|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3
|
səhifə | 19/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| carılgıçtık, patlayıcılık.
carılış ı, infilâk, patlayış.
carılış- ıı, müş. carıl- ıı den.
carıluu, 1. çatlama 2. patlama, infilâk; 3. yarılma, parçalanma.
carım ı, yarım; carım saat: yarım saat; carım tıyın: yarım kopek (para); carım som:yarım ruble (elli kopek); tüm carım: gece yarısı; carım es: kaçık, şuuru çatlak, aptal; birdicarım bk. bir; calgız-carım bk.calgız.’
carım ıı, kârlılık, verimlilik; carımı cok :kârsız, az verimli.
carımçak, yarımlı; carımçak töşök 1) tek yataklı döşek; 2) kız yatağı.
carımdal-, yarısını bitirmek.
carın-, kendisinin karnını yarmak; carınıp ölö kalayın folk.: karnımı yarayım da öleyim.
carış ı, 1. birbirini geçmek maksadiyle koşma; 2. yarış; müsabaka; sotsialistik carış: sosyalitçe yarış; carışka kir-: müsabakaya girişmek; atış carışı: atış müsabakası; carış söz: münakaşa, münazaa; carış sözgö kim çıgat?: münakaşaya kim çıkacak?
carış- ıı, hep birlikte yarmak, kırmak.
carış- ııı 1. koşu; birbirini geçmek maksadile koşmak; 2. yarışmak.
carışçak, 1. koşma yarışı amatörü; 2. at koşularına aktif bir surette işitrâk etmeyi seven kimse; calgız attuu carışçaak, caman katun uruş- çaak ats.: tek atlı kimse yarışı sever; kötü adam kavgayı.
carıştır-, et. carış ıı, ııı ten taş carıştır-: taş atmakta yarışmak.
carıştıruu, 1. yarıştırma; müsabaka maksadiyle koşturma; 2. müsabakaya teşvik.
carıştıruuçu, 1. konuya teşvik eden; 2. yarışa teşvik eyleyen: söz carıştıruuçu: münakaşalara karışan.
carışuu, 1. koşu; 2. müsabaka.
carıt- et. carı- ıı den; tük iştep carıtpayt: fena çalışıyor, işinin hayrı yok; bugün carıtıp tamak içkeninğ çok: bugün adam akıllı yemek yemedin.
carıtıluu = carıtımduu; carıtulu iştegen işi çok: hoşa gidecek, beğenilecek hiçbir iş yaptığı yok; işi için kendisine teşekkür etmeye hiç bir esas yoktur.
carıtımduu, yetecek kadar, kâfi tatmin edici; kanaat verecek şey (daha fazla menfi şekilde kullanılır) ;carımtıduu iş: müsbet neticeler veren iş: carımtıduu eme berbeyt: beğenilecek, insanı tatmin edecek hiçbir iş yapmaz.
carıtımsız, ehemmiyetsiz; dikkate değmez; tatmin etmez.
carıya, a. cariye, odalık.
carıyala_, ilân etmek; münadi vasıtasile bildirmek, umuma bildirmek.
carıyalaş-, hep beraber ilân etmek.
carıyalat-, ilân ettirmek; aşikâr kılmayı buyurmak.
carıyalatuu, işs. carıyalat-tan.
carıyaloo, a. ilân, tamim.
cark, bir işin ânî bir surette vukuunu, beklenikmeden peyda olan parıltıyı, ışığı taklidi ifade eden bir onamatopee’dir; cark etti: birdenbire parladı; ansızın belirdi; çındık cark etip: hakikat birden açıldı; cark etip külümsöröp ciberdi: ansızın neşeli gülümsedi; cark-curk: çabuk parlıyan; gözalıcı ışığı tayin etmek için taklitlik tabirdir.
carka, (rad.) parıltı.
carkı-, parlamak, yıldıramak.
carkılda. = carkıra-.
carkın, aydın, gözalıcı; ışık okş. nur topu.
carkıra-, parlamak, yıldıramak. mucibolmak.
carkoo, bahane, sebep; carkoo kılıp:den dolayı sebepli.
carköp, r. <>: kızartma: kuşbaşı şeklinde doğranarak kızartılmış et, kebap.
carlık, ferman, emir, buyrultu; buyruk_carlıktar: buyrultular ve emirler.
carma, 1. yararak koparılmış (uzun) çıra; 2. üvütülmüş arpadan yahut buğdaydan yapılan çorba.
carmaç, 1. zayıf, dermansız; carmaç kişi: zayıf adam; fakir kimse; carmaç cürök: gevşek yürek, kalb; 2. mec.: fakir.
carmaçtık, 1. gevşeklik, dermansızlık, 2. mec. fakirlik.
carmak, 1. folk. para; 2. (şarkî türkistan’da) 1) en küçük bakır sikkenin adıdır; 2)bakır para.
carmalık, carma (bk. carma 2) carma pişirmeye yarayan yahut yetişecek kadar olan; bir carmalık buğday: bir defa carma pişirmeye yetecek kadar buğday.
carmanğke, r. <>: panayır.
carmaş ı= carmaç.
carmaş- ıı, takılmak, sarılmak, tırmanmak, tırmanarak çıkmak; carmaşıp ele art cagıman kalbay cüröt: peşime takılıp kalmıyor.
carmaşış-, müş. carmaş- ıı den; tırmalap aşuuga carmaşıştı: tırmanarak dağ geçidine çıktılar.
carmaştır-, et. carmaş- ıı den.
carmaşuu, işs. carmaş- ıı den.
carmoo, r. <>: boyunduruk.
carna, hisse, pay.
carnak, pay; carnak kapitali: hisse sermayesi.
carnakçı, paydaş, hissedar.
carnaktuu, payı olan, payı ihtiva eden; car-naktuu doo: çalınan maldan muayyen bir-hisse iddia etme; senin mende carnaktuu-doonğ barbı?: neden bana iddialarınla takılıyorsun?
carnlaş ı, hisse ortağı, bir şeyden başkasiyle
birlikte hisse almak hakkına malik olan.
carnalaş- ıı paydaş olmak.
carnama, k-f. buyrultu hükûmet ilânı.
caroo, karın ve böğürleri incelmiş; atınğ caroo: atın incelmiş; atım caroo tartıp ketti:atım inceldi, atımın karnı ve böğürleri inceldi.
carooker, okşayıcı, nüvazişkâr; okşamayı arayan; sâkin; şefkatli; hayırsever.
carookerdik, okşayıcılık, merhametlilik; hayırseverlik.
carookerlen-, cömert olmak; yumuşamak.
caroosuz, yaramaz, işe yaramıyan; bozuklu-ğu yüzünden atılan; bozuk, döküntü marda mal, emtia; caroosuz iş: fena iş: kötü hareket.
caroosuzduk, yaramazlık, işe yaramazlık.
carp, carpım açıldı yahut carpım cazıldı: neşelendim.
cartı, yarı, yarım.
cartık, 1. yarık, çatlak, 2. yarı, yarım.
cartıla-, (âdet olduğu üzere, geçen zaman gerondifi ile ve carım sözü ile birlikte): carım cartılap: yarı yarıya, tam değil.
carımtımduu= carıtımduu.
casa-, 1. yapmak; düzmek; yaratmak; sınbastı usta casabayt ats.: hiçbir şey ebedî değildir (harfiyen: usta, kırılmıyacak hiçbir şey yapamaz); 2. süslemek, bezemek.
casagan= caratkan.
casak, bir serdarın maiyetindeki savaşçı müfrezesi.
casaker= carooker.
casakerden-, müdahane etmek, yaltaklanmak; birisinin teveccühünü aramak.
casakerdik= carookerdik.
casalga, tezyinat, bezek, süs.
casalgala-, tezyin etmek, bezemek, süslemek, tefriş etmek.
caslgalan-, tezyin etmek, bezenmek, süslenmek, tefriş edilmek; kvartirim radio, elektir cana başka uşular önğdüü kerektöölör menen casalgalangan: mesgenim, radyo, elektrik ve başka kolaylıklarla süslenmiştir.
casalma, suni, yapma, calî, düzme; caslma bermet: yapma inci; casalma colu menen kuuduruu: sunî usulle çoğaltma (hayvanları).
casama, sunî; casama at: lâkap, takma ad.
casan-, 1. giyinip kuşanmak, süslenmek; 2. tamagın casanıp: (söylenmeden yahut ırlanmadan önce) boğazını düzeltmek için öksürerek.
casat ı, a. 1. ten; cesed; et; 2. ölü (naaş), cenaze.
casat- ıı, et. casa-dan.
casayıl, sadak, ok kabı (karş. caza. yıl) .
casım= cazım.
caska-, (başlıca, elin ters tarafıyla vurmak için) el kaldırmak, sallamak.
caskala-, defetmek için sallamak; sallamak (diyelim köpeği korkutmak için değneği sallamak).
caskan-, 1. bir yana sıçramak, yerinden fırlamak (darbeden sakınarak); darbeden korunmak (diyelim, elle korunarak); 2. içti nabetmek; bir kenarda durmak; caskanbay ayt!: sakınmadan, kırılmadan doğruca söyle!.
caskançaak, çekingen; korkutulmuş.
caskandır-, et. caskan-dan.
caslı, r. yahut balalar caslısı: kreş, çoçuk sığınağı.
casmin, r. yasemin.
casoo, 1. düzüş; tanzim etme; bezeme, süsleme; 2. askerî nizam; casoocasa-: askerce –sıraya gelmek, sıraya dizilmek; 3. asker, ordu.
casooçu, 1. düzen; parovoz casooçu zoot: lokomotif imal eden fabrika; 2. mat. teşkil eden.
casool, tar. bir hükûmet memuru yanında bazı yumuşları (hizmetleri) yerine getiren; 2, kavas.
casta- = cazda- ıı.
castık= cazdık ı.
caş, 1. genç; caştayınan: gençliğinden beri; caştayımda cetim kaldım: çocukluğumda öksüz kaldım; 2.ham (olmamış); caş kayış: sepilenmiş deri; 3. yaş (ömrün yıl ile ölçülen miktarı); caşka tol yahut caşka cet-: bülûğa ermek (erkekler hakkında); mektep caşına ceptgeen baldar: mektep çağına ermemiş çocuklar; caşınğ caş: sen daha gençsin; -4. ömür, hayat; ceti kündük caşım bar folk.: yedi günlük ömrüm kalmış; ırgıp ketet başınğız, tügönüp kalat caşınğız folk.: başınız uçar, ömrünüz sonuna erer; gözyaşı; çolok caş: bir damla gözyaşı; közünön çolok-caş çıktı: gözünden yaş damlaları aktı.
caşa-, yaşamak, sıhatte ömür geçirmek; cıyırma caştı caşagan: yirmi sene yaşamış , yirmi yaşında; caşasın!: yaşasın!. sağ olsun!;caşasın bütkül dünüyödögü sotsialistik revolutsiya!: yaşasın bütün cihan sosyalist devrimi; köpcaşagan bilbeyt köptü körgön bilet ats.: çok yaşıyan bilmiyor, çoğu görenbiliyor. (çok yaşayan değil, çok gezen bilir.)
caşamal, yaşlı.
caşanğ, yeşil, taze (ot hakkında); caşanğ çöp: taze, yeşil ot.
caşanğkıra-, 1. bir parça yaşamak; caşanğkıragan: yaşlı; 2. biraz gençleşmek.
caşar ı, (filân kadar) yaşında; altı caşar: altı yaşında, altı yaşında olan.
caşar-ıı, gençleşmek.
caşart-, gençleştirmek, tazelik vermek.
caşartuu, gençleştirme.
caşaruu, gençleşme.
caşat-, yaşatmak, yaşamal imkânı vermek.
caşçılık, gençlik; gençliğe has olan her şey ve hal.
caşı-, hemen ağlayacak bir durumda bulunmak, gözler yaşarmak; neşe kaçmak; söögüm caşıdı: (acımaktan) yüreğim kan içinde kaldı.
caşınğkıra= caşınğkıra.
caşık, 1. yavan (et hakkında); arık; zayıflammış, caşık et: arık hayvanın eti, yavan et; eti caşık (hayvan hakkında) semiz olmıyan; eti kalgan kök caşık, kanı kalgan bir kaşık folk.: teni morlaşmış kanı bir kaşık kalmış; zayıf, sağlam değil, gevşek (diyelim-demir bıçak hakkında); caşık temir: adî-demir(çelik değil); caşık cürök: yüreği yufka, merhametli, ağlayık,; 3. daima ağlar gibi duran; caşık ün: ağlayık kimsenin sesi; 4. hazırcevap olmıyan kimsenin hali.
caşıktık, 1. arıklık; bitkinlik; 2. zayıflık; gevşeklik, ağlar gibi duran adamın hali; 4.hazır cevap olmayan kimsenin hali.caşıl, 1. yeşil; yeşillik (ot) , sebze; caşıl bak; yeşil bahçe; çaşıl öngöt, caş çonğoyot ats. : yeşil soluyor, genç büyüyor; 2. taze; açık; caşıl gül: açık çiçek.
caşıldan-, 1. yeşillenmek; 2. göz yaşarmak; közü caşıldanıp ketti: gözü yaşardı.
caşıldant-, 1. yeşillendirmek, yeşil renge boyamak; 2. köz caşıldant: göz yaşarmaya başlamak.
caşıldantuu, yeşil renge boyama.
caşıldanuu, işs. caşıldan- dan.
caşılduu, yeşil otla örtülmüş; caşılduu caykı talaa: yeşil otla örtülmüş olan ilkbahar stepi
caşın-, gizlenmek, saklanmak; töö minip eçkige caşınba ats.: deveye binmişken keçi arkasına saklanma!
caşınbak, saklambaç (oyun); caşınbak oyno_ saklambaç oynanak.
caşınğkıra-, gözyaşı akıtmak, gözler yaşarmak.
caşınt-, gizlenmeye zorlamak; gizlemek (diri bir varlığı).
caşınuu, işs. caşın-dan.
caşır-, gizlemek, saklamak; oorusun caşırgan caşırgan ölöt ats.: hastalığını gizleyen ölür.
caşırık, sır.
caşıreıkça, gizlice, saklıca; caşırıkça türdö: gizli tarzda.
caşırın- ı, hafi, saklanmış; esrarengiz; caşırın türdö: gizlice; caşırın at: müstear isim, psivdonim; caşırın adabiyat: kanunsuz edebiyat, gizli edebiyat.
caşırın- ıı, gizlenmek, saklanmak.
caşırınpak= caşınbak.
caşırış-, hep birlikte saklamak.
caşırmak= caşınbak.
caşırmay, saklama; çöp caşırmay: bir oyunun adıdır.
caşırt-, gizlemeye müsaade etmek yahut zorlamak; saklamayı emretmek.
caşıruu, gizleme, saklama.
caşıruun= caşırın ı.
caşış, müş. caşı-dan.
caşıt, 1. yaşartmak (göz hakkında); 2. yumuşatmak; temir caşıt_: demiri tavlamak (ateşte son derece kızarıp dövülebilecek hale getirmek).
caşoo, yaşayış; geçiniş.
caşooru_, 1. gevşek ve kederli olmak; 2.dert yanmak.
caşta-, gözyaşı dökmek.
caştay, bk. caş 1.caştık, gençlik.
cat ı, yad; yabancı; cat süylöm gram.: araya giren cümle (cümlei mutariza, proposition incidente); cat söz: araya giren kelime.
cat ıı, f. yâd, anma, hatıra getirme, hâfıza; catka aldı: ezberledi; cat bilet: ezberden biliyor.
cat ııı, 1. yatmak, uzanmak; bulunmak; ikamet etmek; üydö catat: evde yatıyor, yahut- bulunuyor, ikamet ediyor; şaarda beş gün-cattım: şehirde beş gün bulundum (ikamet ettim geçirdim); men üygö catam: ben obada (odada, evde) yatacağım (uyuyacağım);türmödö catkanda; hapishanede yattığında;2. ait olmak, taallûk etmek: ilgilenmek; mına bul törö çülükkö catabı?: buna kibarlık, zadelik (bürokrasi) denilebilir mi?; 3. catkan (çokça menfi ve beğenme manasında olarak); en yüksek derecede, son derece, catkan bir uuru: benzeri görülmiyen bir hırsız; 4. (<> ile biten kelimelerden sonra) niyetini bildirmek, hemen yapmıya hazır bulunmak; ketkeni catat; gitmeye hazırlanıyor, şimdi gidecek; turganı cattı ele: kalkmaya hazırlandı, kalkmak niyetinde idi; 5. yardımcı fiil rolünde <> işin uzun sürdüğünü ve o âna, o dakikaya uygun- olduğunu ifade eder (bk. at ıv); söz süylöp catat: söz söylüyor (söylemekte devam ediyor); oynop catat: oynamakta devam ediyor; okup catat: öğreniyor, okuyor; kat cazıp catkanda: mektup yazarken; kayda bara-catat, emnege bara catat?: nereye gidiyorlar, niiçin gidiyorlar? orusça süylöp catabı,-kırgızça süylöp catabı?: (şu dakikada) rusça mı söylüyor, kırgıca mı söylüyor?; iştep kele catat: o çalışıyor (muayyen dakikadan şimdiye kadar); biz catıp catkan u bakta: bizim yattığımız zamanda; biz attanalı dep catkanda: ata binmeye hazırlandığımız-zamanda; suu agıp catat (akmakta devamediyor); bazan cat fiilinin hal zamanının 3 üncü şahsı (yardımcı fiil olarak kullanıldığında) catır yahut catırı şekline girer; eldin baarı cırgap catırı; stalindin armivası cenğilbes, ulamdan col körsötüp catırı folk.: halk hazediyor, mütelezziz oluyor; stalin’in ordusu yenilmez; o, (o orduya) dai-ma yol gösteriyor;: kele catır külroço etrafına bakınarak geliyor. cata, cata karın: sarkık karınlı; calama toodan teke atkan, cata karın eçki atkan folk.: kayalı dağlarda tekeler atmış, sarkık karınlı keçiler atmış.
catak, 1. yatacak yer, yatak, geceleyecek mahal; 2. in; yabanî hayvanların yuvası; ayuunun catagı: ayının ini; bödönönün catagın körda, etine taarınba ats.: bildircının yuvasını gör de eti az diye kızma!; kar it catak bolup kalıptır: kar erimiş, yalnız onun ötede beride bazı yığınları kalmış; 3. daimî mesken (kışın ve yazın aynı yerde kalan mesken); catakka kal_: yazın ya dakışlağa göçmeksizin yazlıkta kalmak; 4. caakkana.
catakana = catakkana.
catakçı, tar. yatak (yani hayvanları bulunmadığından, yazı dahi kışlakta geçirmeye mecbur olan fakir kimse); catakçını ter kıssa, cügün cöö taşıyt ats.: catağı (yazın) ter sıkıştırırsa eşyasını (yaylağa) -yaya taşır.
catakkana, k.f. geceleyecek yer; konak; mesken; birlikte yaşanan yer.
catalak, bir nevi at hastalığı.
catıgış- müş. catık ıı den.
catıguu, yatgınlık, temavül: okuuga az azdan catıguu gerek: tahsile azar azar alışmak lâzım.
catık ı, yamık, yatgın (mütemayil); catık tildüü yahut sözü catık: tatlı sözlü, tatlı dilli; catık cazılgan angeme: sade yazılmış –hikâye.
catık, ıı, yatgın olmak; kapılmak, bağlanmak.
catıktıruu, temayülünü arttırma, heveslendirme.
catıl-, mut. cat ııı ten.
catın, 1. döl yatağı, rahim (anat.); 2. son, döleşi, meşime; 3. yatma yeri, yatak; uydun catını 1) ineklerin yattığı yer; 2) inek meşimesi.
catındaş= kindikteş.
catır, catırı=catat
catırkoo, yabancılık hissi, yadırgama; mende catırkoo cok, kimdin üyünö barsam da, öz üyümdöy: ben sıkılmıyorum (yadırgamıyorum) , kimin evine gidersem, o ev benim kendi evimdir.
catış ı, işs. cat ııı ten ulandı gram.: lokatif-(mefulüfih).
catış- ıı, müş. cat ııı ten; okup catışat: oku-yorlar.
catkansı-, gûya yatmak, yatar gibi gözükmek.
catkır-, yatırmak; uyutmak; orun salıp çatkırıp folk.: yatak yaparak ve uyumaya yatırarak.
catkız- = catkır.
catta- 1. ezberden hatırlamak; 2. ezberden söylemek.
cattat_, et. catta-dan.
cattık ı, yabancılık, yadırgama.
cattık- ıı, yabancı olmak, yadırgamak.
cattık- ııı= catık- ıı.
cattıktır-, yabancı olma hissini uyandırmak.
cattıktıruu, (herhangi bir kimsede) yaban-cılık duygusunu uyandırmak.
catuu, yatma.
cay ı, yaz; cayı kışı yahut cay kış debey: kışın ve yazın; bütün yıl; cayında: yazın, yaz zamanında; cayın: yaz boyunca, bütün yaz.
cay ıı, f. 1. yer, mahal; cayında 1) yerinde; 2) her şey yerinde; 3) hakkında; dolasıyla -dair; traktor remontu- cayında: traktörlerin tamiri yolundadır; cayın tap: (birisinin) hakkından gelmek; mec. öldürmek; cayınğdı tabam: hakkından gelirim (senin); anın cayı tabılat: sıvışamaz; onu ele alırlar (harfiyen: onun yeri bulunmuştur); oyunğ cayınan çıkpay kaldı: düşündüğün meydana çıkmadı, dediğin olmadı; 2. mesken; ev yapma; 3. iş evi; teşebbüs yeri; önör-cay: sınaî iş yeri; kagaz önör cayı: kağıt sanayii; okuu cayı 1) okuma yeri: mektep; 2) sağlık işlerinin durumu; den sooluk cayı 1) sağlık müessesi 2) sağlık işlerinin durumu; önör cay akca pılanı es.: sınaî, malî plân; 4. (bu mana ile daha fazla: maani- cay): vaziyet; hâlet; cayınğdı aytçı: kim olduğunu ne olduğunu söyle, anlat!; zorduk kılgan tol. toydum maanı-cayın köröyün folk.: bakayım, bu zorbalık yapan-toltoy kimmiş (ben ona gösteririm!); ca-man, cayın aytam dep, baarın aytat budala vaziyetini anlatayım derken, her şeyi meydana koyar; 5. esas; sebep; ıylay turgancayı cok: ağlamasına sebep yok.
cay ııı, 1. böyle (işsiz); işte!; sebepsiz; cayça yahut cayça ele: böyle (muayyen bir –maksat olmaksızın); cay adam: yabancı kimse; hususî adam; cay sooda: hususî ticaret; 2. ağır, yavaş, sükûnetle; cay cür-:ağır, yavaş yürümek; cay barakat= cayba rakat; canı cay tapkanı cok: rahat yüzü görmedi; cay bolot: ölecek; cayma-cay: rahça, acele etmeden: cay aldır: dinlendirmek cayı ketken: rahatı kaçmış; bitmiş.
cay ıv, cay cayla- bk. cayla ııı; cay taş bk taş 1.
cay- v, 1. sermek, yaymak, asmak diyelim, kurutmak için çamaşırı); dağıtmak (diyelim saçları); açmak (diyelim kitabı) ; kitep cay-: kitap yaymak, açmak; argımak oozun caydı: at ağzını açtı; çaçın caydı: kadın saçlarını dağıttı (örgülerini çözdü) ; aştıkka suu cay-: ekinlere su akıtmak; butuman kan caya beriptir: bacağımdan boyuna kan aktı: 2. yaymak; elge cay_: umuma, halka bildirmek; ilân etmek; 3. otlağa çıkarmak; caygan atı minğ; bolsun, salınganı kis bolsun folk.: atları bin tane olsun, sergisi ise samur kürkü olsun!
caya, atın but eti (burası lezzetli parça sayılır).
cayan, bk. cayın; kızıl cayan: kana bulaşmış; murdu kızıl cayan bolup ketti: burnukan içinde; kar kızıl cayan bolup kaldı: kar kandan kıpkızıl oldu.
caybarakat, f-a. rahatça: kendi zevkine; mesut olarak.
caybarakattan-, mesut yaşamak, rahat geçinmek.
caybarakattanuu, rahat geçinme.
caybarakattık, saadet, rahat.
cayça, bk. cay ııı.
cayçı, gûya cay taş yardımıyla havayı değiştirebilen yakarışçı: (bk. taş 1).
cayçılık, sükûn, huzur; boş vakit: cayçılıkta cazarbız: bir fırsatta yazarız.
cayçılıktuu, rahat, sâkin.
caydak, (süvari hakkında): eğersiz; caydak min- yahut caydak atka min-: ata eğersiz, atın sırtına hiçbir şey sermeden binmek; caydak töş: açık döş, ğöğüs; caydak tam: boş (mobilyasız, mefruşatsız ve gayri meskûn); eşiği çok caydak tamda catkamın: kapısız, boş evde oturdum.
caydakta-, at caydakta: atın eğrini ve teğreltisini çıkarmak, almak.
caydaktan-, fazla giyimi ve yükü çıkararak hafiflemeka; beşmantçan bolup, caydaktanıp algan: yalnız bir beşmet (palto) ile kalarak kendini hafifletti.
caydaktat-, et. caydakta-dan.
caydaktoo, eğeri ve teğeltiyi çıkarmak.
caydanğda-, hareketleriyle halinden memnunluk, şenlik göstermek; halinden memnun, neşeli olmak.
caydarı, açık tabiatlı; şen adam; caydarı açık: içten, samimî olarak; güler yüzlü; bayagı kadimkidey caydarı açık süylöşöt: eskisi gibi samimî konuşuyorlar.
caydık, yazlık; caydık kiyim: yazlık giyim.
caydır-, et. cay v ten.
caygar-, tanzim etmek, düzeltmek.
caygarmanlık, işbilirlik, işbecerirlik.
caygaş-, 1. nizama girmek; 2. yerleşmek, sığmak, vatan edinmek.
caygaştır-, 1. tanzim etmek, yoluna koymak; çeki düzen vermek; idare etmek; yerli yerine koymak; 2. iskân etmek.
caygaştırıl-, mut. caygaştır-dan; iş könğöldögüdöy caygaştırıldı: iş istenildiği gibi yoluna konuldu.
caygaştıruu, 1. nizam verme, yoluna koyma, düzme; yerli yerine koyma; küçtördü caygaştıruu: kuvvetleri tanzim etme; 2. iskân etme.
cayıbaş, haşlanmış hamur parçalarıyla ve yoğurtla yapılan bir yiyecek.
cayık, yayvan, yayık; cayık bet geniş yüzlü, yassı suratlı.
cayıl ı, a. 1. gaddar, şerir şirret (insanlar hakkında); 2. şerirlik; fenalık beslemek; cayılım karmadı gayet hırslandım.
cayıl- ıı, serilmek, yayılmak, her yana açılmak, genişlemek; kenğiri cayılgan: geniş yayılmış; caman kagazga sıya cayılıp ketet: fena kâğıda mürekkep yayılıyıveriyor.
Dostları ilə paylaş: |
|
|