu , kaybolma , yok olma , yitme.
cogor = cogoru; ayıldın cogor cağında : köyün yukarı tarafında.
cogorku , 1. yukarıki; yüksek , yüce; Cogorku Sovet : Yüce Sovyet; Cogorku Sot: Yüce Mahkeme; cogorku mektep : yüksek mektep; 2. yukarıda anılan; cogorku col menen : yukarıda anılan yolla , usulle.
cogortodon = cogorton.
cogorton , yukardan.
cogoru , yuakrı , yukarıya; cogoru çık : yukarı çık! (başköşeye oturmaya davet); caman cokton cogoru ats. : kötü , yoktan yeğdir.
cogorula- , 1. yükselmek; 2. yukarı , çıkmak.
cogorulat- , yükseltmek , kaldırmak; baa cogorulat- : fiatı yükseltmek , çıkarmak.
cogorulatuu , yükseltme , kaldırma; emgek öndürümdüülügün cogorulatuu : emeğin verimini yükseltme.
cogoruloo , işs. cogorula-dan.
cogot- , kaybetmek; yitirmek; aşırmak (ihtilas).
cogotkuç , aşıran (ihtilâsçı).
cogotur- , et. cogot-tan.
cogotol- , kaybedilmek , yitirilmek ,. yok edilmek.
cogotuluş , kaybetme , yok etme; co-gotuluşu kerek : imha edilmeli.
cogotun , imha etme; tasfiye etme; kaldırma (ilga etme).
cok , 1. yok; bulunmuyor; kayıp; hazır bulunmuyor; mende cok : bende yoktur; balası cok : çocuğu yok; coktun cogu : katiyen yok; saga emne cok? : nen yok , nen eksik?; cokko işenbe; : boşuna güvenme!; kelgen cok : o gelmedi; körgön cokmun : gördüğüm yoktur; algan cok : almadı; cokko çıgar- : yok derecesine indirmek; cok cerden : yok yerden , hiç yoktan; cok söz : yok , boş söz , yalan; koy cok sözdü! : bırak şu boş sözü!; coktu süy-löyt : manasız söz söylüyor; közü cokto bk. köz; cok kıluu ; yok etme , kaldırma; etke cokmun : etle başım hoş değil; eti çok yiyemiyorum; suukka cok ekenğsinğ : soğuğa dayanamıyormuşsun; cılında bir kelse — kelet , bolboso — cok; senede bir defa geliyor , yoksa o da yok; sözgö cok : çok söylemez; bargım cok : gitmek istemiyorum; cok bol- : batmak , kaybolmak , ortadan kalkmak; şok bolsonğ — cok bolorsunğ ats. : muzip olursan — mahvolursun; cok er : eşi bulun-mıyan yiğit; cokunğ! : yok , yok!; emne? — cogunğuz , cok , cön ele : ne? — bir şey yok , merak etmeyin , i boşuna 2. kayıp , yitik; coktu izdep cürömün folk. : kayıp , yitik arıyorum; 3. ihtiyaç; argımak moynun ok keset , azamet moynun cok ke-set ats. : argımağın (cins atın) boynunu dingil (?) kesiyor , yiğitin boynunu ise , ihtiyaç kesiyor; 4. fu-kara , züğürt; barlar coktu , coktor bardı körgüsü cok : zenginler fakiri , fakirler de zengini görmek istemezler; kolunda cok : elinde yok , fakir , züğürt , muhtaç; 5. yahut veya; ör. bk. kolduu münasebetiyle.
cokçoku , ince uzun (kimse). Cakçu , kayıp , yitik ariyan. Cakçuluk , fakirlik ve onun doğurduğu neticeler ve haller; ihtiyaç. Coksuz , yahut kolunda coksuz : fıka-ra , züğürt; kolunda coksuzraak : oldukça fakir. Cokşo- , çiğnemek , gevelemek; kapıp yutmak.
cokto- , 1. yoklamak; malûmat araştırmak; tetkik etmek; koydu cokto : koyunları yokla! (hepsi var mıdır); 2. sağu sağmak : ölü için ağlamak.
coktoo , sağu sağma (ölü için ağlama).
coktoş- , sağu sağmağı ortaklaşmak , hep beraber sagu sağmak.
coktot- , et. cokto-dan; atanğdı cok-totpoy , inilerinğdi cakşı bak! : babanın yokluğunu hissettirmeyip , küçük erkek kardeşlerine iyi bak!
coktuk , gaybubet; malik olmamak-lık; fakirlik.
col , 1. yol; col-kire bk. kire; calgız ayak col : patika , keçiyolu; kara col : ulu yol; kuş colu yahut kol colu : saman oğrusu; mec. ölüm; colu katkan söv. : bedbaht; ak col: aydın yol; ak colunğ açılsın! : yolun açık olsun! , sana iyi yolculuk dilerim; colunğ uzarsın! : sana başarı ve her türlü refah ve saadet dilerim; col bolsun! : iyi yolculuk! (karşı karşıya gelindikte daha fazla : nereye yahut nereden ? manasında kullanılmaktadır); colu boldu : yolculuğu muvaffak oldu; işleri yolunda; anğdan coldo-ru bolup , bir toodak atıp alıştı : avda muvaffak oldular ve bir toy kuşu attılar; colu bolboy kaldı : yolculuğu muvaffak olmadı , işleri yürümedi; mununğa col bolsun al-: bu da ne , neye?; daha ne yumurt-ladm ?; alanğdagan kabagınğa col bolsun? : al. : neden böyle surat astın ?; colunğ bolgur okş. : bahtın açılsın!; col başçı = colbaşçı; anın colunan yahut anın colunan - izı-nen : muvaffak olması , işlerinin yürümesi sayesinde; coldon kal- : yola çıkmak veya yolu devam ettirmek için bir mani çıkmak; coldon kaltır- : yoldan alıkomak; yola çıkmak yahut yolu idame ettirmek için bir engel teşkil etmek; coldu kata : bütün yol boyunca; col bar-bayt : vicdanım bırakmıyor; basa- yın desem , col barbayt folk. : bir baskın yapmak istiyorsam da , vicdanım bırakmıyor; col tart- yahut co'go tart- : yola çıkmak için hazırlanmak , yola çıkmaya karar vermek; col körsötküç : yol gösteren , kılavuz; col kat : yol kâğıdı (vesikası); bilgen colunğdu atanğa berbe! : bildiğin yolu babana bile terketme! (baban sana yolu şaşırdığını söylerse dahi , sen bildiğin yoldan bir yana sapma!); col koy-: müsade etmek , bırakmak; col ko-yoturgan iş emes : müsaade edilecek iş değildir; col koyboo : bırakmama (müsade etmeme); colgo sal- bk. sal IV 1; 2. hat , satır; yol; col-col çıt; yollu basma; S. tertip; adet; 4. defa; bir colu : bir kez; eçen colu : kaç defa; birkaç defa; çok defa; 5. müsade , ruhsat; süy-löögö col bolobu ? : söylemeye müsaade ediliyor mu ?; söylemeye müsaade edin!; 6. hediye; columdu kıl! : bana teşekkür et! (bana hediye ver!).
colbaşçı , rehber , yönetken; serdar.
colbaşçılık , rehberlik; serdarlık.
colbors , kaplan.
colbun , kimsesiz; colbun kişi ; soyu sopu belli olmıyan; kökünü hatır-lamıyan ; colbun mal : sahipsiz hayvan.
colçu , 1. kılavuz; 2. yol yapan , yol işlerinde çalışan; 3. es. posta yollarını temizlemek ve düzeltmekle meşgul; atı ile yolda kalan posta arabasına yardıma koşmıya mecbur olan kimse.
colçuluk , 1. yolculuğa , seyahate ait her şey; 2. colçu (bk.) nun vazifeleri ve vaziyeti.
coldo- , 1. yöneltmek; yollamak; 2. yola devam etmek; birisinin izinden yürümek.
coldoo , işs. coldo-dan.
coldooçu , rehber , kılavuz.
coldoş , 1. yoldaş; 2. arkadaş , dost; küyöö coldoş : sağdıç (nişanlısının yanına giderken güveye arkadaşlık eden delikanlı); caman coldoş coo-ga aldırat ats. : kötü yoldaş , arkadaş , insanı düşmana teslim eder.
coldoştoş- , 1. yoldaş olmak; 2. dost olmak , arkadaş olmak.
coldoştuk , dostulk , arkadaşlık münasebetleri; coldoştukka al- : yoldaşlığa almak , kabul etmek.
colduu , attan colduu : attan talihi var , ona her zaman iyi atlar düşüyor; at uurdatkandan colduumun-: sık sık benim atlarım çalınıyor.
colku , birinçi (ekinçi ve s.) colku : birinci (ikinci ve s.) defa olarak; ekinçi colku otto : ikinci ayıklama (zararlı otlardan).
colo- , yakın gelmek , yaklaşmak üyü-mö colobo! : evimin semtine uğrama!; evime ayak basma!; men ü-yünö cologondu koydum : ben o-nun evine gitmez oldum.
colooçu , yolcu.
colooçula- , yolcu olmak , yollanmak , yola çıkmak; memleketler dolaşmak.
colooçulat- , et. colooçula-dan.
colooçuluk , yolculuk; yolculuğa , seyahatle ilgisi oaln her şey.
colot- , yakm gelmeye , yaklaşmaya , yanaşmaya müsaade etmek; canına colotpoyt : yanına yanaştırmıyor.
coloto , bir coloto : büsbütün; nihaî surette; her zaman için.
colotuş- , muş. colot-tan.
coloy- adet , nizam; Kırgızdın coloyu-na tüşüp atat : Kırgız hayatına girerek , onu benimsemeye başladı.
colpu , coon-colpu bk. coon.
colto , engel; colto kılba : mani olma!; işime colto kıldı : işime mani oldu.
coltoçuluk , engel , mania.
coltoy , ak coltoy : talih getiren; muvaffakiyet taşıyan; ak coltoy ko-nok : talih getiren konuk , kutlu misafir; kara coltoy : felâket getiren.
coltoyluk , ak coltoyluk : talih getirme istidadı; kara coltoyluk; felâket getirme istidadı.
coluguş- , müş. coluk-tan.
coluk- karşılaşmak; raslamak; görüşmek; aga colukup ket : onunla görüşde öyle git!; ona uğra!; onunla karşılaş!; coldoşuna coluktu : arkadaşiyle karşılaştı.
coluktur- , et. coluk-tan; al kişini maga coluktur! : o adamı benimle görüştür!; seni kaydan coluktura-yın? : seni nerde rasgetirebilirim ?
colum , kerege (bk.) küçük bir keçe evdir , ki bunu at çobanlan kurarlar.
comok , kahraman destanı; bu kabilden bir eser; cöö comok : masal.
comokçu , masal anlatan , hikâye söyliyen.
comokto- , anlatmak , hikâye söylemek.
comoktol- , masal mevzuu olmak , masallarda tasvir edilmek. Comoktoo , masal şeklinde tasvir ve anlatma.
con I , 1. omurga kemiği (amudu fı-kari); con talaştıra çap- (yahut sal , yahut ur-) : sırta vurmak; con tüy- 1) kanburlaşmak; 2) mec. : ehemmiyet vermemek , kulak asmamak; conunan aytkanda : deni-lince , denildikte; 2. dağ sırtı.
con- II , yontmak , rendelemek; cıgaç condum : değneği rendeledim.
condo- , dağ sırtı boyunca yürümek; sırttan condo- : başkasının adın-c!an faydalanarak diğer birisini aldatmak , dolandırmak; Akmattan ala turgan akçamdı , Karabay sırtımdan condop ketti : Ahmetten alacağım olan parayı (benim adımla) , dolandırmak suretiyle Kara-bay almış.
condon- , şişmek , kabarmak; kamçı tiygen cer bülöödöy bolup condo-nup çıkkan : kamçının değdiği yer , bileği taşı gibi şişmiş.
condur- , yontmıya , rendelemiye zorlamak.
conduu , sırtlı; cırtık conduu : yırtık pırtık giyim taşıyan.
conok , bugün konok , ertenğ conok ats. : bugün misafir , yarın defol!
conumduu , sağlam; iri yarı.
coo I , düşman , düşman durumunda bulunan; coogo tüştü : esir düştü; tilsiz coo mec. : su; coo çıgımı : harp tazminatı.
coo II , közdün coosun alganday tört tülügüm şay : hayvanlar güzel görünüşleriyle göz kamaştırıyorlar.
cooçu = çuucu.
coodura- , mülâyimetle ve rica ile bakmak; közdörü coodurap , bet - terine kızıl cügürdü : gözleri parladı , yanakları kızardı.
cooduraş- , müş. coodura-dan.
coogazın = cookazın.
cooka , kilükal , söz sav; çıkışma , başa kakma.
cookalat- , dikkatini başka tarafa çekmek , oyalamak (ilgilendirmek); anı azıraak cookalata tur! : onu bir parça oyala , dikkatini başka tarafa çek.
cookazın , 1. Sibirya zambağı; Eryth-ronium dens canis (bitki); 2. çifte renkli lâle.
cookerçilik , harp zamanı , harp za-maniyle ilgili olan bütün şartlar ve haller , gaileli zamanlar (harp yüzünden) ; cookerçilik bilimi : askerî bilgiler; askerlik işini bilme; fenni askerî.
cooko = cooka.
coola- , harp açarak yürümek; düşmanı koğalamak; düşmanca münasebette bulunmak; coolay : düşmanca , düşmanca niyetlerle; eldey kelgen el belenğ , coolay kelgen coo belenğ? folk. : barış getiren barış-lık kimse misin? yahut düşmanca niyetlerle gelen düşman mısın?
coolaş- , düşmanca münasebetlere başlamak , düşman olmak.
coolaştır- , et. coolaş-tan; birisini başka birisiyle kavgaya tutuşturmak , aralarına düşmanlık sokmak.
coolat- , harp açarak yürümeye zorlamak , düşmanı koğalamıya icbar eylemek.
coolo- = coola-.
coolot- = coolat-.
cooloy = coloy.
cooluk , mendil; başörtüsü; suu coo-luk : (yıkandıktan sonra el silmek için havlu); kol cooluk : burun mendili; şalı cooluk : kaşmir mendil; daki cooluk : muslin mendil; ak cooluk 1) evli kadınların örtündükleri başörtüsü; 2) mec. karı (zevce); başınğa cooluk salam : ben seni (yani erkeği) rezil ederim; cooluk taştamay : «jgut» oyununa benziyen bir oyundur (Rusların jgut dedikleri oyun ise , Ana-doludaki «tura» oyununa benzer : M.)
coomart , 1. cömert , eliaçık; bergerı coomart emes , algan coomart ats. : (hediye veren cömert değil , (karşılık vermek şartiyle) bk. kolko 2); 2. hediyeyi kabul eden cömerttir.
coomarttık , cömertlik.
coon , 1. şişman , yoğun; coon-colpu : sağlam; güçlü kuvvetli; 2. mec. zengin; kodaman; 3. gram. : kalın (ses hakkında).
coonduk , 1. kalınlık , yoğunluk; 2. gram. kalınlık (ses hakkında).
coonoy- , yoğunlaşmak , kalınlaşmak.
coonoyt- , yoğunlaştırmak , kalınlaştırmak.
coonsu- , kendini pehlivan saymak , kuvvetli addetmek; kurulmak; sen coonsubagın , alım cetet: sen pek kurulma , benim (sana) gücüm yeter.
coonsun- = coonsu-.
coonsut- , et. coonsu-dan.
coop , a. 1. cevap; coopko tart- : suale çekmek isticvabetmek); coop ayt- : yahut coop ber yahut coop kaytar- : cevap vermek , karşılık vermek; ooz uçunan coop kaytar-dı : «ağız uciyle cevap verdi» : is-temiyerek cevap verdi; 2. talak (karıyı boşama; coobumdu beri ; beni boşa!
coopker , a- f. mesul; dava edilen.
coopkerçilik , mesuliyet; partiya co-opkerçiligine tartuu : partice mesuliyet altına alma.
coopkerdik , mesuliyet , sorav.
coopsuz , 1. cevapsız; 2. mesuliyetsiz.
coopsuzduk , mesuliyetsizlik.
cooptoş- ,1. konuşmak , sohbet etmek; 2. anlaşmak , sözleşmek.
cooptuu , mesuliyetli; cooptuu mil- det : mesuliyetli vazife , iş; cooptuu redaktor: mesul muharrir , mesul müdür; cooptuu bolosunğ : mesul olacaksın.
cooptuuluk , mesuliyet; cooptuuluk sezimi : mesuliyet sezişi , hissi.
coor , deri tabakasının sıyrılması (başlıca , binek atın sırtında eğer vurmasından); coor eşek : arka derisi sıyrılmış olan (yağır) eşek; coor at : arka derisi sıyrılmış (ya-gır) at.
cooru- , sıyırıklarla kaplanmış olan (başlıca , binek atın sırtı); arkası-nan coorudu : atın arkasını yağır-laştırdı.
cooruker , Cugorü bahadırın atının ismidir.
coorun , kürk kemiği
coorut- , yağırlaştırmak; kol coorut-: eli nasırlatmak.
cooş , sâkin , yavaş , halîm.
cooşu- , sâkin olmak; ele alışmak; yumuşamak (yavaşlık , sükûnet kes-betmek); at cooşudu ; at yumuşadı , sükûnet kesbetti.
cooşut- , teskin etmek , yavaştırmak.
cootkolot- = cootkot-.
cootkot- , baş ağrısı vermek (boş lâkırdı ve hareketlerle insanı rahatsız ve taciz etmek); doğru ve açık cevaptan kaçınmak , doğruyu söylememek; yanılmıya çalışmak.
corgo , yorga (at); suu kuysa tögül-güs corgo : yumuşak , rahvan yü-rüyüşlü yorga; corgo mingenge coldoş bolbo! ats. : yorga binene yoldaş olma!
corgolo- , yorga yürümek; baytalım , canınğ üçün corgolorsunğ ats : ihtiyaç çömlek yakmasını öğretir (harfiyen: kısrağım , kendi canın için yorga yürüyorsun!).
corgolot- , yorga yürütmek , ab yorga yürümeye bırakmak.
corgoluk , yorgalık , yorga yürümek istidadı.
coro , f. 1. bir takımdır , ki onun üyelerinden biri öteki üyelere boza içirmek suretiyle ikram eder ( bu ikramlar kışın yapılır; karş- şerne , ülüş , denğgene); 2. bu gibi takımın üyesi; 3. arkadaş; coldoşcoro-su menen keldi : yoldaşları ve arkadaşları ile geldi; 4. şayı (b.k.) demlen kumaştan bir parça.
coroçu = coro 2.
coroloş , coro 1 e iştirak eden.
coroluu , yoldaşlara , arkadaşlara malik olan.
coromo = coromol.
coromol , tasar; faraziye; tahminî; nihaî olmıyan; farazî; coromol ko-rutundu : ihzarî netice.
coromoldo- , coromoldop aytat : tahminen söylüyor.
coroo I = coro 1 , 2.
coroo II , yorma; alâmet; caman co-roo : fena kehanet; kötü tâbir (yorma); caman coroo baştabay olturçu; : otur da , karga gibi ötme! (felâketten haber verme!); coroonğ buzuk : sözünü tutmuyorsun!
cort- , (av , düşman ardı uğrunda) yelmek , koşmak; karışkırça cor-tup cüröt : kurt gibi yeliyor , koşuyor; cele cortocür : yelerek , koşarak.
corktor , k-f. çok yelen yahut sık sık keşfe çıkan.
cortok , arık , kötü at.
corfokto- , yelmek , koşmak.
cortoktot- , et. cortokto-dan.
corttur- , et. cort-tan.
cortuul , yağma.
cortuulçu , yağmacı; sen colooçu bol-sonğ — ket , cortuulçu bolsonğ — ket (yakarış) : yolcu olsan da git , yağmacı isen de git!; cortuulçunun başı coldo kalat : su testisi su yolunda kırılır (harfiyen : yağmacının kafası yolda kalır).
coru I , bir cins akbaba kuşu; Vultu - ridae (bu kurşun bütün soyu sopu-nun adı olarak); kök coru yahut sakalduu coru : sakallı karakuş: con coru : iri , çüylüü (bk.)
coru- II , 1. tâbir etmek (yormak); tefsir eylemek; tüş corudum : rüyayı tâbir ettim , düşü yordum; 2. tasavvur etmek , tahminen söylemek; anıgın bilbey ele oy corup süylöp oturat : işin hakikatini bilmiyor; yalnız tahminen söylüyor.
coruk , 1. yürüme , yürüyüş; corugu tınç at : yürüyüşü rahat olan at; 2. hareket tarzı , gidişat; amel (iş); bul corugunğ koybosonğ , bir bala aga salasmğ folk. : bu gidişatından vazgeçmezsen , bir belâya çarparsın; kay coruk menen : ne tarzda , ne gibi yolla; kılık-coruk : bütün hareketlerin ve işlerin topu; gidişat , hareket tarzı; 3. zuhurat; fenomen; bu emine degen coruk? : bu nasıl bir tavır?; turmuştun tok-son coruguna moyun tozup : hayatın türlü değimlerine duçar olarak; coruk-cosun : eskiden kalma örf ve âdetlerin topu.
coruktant- , coruktantıp süylö- : kırıtarak konuşmak.
coruktuu , hafızada hoş timsaller (image'lar) uyandıran; corko min-gen kız beken , coruktuu Çürök özü beken ? folk : bu at üzerinde giden kız değil midir; bu. dilber Çürök'ün ta kendisi değil midir?
coruluu , corusu bol olan; aralarında coru da bulunan; coruluu cerde tarp turbas ats. : corulu yerde leş kalmaz.
corup , elerken kalburda hububatın üstüne toplanan iri çöp.
corupta- , hububatı elerken büyük çöpleri kaldırmak (bk. corup).
coruptaş- , müş. corupta-dan.
corut- , et. çoru - II den; oy corut -: etraflıca düşünmek; zihnen göz önüne getirmeye çalışmak; tüş corut- : düş yordurmak , tâbir ettirmek.
coruu , yorma , tâbir , kehanet , önceden bildirme , haber verme; özgünün işin özünö coruu ats. : kabullenme (harfiyen : başkaların işini kendi işi gibi gösterme); tüş coruu : düş yorma , tâbir etme.
cosun , nizam , kaide; cosunga sal- : nizama koymak , nizama riayet etmek; coruk-cosun bk. coruk.
coşo , yuşa , kızıl ba'çık; coşodoy fazıl : gayet kırmızı.
coşolo- , 1. yuşa ile boyamak; 2. kızartmak.
coşolon- , 1. yuşa ile bovanmak; kırmızı boya ile boyanmak; 2. kızarmak.
coşolont- , yuşa ile yahut kızıl balcık ile boyanmaya zorlamak; kırmızıya boyamak: kan menen coşolont-: kana bulaştırmak.
coşolonuu , kendi kendini yusa ile yahut kızıl balçık ile bovamak.
cosoloo , yusa ile yahut kızıl balçık ile bovama.
coşor- , kızarın-coşorup : pek fazla kızararak. kızarın bozararak.
cosu-. sel gibi akmak: akıntı helinde dökülmek: betinen kan cosudu : yüzünde kan ceryeanı gözüktü.
coşul- , (manaca) = coşu-; sel gibi akmak; şiddetle dökülmek; aşağıya doğru dökülmek (hububat); kan coşuldu : kan sicim gibi aktı; colu coşuldu : yolu muvaffak oldu.
coşult , et. çoşul-dan; kan coşult- : kan dökmek; kök şiberdi çoşultup ketti : yeşil , taze otu çiğnedi ezdi.
coşuluş- , müş. coşul-dan.
coto , sırt; coto cilik : kuyruk sokumu kemiği , sacrum.
cotoluu , kuvvetli sırta malik olan; cotoluu ögüz : güçlü kuvvetli öküz.
coy I , coy bolot : keskin çelik.
coy- II , yok etmek; tasfiye eylemek; kaybetmek; yitirmek; sabatsızdık-tı coy- : yazmazlığı tasfiye etmek; bul ooy- ; külünü savurmak , israf etmek; kulaktardı tap katarında coyduk : «kulakları» (ağalan) sınıf olmak itibarile tasfiye ettik.
coyçu , 1. avın izinden giden , izliyen; «koku alan»; cıçkan-coyçu , tülkü uuçu ats. : sıçan koklayıcıdır , tilki de avcıdır; 2. koğucu.
coydu , 1. muzur; muzip; 2. kurnaz , mekkâr.
coydulan- , şuh tabiatli olmak; takılmak (muziplik etmek). Coyguç , yahut bul coyguç : aşırıcı (ihtilâsçı).
coylo- , av aramak yolunda koşmak , yelmek; her köşe bucağı karıştırmak; araştırmak; köp coylogon kuu tülkü , kolgo tüşpöy , koyuucu emes ats. : su testisi su yolunda kırılır (harfiyen : çok yelen tilki bir gün elbette yakayı ele verir).
coyloş I , daima av arayıp koşan ve havayı koklayan.
coyloş- II , müş. coylo-dan.
coypokto- 1. , yaranmak; 2. bahane aramak.
coypu , iki yüzlü , mürai; müraice yaranan.
coypula- = coypokto.
coypuluk , iki yüzlülük , yaranma.
coyul- , yok edilmek , kaybedilmek , yitirilmek; coyulbas taasir : silinmez intbia.
coyuş- , müş. coy-II den; taarınıçtı coyuşalık : ihtilâfı bitirelim.
coyuu , yok etme , imha eyleme , kaldırma (ilga etme); sabatsızdık co-yuu : okuyup yazmayı tasfiye; ku-laktardı tap katarında coyuu: «kulakları» bir sınıf sıfatiyle ortadan kaldırma , tasfiye etme.
coyuuçu , yok edici , tasfiye edici , imha edici; sabatsızdıktı coyuuçu : okuyup yazmazlığı ortadan kaldırıcı.
coyuuçul , sis. es. tasfiye edici.
coyuuçuluk , sis. es. tasfiyecilik.
cököös , f. 1. bıçakla bir arada kuşak üzerinde taşman , deriden yapılmış uzun ve dar para kesesi; 2. hançer.
cökör , 1. = çoro; 2. tar. padişah karısı veya kızının kadınlardan olan maiyeti; 3. yardakçı , dalkavuk.
cölö- , desteklemek; bir şeye yaslanmak; yardım etmek; tutmak; Manastın başın cölöp , bir suluu kız ol-turat folk. : Manastan başını dilber tutup oturuyor; berişteler kö-törsün , arbaktarınğ cölösün folk. (seni) melekler kaldırsın , yükseltsin , ervah desteklesin!
cölök , 1. dayangaç , destek , arka , yardım; 2. (Güney Kirgızlik'ta) = kantala I.
cölöktö- , desteklemek , dayangaç vazifesini görmek , tutmak , yardım etmek.
cölömcök , dayangaç , destek.
cölön- , dayanmak; şu veya bu nesneyi kendisi için dayangaç edinmek; meyilli yerde yukarıya doğru olan yönet , yokuş.
cölöö , destekleme , tutma.
cölööçü , destekleyici , yardımcı.
cömö- = cömölö-; sözdü başkaga cömöp ketti : sözün konusunu değiştirdi; şıkaalabay cömöp attım : nişan almadım , rasgele attım.
cömölö- , ince iymada bulunmak , kinaye ve telmihlerle konuşmak; sözü başka konuya çevirmek; ihtiyat kayıtlariyle söylemek.
cön , 1. sade , basit , ehemmiyetsiz , şöyle böyle; bu kanday suu? cön ele suu : bu nasıl sudur? bu , sadece sudur; cön ele : böylece , işsiz; sebepsiz; cönkaydı: ehemmiyetsiz , boş; bul cönkaydı aytılgan söz emes : bu , boş söz değildir; cön saldı : değersiz , ehemmiyetsiz , böylece , sadece; durup dururken; 2. yönet (istikamet); cön şilte- . yöneti göstermek; yol göstermek; cöngö sal- : yoluna koymak , düzeltmek ; cön ber- : nasihat vermek , doğru yolu göstermek , akıl vermek; kaysı cöndü? : hangi cihet- ten?; kaysı cöndö bolso dağı : ne cihetten olursa olsun , her cihetten; tömöndögü cöndördö kelişim tü-züşöt : aşağıdaki hususlarda muahedeye bağlıyorlar; 3. kaideye uygun , doğru; normal , cindisinğbi , cönsünğbü? folk.: aklın başında mı yoksa çıldırdın mı?; bul kılgan işinğ cön : bunu doğru yaptın , iyi hareket ettin; cöngö keltir- : yoluna koymak , doğru bir istikamet vermek , tanzim eylemek , cön bilgi kişi yahut cön bilgiç : bütün nizam , ve usulleri (halk âdetlerini , muamele edeplerini ve s. yi) bilen kimse; bir ayıldın cön bilgisi oşol : bu , bütün köyde en anlayışlı bir kimsedir; 4. halim , sâkin; cön otur : rahat otur!; cön cür! : gidişatında nezakete riayet et!; cön bol- : sükûnet bulmak , dinmek; susmak; 5. menşe , kök; atı- cönü belgisiz : adı sanı belirsiz; soyu sopu bellisiz; at-cönünğ kim eken cigit? folk. : delikanlı , adın sanın nedir?; cö-nünğördü bilgizgile! : kim olduğunu bildir!
cöndö- , işi yoluna koymak , istikamet vermek , tanzim eylemek; cöndöp süylö- : manâlıca söylemek; cöndöp kıl- : gereği gibi işlemek; te-gin tektep , cönün cöndöp ayt- : (birisi hakkında) inceden inceye , kim ve ne olduğunu anlatmak
cöndöl- , 1. düzeltmek , yoluna konulmak , tanzim edilmek; 2. gram. : :iğraplanmak.
cöndölüş , gram. iğraplanma , decli-naison.
cöndöm , teemmüllülük , anlayışlılık , istidat.
cöndömdüü , iyi düşünen; becerikli; anlayışlı , müstait.
cöndömö , gram. iğap : casus , hal; catış cöndömö : lokatif; barış cöndömö : datif; çıgış cöndömö : ablatif; tabış cöndömö : aküzatif.
cöndöö , yoluna koyma , tanzim etme.
cöndöt- , et. cöndö-den.
cöndüü , muntazam; işe yanyan; bir cöndüü : bu daha bir şey değil; munu bir cöndüü kılalı : bunun bir çaresini bulmalı; bu işi bitirmeli.
cönğköl- , mahvolmak , batmak , kaybolmak.
cönöğkü- , l.dik inişte insanın veya hayvanın yürüyüşü gibi yürümek; 2. tepmek , çifte atmak.
cönğkül- , yerinden oynamak , harekete gelmek.
cönğküt- , et. cönğkü-den.
cönü- , hareket etmek , yönelmek.
cönököy , sade , basit , katmerli olmı-yan , bayağı , adî; şöyle böyle; böylece; boşuna; cönököy çındık : basit hakikat; cönököv cürgön kişide emnenğ bar? : yabancı (işe ilgisi olmıyan) adama da ne işin var?; cönököydö : mutat sartlar içinde; adî (şu veya bu cihetten istisnaî olmıyan) zamanda.
cönököylö- , basitleştirmek.
cönököylöö , basitleştirme.
cönöl- , yönelmek , hareket etmek; üvdü közdöp cönöldü : evine doğru yöneldi , doğruldu.
cönölt- , yöneltmek , yola koymak.
cönöş , hep beraber yönelmek , hareket etmek..
cönöt- , yöneltmek , yollamak; sözüm-dü cönötpödü : sözümü kesti , söylememe mani oldu.
cönöttü , işs. cönöt-ten.
cönsüz , maksada uygun olmıyan , yaramaz , yolsuz , işe yaramaz; cönsüz iş 1) yaramaz iş; 2) çözülme , düzensizlik.
cönsüzdük , 1. uygunsuzluk; 2. düzensizlik.
cönük I , oorusunan cönük albadı : henüz hastalığından iyileşmedi.
cönük- II , işi cönükpöydü : işi düzelmedi.
cöö I , 1. yaya , yayan , yaya giden; atka cöö çete albavt ats. : yaya , atlıya yoldaş değildir (harfiyen: yaya atlıva yetişemez); cöö cür- : yava yürümek; attan cöö bolunğar folk. : attan ininiz!; cöö-calanğ : yayalar ve atlılar; cöö-calanğdap 1) kimi yava. kimi atlı: 2) kâh yaya , kâh at üzerinde; cöö tuman bk. tuman : cöö-cılan bk. cilan; cöö comok bk. comok; cöö külük : yürük at; 2. mec.: atsız; fakir.
cöö II , işs. ce- III ten.
cööcılan , bk. cilan.
cööcülük , yaya kimsenin durumu , bütün vava seyahate ait ahval.
cöölcan , bk. cilan.
cöölö- I. sürtünmek (diyelim , oba yuvarma sürtünen at yahut inek hakkında): bir nesneye yaniyle dokunmak , değmek (divelim. yüklü bir atın yükiyle bir şeye dokunması hakkında).
cöölö- II, yaya türümek; at minbeyli, cöölöylü folk. : ata binmiyelim de yaya gidelim.
cöölöş I, 1. dayanma, itme, dürtme; yaniyle dokunma; ak üyüm cöölöş, kök üyüm cöölöş : <
Dostları ilə paylaş: |
|
|